31 Aralık 2010

change forever...

hindi dolması



Malzemeler:
  • 1 adet hindi
  • 2 adet kuru soğan
  • 1 adet havuç
  • 1 adet limonun suyu
  • 1 tatlı kaşığı tane karabiber
  • 1 tatlı kaşığı şeker
  • 1 yemek kaşığı tuz
İç Pilav için Malzemeler:
  • 1 kg pirinç
  • 2 adet kuru soğan
  • 2 yemek kaşığı fıstık
  • 3 yemek kaşığı kuş üzümü
  • 500 gr kestane (önceden pişirilip, kabukları soyulmuş)
  • 1 yemek kaşığı şeker
  • 1 demet dereotu
  • Tarçın
  • Karabiber
  • Yeni bahar
  • 1 yemek kaşığı tereyağ
  • 1 kahve fincanı sıvıyağ
  • 1,5 litre hindi suyu
Yapılışı:
  1. Temizlenmiş hindiyi bol suda soğan, havuç, karabiber ve tuz ile önce hızlı ateşte daha sonra kısık ateşte etler iyice yumuşayıncaya dek pişirin.
  2. Haşlanmış hindiyi bir fırın tepsisine alın.
  3. Üzerine limon suyu ve şekeri sürün ve üzeri iyice kızarana dek pişirin.
  4. Yıkadığınız pirinci yaklaşık 30 dk. kadar sıcak suda bekletin.
  5. İnce kıydığınız soğanları fıstıklarla beraber yağda kavurun.
  6. Süzdüğünüz pirincide tencereye ekleyin ve 10 dk. kadar daha kavurun.
  7. Kavurduğunuz pirince; tuz, karabiber, tarçın, yenibahar, kuş üzümü, kestane ve şekeri ilave edip karıştırın.
  8. 1,5 litre hindi suyunu tencereye ekleyin ve pilavı pişirin.
  9. Pişirdiğiniz pilava kıyılmış dereotunu ekleyin ve yaklaşık 30 dk. pilavı demlenmeye bırakın.
  10. Büyük bir servis tabağına kızarttığınız hindiyi alın, çevresine iç pilavdan koyun.
  11. Hindinin boynunu ve ayaklarını folyo ile sarın ve arzu ettiğiniz gibi süsleyin.

 

Hayatın anlamı nedir?

Hayatın anlamı nedir?

Uzun yıllardır sorarım bu soruyu kendime... Nedir hayatın anlamı? Bazen cevabını bulurum. Bazen bulamam. Bazen beğenirim verdiğim cevabı. Bazen beğenmem... Son zamanlarda bir karara vardım. Son kararım mıdır  bilemem ama şimdilik kararım  'Kendini geliştirmek'.

İşte bu düşüncelerle gittim çiftliğe. Çiftlikte zeytin toplama mevsimi... Sabahtan akşama tarlada zeytin topluyoruz. Akşamları hep beraber yemek yiyoruz. Yemekte ekipten biri demesin mi... Arkadaşlar sizce hayatın anlamı nedir? Yaklaşık 15 kişiyiz. Kalabalığız. Herkes fikrini söylemeye başlıyor. Soruyu soranın cevabı hazır. Arkadaşlar dedi... Bence hayatın anlamı 'toplamak'...  Zeytin topluyoruz, anı topluyoruz, arkadaş topluyoruz, hep birşeyler topluyoruz. Tamam mantıklı konuşuyor ama ikna olmuyorum.

Ertesi sabah gene zeytin 'topluyoruz'. Zeytin toplamak öyle başka işlere benzemiyor. Kutsal bir yanı var. Belirli bir ritüeli var. Hepimizi filozafa çeviriyor.O zaman hikayeye baştan başlamak lazım diye düşünüyorum.



efsanelere konu olan ağaç 'zeytin ağacı'

Zeytinle ilgili her türlü bilgiyi araştırmaya başlıyorum.Ve karşıma zeytin ağacı efsanesi çıkıyor. Efsaneye göre M.Ö. 17. yüzyılda bugünkü 'Atina 'kuruluyor. Fakat şehre isim bulmak gerekiyor. Tanrıların babası Zeus yeni kurulacak olan şehre isim koymak için tanrılar meclisini topluyor. Bu şehre en değerli hediyeyi getiren tanrının ismini bu şehre vereceğini söylüyor. Deniz tanrısı Poseidon denizden savaşta çok işe yarayacağına inandığı bir at çıkarıyor.

Bilim tanrısı Athene aşıladığı bir yabani zeytin ağacını şehre getirip, armağan ediyor. Bu ağaç meyve verecek, insanlar da bunu yiyecek. Bu meyveden çıkarılan yağ karanlık geceleri aydınlatacak, aynı zamanda yemeklik yağ olarak mutfakların baş tacı olacak. Bu ağaç yarışı kazanarak Akropolise dikilir, şehre ise bilim tanrısı Athene'nin adı verilir. Eski Yunan'da zeytin ağacı kutsal olup salonları süslermiş. Zeytin ağacını kesen veya zarar veren mahkeme önüne çıkarılır ve ölüme mahkum edilirmiş.

Bu efsaneyi bilmeden bile zeytinler hepimizi büyülüyor. Tarlaya zeytin toplamaya öyle istekle gidiyoruz ki... Anlatılamaz bir heyecan hepimizi sarıyor. Başlıyoruz şevkle çalışmaya...

Zeytin toplamak için belirli aşamalar var. Önce zeytin ağacının dibine düşenleri toplamak gerekiyor. Buna dip zeytini tolamak diyoruz. Ayrı çuvallanıyor. Bazen ikili topluyoruz. Bazen ağacın her tarafından girişiyoruz toplamaya. Bazen de yanyana sıra oluyoruz, yol boyu topluyoruz. İşte dip zeytini toplarken manzaralar;

ikili takım

dört bir yandan toplarken...

sıra olmuş ilerliyoruz...

Dipteki zeytini toplayınca sıra 'ağaca yazmaya' geliyor. Ağacı yazmak yerel bir tabir. Ağacın altına büyük bir örtü seriyoruz. Örtüye'de yazgı diyoruz. Yazgı dediğimiz çuval kumaşından yapılmış örtü. Çok büyük. Bayağıda ağır. Boşken bile ağır. İki üç kişi beraber anca taşıyoruz. Güzelce ağacın etrafını yaygıyla yazıyoruz. 


yazgıyı güzelce yayıyoruz

Ondan sonra güçlü kuvvetli olanlar başlıyorlar dalları değnekle dürtmeye. Onlar dürttükçe zeytinler dallarıyla beraber yazgının üstünde birikmeye başlıyor.



başlıyoruz ağacın dallarını dürtmeye...





Ağacın dallarını dürtme işi bitince bu sefer yaygıdaki zeytinleri dallarından ayırmaya başlıyoruz. Bu iş için bir kaç kişi yeterli. Oturuyoruz yazgının üstüne başlıyoruz ayırmaya... Ama kabaca ayırıyoruz. İnce ayırma işini elekle yapacağız zaten.


yaygıda zeytinler...


Yazgıda toplanan zeytinleri kabaca ayıklıyoruz...

Eleklede zeytinde kalan son dalları yaprakları temizleyip, çuvallıyoruz . Zeytinler artık yağhaneye gitmeye hazır hale geliyor. Zeytinyağı olmaya doğru adım adım ilerliyorlar...Tabi bu arada o kadar insan habire konuşuyoruz. Şarkılar söylüyoruz. Mola veriyoruz. Biraz daha şarkı söylüyoruz. Zeytin toplama işi bitince nasıl bir kutlama yapacağımızı konuşuyoruz... Bu zeytinyağı çok muhabbetli olacak benden söylemesi...



arkasından elekte eliyoruz... 




Birde on yaşın altı ağaçlar var. Onları sopalarla dürtmüyoruz. Elle toplama yapıyoruz. Yada tırmıkla topluyoruz. Biz en çok ağaçtan zeytin toplamayı seviyoruz. Dallara dokunuyorsun. Ağaca tırmanıyorsun. Ağacın üst dallarındaki zeytine ulaşmaya çalışıyorsun. Çok zevkli oluyor...


dalda zeytin...


ağacı sıyırıken...

ağaç ve cevresi toplanıyor...

Bu arada zeytin toplamak için hayatımda ilk defa ağaca çıkıyorum. Bir sürü poz veriyorum. Bir süreliğine zeytin toplamayı falan unutuyorum. Kimi arkadaşlar yüksekdeki dallara yetişmek için tırmığını uzatacak keşiflerde bulunuyor... Çok eğleniyoruz. Çok gülüyoruz. Bu zeytinyağını yiyen kesin kahkahalarla gülecek... 

ağaçta ben...


tırmık uzatma buluşları...

Gün boyu tarlada olunca ilginç karelerde ortaya çıkıyor... Eşeğiyle geçen de oluyor... Oğlağını besleyen de... Kuş yuvası da görüyorsun... Ağaç dalında kuşu da...





Zeytin toplama dönemi yaklaşık bir ay sürüyor. Ekip sürekli değişiyor... dönüşüyor... Ama benim kafama en çok zeytinler kazınıyor. Hem de kucak dolusu zeytinler kazınıyor...

zeytin işini bitiren ekip...

kucak dolusu zeytinler...


Ahh birde bu zeytinlerin yağını yeseniz bayılırsınız. Her gün yiyorum. Hergün yiyorum. Yine de doyamıyorum. Haa hayatın anlamı ne mi oldu ? Ehhh bu yazıdan sonra olsa olsa zeytin olur. Zeytinyağı olur...

Çiflik ve çiftlikte yapılan işlerle ilgili yazımın ikinci bölümünü de burada kapatıyorum.

Sağlıcakla,

30 Aralık 2010

All of my love Led Zeppelin-Lyrics

Burada öğretmen yok


Burada öğretmen yok, öğrenci yok, lider yok, yol gösterici yok, efendi yok, kurtarıcı yok.
Kendiniz için öğretmensiniz ve öğrencisiniz ; efendi, yol gösterici, lider sizsiniz.
SİZ HER ŞEYSİNİZ !
Ve anlamak , değişimdir!

Jiddu Krishnamurti

Göl olmak...



Hintli bir yaşlı usta, çırağının her şeyden sürekli şikayet etmesinden bıkmıştı. Bir gün çırağını tuz almaya gönderdi. Yaşamındaki her şeyden mutsuz olan çırak döndüğünde, yaşlı usta ona, bir avuç tuzu, bir bardak suya atıp içmesini söyledi. Çırak, yaşlı adamın söylediğini yaptı ama içer içmez ağzındakileri tükürmeye başladı.
“Tadı nasıl?” diye soran yaşlı adama öfkeyle “Acı” diye yanıt verdi.
Usta gülümseyerek çırağını kolundan tuttu ve dışarı çıkardı. Sessizce az ilerideki gölün kıyısına götürdü ve çırağına bu kez de bir avuç tuzu göle atıp, gölden su içmesini söyledi. Söyleneni yapan çırak, ağzının kenarlarından akan suyu koluyla silerken aynı soruyu sordu:
“Tadı nasıl?”
“Ferahlatıcı” diye yanıt verdi genç çırak.
“Tuzun tadını aldın mı?” diye soran yaşlı adamı, “Hayır” diye yanıtladı çırağı.
Bunun üzerine yaşlı adam, suyun yanına diz çökmüş olan çırağının yanına oturdu ve şöyle dedi:
“Yaşamdaki acılar tuz gibidir, ne azdır, ne de çok. Acının miktarı hep aynıdır. Ancak bu acının acılığı, neyin içine konulduğuna bağlıdır. Acın olduğunda yapman gereken tek şey, acı veren şeyle ilgili duygularını genişletmektir. Onun için sen de artık bardak olmayı bırak, göl olmaya çalış.”

kaşerli patates tava...



1 kg patates
5-6 dilim kaşar
peyniri
2 çorba kaşığı sıvı yağ
1 avuç galeta unu
1 tutam pul
biber
1 tutam tuz
1 tutam karabiber

Patatesler soyulur. Daire şeklinde doğranır. Teflon tavaya yağ konur. Patateslerin yarısı sıkı sıkı dizilir. Tuz, karabiber ve pul
biber serpilir. Biraz galeta unu serpilir. Üzerine kaşar dilimleri yerleştirilir. Biraz daha galeta unu serpilir. Kalan patatesler dizilir. Tuz serpilir. Tavanın kapağı kapatılır. Orta ateşte yaklaşık 15 dakika piştikten sonra bir yüzü kızarmış olmalıdır. Diğer yüzü bir kapak yardımıyla çevrilir. 15 dakika daha pişirildikten sonra servis tabağına kaydırılır

Av Mevsimi - Yavuz Turgul / Cem Yılmaz'dan Hayde Şarkısı

''Bir sey yap .. Güzel olsun


Şems Tebrizi
''Bir sey yap .. Güzel olsun. Çok mu zor? O vakit güzel bir sey söyle. Dilin mi dönmuyor? Güzel bir sey gör. Veya; Güzel bir sey yaz. Beceremez misin? Öyleyse Güzel bir şeye başla... Ama hep güzel seyler olsun.
Çünkü "HER İNSAN ÖLECEK YAŞTA..."
Geç kalmayasın! ''
Ekleyen: Evrensel Yaşam Enerjisi
 
 

kadınlar sonunda düşünmeyi bıraktılar...



kadınların, doğdukları andan itibaren, tatminkarlığın ev kadını olmakta, aşkta, evlilikte, çocuk sahibi olmakta ve kendinden feragat etmekte yattığını kabul etmeye mecbur omalarını olası kıldı. Kadınlar hakim soyut düşünce biçimlerinin dışında tutuldular; bağımlı olacak şekilde eğitildiler. Öylesine bütünüyle erkeklerin onlar için düşünmesi gerektiğine inancına göre yetiştirildiler ki sonunda düşünmeyi bıraktılar.

Eğer sonuçlara bağımlı değilseniz,Hayatta sizi ne korkutabilir." Hürriyet Kalalı... Ali Karakuşa teşekkürlerimle...

İnsanlar görüştükleri insanları titizlikle seçmeli, çünkü davranışlar bulaşıcı hastalıklar gibi birbirine geçerler.. Shakespeare Serendipity Evrime teşekkürlerimle...

İnsanlar görüştükleri insanları titizlikle seçmeli, çünkü davranışlar bulaşıcı hastalıklar gibi birbirine geçerler.. Shakespeare

Tüm arayışları bıraktığında her şey sana koşmaya başlar ... Su Perisine teşekkürlerimle

Tüm arayışları bıraktığında her şey sana koşmaya başlar "Onlara söyleyin ki her şeyi bıraktıklarında her şey onların olacaktır!"
Ekleyen: Uğur Koşar

denizkızı mı ??? balina mı ???



Avustralya'da, bir spor salonunun camında bir reklam; zayıf ve bronz tenli bir kadın, hemen yanında şu yazıyor:

"Bu yaz, denizkızı mı olmak istersiniz, yoksa bir balina mı?

 Afişteki mankenin fiziksel özelliklerinden çok uzak olan orta yaşlı bir kadın, spor salonunun reklamına sesli bir cevap veriyor:

 İlgilenenlere duyurulur,

Balinaları arkadaşları asla yalnız bırakmazlar, yunuslar, deniz aslanları, meraklı insanlar..

Aktif bir cinsel yaşamları vardır, hamile kalır, sevimli bebek balinalar doğururlar.

Denizde yüzer, oynarlar. Polinezya adalarının mercan kayalıkları gibi muhteşem yerleri görme şansına sahiptirler.

Balinalar harika şarkı söylerler, CD'leri bile vardır.

Bazı insanlar dışında, onlara zarar vermek isteyecek tek bir varlık yoktur. Dünyada herkesin sevdiği, koruduğu ve hayran kaldığı şahane hayvanlardır.

Denizkızı?

Öncelikle, denizkızı diye birşey yoktur.

Var olsalardı da kimlik karmaşası sebebiyle psikolog kapılarında sıra oluştururlardı. Balık mısın? İnsan mı?

Cinsel hayatları yoktur. Yanlarına yaklaşan erkekleri öldürüyorlar, nasıl olabilir ki? hem, iyice bir bakın, gerekli donanım nerede??

E, sonuç olarak çocukları da olmaz.

Zaten balık kokan bir kadını kim ister ki?

Sonuç?

Ben balina olmayı tercih ederim.

 Medya sadece zayıf insanların güzel olduğunu savunuyor ama ben çocuklarımla dondurma yemeyi, beni heyecanlandıran adamla güzel bir akşam yemeğinde sohbet etmeyi, arkadaşlarımla çikolata paylaşmayı çok seviyorum.

Zamanla kilo alıyoruz; çünkü, kafamıza o kadar çok bilgi yüklüyoruz ki yer kalmıyor ve bedenimizin diğer bölümlerine yerleşmeye başlıyor. Yani, biz kilolu değiliz, inanılmaz kültürlü, eğitimli ve mutluyuz.

Bugünden itibaren, aynaya bakıp da kalçamı gördüğümde, şunu düşüneceğim:

"Allah'ım ne kadar da akıllıyım!"

alternatif yılbaşı yemeği... kuzu incik... Dilek Erkumlen Türk'ün özel tarifi

4 parça kuzu incik ortadan 2ye kırılmış bunları 4-5saat kaynatacağız. ilk kaynatırken ilk 1/2 saat üstünden kevgirini alacağız kalan sürede kapak kapalı kısık ateşte hatta makbulu 9 saat ama ben dayanamıyorum artı çok gaz parası geliyor:))

neyse kevgir alındıktan sonra bir miktar taze biberiye ve kişniş ardından hindistan cevizi tohumu rendesi,sonra sırasıyla ama 10ar dk ara ile taze nane,2,3 dilim pırasa, kereviz sapının yaprakları bir tutam,varsa dağ kekiği(Yoksa Anette'e söyle getirir gelirken) bir
bütün soğan defne yaprağı sona doğru karabiber taze çekilmiş
bu güruh kaynarkene...

cimrilik etme iyi cins mümkünse cabarnet ya da boğazkere al aç bir yarım saat dinlensin...

5saatin sonunda servise hazır iken mürdüm eriklerini kaynar suda 15dk beklet kabuklarını soy çekirdeğini çıkar...koy kenara...

şarabın sosu için bir soğanı çok ince ama gerçekten uyduruk yapma çok ince kıy...Zeytin yağı (tabi sızma) 3-4 yemek kaşığı ile hafiften karamelize et...derken şaraptan 3 su bardağı tencereye dök...içine biraz 1 tatlı kaşığı şeker ve 1 yemek kaşığı nar ekşisi dök...ve kaynamaya başlayınca içiner 1 yemek kaşığı tereyağ(tereyağı doktorların dediği gibi zaralı değildir.gerçekten ev yapımı tereyağı ayçiçek yağından çok daha yaralıdır...plastiğe yakın atomları yol en azından...ayrıca yanmadığı müddetçe kokusu sütü andırır ki benim pilavlarımın bembeyaz ve enfez ve tane tane olması sebebi zeytinyağı ve tereyağını kullanmamdır) evet şarabın çektirmesini yapıyoruz şimdi bu arada kalan şişeden şarap demlenmeye başlamışız hafiften arka fonda dostların gülüşmeleri ve latin ezgileri...ya da 60lar Ajda Pekkan:) Kimler geldi kimler geçti çalmakta...biri ortaya bir laf atmış memlekt kurtarılıyor...:)

baktın alkol kokusu gitmiş iste o anda soğandan gelen kekremsi kokuya şaraptan gelen baharat ve meyva kokuları ve tereyağından gelen enfes vanilya süt kokusu...işte tamamdır...şimdi karar ver sosu koyultacaksan nişasta az biraz kullansan olur ama ben biraz etin emeceği daha sulu sosları severim dersen eyvallah...
bak işte karar ver...
bu işin zevki var kuralı yok:)
veee sos kıvama gelince erikleri bırak içine 5 dk ısıyı ve tadı alsın...

eee artık tabağı düzenle...

bir yudum al şaraptan...önce bir parça et, kenarına 2-3 erik ve üzerine sos gezdir tabağın kenarına bbiberiye kişniş ve defne yaprakları koy ki kokuları sevişsin lezzetin yatağında:)

ben bunun yanında merlot içerim şahsen...param varsa...yoksa artık bakkalda ne varsa...ama yemeğe asla ucuz şarap kullanmam:)

merlot içeceksen çok rica ediyorum buzdolabına koyma kışsa balkon kafidir:)ama kırmızı şarap oda sıcaklığında içilir diye kalkıp odada da bırakma Fransa da oda sıcaklığı 22-24 derece bizdeki gibi adam 30 derece kalorifer yakmıyor kaldıki adamların oda dediği yer mahzenleri zaten daha bile soğuk...neyse işte bak zevkine göre ama mutlaka 1 saat önce merlot açılır...

afiyet olsun:)

not: reçete tamamen bana aittir.her hakkı mahfuz değildir tepe tepe kullanın ama gözünüzü seveyim güzellikle ve severek yapın yoksa ne yapsan nafile konuşmaz seninle demez ki sana ye beni diye:))

28 Aralık 2010

Yaşadım Ulan Dibine Kadar


Yaşadım Ulan Dibine Kadar
~
Unutma! Yüreğinde bir ismin imzası var.
Ve sen onu silemezsin, söküp atamazsın, ne kadar uğraşsan da seninle beraber büyür içindeki sızı.
İlk önce onu hissedersin başkasına dokunduğunda. .
Unutma! Bir kere sevdin mi uzun uzun yanarsın. Sitemler öfkeler birikirken içinde, sen azalırsın.
Dilinde küfür elinde kadeh, eksik olmaz. Günler böyle geçer alışırsın.
Unutma! Sabahlar artık gecikir. İster sağa dön ister sola, gözüne uyku değil gidenin hayali gelir.
Kendini şiirlere verirsin. Elin sigaraya gider her on dakika da bir fena zehirlenirsin.
Unutma! Bir süre güvenmeyeceksin kimseye, kendine sığınacaksın.
Aşk konuşulduğunda sen susacaksın, of'larla ah'larla başlayacaksın her cümleye.
Çevrende senden başka herkes haksız olacak. Senin haklılığınsa çaresiz gidecek çöpe.
Unutma! Bir gün kaldığın yerden başlayacaksın. Biri seni bulacak. .
Önce korkacaksın eski acılara yakalanmaktan, biraz ürkeceksin.
Ne kadar dirensen de nafile. İnsansın sonuçta seveceksin.
Eski acılara bakıp da küsme sevdalara, gâvura kızıp da oruç bozulmaz.
Sök at kafandan acaba'ları! Bir kemik aynı yerden İki defa kırılmaz.
Artık kararmaz gecelerin. Bir daha yaşlar akmaz gözünden. Sabahların gecikmez.
Kim bilir ağladığın günlere gülersin. Bir defa öldün ya zamanında? Bir daha ölmezsin.

Can Yücel*

Sana gereksinimi olmadan, seni isteyen..

Oruç Aruoba

Kendi olarak, sana gelen... Sana gereksinimi olmadan, seni isteyen.. Sensiz de olabilecekken, senin ile olmayı seçen.. Kendi olmasını, seninle olmaya bağlayan.O, işte...

Oruç Aruoba

27 Aralık 2010

Yaratilani severiz,Yaratandan ötürü... Yunus Emre

"Hayat öyle birşey ki; Sustuğunda konuşmadın diye pişman eder, Konuştuğunda ise susmadığın için kahreder". Bukowski

kimin hayatını yaşıyorsun sen...

Kimin hayatini yasiyorsun sen? Kendininkini mi? Oyle mi? Hep mi? Dursan baksan simdi ne kadar kendin kaldin bu hayatta? Kendinde ne kadar sen varsin? Dursan baksan simdi, kendini ikna ede ede ne kadar yol gittin kendinden? "Olmasi gereken bu" diye, "Hayatin zaten pek fazla numarasi yok" diye? "Zaten daha ne olacakti?" diye... "Burasi iyi, guvenli" diye diye diye diye...

Ne kadar yol gittin kendinden kendine hikayeler anlata anlata? Dusunsene, o hikâyelerle ne kadar cok zaman oyalandin aslinda baskasinin olan hayatlarda?

Oysa bir gun...

Kendine geri yuruyeceksin. Bu yuzden dikkat et de fazla uzaklara gidip geri donus yolunu kaybetmeyesin.

Dikkat et. Bir gun geri donus yolu icin kendine kucuk, beyaz cakil taslari birak mumkunse. Cunku sonra donup geriye baktiginda kendine geri giden yolu hic bulamayabilirsin. Yerini yonunu sasirip, ormanda cokup kalmis bir cocuk gibi etrafinda cogalan seslerden korkabilirsin.

Bir gun, soyluyorum sana, buyuk bir sarsintiyla kendini bir vitrin caminda goreceksin. Insanlar gelip gececek arkandan, hayat arkada akmaya devam edecek. Sen donakalacaksin.

Elinde cantan olacak belki, cantana sasiracaksin. Uzerindeki paltoyu kim yapistirdi sana, bu atkiyi kim sardi boynuna? Bu yuze bu cizgileri hangi kayip zamanlar cizdi? Sen orada miydin o zaman?

"Butun onlar oldu mu?" diye sasip oylece vitrin caminda eskidenki bir halini goreceksin. Kendini ne kadar ozlemis oldugunu dusunup oylece, arkadan insanlar akarken, yollar gecerken arkandan, icinde cekirdegin burularak, bir gun, soyluyorum sana, kendine geri donmekten baska bir caren kalmadigini goreceksin.
"Bedeli neyse ne!" diyeceksin, "Kim uzulurse uzulsun!" diyeceksin "Olacaksa olsun butun ayiplar". Insan ancak yeniden canlaninca anlar ne kadar cansizlastigini. Yeniden kipirdamaya baslayinca damarin anlarsin o ana kadar kendini uyuttugunu. Yasamaktan baska ne varsa onlari yapiyor oldugunu.
Iste tam o zaman onunde derin, dibi gorunmeyen bir ucurum acilacak. Sen eger o yardan asagi atlamazsan en derin karanliklardan daha karasina gomulecek gibi hissedeceksin kendini.

Artik bu hayat, bu baskasinin olan, yakani pacani biraksin, o ucurumun dibinde en beter cehennem olsa da atlayayim isteyeceksin. Iste boylece, tuhaf bir yanilsamayla, kendinden binlerce hayat mili uzaklasmis olsan da, tuhaftir hakikaten bu yanilsama, bir anda kendine geri doneceksin. Kalbin yeniden sana ait olacak o zaman, ellerin sana geri gelecek ve bu canta, bu palto senin uzerindeki bir saka gibi duracak.

Hic korkma, oldu mu? Cunku hayat, kendini hayattan geri alanin onunde egilir sadece. Gerisi sadece oduldur. Ancak kendi kendine kavusan insan geceleri kopeklerin saldirisina ugramadan uyur.
Yataklarin altindan canavarlar gider bir anda, evler ferahlar, sokaklar kivrila kivrila gidiklar yeryuzunu. Yataklarin altindan canavarlar temizlenir, bir kere daha soyleyeyim.

Sana ne diyecegim biliyor musun? Anladim ben butun o masallarda neden canavarlari olduren bir garibana verdiklerini prensesleri. Cunku ancak korkulari oldurenler hak ediyor o guzel kizlari, kraliyet sofralarini, o sonsuz solenleri. Ancak canavarlari oldurenler ispatliyor insanlara yeniden, korkularin yenilebilecegini.

Onlar iste, insanligin aradiginda bulacagi geri donus yollarindaki, beyaz, parlak, kucuk cakil taslari gibi duruyorlar. Her gun aslinda onlar ve her gece, sana, bana, digerlerine herkesin kendine ait olabilecegini, herkesin sadece kendine ait oldugunu soyluyorlar. Ah! Ne guzel oluyor o zaman. Ne guzel oluyor uyandigin ilk sabah...

(Ece Temelkuran - 2006)

lazanya...





Lazanya tarifiMalzemeler 200 gr. kıyma
1 paket lazanya
3 adet kuru soğan
3 adet havuç
3 su bardağı kıyılmış mantar
1 yemek kaşığı domates salçası
2 yemek kaşığı margarin
2 yemek kaşığı zeytinyağ
1 çay kaşığı karabiber
1 tatlı kaşığı tuz





Yemeğin Tarifi  
Kaynayan tuzlu suya 2 yemek kaşığı zeytinyağ koyun. Lazanyayı 4'er, 4'er içine atın. Lazanya yumuşayıp rengi beyazlaşınca soğuk suya tutun, sonra da süzün.

Margarini eritin, zar şeklinde doğradığınız soğan, kıyma, havuç, mantar, karabiber, tuz, salça ve 1 bardak su koyun. Hazırladığınız bu harcı 15 dakika pişirin.

Yağlanmış fırın kabına lazanyaları yan yana dizin. Üstüne beşamel sosu dökün. İkinci sıraya kıymalı harcı yayın, üçüncü sıraya beşamel sosu dökün. Dördüncü sıraya tekrar kıymalı harcı, beşinci sıraya yeni beşamel sosu koyun. Altıncı sıraya harcı, yedinci sıraya da kalan sosu dökün. 175 derecelik fırında 25 dakika pişirin. 10 dakika bekletip servis yapın.



SOSUN TARİFİ

Unu, pembeleşene kadar tereyağında kavurun. Süt ve tuz koyup karıştırarak muhallebi kıvamında pişirin. Kaşar peynirini de ekledikten sonra tencereyi ocaktan indirin

en hoş dünyası olan sensin...


Yarım somunun var mı? Bir ufak da evin?
Kimselerin kulu kölesi değil misin?
Kims...enin sırtından geçindiğin de yok ya?
Keyfine bak: en hoş dünyası olan sensin.

Ömer HAYYAM

telefonunu bile aldım...

Telefonunu bile aldım!

26 Aralık 2010

sevme sanatı...


Başka birisine kendime yetemediğim için bağlanıyorsam, karşımdaki kadın ya da erkek benim için bir cankurtaran olabilir belki ama aramızdaki bağ sevgi bağı olamaz. Çelişik gibi görünse de yalnız kalabilme yeteneği sevebilme yeteneğinin tek koşuludur.''

Sevme Sanatı / Erich Fromm

24 Aralık 2010

Artvin'de hayat başkadır...

Gönlüme Karadeniz'i dolaşmak düşünce önce Rize ve yaylalarını gezdim arkasından sıra Artvin'e geldi. Artvin'e en kolay ulaşım önce Trabzon'a uçmak arkasından da kara yoluyla  devam etmek. Artvin'e giderken ilk durağınız Cehennem Deresi  Kanyonu olabilir. Cehennem Deresi Kanyo'nuna tırmanmak en fazla 15-20 dakikayı alsa da ilk günün hamlığından hemen bacaklar tutuluyor. Ama işin iyi yanı sonraki günlere de hazırlık oluyor.


cehennem deresi kanyonuna az kala

yeşil basamaklardan içeriye giriliyor...

Karadenizin her daim insanı büyüleyen yaylalarına kavuşmak için yola devam etmeli. Yolda öküzlere dikkat... Aman çarpmayalım...

yolda öküzler...

Yaylalara varıp, yürüyüşlere başlamadan önce Yavuzköy'e de uğrayalım. Seyir yerinden etrafa bakalım...





Artvin'e kadar gelmişsin Karagöl'ü görmeden dönmek hiç olmaz. Seyir yerinden sonra Karagöle gidiyorum. Karagöl'ün etrafında ufak bir yürüyüş yapıyorum. Karagöl'ün adı nerden geliyor onu da öğreniyorum. O yöredeki ağaçlar o kadar çokmuş ki, göle ışık düşmezmiş. Bu yüzden adı Karagöl'müş. Adı Karagöl ama bana göre adı Büyüleyici göl de olabilirmiş.



İşte esas zorluk bundan sonra başlıyor. Zorluk dediğim çektiğim fotoğraflardan hangisini koysam acabanın zorluğu. Yaylalar öyle güzel ki... Bazı yaylalarda üç dört saat bazılarında ise sekiz dokuz saat yürümek gerekiyor. Yürüyüşlerde güneş kremi de lazım polar da. Yağmurluk ta lazım şapkada. Malum Karadeniz burası. Bir de bütün gün gökyüzünün altındasın. Herşeye hazırlıklı olmak gerekiyor. Diğer yaylalar kızmasın ama favorim gorgit yaylası. Doğası inanılmaz... Mutlaka ama mutlaka gidin...

Yürürken durum şu... Sabah büyük bir enerjiyle başlıyorsun... Öğle yemeği için erzağını hazırlıyorsun. Gerkeli eşyalarını çantana koyuyorsun. Arkasından yürüyüş başlıyor. Etraf öyle güzel ki. Sık sık etrafı fotoğraflamak için mola veriyorsun. Eee bu sık molalar bir süre sonra seni fazlasıyla yoruyor.  Tempo düşüyor. Yürüyüş hiç bitmez diye düşünüp bu sefer başlıyorsun tempolu yürüyüşe... Yavaş yavaş ayaklar ağrımaya başlıyor, botlar vuruyor. Ama serde delikanlılık var. Susuyorsun. Bi müddet sonra delikanlılık da kalmıyor. Yoruldum, ne kadar kaldı diye söylenmeye başlıyorsun. Şişen ve acıyan ayaklarını ilk önüne çıkan derede suya koyup dinlendiriyorsun. Çevre gene seni sarıyor. Müthiş oksijen deposu ağaçlar sayaesinde tekrar devam etme gücü buluyorsun. Yola devam ediyorsun.

Nihayet hedefe vardığındaysa  mutlusun. Yaylada ikram edilen çay, dünyanın en lezzetli çayı. Birde yayladaki amcalar soruyor. Araba mı bozuldu niye yürüdünüz... Hahah... Nasıl anlatılır ki... Biz İstanbul'dan buraya yürümeye geldik diye... Zor ...çok zor... Oturunca iyice yorgunluk çöküyor,insanın kalkası gelmiyor. Ama güneş çekildi hava da soğumaya başladı...En iyisi artık kalakmak...

Yürüdüğümüz yaylalarda neler mi var? Yaylalarda öküzler var, küçük göller var, yeşilin her tonu var, küçük dereler var, sisli bulutların dağlara çöküşü var... Var da var... Hepsi ayrı bir doğa harikası... Buyrun bakalım...

öküzler...


küçük göller...

yeşilin her tonu



daha büyük göller...

yaylada ben


hedefe varış...

Tabi bu yörede arıcılık çok meşhur. Yaylalarda gezerken karşımıza sık sık arı kovanları çıkıyor.

arı kovanları

Ya kendimi benden alan derelere ne demeli... Saatlerce oturup suyun akışını seyrediyorum. Su akar... Ben bakarım... Ben bakarım... Su akar... Su  vahşi. Hemde nasıl vahşi. Deli gibi çağlıyor... Sudaki kayalar ise tam tersi. Hareketsiz duruyorlar... Suyun o şiddetli akış hızına rağmen öylece yerlerinde duruyorlar. Suyun tek yapabişldiği onları kayganlaştırmak...Hadi bakalım...



uzaktan dere akışı 


biraz daha yakın...


daha yakın...


en yakın...


Bu coşkun akışı bir süre daha seyrettikten sonra İstanbul'a dönmek üzere yola çıkıyorum. Ne diyeyimki... Bu güzellikleri görmek bir daha nasip olsun demekten başka... Sağlıcakla,