31 Mayıs 2011

Mutluluk nedir ?

 

 

Mutsuzluğu tatmadan, hep mutlu olmak istersin. Oysa nelerin seni mutsuz ettiğini bilmeden, nelerle mutlu olacağını bilemezsin..

 Freud

Sabit fikir sahibini hapseder... Nietzche



Sabit fikir sahibini hapseder... Nietzche

İlk anda düzeltemedim şimdi de sesimi çıkartamıyorum...

 

Barış Manço - Benden Öte Benden Ziyade

http://youtu.be/LNcofGxWurg

Bu akşam yine garip bir hüzün çöktü üstüme
Hücrem soğuk bir tek sen varsın düşlerimde
Demir kapı yine kapandı ağır ağır üzerime
Kelepçeler yine vuruldu kilit kilit yüreğime
Derin derin soluyorum seni gecelerce
Duvarlara kazıdım ismini her köşeye
Dudakların şeker gibiydi
Baldan öte baldan ziyade
Pembe pembe yanakların
Gülden öte gülden ziyade
Sabret gönül sabret
Sakın isyan etme
Bir gün elbet bitecek bu çile
İsyan etme
Dört kitaptan başlayalım istersen gel söze
Orda öyle bir isim var ki
Kuldan öte kuldan ziyade
O'nu düşün o'na sığın
O senden öte benden ziyade
Bir sabah elbet güneş de doğacak penceremde
Ama bil ki ateşin hala yanacak yüreğimde
Gözyaşlarım akıp gidecek
Selden öte selden ziyade
Bir canım var vereceğim
Baldan öte baldan ziyade
Sabret gönül sabret
Sakın isyan etme
Bir gün elbet bitecek bu çile
İsyan etme
Dört kitaptan başlayalım istersen gel söze
Orda öyle bir isim var ki
Kuldan öte kuldan ziyade
O'nu düşün o'na sığın
O senden öte benden ziyade
Bir ben var ki benim içimde
Benden öte benden ziyade
Bir sen var ki senin içinde
Senden öte senden ziyade
Bir ben var ki benim içimde
Benden öte benden ziyade
Bir sen var ki senin içinde
Senden öte senden ziyade

Sebzeli noodle... ( Sebzeli çin makarnası...)



  • MALZEMELER:

  • Bir paket çin makarnası(spagettilerin yanında üzerinde çin makarnası yazıyo migrosda var [:)]

  • Yapıcağınız ölçüye göre;

  • Sarı dolmalık biber,

  • Kırmızı dolmalık biber,

  • Yeşil dolmalık biber,

  • Kabak,

  • Havuç,

  • Mantar,

  • Soya sosu,

  • Tatlı -ekşi sos.

  • Arzu ettiğiniz baharatlar,

  • Sebzelerde ölçü ve sayı vermedim siz yapıcağınız ölçüye göre ayarlayabilirsiniz.


 

  • Sebzeleri julyen kesip ayrı ayrı az sıvıyağda soteleyelim.Mantarı iri doğrayıp soteleyelim.Baharat ve tuzunu ayarlayalım,soslarını koyalım.Haşladığımız makarnaya ekleyip servis tabağına alalım.


 

Afiyet olsun ...sevgiler...

30 Mayıs 2011

Her insana bolca bağşedilen nimetleri düşün...


Reflect upon your blessings, of which every man has plenty,
not on your past mis...fortunes, of which all men have some.- Charles Dickens (1812-1870)



Her insana az bir miktar bağşedilen talihsizliklere/şansızlıklara kafayı takacağına
Her insana bolca bağşedilen nimetleri/iyilikleri/lütufları düşün

Yansımalar- Göç

http://youtu.be/QT4wGPma-dI

Başımı her günkü değersiz şeylerin üzerinde tutacak gücü ver..



Allah’ım, bana sevinçlerimi ve üzüntülerimi kolayca kaldırabilecek gücü ver,

 bana başımı her günkü değersiz şeylerin üzerinde  tutacak gücü ver..


Eşiniz bu duruma ne diyor acaba...

29 Mayıs 2011

Biz ağaçlara zarar vermek istemeyiz...



Biz ağaçlara zarar vermek istemeyiz. Ne zaman onları kesmemiz gerekse, önce onlara tütün ikram ederiz. Odunu asla ziyan etmeyiz, lazım olduğu kadar keser, kestiğimizin hepsini kullanırız. Eğer onların hislerini düşünmez ve kesmeden önce tütün ikram etmezsek, ormanın diğer bütün ağaçları gözyaşı dökecektir, bu da bizim kalbimizi yaralar. KIZILDERİLİ SÖZLERİ...

Hayko cepkin -demedim mi...

http://youtu.be/QUbHiZnQaKU

oraya gitme demedim mi sana?
seni yalnız ben tanırım demedim mi?
demedim mi bu yokluk yurdunda hayat çeşmesi benim?

bir gün kızsan bana, alsan başını yüzbin yıllık yere gitsen
dönüp kavuşacağın yer benim demedim mi?

demedim mi şu görünene razı olma
demedim mi sana yaraşır otağ kuran benim asıl.
onu süsleyen bezeyen benim demedim mi?

ben bir denizim demedim mi sana.
sen bir balıksın demedim mi,
demedim mi o kuru yerlere gitme sakın.
senin duru denizin benim demedim mi?

kuşlar gibi tuzağa gitme demedim mi?
demedim mi senin uçmanı sağlayan benim,
senin kolun kanadın benim, demedim mi?

demedim mi yolunu vururlar senin,
demedim mi tövbeni bozarlar senin.

oysa senin ateşin benim, sıcaklığın benim demedim mi?
onu süsleyen bezeyen benim demedim mi?

demedim mi yolunu vururlar senin,
demedim mi tövbeni bozarlar senin

Aşk nedir...

 



Aşk denge hırsızıdır... Tüm hayatını ters düz eder insanın...

Ama yine de iyi ki vardır...

Her olmayan işte bir hayır vardır...



Gizli nimetler...

Yillar once Iskocya'da yasayan Clark ailesinin bir ruyasi vardi. Bay Clark ve karisi calisti ve para biriktirdi. Dokuz cocuklari ve kendileri icin Amerika'ya seyahat planlari yaptilar. Parayi toplamak yillar aldi ama sonunda Clark ailesi gerekli parayi toparladi, pasaportlarini aldilar ve tum aile icin Amerika'ya gitmek uzere buyuk gemide rezervasyonlar yapildi.

Tum aile fertleri yeni hayatlari ile ilgili heyecan dolu bir bekleyis icindeydiler. Gelgelelim Iskocya'dan ayrilmalarindan 7 gun once, ailenin en kucuk oglunu bir kopek isirdi. Doktor dikis atmanin yanisira kuduzdan suphelenerek evi 14 gunlugune karantinaya aldi ve evin kapisina sari bir carsaf asildi.

Ailenin hayalleri yikilmisti. Planladiklari gibi Amerika'ya yolculuklarini gerceklestiremeyeceklerdi. Baba hayalkirikligi ve kizginlik dolu olarak binmeyi planladiklari ama Clark ailesi olmaksizin gidecek geminin ayrlisini izlemek uzere limana gitti. Bir anda gozyaslarina bogulan baba, bu talihizlikten dolayi ogluna ve Tanri'ya lanetler okudu.

5 gun sonra trajik haber Iskocya'da yayildi. Muhtesem Titanik batmisti. Batmasi mumkun olmadigi soylenen gemi batmisti ve beraberinde yuzlerce can almisti. Clarks ailesi de o gemide olacakti ama kucuk oglan bir kopek tarafindan isirildigi icin Iskocya'da kalmislardi. Bay Clark haberleri duyunca ogluna sarildi ve aileyi kurtardigi icin ona tesekkur etti. Ailesinin hayatini kurtardigi ve trajedi gibi gordugu bir durumu bir nimete donusturdugu icin Tanri'ya da sukretti.

Anafikir:

Her zaman anlamasak da hersey bir nedenle olur. Bizim icin iyi olmadigini dusundugumuz seyler aslinda gizli nimetlerdir.

El sözüyle yola çıkan, el yolunda yorulur...



Heyoğul!

Azını gören, çoğunu bilen, sözünü diyen oğul...
Sen sen ol, el sözüyle yola çıkma...
El sözüyle yola çıkan, el yolunda yorulur.

DEDE KORKUT

Washing post gazetesinin yaptığı sosyal deneyin görüntüleri...

http://youtu.be/hnOPu0_YWhw

Ulan işiniz gücünüz arak...


Liszt, Hungarian Rhapsody No.2 Orchestra

 

http://youtu.be/goeOUTRy2es

28 Mayıs 2011

Sessiz Gemi...

 



SESSİZ GEMİ

Artık demir almak günü gelmişse zamandan,
Meçhule giden bir gemi kalkar bu limandan.

Hiç yolcusu yokmuş gibi sessizce alır yol;
Sallanmaz o kalkışta ne mendil ne de bir kol.

Rıhtımda kalanlar bu seyahatten elemli,
Günlerce siyah ufka bakar gözleri nemli.

Biçare gönüller. Ne giden son gemidir bu.
Hicranlı hayatın ne de son matemidir bu.

Dünyada sevilmiş ve seven nafile bekler;
Bilmez ki, giden sevgililer dönmeyecekler.

Bir çok gidenin her biri memnun ki yerinden.
Bir çok seneler geçti; dönen yok seferinden

YAHYA KEMAL BEYATLI

Garanti sürem iki yıl...

 

Washington Post gazetesi tarafından algılama, keyif alma ve öncelikler üzerine yapılan bir sosyal deney ...

 



BU GERÇEK BİR HİKAYEDİR.!

Soğuk bir Ocak sabahı, bir adam Washington DC'de bir me...tro istasyonunda, kemanla 45 dakika boyunca 6 Bach eseri çalar. Bu süre içinde, çoğu işe yetişme telaşındaki yaklaşık bin kişi kemancının önünden geçip, gider...

Kemancı çalmaya başladıktan ancak 3 dakika kadar sonra, ilk kez orta yaşlı bir adam kemancıyı fark edip, yavaşlar ve birkaç saniye sonra da gitmek zorunda olduğu yere yetişmek üzere yine hızla yoluna devam eder.

Kemancı ilk 1 dolar bahşişini bundan bir dakika kadar sonra alır. Bir kadın yürümesine ara vermeksizin parayı kemancının önüne koyduğu kaba atarak, hızla geçer, gider.
Birkaç dakika sonra, bir başka adam duraklayıp, eğilerek dinlemeye başlar ancak saatine göz attığında işe geç kalmamak için acele ettiğini belirten ifadelerle hızla yoluna devam eder.

En fazla dikkatle duran ise 3 yaşlarında bir oğlan çocuğu olur. Annesinin çekiştirmelerine rağmen, çocuk önünde durur ve dikkatle kemancıya bakar. En sonunda annesi daha hızlı, çekiştirerek çocuğu yürümeye zorlar. Oğlan arkasına dönüp dönüp kemancıya bakarak, çaresizce annesinin peşinden gider. Buna benzer şekilde birkaç çocuk daha olur ve hepsi de anne, babaları tarafından yürümeye devam için zorlanarak, uzaklaştırılırlar.

Çaldığı 45 dakika boyunca kemancının önünde sadece 6 kişi, çok kısa bir süre durur. 20 kişi duraklamadan, yürümeye devam ederek, para verir. Kemancı çaldığı süre içinde 32 dolar toplar. Çalmayı bitirdiğinde ise sessizlik hakim olur ve kimse onun durduğunu fark etmez, alkışlamaz.

Hiç kimse onun dünyanın en iyi kemancısı Joshua Bell olduğunu ve elindeki 3,5 milyon dolarlık kemanla, yazılmış en karmaşık eserleri çaldığını anlamaz. Oysa Joshua Bell'in metrodaki bu mini konserinden iki gün önce Boston'da verdiği konser biletleri ortalama 100 dolara satılmıştı...

Bu gerçek bir hikayedir ve Joshua Bell'in öylesine bir kılıkla metroda keman çalması, Washington Post gazetesi tarafından algılama, keyif alma ve öncelikler üzerine yapılan bir sosyal deney gereği kurgulanmıştır. Sorgulanan şeyler şunlardı: Sıradan bir yerde, uygunsuz bir saatte güzelliği algılayabiliyor muyuz? Durup ondan keyif alıyor muyuz? Beklenmedik bir ortamda, bir yeteneği tanıyabiliyor muyuz?

Bu deneyden çıkarılacak kıssadan hisse ise; dünyanın en iyi müzisyeni, dünyadaki en iyi müziği çalarken, önünde durup, dinleyecek bir dakikamız dahi yoksa, başka neleri kaçırıyoruz acaba

27 Mayıs 2011

Yağmur bebek geldi… Hoş geldi…

Çok sevdiğim arkadaşım ikinci çocuğuna hamile kalınca hepimizi bir heyecan sardı… İlk heyecanımız cinsiyet meselesiydi… İlk çocuk erkek olduğu için sağlıklı olsun da bu da kız olsun tercihimiz vardı… Cinsiyetin kız olduğunu duyunca bu sefer sıra ismi ne olsun acaba heyecanına bıraktı… Sağ olsunlar bana da fikrimi sordular… Ben Çağla dedim, Damla dedim… Olabilir dediler… Fakat kararı büyük ağbi Hasan’a (8 yaşında) bırakmak istediler…

Hasan nerden duydu bilinmez Yağmur olacak dedi bitti… Bütün şirinliğimizi kullanarak başka isimler önersek de ben size Yağmur olacak demedim mi diyerek bizleri geri püskürtmeyi başardı… Eee sayılı gün çabuk geçer derler… Geçti… Yağmur bebek aramıza katıldı…

Tebrik etmek için onları aradığımda annemiz bebişini emzirdiğinden rahatsız etmek istemedim. Babayla konuşayım dedim… İtiraf ediyorum ki bu konuşmada çok duygulandım… Bir annenin çocuğuyla ilgili söyleyebileceği her türlü duygusal cümleye hazırdım… Ama bir babanınkine hazır değilmişim…

Onları görmek için işten eve nasıl döneceğimi bilmiyorum diyordu çiçeği burnunda babamız… Dünya bir yana… Onlar bir yana diyordu… Memlekette ne olmuş, dünyada ne olmuş, gündem neymiş bilmez oldum dedi… Varsa yoksa Yağmur dedi…

Benim için gündem Yağmur doydu mu, yeteri kadar yedi mi, sıcak aldı mı, canını acıtmadan tutmayı becere biliyor muyumdan ibaret dedi… İşte bu sözler kalbime işledi… Bir de telefonu kapatırken bir cümle daha ekledi ki… İşte bittiğim an o andır… Hasan Yağmur’u kucağına aldığında eşimin ikisine bakarken gözlerinden akan şefkati gördüm ya bu manzaradan dahası olmaz dedi… İşte o aile tablosu gözümün önüne geldi… Gözümden bir damla yaşa aktı… Baba sevgiyle karısına bakıyor… Karısı şefkatle çocuklarına bakıyor… Hasan merakla Yağmuru kucaklamış… Yağmur her şeyden habersiz mutlu mesut uyuyor… Eee ne diyeyim Allah bu tabloyu daim etsin…

Haftaya kısmetse onları görmeye gidicem… Yağmur’a pembiş bir tulum aldım… Ama Hasan’a da bir şey almak lazım… İkisine de eşit davranmak istiyorum… 8 yaşındaki erkek çocuğa ne alsam bilemedim… Dün oyuncakçı gezdim… Kafamda bir şeyler belirledim… Büyük bir taşın içine dinozoru koymuşlar… Küçük kazma kürekle taşı kırıp içinden dinozoru çıkarıyorsun… Valla bana ilginç geldi… Utanmasam kendime de alıcam… Ama kararımı daha vermedim… Bakalım…

Ne ilginç di mi hepimiz hayata böyle geliyoruz… Böyle üstümüze titrenerek büyütülüyoruz…
Anne babalar kendilerince en doğrusunu yapıyorlar bizler için… Sonrasında ise kendi doğrularımızı bulmak için ne kadar uğraşıyoruz…

Neyse öncelikle Yağmur’un yolu bahtı şansı açık olsun… Sonrada diğer tüm çocuklar ve biz büyüklerin yolu bahtı şansı açık olsun diyorum…

Sağlıcakla,

Dikanda - Jakhana Jakhana

http://youtu.be/PxlLGTZkyjc

Olan her şeyin sebebi sizsiniz...


 

 

 

İnsan acının ve mutluluğun, cennet ve cehennemin tohumlarını içerisinde taşır. Olan her şeyin sebebi sizsiniz. İçsel nedenler temeldir, dış nedenler ikinci plandadır. Bunu anlamadan dönüşüm olanağı yoktur. Zihin sizi aldatır ve dışarıyı gösterir. Eğer sebepler dışarıda görülürse özgürleşme olanağı olmaz. Sebepler dışarıda görülürse sonsuza değin bağlı kalırsınız..
OSHO

Kıymalı Börek...



Malzemeler
6 adet yufka
1 adet yumurta
1,5 su bardağı süt
1/2 çay bardağı sıvıyağ
İçinin malzemesi için ; 1 adet soğan, 1 adet domates, 3 adet biber, 250 gr çekilmiş et ve baharatlar

Hazırlanışı : İçi için saydığımız malzemelerden oluşan bir harç yapalım. Daha sonra başka bir kapta süt, yumurta ve sıvıyağı karıştıralım. Tepsiyi yağlayarak bir yufka serelim ve üzerine sütle hazırladığımız karışımı sürelim.Bu şekilde 3 adet yufka serelim. Ve kıymalı harcı yufkaların üzerine dağıtalım. Diğer 3 adet yufkayıda aynı şekilde serelim  ve  kalan sütlü harcı yufkaların üzerine dökelim. 170 derecede ısıttığımız fırına pişmeye bırakalım. Afiyet olsun…


Taştın yine deli gönül,



Taştın yine deli gönül,
Sular gibi çağlar mısın?
Aktın yine kanlı yaşım,
Yollarımı bağlar mısın?

Nidem elim ermez yare,
Bulunmaz derdime çare.
Oldum ilimden avare,
Beni burda eğler misin?

Yavı kıldım ben yoldası,
Onulmaz bağrımın başı.
Gözlerimin kanlı yaşı,
Irmak olup çağlar mısın?

Ben toprak oldum yoluna,
Sen aşırı gözetirsin.
Şu karşıma göğüs geren,
Taş bağırlı dağlar mısın?

Harami gibi yoluma,
Aykırı inen karlı dağ.
Ben yarimden ayrı düştüm,
Sen yolumu bağlar mısın?

Karlı dağların başında,
Salkım salkım olan bulut.
Saçın çözüp benim için,
Yaşın yaşın ağlar mısın?

Esridi Yunus'un canı,
Yoldayım illerim kanı
Yunus düşte gördü seni,
Sayru mısın, sağlar mısın?

Yunus Emre .

Aysegul-kizim seni aliye vereyimmi?...

http://youtu.be/G0i3RuUTLRQ

OSHO-Hastalık Hastalığı...



Soru: "Devamlı sağlığım hakkında endişeleniyorum, hastalanacağımdan korkuyorum. Bana biraz öğüt verebilir misiniz?"

Eğer sağlığını çok fazla düşünürsen bedenin hastalanır ve beden hastalanınca doğal olarak bu konuda daha fazla düşünmeye başlarsın. İçinden çıkılmaz hale gelir.

Sapasağlam bir insan bile eğer midesinin üzerinde çok fazla durursa – şu veya bu yemeği nasıl hazmedecek ve ne olacak – yirmi dört saat içinde midesi rahatsızlanacaktır.

Ve bir kere rahatsızlandı mı, daha da fazla kafasına takacaktır. Yani aslında bedeninde hiçbir şey yokken sadece bir düşünce ile sağlığını bozmuş olur. Tıp buna yardımcı olamaz çünkü tıp düşünceyi iyileştiremez. O yüzden doktor doktor gezersin, ama hiçbirinin sana bir faydası dokunmaz. Hatta onların tedavileri seni daha da hasta edebilir, çünkü verilen ilaçların bir etkisi olacak, ama düşünceyi tedavi etmeyeceklerdir. Oysa ortada düşünce dışında bir hastalık yoktur.

Doktorlarla başarısızlığa uğradıkça bedeninle daha fazla uğraşırsın. Bu durumda aşırı bir bilinç gelişir. Sağlık konusunda çok hassaslaşırsın. En ufak değişim, zorlanma ve rahatsızlıkta paniğe kapılırsın. Panik de giderek sağlığının daha çok bozulmasına neden olur.

Bu nedenle ilk önerim sağlığın bozuk olduğu fikrinden vazgeçmen. Yaşamaya başla.

Bu bir kez oldu...

Adamın birine bir doktor altı aydan fazla ömrü kalmadığını söyledi. Adam yirmi yıldır bin bir çeşit hastalıkla boğuşuyordu. Bir insanın başına gelebilecek her şey onun başına geliyordu. Doktorları bezdirmişti; ama adam çok zengindi. O bir hastalık hastasıydı ve doktor sırf bıkmış olduğu için dedi ki, "Nasılsa uzun yaşayamayacaksın, o yüzden bu işleri bırak. Altı ayın var, sonra öleceksin; bu kesin. Artık seni kimse kurtaramaz. O yüzden yaşamak istiyorsan altı ayın kaldı."

Adam şöyle düşündü: Eğer sadece altı ay yaşayacaksam o zaman ne diye sağlığımla uğraşayım? Nasılsa öleceğim. Böylece ömründe ilk kez bunu kafaya takmaktan vazgeçti. En güzel kıyafetleri ısmarladı, en iyi arabaları aldı ve bir dünya turuna çıktı. Hep gitmek isteyip de sağlığı yüzünden gidemediği yerlere gitti. Dünyayı dolaştı, hep yemek istediklerini yedi, kadınlarla sevişti, her istediğini satın aldı. Gerçekten yaşadı! Ölüm nasılsa yoldaydı, o yüzden kendini tutmanın alemi yoktu. Altı ay sonra geri döndüğünde hiç olmadığı kadar sağlıklıydı. Otuz yıl daha yaşadı ve bu sorunla bir daha hiç karşılaşmadı!

Bunu kafaya takmaktan vazgeçmelisin. Hastalıkları doğal yollarla tedavi etmek iyidir, çünkü gerçek bir "tedavi" değil, bir tür dinlenme sayılır. Ama bunun fanatik takipçisi olma, çünkü o zaman bu da bir hastalığa dönüşür. Kendi içinde doğal yöntemlerle tedavi aslında "tedavi" değildir; bedeni dinlendirmek, onun doğa ile bütünleşeceği bir ortam oluşturmaktır. Bu içgüdüsel doğa ile birleşmek olur; tıbba girmez. Ama buradaki tehlike, bunun gelip geçici bir moda haline gelmesidir ki, bu da hastalıktan daha tehlikeli sayılır. Doğal yöntemlerle tedavi pek çok kişiye yardımcı oluyor, ama bu tür tedaviye başvuran kimseler nadiren tedavinin kendisinden zarar görmeden kurtulabiliyorlar. Kişi takıntılı hale geliyor: devamlı ne yemesi ve ne yememesi gerektiğini, nereye gidip gitmemesi gerektiğini ve ekolojiyi ve bu tür şeyleri düşünüyor. Bu durumda hayat yine zorlaşıyor. Doğallığa kafayı takarsan nefes alamazsın, çünkü havada çok fazla kirlenme var. Lokantada yemek yiyemezsin, çünkü yemekler doğal yöntemlerle hazırlanmıyor. Şunu veya bunu yiyemezsin, çünkü sadece doğal yiyecekleri istiyorsun. Şehirde yaşayamazsın. Sonuçta yaşam gerçekten zorlaşır.

Asla unutma ki doğallık sadece bir tür dinlenmedir. Arada sırada, hatta ortada bir neden yokken bile, doğal tedavilerin sunulduğu bir kliniğe gidilip iki, üç hafta, bir ay, iki ay, senede ne kadar para ayırabiliyorsan, o kadar kalıp dinlenmek iyi olur. Herhangi bir neden olmasa da git, doğanın, doğal yiyeceklerin, banyo ve saunaların, masajın keyfini çıkar. Sırf zevk için, tecrübe etmek için git. Ama hasta olduğun fikrinden vazgeç. İçindeki mucizeyi düşün; beden sadece onun kılıfı.OSHO

Frederic Chopin - Nocturne In E Flat Major, Op.9 No.2...

http://youtu.be/5ZUw78FXpG4

26 Mayıs 2011

Semih abi, reenkarne olmuş diye duyduk...

Nohutlu Pilav...

Nohutlu Pilav tarifi

Malzemeler 
1 su bardağı Nohut
2 su bardağı Pirinç
4 su bardağı Su
1 paket Tavuk suyu tableti
100 gr. Tereyağ /zeytinyağı

Yemeğin Tarifi  

Nohutlar iyice haşlanır. 4 bardak suya tereyağ/zeytinyağı, tavuk suyu tableti  karıştırılır ve kaynamaya bırakılır. Su kaynadıktan sonra nohut ve pirinç ilave edilir. Pilav suyunu çekinceye kadar pişirilir. Daha sonra kapağın altına bir kağıt havlu koyularak pilav 10 dakika kadar demlenmeye bırakılır

En basit sorular en derin olanlardır...



En basit sorular

en derin olanlardır.

Nereye gidiyorsun?

Ne yapıyorsun?

Nerede oturuyorsun?

Nerede çalışıyorsun?

Hayatında kim var?

Arada sırada bunları düşün ve

verdiğin yanıtların nasıl değiştiğini gör.

Kung Fu Panda 2 geliyor... Yaşasın.. Hem de üç boyutlu...

http://youtu.be/I7y2FL1lgrw

Seni annen mi giydirdi...

25 Mayıs 2011

Fırında Terbiyeli tavuk...

Fırında Terbiyeli Tavuk

MALZEMELER

  • 2 adet tavuk but  (kişi sayısına göre)


Terbiyesi için:

  • 2 kaşık yoğurt
     

  • 1/2 çay bardağı sıvıyağ
     

  • 2-3 diş sarımsak
     

  • Tuz, pulbiber, karabiber, kekik


TARİF

Tavuk butlarını yıkayın. Terbiye malzemelerini karıştırıp butları bir gece önceden terbiyeye bulayıp ağzını kapatın ve buzdolabında bekletin.

Tavukları fırın kabına alın ve 200 derece ayarlı fırında 20-25 dk. kadar üzeri kapalı daha sonra üzerini açarak  yaklaşık 20-25 dk. daha (kızarana kadar) pişirin.

NOT: Dilerseniz tavuklar pişerken dilimlenmiş ve sıvıyağla yağlanmış patatesleri de fırında pişirip tavuğun yanında servis yapabilirsiniz

Anne gel bak lafımı dinle...

Temizlik yaptım bugün...


Temizlik yaptım bugün...
Hem de tüm benliğimde
Bütün kaslarımı, sinirlerimi, kemiklerimi hatta kanımı bile temizledim.Kırgınlıklarımı dışarı çıkardım ilk önce.
Görmenizi isterdim.
Nasıl da çok yer kaplıyorlarmış,inanmazsınız.
Bağışlamayı yerleştirdim yerine özenle.
Titizlikle her birinin üstüne ektim tohumlarını.
Temizlik yaptım bugün. .
Bahar temizliği.
Neşe ektim, hoşgörü, güven, sevgi ektim. .
Almadan vermeyi, sevilmeden de sevmeyi, paylaşmayı ektim. .
Korkusuzlukları ektim alabildiğine...
Saatlerce ektim korkusuzluğu...
Mutluluk ektim, doğallık.
Sonsuzluk...
Bağışlama ektim.
Sevgi ektim her hücreme.
Coşku, heyecan, sessizlik ektim.
Tüm güzel fikirler sessizken geliyor bana...
Kabullenme ektim.
Baş eğme değil.
Olduğu gibi kabullenme

24 Mayıs 2011

Ey kör! Bu yer, bu gök, bu yıldızlar, boştur boş!



Ey kör! Bu yer, bu gök, bu yıldızlar, boştur boş!
Bırak onu bunu da gönlünü hoş tut hoş!
Şu durmadan kurulup dağılan evrende
BİR NEFESTİR ALACAĞIN, O DA BOŞTUR BOŞ
Ömer Hayyam

www.madamemag.com/tr bloglar bölümünde haber olduk... Yaşasın... 'anetteinselberg.wordpress.com'... sizler için...

www.madamemag.com/tr    bloglar bölümünde haber olduk

ANETTEINSELBERG.WORDPRESS.COM

Anette’in rengarenk blog’una bayıldık. İnsana bir yandan yaşama sevinci aşılarken bir yandanda kültürel birikimini arttırıyor. Ayrıca blog’un sahibesi Anette içindeki yaşama sevinci, doğa ve hayvan tutkusu sayesinde takipçilerini eğlendirerek bilgilendirmeyi başarıyor. Anette’in ‘Zamazingo’sunu takip etmenizi şiddetle tavsiye ediyoruz. Anette’i tanıdığınıza pişman olmayacaksınız.

Anette Inselberg:
Doktorayı bitirdim, dokuz-altı ofislerde çalışmaktan daraldım, kendi içimde bir arayışa yönelmeye karar verdim ve ben en iyisi gezeyim dedim… Böylece gezginliğim başladı… Plansız, programsız ve tecrübesiz… Önce Karadeniz’e, arkasından Ege’ye gittim. Datça’da bir çiftlikte uzun süre vakit geçirdim. Ektim, biçtim doğayı dinledim. Bir süre Akdeniz’de dolandım… At çiftliklerinde kaldım, tarihi kentleri dolaştım…

Sonra ruhumun daha da içine girmeye karar verdim ve yurtdışı gezilerine de başladım… Küba’ya gittim önce… Arkası geldi kendiliğinden… Çok insan tanıdım, çok hikaye dinledim… Kendimi gördüm onlarda ve hikayelerinde… Herkesten bir parça aldım… Herkese kendimden bir parça bıraktım…

Sonra bir gün baktım içimden yazmak geliyor… Ne duruyorum dedim… Bloğum “Zamazingo’yu” (http://anetteinselberg.wordpress.com/) açtım… Çocukken arayıp da bulamadığım şeyleri hep öyle arardım… Şu zamazingo nerede diye… Eee dedim bloğumun adı “Zamazingo” olsun… Böylece çocukluğumun da elinden tutmuş gibi hissetim. Önce sadece gezi bloğu olsun dedim… Yetmedi… İnsanlara umut vermek, insanları mutlu etmek, bana dokunan sözleri herkesle paylaşmak istiyorum dedim. Karikatürden geziye, özlü sözlerden müziğe uzanan bir içerik yelpazesine sahip oldum…

Güldürürken düşündüren blog “Zamazingo” büyük bir adım oldu benim için. Bu vesileyle birçok insanla tanıştım… Birçok değerli dostluk kurma fırsatına eriştim… Fakat baktım yine duramıyorum. Kısa yazılar yazmaya başladım. Onları da önce bloğumda arkasından gezi dergisi Olympos’ta (www.olympos.com.tr) ve Sırtçamtam’da (www.sirtcantam.com) paylaşmaya başladım…

Yoluma çıkan herkesle bir sevdayı büyütmeye başladım… Bu öyle bir sevda oldu ki… Giderek büyüdü… Umarım büyümeye de devam eder… Bundan sonra ne mi var? Kim bilebilir ki… Niyetimde hikaye kitabı yazmak var… Damla damla oluşuyor hikaye kitabı içimde… Beraber nefes alıyoruz onunla ve sizlerle… Hep beraber yazıyoruz bu kitabı…

Umarım gelecek hepimize güzellikler getirir… Sevgiyle kalın…

23 Mayıs 2011

Tüm karmaşalara yukardan bak...



Gürültü ve patırtının üstünde, sessizliğin sesinde derin bir anlayış vardır...

kRİSHNA

Bir sorunla karşılaştığımızda doğal olarak çözmeye çalışırız... baktık ki çözemiyoruz...

ortamdan biraz uzaklaşıp zihni sakinleştermek gerekir...

böylece yeni bir bakış açısı kazanabiliriz...

ve döndüğümüzde sorunu çözme şansımızın daha yüksek olduğunu söyleyebilirm...

tecrübeyle sabittir:)))

Kelebek Rüyası...



Butterfly Dream (Kelebek Rüyası)

Once in my dream I became a butterfly (Rüyamda bir keresinde bir kelebektim)

Over the flowers happily I flied (Çiçeklerin üzerinde mutlu mutlu uçtum)

Resting on a flower drank I its juice (Bir çiçeğin üzerine konarak özünü içtim) ...

Shifting from one to another till belly was full (... Midem şişene kadar çiçekten çiçeğe atladım)

I only felt the happiness of the butterfly (Yalnızca kelebeğin mutluluğunu hissettim)

Forgetting at that moment who am I (O an kim olduğumu unutarak)

Suddenly I awakened from my dream (Ansızın rüyamdan uyandım)

I found my soul again in human skin (Ruhumu tekrar insan bedeninde buldum)

At that moment could not say for sure I (O anda tam olarak anlayamadım/algılayamadım)

If butterfly-me dreamed of being in human style (Kelebek ben kendimi insan olarak mı gördüm)

Or had human-I dreamed of being a butterfly (Yoksa insan ben kendimi kelebek olarak mı düşledim)

Which was happily enjoying the open sky (...engin gökyüzünü mutlulukla dolaşan)

(In honor of Chuang Tzu, Chinese Taoist) (Çinli Taocu Chuang Tzu anısına)

ama sen de göstersem kızıyorsun, göstermesem kızıyorsun...

21 Mayıs 2011

Özgür kuşlar gibi hayata kanat çırpmak...

 Göçmen kuşlar kafesteki kuşun yanına gidip alasmaladık biz gidiyoruz özgür kuşların yanına bir diyeceğin varmı diye sormuşlar
kafesteki kuş varın gidin özgür kuşlara çok üzgün olduğumu ve selamımı söyleyin der.

göçmen kuşlar uzun zun uçtuktan sonra özgür kuşların yanına varınca size kafseteki kuşun selamını ve çok üzgün olduğunu söylememizi istediği bir mesajı var derler.

bunları duyan özgür kuşlar pat pat düşüp ölürler bunu gören göçmen kuşlar keşke söylemeseydik diye üzülürler.

mevsim yine bahar olupta göçmen kuşlar geri gelince tutsak kuşun yanına gelip durumu anlatırlar.Keşke senin üzgün olduğunu anlatmasaydık bütün özgür kuşlar öldü.

Bunu duyan kafesteki tutsak kuşta pat diye düşer ölür.Kuşun sahibi kuş öldü diye pencerenin kenarına bırakır.

kuş bir anda pırrrrrrr diye uçuverir.Özgür kuşlardan gelen mesaj budur ÖLÜ TAKLİDİ YAPARAK ÖZGÜRLÜĞÜNE KAVUŞMAK yani herşeyi kafaya takmadan.

Bu böyle şu şöyle ne oldu ne olmadı sessiz sakin ölü taklidi yaparak kendinin özgürlüğünü sağlamak.Aksi halde hayat dar bir kafes gibi gelecektir.Kendi özgürlüğümüz kendi elimizde.

Toprak gibi sakin ve dingin olabilmek.

Özgür kuşlar gibi hayata kanat çırpmak...

Kanallar ve köprülerin şehri: St. Petersburg... (17-24 Ağustos 2010-4.bölüm)

[slideshow]

Hazır buradayken bir baleye gitmek lazım diye düşünüyorum ve en favori balem olan Tchaikovskye’nin Kuğu Gölüne gidiyorum, notalar arasında kayboluyorum. Konser çıkışı saat 22.30 hava hala aydınlık. Gökyüzünün rengi ancak 23.00 gibi parlament mavisine dönüyor. Beyaz gecelerin artık yavaş yavaş bitmekte olduğunu ve temmuz ayında gökyüzünün 01.00 am’ lere kadar aydınlık olduğunu anlatıyorlar. Nedense biraz ürküyorum ve  22.30 larda hala aydınlık olan havayı görmenin benim için yeterli olduğuna karar veriyorum.

Yine yollara düşme vakti. Neva nehri boyunca bir çok saray görmek mümkün. Zaten bu şehirde her yerde saray görmek mümkün. Kışlık Saray, Yazlık Saray, Mermer Saray her biri diğerinden güzel. Kışlık Sarayın içinde meşhur Hermitaj Müzesi bulunuyor. Hermitajın kelime anlamı inziva. Bu müzenin içinde bütün ünlü ressamlar toplanmış. Leonardo Da Vinci, Michalengelo, Goya, Velazquez, Rubens, Rembrand, Picasso, Monet, Renoir, Gaugin herkes burada. Bu bir şölen. Resimlerin dışında, içinde bulunduğumuz saray baştan çıkarıcı bir güzelliğe sahip. Bir odadan ötekine geçerek burada olmanın tadını çıkarıyorum. Müzeyi her dilde anlatan kitaplar satan çocuklar yanıma geliyor. Bakıyorum kitabın Türkçesi de var. Hemen kitabı alıyorum.

Bu sarayların tam karşısında Tavşan Adası bulunmakta. Tavşan adasının belirleyicisi Peter & Paul Kalesi’dir. Her öğlen vakti buradan bir atış sesi duymak mümkün. Çar Petro’nun hoşnutsuzluğunu kazanmış bir çok kişi buraya hapsedilmiş. Dostoyevski, Gorki, Lenin bunlardan bazıları. Nedense burada vakit geçirmek istemiyorum.

Ve diğer büyük adaya geçiyorum. Vasilyevski adası. Bu adanın doğu ucunda Strelka adı verilen bir nokta var. İşte bu noktadan Kışlık Saray manzarasına bakmak gerekiyor. Donanma Müzesi hemen arkamda. Küçük meydanda eskiden deniz feneri olarak kullanılmış bir sütun var. Rostral Sütunu. Bu sütun gemi burnu figürleriyle süslenmiş.

Taaa buralara gelip Avrora kruvazörünü görmeden gitmek olmaz. Rusya İmparatorluğunda korumalı kruvazör olarak, Sovyet Deniz Kuvvetlerinde eğitim gemisi olarak ve 1957’den beri de müze gemisi olarak hizmet veriyor. Bir de oraya gidiyorum. Neva nehri üzerinde demirli olan müze geminin kopya olduğu iddiaları  çoğunlukta. Olsun ben yine de  içini geziyorum. Gemiden bakıldığında  Nahimov Deniz Okulu gözümüze çarpıyor.

Bu kadar çok ada, bu kadar çok kanal olan bu şehirde geceleri köprülerin açılış ve kapanışını görmek lazım. Dvortovvy Köprüsü 01.25 te açılıyor. Yarım saat önceden orda olmak da fayda var. Herkes aynı şeyi düşündüğü için her taraf kalabalık. Nehir boyu dizildik bekleşiyoruz. Köprünün açılma anına dakikalar kala kalabalık iyice yoğunlaşıyor. Sonra alkışlar, bağrışlar içinde köprü açılıyor ve kanal geçişi yapmak için bekleyen şilepler yola koyuluyorlar. Bu kalabalığı fırsata çevirmek isteyen sokak dansçıları, müzisyenler etrafta performsanslarını sergilemeye başlıyorlar. Performanslardan en iyisi ateş dansı yapan topluluk. Onlara da ufak bir bahşiş verdikten sonra uyku vakti geliyor.

Petersburg’un dışında Büyük Petronun yazlık sarayı olan Peterhov var. Sarayın bahçesi, Finlandiya Körfezine bakan dik bir kayalık üzerine kurulu. Bahçede 64 fıskiyeden oluşan - evet gerçekten saydım - bir yol var. Yolun ucu Samson Çeşmesine bağlanıyor. Samson’un aslanın ağzını ayıran zafer heykeli beni büyülüyor.

Burası gerçekten çok kalabalık. Bahçede Büyük Petro’nun şakacı kişiliğini yansıtan su oyunlarını görmek mümkün. Yorulupta bir banka oturduğunuzda, ya da taşlı bir yolda yürürken heryerden sular fışkırıp bir güzel ıslanabilirsiniz. Sarayın içi ise başka bir dünya. Fransız Krallığını ziyaret eden Büyük Petro kendi sarayının Versailles sarayından daha üstün olarak yapılandırılmasını istemiş ve saray da ona göre yapılmış. İkinci Dünya Savaşında hasar gören saray yenilenmiş.

Petersburg’dan ayrılmak zor olacak. Kendimi tekrar Nevsky caddesinde buluyorum. Nevsky Caddesi üzerinde Park Inn otelinin lokantasına giriyorum. Müzik güzel. Tavuk kievi çok güzel. Tavuğun içini açarken dikkat etmek lazım, sıcak bir yağ hafif fışkırma eğiliminde.

Biraz daha turluyorum caddede.

Petersburg Moskova’ya göre daha derli toplu, daha sıcak, daha şirin. Moskova’daki küçülmüşlük hissi burada geçiyor tekrar eski boyutlarıma geri dönüyorum. En önemlisi tabelalarda, menülerde İngilizce görebiliyorsunuz. Bu da hayatınızı çok kolaylaştırıyor.

Serinlemek için geldiğim Rusya’dan esmerleşerek dönüyorum. Hava inanılmaz sıcak. Sıcağa alışık olmayan halk tamamen şaşırmış halde. Hiçbir yerde klima yok. Klimayı hiç sevmeyen ben bile klima arar oldum. Sürekli dondurma yiyorum ama ne faydaaa… Bu sıcak geçen yaz günleri beni biraz zorluyor ama kalbimi orada bırakarak dönüyorum.

Sağlıcakla,

"Kaçmak, cehalettir, dönüp yüzleşmek ise bilgelik..." Cem Şen

Kung Fu resimleri

The Cinematic Orchestra - Arrival of the Birds clip

http://youtu.be/F4HNriWg7_A

Kadın...


Kimi der ki kadın
Uzun kış gecelerinde
yatmak içindir.
Kimi der ki kadın yeşil bir
harman yerinde dokuz zilli
köçek gibi oynatmak içindir.
Kimi der ki ayalimdir,
Boynumda taşıdığım vebalimdir.
Kimi der ki hamur yoğuran,
Ne o,ne bu,ne döşek,ne köçek,
Ne ayal,ne vebal
O benim kollarım,bacaklarım
Yavrum, annem, Kız kardeşim,
Hayat arkadaşımdır.

 

Nazım Hikmet Ran

20 Mayıs 2011

Eğer, söyleyeceğin şey doğru değilse, iyi değilse ve ise yarar değilse niye söyleyesin ki?...



Eğer,söyleyeceğin şey doğru değilse, iyi değilse ve ise yarar değilse niye söyleyesin ki?"

Mirnes vidinlic

Yoğurtlu semizotu salatası...

Yoğurtlu Semizotu Salatası

Semizotlarının kökleri ile kalın saplarını ayıklayınız. Ellerinizle parçalayınız. Bol su ile çeşmenin altında yıkayınız ve sirkeli su içerisinde birkaç dakika bekletip durulayınız. Süzgeç içerisine koyup iyice süzülmesini sağlayınız.

Sarımsakları ayıklayıp tuz atarak dövünüz. Süzme yoğurdun içerisine koyunuz ve birazda zeytinyağı koyup hepsini iyice karıştırınız. Tadına bakınız ve gerekirse tuz ilave ediniz. Hazırladığınız sarımsaklı yoğurdun içerinse iyice suyu süzülmüş olan semizotlarını katıp güzelce karıştırınız. Genişçe bir servis kabına koyunuz ve üzerine bir miktar zeytinyağı gezdiriniz. Son olarak ta pul biber ve ceviz içiyle süsleyip servis ediniz. Afiyet olsun.

Bundan sonra ne yapmalıyım...



Bir şey olduğu zaman, hep bunlar neden başıma geldi diye soruyoruz. Evrende bize, anlamadın madem bir daha anlatayım diyor. Bununla başa çıkmak için ne yapabilirim, ne yapmalıyım, nasıl bu sorunu aşarım diye düşünmemiz lazım... -JOHN ASSARAF-

Seni, sen diye kabul edip sevecekleri sev...



Seni, sen diye kabul edip sevecekleri sev.
Kendini, kendine beğendir herkesten önce...
Kimseye beğendirmek için de kendinden vazgeçme.
...Acıyı göze al, çünkü Dostoyevski'nin dediği gibi,
"İnsanin ruhunu yücelten bir acı, ucuz bir mutluluktan evladır."

Kayip yalani ve aciyi getirir...


Kayip yalani ve aciyi getirir; kazanca da kayiba da aldirmamak ise dogrulugu ve sifayi getirir. Basari pesinde, alkis pesinde kosmak, bir sey olmaya calismak zihnin hastaligi ve deliligidir; basariyi terk etmek, alkisa aldirmamak, ne sanildiginla ilgilinmemek ve kendini de bir sey sanmamak ise zihnin uyanmasidir...

cEM şEN

Kalbinde çözülmeden kalan herşey için sabırlı ol...



Kalbinde çözülmeden kalan herşey için sabırlı ol. Soruların kendisini sevmeye çalış, kilitli odalar ve yabancı lisanda yazılmış kitaplar gibi. Cevapları şimdi arama. Şu anda cevaplar sana verilemez, çünkü sen henüz onlarla yaşayamazsın. Bu, herşeyi yaşama meselesidir. Şu anda senin soruyu yaşaman gerekiyor. Belki daha ileride farkına bile varmadan, günün birinde kendini cevabını yaşarken bulacaksın

Sopa nerde...

17 Mayıs 2011

Siz çok önemlisiniz...



New York'ta yasayan bir öğretmen, lise son sınıfındaki öğrencilerinin diğer insanlardan farklı özelliklerini vurgulayarak onları bir biçimde onurlandırmaya karar verir. Ve öğretmen bir gün, Helice Bridges tarafından geliştirilmiş süreci kullanarak, her bir öğrencisini teker teker tahtaya kaldırır.

Kaldırdığı her öğrenciye öncelikle kendisinin (sınıf ve öğretmeni için) ne kadar özel olduğunu belirtir. Sonra her birinin yakasına, üzerinde altın harflerle “Siz çok önemlisiniz" yazılı birer mavi kurdele takar. Daha sonra kabul görmenin toplum üzerinde ne gibi etkileri olacağını anlayabilmek amacıyla sınıfına bir proje yaptırmaya karar verir.

Bu projeye göre; her öğrencisine üçer tane daha mavi kurdele verir ve onlardan bu töreni yaşadıkları çevrede devam ettirmelerini ister. Öğrenciler daha sonra sonuçları takip edecek, kimin kimi onurlandırdığını tespit edecek ve bir hafta boyunca sınıfa bilgi vereceklerdi.

Öğrencilerden biri, gelecekteki kariyer çalışmaları için kendisine yardımcı olan ve ailece tanıdıkları, bir şirketin üst düzey görevlisini onurlandırmış, adamın yakasına mavi kurdeleyi iliştirmişti. Ardından yöneticiye iki tane daha kurdele vermiş ve; “Bu mavi kurdele bizim sınıf projemiz. Sizden de onurlandırmanız için birini bulmanızı rica ediyorum. Onurlandırdığınız insanlara ekstra kurdele de verin. Böylece onlar da bu projenin devam etmesi için başkalarını bulabilirler. Daha sonra, lütfen bana ne olduğu konusunda bilgi verin" diye rica etmiş...

Mavi kurdeleleri alan yönetici aynı gün, suratsız biri olarak bilinen patronunun yanına gitmeye karar verir... Patronun odasına girer ve ona: “iş dünyasında bir deha olduğundan ötürü kendisini takdir edip örnek aldığını” söyler… Ve bu mavi kurdeleyi yakasına takması için izin verip vermeyeceğini sorar. Şaşkına dönen patronu; “Tabii ki…” şeklinde cevap verir. Yönetici de mavi kurdeleyi, patronun tam kalbinin üstüne, ceketine iliştirir... Ekstra kurdeleyi verirken de; "Bana bir iyilik yapar mısınız, siz de bu kurdeleyi onurlandırmak istediğiniz birine verir misiniz? Bunu bana veren çocuk, okulda bir proje yaptıklarını söyledi. Bu onurlandırma töreninin devam etmesi gerekiyormuş. Böylece “bunun insanları nasıl etkilediğini belirleyeceklermiş...” diye ekler.

Patron o akşam evine geldiğinde on dört yaşındaki oğlunu yanına çağırır ve oğluna: “Bugün inanılmaz bir şey oldu… Ofisteydim, üst düzey yöneticilerimden biri içeri geldi, bana hayran olduğunu söyleyip, “İş dünyasında bu kadar başarılı olduğum için…” göğsüme bu kurdeleyi iliştirdi... Bana ayrıca bir kurdele daha verdi ve onurlandıracak başka birini bulmamı istedi… Arabayla eve gelirken, bu mavi kurdeleyle kimi onurlandırabileceğimi düşündüm ve aklıma sen geldin... Ben de “seni” onurlandırmak istiyorum. Çünkü günlerim aşırı yorucu geçiyor ve eve gelince sana pek ilgi gösteremiyorum. Bazen derslerden aldığın notları beğenmeyince veya odanı toparlamayınca sana bağırıp çağırıyorum... Oysa bu akşam buraya oturup, sana benim için “ne kadar farklı ve özel” olduğunu söylemek istedim. Annen gibi sen de benim hayatımdaki en önemli insansın. Sen mükemmel bir çocuksun… “Seni çok seviyorum…” der ve o mavi kurdeleyi oğlunun yakasına takar...

Şaşkına dönen çocuk birden ağlamaya başlamıştır. Bütün vücudu titrerken başını kaldırır, gözleri yaş içinde olarak babasına bakar ve güçlükle: “Biliyor musun, ben yarın intihar edecektim baba…” der... “Çünkü ben senin beni hiç sevmediğini, beni hiç önemsemediğini düşünüyordum... Ama şimdi ise her şey çok farklı… Ben de seni çok seviyorum. Ve baba, şu an sen oğlunun hayatını kurtardın...”

" Sevgiyi duymak, hissetmek isteyen insanların var olduğunu hiç unutmamalı... Ve o “Mavi Kurdeleleri” ceplerimizden, kalbimizden ve beynimizden hiç eksik etmemeliyiz"…

Bu belge ile resmi olarak yetişkinlikten istifa ettiğimi bildiririm...

Kadayıf ve Dondurma yiyen çocuk resmi lazım

 

Bu belge ile resmi olarak yetişkinlikten istifa ettiğimi bildiririm. Tekrar 8 yaşın tüm sorumluluklarını kabul etmeye hazırım. Yağmur sonrası çamurlu sularda tahta parçası yüzdürmek, kayalarda yürümek istiyorum. Çikolatanın paradan daha iyi olduğunu çü...nkü daha tatlı ve yenilebilir olduğunu düşünmek istiyorum. Sıcak bir yaz gününde bir meşe ağacının gölgesinde oturup arkadaşlarımla limonata satmak istiyorum. Hayatın daha basit olduğu zamana dönmek istiyorum. Bütün bildiğim, renkler, çarpım tablosu ve ninniler ama bu kadar az bilmek beni rahatsız etmiyor çünkü ne bilmediğimi bilmiyorum ve umurumda da değil. Bildiğim tek şey mutlu olmak, çünkü beni üzecek veya kızdıracak şeylerden tamamen bihaberim. Dünyanın adil olduğunu, herkesin iyi ve dürüst olduğunu düşünmek istiyorum. Her şeyin mümkün olduğuna inanmak istiyorum. Yaşamın karmaşıklığını unutup, yeniden küçük şeylerden fazlasıyla heyecanlanmak, zevk almak istiyorum. Tekrar basit yaşamak istiyorum. Günümün, bilgisayar arızaları, kağıt yığınları, üzücü haberler, bankada para olmadan ay sonunu getirme kaygıları, doktor faturaları, dedikodu, hastalık ve sevdiklerin kaybedil- mesinden ibaret olmasını istemiyorum. Aşkın varlığını (daha doğrusu yalan olduğunu) bilmek dahi istemiyorum. Gülümseme, kucaklaşma, tatlı bir söz, doğruluk, adalet, barış, rüyalar, hayaller ve kardan adam yapmanın gücüne inanmak istiyorum. İşte, çek defterim ve arabamın anahtarları, kredi kartlarımın ekstreleri, gelir belgelerim. RESMİ OLARAK YETİŞKİNLİKTEN İSTİFA EDİYORUM. Eğer bu konuda benimle daha fazla konuşmak istiyorsanız, önce beni yakalamanız lazım, çünküüüü; Ebeee, elim sendeeeee! Yazarı bilinmiyor.

Yok abla, pil takıp oynatıyoruz...



Bir arkadaşımla balık almaya gittiğimizde, arkadaşım kovanın içinde yüzüp çırpınan balıkl ara bakıp;
- 'Bunlar taze mi?' diye sormuştu.
Balıkçı da cevabı hemen yapıştırdı:
- 'Yok abla, pil takıp oynatıyoruz'

Eski umutları, düşleri, düşkırıklıklarını, kusurları, utançları,salıverin...

Hareketli Ucan Kuş

Önünüze, ve içine yapmış olduğunuz bir yanlışı koyun. Şimdi, zihninizin ne söylediğine dikkat edin. Diyor ki, eğer bu yanlışı yapmasaydın, yaşamın şimdi daha iyi olurdu… bir sürü kurguyu önünüze serip; eğer şöyle yapsaydın, böyle olurdu, bunu izleseydin, şuraya gitmiş olurdun, eğer farklı bir seçim yapsaydın, şu olurdu, bu olurdu…

Bunların hiç biri gerçek değil. Olabilecekler ile ilgili zihnin saçmalıkları… Gerçek değil. Gerçek olan tek şey; ŞİMDİ’de… BURADA…

Hadi, susturun zihninizi ve her bir yanlışı serbest bırakın. Her birini, teker teker. Yanlışınızı avucunuzun içine alın, onunla birlikte gelen zihnin konuşmasını hatırlayın ve yuvasına uçacak bir kuşu avucunuzdan bırakır gibi serbest bırakın. Salıverin ve uçup gidişini izleyin.

Sözde yanlışlarınızla birlikte, eski umutları, düşleri, düşkırıklıklarını, kusurları, utançları; salıverin, bırakın uçsun, gitsin. Siz, kimseniz, o’sunuz tam şu anda. Ve her ne yaptıysanız sizi bu noktaya getirdi.

Şimdi, burada, tam da sizin durduğunuz yerde, her şey durduğu yerde dururken, fırsatlarla çevrilisiniz. Çevrenizde farkedilmeyi bekleyerek parlıyorlar, onları gölgeleyen, sizin inatla geçmişe bağlı kalmanızdır. Tüm bu utanç duygularını salıverin ve çevrenize bakının. Şu an’ı açıkça görün.

Bakın nasıl yenilik ve fırsatlarla dolu bir biçimde parlıyor! Çimlerle kaplı bir tarlanın tam ortasında duruyorsunuz ve tarla, güneşin altında parıl parıl parlayan elmaslarla dolu. Elmasların her biri, yapabileceğiniz bir seçim, girişeceğiniz bir eylem, öğrenip gelişmek için harika bir fırsat, yaşamın şahaneliği ve güzelliğini kucaklamak için bir şans…

Salıverin eskiyi,

ŞU AN’ı kucaklayın.

Bırakın ışık saçsın. Eğilin ve alın elmaslardan birini…

 ŞİMDİ…

16 Mayıs 2011

Bir yanım çılgın nar ağacı...


 



















Kırılgan bir çocuğum ben
Gözyaşlarım mücevher
Saklıyorum herkesten
Ürküyorlar gözümdeki ateşten
Ürküyorlar o dur durak bilmeyen
gözükara cesaretimden
Diyorlar: Bir yanı sarp bir uçurum,
Bir yanı çılgın dağ doruğu.
Oysa böyle yapmasam ben
Nasıl korurum içimdeki çocuğu?
Bir yanım çılgın nar ağacı
Bir yanım buz sarayı.



Murathan Mungan

Xanthiotis Giorgos - Chiculata

http://youtu.be/2PmYM4943p8