30 Eylül 2011

Kızgınlıkla karar almayın, mutluluktan uçtuğunuzda söz vermeyin...

Fırtına Çıktığında Uyuyabilirim

Yıllar önce bir çiftçi, fırtınası bol olan bir tepede bir çiftlik satın almıştı. Yerleştikten sonra ilk işi bir yardımcı aramak oldu. Ama ne yakındaki köylerden ne de uzaktakilerden kimse onun çiftliğinde çalışmak istemiyordu. Müracaatçıların hepsi çiftliğin yerini görünce çalışmaktan vazgeçiyor, burası fırtınalıdır, siz de vazgeçseniz iyi olur diyorlardı.

Nihayet çelimsiz, orta yaşı geçkince bir adam işi kabul etti. Adamın haline bakıp 'çiftlik işlerinden anlar mısın?' diye sormadan edemedi çiftlik sahibi. 'Sayılır' dedi adam, 'fırtına çıktığında uyuyabilirim'. Bu ilgisiz sözü biraz düşündü, sonra boş verip çaresiz adamı işe aldı. Haftalar geçtikçe adamın çiftlik işlerini düzenli olarak yürüttüğünü de görünce içi rahatladı. Ta ki o fırtınaya kadar:

Gece yarısı, fırtınanın o müthiş uğultusuyla uyandı. Öyle ki, bina çatırdıyordu. Yatağından fırladı, adamın odasına koştu: 'Kalk, kalk! Fırtına çıktı. Her şeyi uçurmadan yapabileceklerimizi yapalım.' Adam yatağından bile doğrulmadan mırıldandı: 'Boş verin efendim, gidin yatın. İşe girerken ben size fırtına çıktığında uyuyabilirim demiştim ya.' Çiftçi adamın rahatlığına çıldırmıştı. Ertesi sabah ilk işi onu kovmak olacaktı, ama şimdi fırtınaya bir çare bulmak gerekiyordu.

Dışarı çıktı, saman balyalarına koştu: Aaa! Saman balyaları birleştirilmiş, üzeri muşamba ile örtülmüş, sıkıca bağlanmıştı. Ahıra koştu. İneklerin tamamı bahçeden ahıra sokulmuş, ahırın kapısı desteklenmişti. Tekrar evine yöneldi; evin kepenklerinin tamamı kapatılmıştı. Çiftçi rahatlamış bir halde odasına döndü, yatağına yattı. Fırtına uğuldamaya devam ediyordu. Gülümsedi ve gözlerini kapatırken mırıldandı:  'Fırtına çıktığında uyuyabilirim'

Sıkıntılara zihnen (bilgi, plan), manen (dua), maddeten (tedbir) hazırsanız, fırtına çıktığında uyuyabilirsiniz. Hayatınız boyunca.

Kızgınlıkla karar almayın, mutluluktan uçtuğunuzda söz vermeyin. İkisi de sarhoşluk anıdır, akıl başta değildir

Geyik ve yavruları da sulanıp gittiler...


Gönül dostu, güzel yüzlü, iyi huylu birisi sık sık bir arkadaşını ziyarete gider... ve her gidişinde onun evinde misafir olarak gecelerdi. Hane sahibi de her defasında bu aziz misafirine av eti ikram ederdi. Yine misafirliğe kaldığı bir günlerin birinde av etinden başka bir yemek konulunca sebebini merak edip: “Her zaman bana av eti ikram ederdin, bugün başka bir şey ikram etmene sebep nedir?” diye sorar.



Ev sahibi de şöyle anlatır:

“Ben sık sık ava çıkarım. Ava çıktığım günlerin birinde yine su içerisine tuzağımı kurmuş ve bir yere gizlenmiştim. Biraz sonra yanında üç tane yavrusu olduğu halde bir geyik geldi. Su içmek için yaklaştığı zaman tuzağı görünce, içmekten vazgeçip gittiler.

Ertesi gün tekrar geldiler. Fakat tuzağı görüp yine su içmeden gittiler. Üçüncü gün geldiklerinde susuzluktan ayakta duracak hâlleri kalmamıştı. Yine su içmek için yaklaştıkları zaman tuzağı gördüler. Fakat bir türlü cesaret edip yaklaşamıyorlardı. Suyun etrafında dolaşmaya başladılar. Başka bir su da bulamayınca, geyik yüzünü semaya doğru kaldırdı, gözlerinden yaşlar süzülüyordu. Hal diliyle yaratıcısına yalvarmaya başladı. Bir müddet sonra bulutlar peyda oldu, gök gürleyip şimşekler çakmaya başladı. O derece yağmur yağdı ki, dereler ve göller dolup taştı. Geyik ve yavruları da sulanıp gittiler. Ben de  “bir hayvanın dergah-ı izzette duası kabul olduğu halde, insan olan niçin gafletten uyanmaz.” Diyerek o günden sonra avlanmayı bıraktım.

Bakmasana face şifremi giricem... Günün fotosu... 30/09/2011

Çünkü o sıralar ben, seni kucağımda taşıyordum ...

 


Adamın biri, bir gece bir rüya görmüş,upuzun bir kumsal boyunca Tanrı ile yürüyormuş.
Onlar yürürken tam karşılarındaki gökyüzünden de bir film şeridi gibi, adamın hayatından sahneler geçiyormuş.
Kumsal adamın hayat yolu imiş sanki. Adam kumda iki çift ayak izi kaldığında dikkat etmiş ....
Bir çifti kendisinin, bir çifti Tanrı’nın. Hayatının son sahnesi de gökyüzünden geçtikten sonra adam, kumdaki... ayak izlerine boydan boya bir daha bakmış ve birden bir şey dikkatini çekmiş:
Hayat yolunun pek çok bölümünde kumda sadece bir çift ayak izi ve adam dehşet içinde fark etmiş ki, ayak izlerinin, tekleştiği zamanlar, hayatının en kötü, en acı anlarına rastlıyor...
Bu keşfi onu fena halde rahatsız etmiş ve Tanrı’ya sormaya karar vermiş.
"Tanrım ... Eğer sana inanırsam, senin yolundan gidersem her zaman yanımda olacağını, her zaman yanı başımda yürüyeceğini söylemiştin ... Oysa hayat yoluma bakıyorum. En zorlu, en kötü, en acılı anlarımda sadece bir çift ayak izi görüyorum kumda ... Anlamıyorum Tanrım, anlamıyorum ... Hayatın kolay günlerinde yanımda yürüyorsun da sana en muhtaç olduğum anlarda beni niye terk ediyorsun?
Tanrı gülümseyerek cevap vermiş:
Sevgili, çok sevgili kulum ....
Ben seni çok sevdim ve hiç terk etmedim. Hayat yolundaki en zorlu sınav günlerinde, yani en acılı, en kotu anlarında kumda hep bir çift ayak izi gördün.  Dikkat et! Ayak izleri teke indiğinde derinleşiyor.
Çünkü o sıralar ben, seni kucağımda taşıyordum ...

Çıktı mı çocuk???

Ama hep benimle uyu..

 


Boşversene biz aşık olmayalım birbirimize.
Konsere gidelim biz, Maça gidip küfür... edelim..
Uçurtma uçuralım ya da, kumsalda uzanıp deli gibi içelim.
Gecede yıldızlara bakalım mesela..
Bisikletle gezerken yağmur yağsın, sırılsıklam olalım..
Benimle kek yap, balık tutalım sonra tekrar denize atalım.
Boşver aşık olmayalım biz..
Aşk korkutucu !
Beraber eğlenelim en iyisi,
Ama hep benimle uyu..



Uğur Koşar

Gün ışırken, herkes sevinçle balıkçı teknelerinin tümünün sapasağlam limana döndüğünü gördü...

 



Soğuk bir kış sabahı sahildeki küçük bir köyden bir balıkçı filosu denize açıldı. Öğleden sonra büyük bir fırtına koptu. Gece olduğunda balıkçı teknelerinden hiçbirisi limana dönememişti.
Bütün gece boyunca eşler, anneler, çocuklar ve sevgililer ellerini açıp, kaybolan sevdiklerini kurtarması için Tanrı'ya yakararak kıyıda dolaştılar.
Bu berbat durumda, bir de kulübelerden birinde yangın çıktı.. Hiçbir şeyi kurtarmak mümkün olmadı.
Gün ışırken, herkes sevinçle balıkçı teknelerinin tümünün sapasağlam limana döndüğünü gördü..
Kıyıda ağlayan tek kişi vardı.
Yangında evi kül olan kadın..
Kocası karaya çıkarken "Mahvolduk! Evimiz, içindeki her şeyle birlikte yangında kül oldu" diye haykırdı.
Adam karısına sarıldı..
"O yangına şükürler olsun! Gecenin zifiri karanlığında, o müthiş fırtınada, dağ gibi dalgalar arasında, yanan kulübemizin ışığı sayesinde bütün tekneler, yolumuzu bulduk ve salimen dönebildik."

29 Eylül 2011

Değişik bir domates çorbası...

6 kişilik Domates çorbası için:

  • 1.5 kilo domates

  • 2 adet kırmızı soğan (veya kuru soğan)

  • 3 diş sarımsak

  • 10-15 dal taze kekik

  • 4 çorba kaşığı zeytinyağı

  • 1 çorba kaşığı şeker

  •  tuz ve taze çekilmiş karabiber

  • 3 su bardağı (750 ml) tavuk suyu (veya sebze suyu


Kaşer peyniri

Yapılışı

  1. Fırınınızı önceden 220 derecede ısıtın.

  2. Derinliği olan bir fırın kabına (veya geniş, fırına dayanıklı cam bir kaba) ortadan ikiye kestiğiniz domatesleri kesili tarafları yukarıya bakacak şekilde dizin.

  3. Domateslerin üzerine ince halkalar halinde doğradığınız kırmızı soğanları, dallarından kopardığınız taze kekikleri yerleştirin ve zeytinyağını gezdirin. Biraz tuz taze çekilmiş karabiber ve 1 çorba kaşığı şekeri de döküp önceden ısıtılmış fırında domateslerin üzeri karamelize olana kadar, yaklaşık 30 dakika boyunca pişirin.

  4. Pişen domatesleri fırın kabına bıraktıkları su ile beraber büyük boy bir tencereye aktarın. Üzerine 3 su bardağı sıcak tavuk suyu (veya aynı miktarda sebze suyu) ekleyip kaynama noktasına getirin, altını biraz kısıp 10 dakika kadar pişirin.

  5. Tencereyi ateşten alıp bir el blenderı yardımıyla karışımı akışkan bir çorba kıvamına getirin. Çorbayı domateslerin kabuklarından ve kaçtıysa kekik dallarından temizlemek için bir süzgeçten geçirip tekrar tencereye aktarın. Son kez blenderdan geçirip tadına bakın, tuzunu karabiberini ayarlayın ve servis yapmadan hemen önce dilediğiniz sıcaklığa getirin.

  6. Üstüne istediğiniz kadar kaşer rendeleyip servis edin...

  7. Afiyet olsun,

  8. Not: Tepsinin fırında görüntüsü


Domates Çorbası

Game of Thrones Violin Cover

http://youtu.be/1yydcG9woWA

Ancak affederek affediliriz...

 

Tanrım beni, nefretin olduğu yerde

Barış için araç yap...

Bırak sevgi tohumları ekeyim...

Teselli edilmesi gerekeni teselli edeyim...

Anlaşılması gerekeni anlayayım...

Sevilmesi gerekeni seveyim...

Ancak vererek alabiliriz ...

Ancak affederek affediliriz...

Tibet Yaşam ve Ölüm Kitabından

İnsanların kalplerini kırdığında onların ruhlarında da delik açmış olursun...

Bir zamanlar çok sinirli ve hırçın bir çocuk vardı.Birgün hırçınlığının ardından öfkesi yatışıp üzüntü hissetmeye başladığında, babası bir torba çivi verdi çocuğa. Ve, ne zaman sinirlenip hırçınlık yapar ise, bu çivilerden birini arka bahçedeki çitlere çkmasını söyledi.
Çocuk, ilk gün 37 çivi çaktı. Daha sonraki günlerde çakılan çivi sayısı git gide azaldı. Çocuk, öfkesine hakim olmanın arka bahç...eye gidip çivi çakmaktan daha kolay olduğunu zamanla fark etmişti.
Sonunda çocuk öfkesine hakim olur hale geldi. Gidip durumu babasına sevinç içinde anlattı. Babası, bu defa , kendisini tutabildiği her ün için çivilerden bir tanesini çitlerden sökmesini istedi oğlundan.
Günler, haftalar geçti ve en sonunda çocuk babasına tüm çivilerin bittiğini haber verdi. Bunun üzerine, babası:
"Aferin oğlum! iyi iş becerdinm ve öfkene hakim olmayı başardın" dedi ve çocuğun elinden tutup onu çitlerin yanına götürdü. Eliyle çitlerdeki delikleri göstererek:
"Delikleri görüyor musun? İşte bu çitlerdeki bu delikler tamamen kaybolmayacaktır. İnsanların kalplerini kırdığında da bu çitlerdeki gibi delik açmış olursun. Ardından özürde dilesen bile, o yaranın izi orada kalır.

Hayatın %10′u, sizin başınıza gelenlerden oluşur.Hayatın diğer %90′i ise sizin bu başınıza gelenlere nasıl davrandığınızla gelişir.

 Ailenizle kahvaltı yapıyorsunuz. Kızınız, çay fincanına çarpıyor ve bir fincan çay gömleğinizin üzerine dökülüyor. Biraz önce olan olay üzerinde hiç bir kontrolünüz yok. Sonradan olacaklar ise sizin davranışınıza göre belirlenecek: Lanet ediyorsunuz. Çayı üzerinize döktüğü için kaba bir şekilde kızınızı azarlıyorsunuz.Kızınız üzülüyor ve ağlamaya başlıyor. Kızınızı azarladıktan sonra eşinize dönüyor ve çay fincanını masanın kenarına çok yakın koyduğu için eleştiriyorsunuz. Bunu kısa bir sözlü tartışma takip ediyor. Öfkeyle odaya gidiyorsunuz ve gömleğinizi değiştiriyorsunuz. Odadan çıktığınızda kızınızı, ağlamaktan dolayı kahvaltısını bitirememiş ve okul için hazırlanamamış bir halde buluyorsunuz. Kızınız servisi kaçırıyor

EŞinizin işe gitmek için hemen çıkması gerekiyor. Hemen aceleyle arabanıza koşuyorsunuz ve kızınızı okula bırakmak üzere hareket ediyorsunuz.  Geç kaldığınız için, saatte 40 km hız sınırlaması olmasına rağmen saatte 80 km hızla gidiyorsunuz. 15 dakikalık gecikmeden ve hız limitini aştığınız için ödediğiniz 83 milyon trafik cezasından sonra okula ulaşıyorsunuz.
Kızınız size “Hoşça kal” demeden binaya koşuyor. İşyerinize 20 dakika gecikmeyle geliyorsunuz ve evrak çantasını evde unuttuğunuzu anlıyorsunuz. Gününüz korkunç bir şekilde başladı!
devam ettikçe, kötüleşiyor, daha da kötüleşiyor sanıyorsunuz. Eve gitmeyi dört gözle bekliyorsunuz.  Eve ulaştığınızda eşiniz ve kızınızla olan ilişkilerinizde araya sıkıştığınızı sanıyorsunuz. Neden? Sabahleyin nasıl tepki verdiğinize bağlı olarak!Neden kötü bir gün geçirdiniz?
 A) Çay sebep oldu
B) Kızınız sebep oldu
C) Polis sebep oldu
D) Siz sebep oldunuz

Cevap “D” şıkkı.  Çayın dökülmesinde sizin bir kontrolünüz yoktu. Sizin gününüzün kötü geçmesine o 5 saniye içindeki davranışlarınız sebep oldu. 90/10 Sırrını keşfedin

Olabilecek ve olması gereken ise şöyleydi. Üzerinize çay döküldü. Kızınız ağlamak üzere.
Siz nazikçe  “Tamam tatlım, bir dahaki sefere biraz daha dikkatli olman gerek” diyorsunuz. Havluyu kaptığınız gibi odaya gidiyorsunuz.
gömleğinizi değiştirip, evrak çantasını aldıktan sonra odadan çıkıyorsunuz ve ayni anda pencereden kızınızın otobüse bindiğini görüyorsunuz.  Kızınız geri dönüp el sallıyor. Siz ve eşiniz işe gitmek için birlikte çıkıyorsunuz.  5 dakika önce işe geliyorsunuz ve çalışma arkadaşlarınıza neşeli bir şekilde selam veriyorsunuz. Patronunuz ne kadar güzel bir günde olduğunuz hakkında konuşuyor.
Farka bakın!
Sonuç?
Pek çok insan gereksiz yere stresten, dertlerden, problemlerden ve başarısından acı çekmektedir.
Hayatın %10′u, sizin başınıza gelenlerden oluşur.
Hayatin diğer %90’na ise sizin bu başınıza gelenlere nasıl davrandığınızla karar verilir. İnsanlar anlamsız şeyler söyler ve yaparlar.İnsanlar hasta olurlar.  Arabalar bozulurlar, uçaklar geç kalır ve bütün planlarımızı alt üst ederler.
trafikte bir sürücü canımızı sıkabilir v.s.
Bu %10′luk kısım tamamen bizim kontrolümüz dışında gerçekleşir.
Diğer %90′lik kısım farklıdır.
Bunu siz belirlersiniz.
Nasıl?
Olaylara yaklaşımınızla!
Nasıl tepki verdiğinize bağlı olarak.

Kıpır kıpır yüreğim...

 



 

Bu sabah daha farklı hayat
Kıpır kıpır yüreğim
Biliyorum,
Bahar yine gelecek
Ve süsleyecek,
Düşler ülkesini.....................

.ZEYNEP YAĞMUR

Acıktım... Günün fotosu... 29/09/2011

Kapıları kapat ve sessizce otur...



Kızgınlık, kıskançlık ve nefret ile dolu olduğun zaman; sessizce otur. Kapıları kapat ve sessizce otur. Kızgınlığa izin ver, izin ver gözlerinin önünde çaksın. Nefrete izin ver bir film gibi geçsin. Sen izleyici ol.
Şaşıracaksın: O duygu herzaman orada kalamaz, bu kesindir. Er yada geç geçer, sadece birkaç dakika zaman alır ve geçtiği zaman geçmiştir. Kendinden hiçbir iz bırakmayacaktır.

OSHO

Önce kendinizi sevecek, kendinize değer vereceksiniz...



Mutlu ilişkiler için.Önce kendinizi sevecek, kendinize değer vereceksiniz. Temelde bu yatar. Eğer siz kendinize değer verir, kendinizi severseniz, karşınızdaki kişi de sizi sevecek ve değer verecektir. Bu aslında tüm ilişkiler için geçerlidir. Kendinize haksızlık eder ya da değer vermezseniz, size haksızlık edecek insanları hayatınıza çekersiniz. Unutmayın, düşüncelerinizle yaratıyorsunuz...

Kalk kendin al Şirin...

 

28 Eylül 2011

Sağlıklı bir dilenci, hasta bir kraldan daha mutludur...



Dışarıdan bir şeyler kazanabilmek için,içeriden bir şeyler yitirmek.Yani şan, şöhret, mevki,makam şatafat, ün, şan kazanmak için;Huzurunu, boş zamanını ve bağımsızlığını,bütünüyle ya da önemli ölçüde feda etmek;Büyük bir budalalıktır.

Mutluluk çok zordur ve içimizdedir.Başka yerde bulunması imkânsızdır.

Sağlıklı bir dilenci, hasta bir kraldan daha mutludur.Eksiksiz bir sağlıktan ve kusursuz bir bedenden daha iyi ne olabilir?

Sakin ve neşeli bir huy.

Duru, canlı, nüfuz edici ve doğru kavrayan bir zekâ.

Ilımlı, yumuşak bir arzu ve bunlara uygun olarak iyi bir vicdan.

Bunların hepsi; yerini hiçbir rütbenin,ya da zenginliğin dolduramayacağı üstünlüklerdir.

Rabindranaht Tagore

Kendi iç okyanusunda neler oluyor ona bak ...

Geç artık onun bunun ne dediğinden...

Sen ne diyorsun... Sen..????

Bırak başkalarının kitaplarını...

Senin kitabıında neler yazıyor..??

Okudun mu hiç...??

Bırak artık başkalarının kıyılarında ayak ıslatmayı

Kendi iç okyanusunda neler oluyor ona bak

ona...

Kartal gemiyi çekerse... Günün fotosu... 28/09/2011

Neden dolayı öfkelendiğinizi öğrenmek , sizi diğer kişiyi nasıl değiştireceğinizi hesaplamaktan çok daha fazla yükseltecektir...


Mutsuz duygular içinde olduğunuz zaman , bir başkasının neden olduğunu düşünmeyi...n . Eğer kızgın iseniz , bir başkasına, sizi kızdırdığı için kabahat bulmayın. Bunun yerine , doğrudan doğruya kendi hiddet duygularınız üzerinde çalışın . Neden dolayı öfkelendiğinizi öğrenmek , sizi diğer kişiyi nasıl değiştireceğinizi hesaplamaktan çok daha fazla yükseltecektir

Hepiniz delisiniz...

MERCEDES SOSA - TODO CAMBIA - (Her şey değişir)

http://youtu.be/In5TjoaYMRs

Sığ olan değişirken

Derin olan da değişir

Düşünmenin yolları değişir

Bu dünyada her şey değişir



Zaman geçer iklim değişir

Çobanın sürüsü değişir

Her şey değişirken böyle

Benim değişmem garip mi söyle



En güzel mücevherin ışıltısı değişir

Parlaklığı eskiyip giderken

Küçük kuşun yuvası değişir

Sevdalıların duyguları değişir



Yolcunun yolu değişir

Nice acılı olsa da

Her şey değişirken böyle

Benim değişmem garip mi söyle



Değişim, her şey değişir (x4)



Güneşin yörüngesi değişir

geceyi sürdürmek için

Çiçekler değişir

Baharın yeşilini kuşanmak için



Vahşi hayvanların kürkü değişir

Bilge olanların da saçları değişir

Her şey değişirken böyle

Benim değişmem garip mi söyle



Değişmez ancak benim aşkım

Uzaklarda olsam da

Ne yurdumun ne halkımın

Acısı ve anısı terk eder beni



Dünü değiştiren şey

Yarını da değiştirir

Tıpkı benim bu sılada

Değiştiğim gibi



Değişim, her şey değişir (x4)



Değişmez ancak benim aşkım

Uzaklarda olsam da

Ne yurdumun ne halkımın

Acısı ve anısı terk eder beni



Dünü değiştiren şey

Yarını da değiştirir

Tıpkı benim bu sılada

Değiştiğim gibi



Değişim, her şey değişir

27 Eylül 2011

Venus in the Tower by Round Mountain, Santa Fe, NM - 1/12/08...

http://youtu.be/rJzDBimKDnQ

Zeytinli, kaşerli, biberli mini pizza lezzeti...

 

Mini PizzaMalzemeler
•    4-4,5 su bardağı un
•    1 su bardağı yoğurt
•    1 su bardağı sıvıyağ
•    1 tatlı kaşığı tuz
• 1 paket kabartma tozu
•    1 adet yeşil biber
•    1 çay bardağı çekirdekleri çıkarılmış zeytin.
•    2 adet domates
•    1 avuç taze fesleğen
•    2-3 yemek kaşığı zeytinyağı
•    Tuz
•    Karabiber
•    1,5 su bardağı kaşar rendesi
Yapılışı
1.   Yoğurt, sıvıyağ,  tuz, un ve kabartma tozunu karıştırarak yoğurup pizzanın hamurunu hazırlayın.
2.   kaşar ile domatesleri ayrı ayrı rendeleyin.
3.   Biberleri de ince ince doğrayarak, domatesler ile birlikte zeytinyağında ocakta suyu çekilene kadar pişirip, içine tuz ve karabiber ekleyin.
4.   İnce kıydığınız fesleğenleri ocaktan alırken karışıma ekleyin.
5.   Hamurdan ceviz büyüklüğünde parçalar alarak küçük pizza hamuru şeklini verip, yağlı kâğıt üstüne alın.
6.   Üzerlerine domates sosu ekleyip, domatesli biberli malzemeyi ve zeytinleri koyun.
7.   Önceden ısıtılmış 180 °C fırınsa üstleri kızarana kadar pişirin.
8.   Çıkarılmasına yakın üzerine kaşar peyniri serpiştirin ve erimesini sağladıktan sonra çıkarın.

Afiyet olsun.

 

//

Her derde deva ''lavanta''...

 

Bilimsel adı Latince “yıkanmak” dan gelen lavanta, Eski Yunan ve Romalılar döneminde sıklıkla  kullanılırdı. Özellikle banyo sularına kattıkları lavanta, saflık olarak kabul  ediliyordu.  Güzel ve kalıcı kokusunun yanı sıra, lavanta uzun yıllardır iyileştirici etkisiyle de bilinir.  Lavantanın çiçek , yaprak ve gövdesinden damıtılarak alınan lavanta yağı tıpta  halen kullanılır.

 Lavanta  yatıştırıcı etkiye sahiptir ve uykusuzluğa iyi gelir. Çamaşırlarınızın arasına  koyacağınız lavanta kesecekleri güzel ve saf kokusunun yanı sıra, rahatlamanıza  da yardımcı olur. Mide ve bağırsak  rahatsızlıklarında etkili olmasının yanı sıra, baş ağrılarına da iyi gelir. İştah açar, sindirim sistemini olumlu etkiler. 


Kültürü  Bulgaristan, İngiltere, AB Devletleri ve Kuzey Afrika ülkelerinde yapılan  lavanta, bugün Batı Akdeniz Bölgesi’ne yayılmıştır. Yabani olarak Güney  Fransa’da, Orta İtalya’da, Yugoslavya’da, İspanya’da ve Yunanistan’da yaygın  durumdadır. 


Kare kesitli ve  yeşil renkli gövdesi ikinci yılında odunsu yapıya kavuşur. Kü.ük, çok kokulu,  lavanta mavisi çiçekleri 5-15 cm uzunlukta başaklar üzerinde yaz mevsiminde açar.Drog olarak  kullanılan çiçekler, Temmuz ve Ağustos aylarında, henüz tomurcuk halinde iken  toplanmalıdır. Saplarıyla birlikte toplanan çiçekler, demet halinde bağlanıp,  gölge bir yere asılarak kurutulur. İyice kuruduktan sonra, çiçekler saptan  ufalanarak ayrılır.



Nelere faydası vardır?


- Uykusuzluğa iyi gelir
- Sinirleri yatıştırır
- Merkezi sinir sistemi ve üst solunum sinir sistemini olumlu etkiler
- İshale iyi gelir
- Mide ve bağırsak rahatsızlıklarında tedavi edici etkisi vardır
- Migren ve baş ağrılarında etkilidir
- İştah açar
- Sindirim sistemini uyarır ve yatıştırır
- Kan basıncı düşük olan kişilerin basıncını dengeler
- Siniri zayıf olan kişilerin sinirlerini yatıştırır


-Saç dökülmesine iyi gelir


-Karaciğeri destekler



Nasıl kullanılır?


Lavanta çayı:1-2 çay kaşığı çiçek, 1 bardak kaynar suda haşlanır ve 10 dakika demlenmesi  beklenir. Biraz balla tatlandırılabilir. Baş ağrısına iyi gelir, sinirleri  yatıştırır. 


Lavanta banyosu:  100 gram lavanta çiçeği 2-3 litre suya eklenir ve kaynatılır. Süzülerek banyo  suyuna eklenir. Çeyrek saat yapılan bu banyo oldukça rahatlatıcı ve gevşeticidir.


Lavanta keseleri:  Kurutulmuş lavanta çiçekleri kumaş bir kesenin içine konulup giysi dolabı ve  yastıkların altına konulabilir. Bu şekilde kokusu hem güzel bir hava verecek,  hem de rahatlatacaktır. 


Lavanta toniği:  Kaynatıp süzdükten sonra soğutacağınız lavanta toniği, hücrelerinizin hızlı değişimine yardımcı olacaktır. Ayrıca akne tedavisinde de etkilidir.


not:Tabiki kullanmadan önce doktorunuza danışınız...

Annenin yüreğinde büyümek...

 



 

Okulda birinci sınıf öğrencileri, bir aile resmi hakkında tartışıyorlardı. Resimdeki küçük erkek çocuğunun saç rengi ailenin diğer aile üyelerinin saç renklerinden farklıydı. Öğrencilerden biri o küçük erkek çocuğunun evlat edinilmiş olduğunu ileri sürdü ve bunun üzerine Jocelynn Jay adındaki bir kız öğrenci şunları söyledi: “Ben evlat edinme konusunda her şeyi bilirim, çünkü ben de evlatlığım.”

Bir başka çocuk, “Evlat edinilmek ne demektir ?” diye sordu.

Jocelynn söyle yanıtladı onu: “Annenin karnında değil, yüreğinde büyümen demektir.”

Bana Bir Adım Gelene, Ben Üç Adım Gidiyorum ...


İyi Niyetlerimde Kampanya Yaptım..


Bana Bir Adım Gelene, Ben Üç Adım Gidiyorum  :)))

Gökyüzünde dört nala... Günün fotosu... 27/09/2011

 

O yüzden zayıfsın işte...

 

Şu köşelerdeki boşluklara gelince, onlar karşılıksız sevmelerimden başka bir şey değil...

Bir zamanlar, genç bir adam küçük bir şehrin meydanında durmuş, yüksek sesle yüreğinin o civarın en güzel yüreği olduğunu ilan ediyordu. Etrafında toplanan insanlar, onun elinde tuttuğu yüreği görünce hayranlık sesleri çıkardılar. Gerçekten de kusursuz bir yürekti gencinki. Üzerinde en küçük bir çizik veya buruşukluk bile yoktu. Herkes aynı ağızdan onu doğruladı: Evet, kesinlikle gencin yüreğinden daha güzel bir yürek görmemişlerdi! Onlarında desteğini alan genç, daha yüksek sesle yüreğiyle övünmeye ve gururlanmaya başladı.
Derken, kalabalığın içinden yaşlıca bir adam sıyrıldı ve gence doğru yaklaşıp şöyle dedi: “Korkarım, senin yüreğin benimki kadar güzel değil, genç arkadaşım!”
İnsanlar ve genç adam yaşlı adamın elinde tuttuğu yüreğe baktılar. Güçlü atıyordu, ama üzeri yara bere ile doluydu, kimi kısımları kopmuş ve onların yerine konulanlar tam uymadığı için çıkıntılar oluşmuştu. Dahası, bir sürü köşesinde de boşluklar vardı. Belli ki, buralarda kopan parçaların yerine bir şey konulmamıştı.
... Bu kalbe bakan herkesin aklına aynı soru geliyordu: Bu adam nasıl olur da en güzel yüreğin kendisininki olduğunu söyleyebiliyordu?
Genç adam kalabalığın sözcülüğünü üstlenip yaşlı adamın yüreğine bakıp güldü:
“Şaka yapıyor olmalısın amca!” dedi. “Bir senin yüreğine bak, bir benimkine. Seninki, çiziklerle, yaralarla, gözyaşlarıyla dolu, benimki ise tertemiz ve bir çizik bile yok üzerinde.”
Evet!” dedi yaşlı adam. “Seninki güzel görünüyor, ama dünyaları versen yüreklerimizi değişmem.” Sonra da kendi yüreğini gence doğru uzatıp anlatmaya başladı:
“Şu yaralar, çizikler var ya, onların her biri sevgimi verdiğim bir insanı temsil ediyor. Her birine yüreğimin bir parçasını koparıp verdim. Onlar da kendi sevgilerini verdiler bana. Yüreklerinden koparıp verdikleri parçaları kendi yüreğimdeki boşluklara ekledim. Ama parçalar tam tamına uymadığı için bazı yerler gördüğün gibi çıkıntılı oldu. Böylesi daha iyi, çünkü bu çıkıntılar, parçaların birbirine tam uymayışı, bana paylaştığım sevgileri hatırlatıyor.”
“Şu köşelerdeki boşluklara gelince, onlar karşılıksız sevmelerimden başka bir şey değil. Ben sevgimi verdim, ama karşılığını alamadım. Kim bilir, günün birinde belki o köşeler de dolacak. Ama yine de, bana insanları karşılıksız sevmeyi hatırlattıkları için hoşuma gidiyorlar.”
“Şimdi söyle bakalım delikanlı, gerçek güzelliği anladın mı?”
Gözyaşları yanaklarından süzülen genç adam yaşlı adama doğru yürüdü. Elimdeki yüreğinden bir parça koparıp titreyen ellerle karşısındaki adama uzattı. Yaşlı adam bu sevgi ikramını kabul edip o parçayı yüreğine ekledi. Sonra yaralı bereli yüreğinden bir parça alıp genç adamın yüreğindeki boşluğa yerleştirdi. Parça oraya tam uymamıştı, girintiler çıkıntılar vardı.
Genç adam, yüreğine baktı, eskisi kadar mükemmel değildi belki, ama çok daha güzeldi. Çünkü, yaşlı adamla paylaştığı sevginin işareti duruyordu üzerinde.
İki insan sevgiyle kucaklaştılar, sonra kol kola kalabalığı yararak oradan uzaklaştılar...

Kaybetmekten mi korkuyorsun; kaybet... ama sonra yeniden kalk...

Kaybetmekten mi korkuyorsun; kaybet.
Düşmekten mi korkuyorsun; düş.
Yaralanmaktan mı korkuyorsun; yaralan.

Sonra iyileş.
Yeniden kalk.
Yeniden başla.
Yeniden sev.
Yeniden âşık ol.
Bir daha mı düştün?
Bir daha kalk.
Er ya da geç, beklediğin gelecek.
Er ya da geç aradığın seni bulacak
Ama sen bir kez yıldın mı, korktun mu, maskeni yüzüne geçirip kalkanlarını kuşandın mı, o zaman bitecek.
Beklediğin her ne ise asla gelmeyecek...

26 Eylül 2011

Koyun ciğeri nerede daha uzun süre dayanırsa Eskişehir oraya kurulacaktı...

[slideshow]

Koyun ciğeri nerede daha uzun süre dayanırsa Eskişehir oraya kurulacaktı...

Eskişehir’deki ikinci günümde sabah erkenden kalktım ve doğruca Bilim ve Sanat Parkı’na gittim... Burada trenle bütün parkı gezebiliyorsunuz. Yemyeşil kocaman bir alan, suni göl bile yapılmış. Üstünde su kayağı bile yapılabiliyormuş... Bir de meşhur gemisi var bu parkın... Korsan gemisi... İçeriye ziyaretçi alındığını duyunca çok sevindim ve hemen gemiyi gezmeye koştum... Verilen bilgiye göre Amerika böyle bir gemiyle keşfedilmiş.  Orasını bilmem ama gemide koşturmak çok keyifliydi...

Parktan çıkıp Haller Gençlik Merkezi’ne gittim... Burası kafelerin, restoranların olduğu şirin bir merkez. Şansıma “Parçalı Bohça” sergisi varmış. Hemen içeri girdim... Parça parça kumaştan yapılmış, yorganlar, yastık kılıfları, havlular, elbiseler sergilenmişti... Okuduğum bir kitap aklıma geldi... Kadın kendini şöyle tanımlıyordu... Ben parçalı bohça gibiyim içimde herşeyden biraz var ama hiçbir şeyde uzmanlaşamıyorum...Biraz şikayet eder gibiydi kendinden... Parçalı bohça olma fikrini sevdiğimi düşünüp merkezden çıkıyorum... Kapının önünde bembeyaz atlı arabalar var... İsteyen bunlara binip keyifli bir gezi yapabilir ama benim vaktim yok kiii  doğru Kent Park’a gidiyorum...

Kent Park şehrin su sporları merkezi gibi...  İki açık bir kapalı yüzme havuzu var. Ama beni esas şaşırtan yapay plajı... Bildiğimiz basbayağı plaj yapmışlar buraya... Şemsiyeler, şezlonglar yanyana dizilmiş... Üstelik suyu da klorlayıp yüzmeye uygun hale getirmişler... Hava biraz sıcak olsa plajda yürüyüp suya giricem... Plaj da ufak falan değil. Yaklaşık 400 metre uzunluğunda... Bildiğin plaj... Çok etkileniyorum... Ardından biraz daha ileride göletin kenarına yaptıkları restoranda oturup birşeyler atıştırıyorum... Hava rüzgarlı ama yine de dışarda suyun kenarında oturmaktan mutluluk duyuyorum...

Yolcu yolunda gerek diyerek kalkıp Odunpazarı’na geçiyorum... Odunpazarı Eskişehir’in ilk yerleşim yeriymiş. Rivayete göre buraya gelen halk şehri nereye kuracağına karar veremiyor... İki nokta var düşünülen biri Porsuk çayının kenarı , diğeri ise biraz daha tepede olan Odunpazarı bölgesi... Bunun üzerine iki tane koyun ciğerini alıp bu iki yere asıyorlar. Ciğerlerden hangisi daha çok dayanırsa oraya kenti kurmaya karar verecekler... Ve Odunpazarı’ndaki ciğer daha çok dayandığı için Odunpazarı’na yerleşiyorlar.

Odunpazar evleri çok güzel... Daracık sokakların kenarlarında iki katlı ahşap evleri görmek çok keyifli... Sokağa bakan tarafta evin giriş kapıları arka tarfta ise bahçeleri oluyormuş... Bir de evlerin pencere kenarları öyle güzel ki... Tahtadan çerçevelenmiş gibi... Evler ise rengarenk... Yeşili, turuncusu, sarısı beyazı dipdipe yaşayıp gidiyorlar...Bir
de ikinci tip evler var. Onlar bahçe içinde daha büyük... Üç kata kadar olabiliyormuş... Onlarda evin en değerli odası köşe odaymış... İki tip evi de çok beğeniyorum,
aralarında bir seçim yapamıyorum... Ama önemli olanın evin dış güzelliğinin değil de evin içindeki huzurun olduğunu kendime tekrarlıyorum...

Odunpazarı’nda şansıma “Pazar” kurulmuş... Pazar’da gezinmeyi çok sevdiğimden hemen pazara yöneliyorum... Buraların meşhur çöreği olan  haşhaşlı çörek alıyorum... Tadı
muazzam... Pazarda gezindikten sonra, bir de bu daracık yollarda kaybolmak istiyorum... Çıkmaz sokaklara girip çıkıyorum... Odunpazarı’nın model evlerini satan bir
dükkandan küçük bir ev alıyorum... Vakit hızlıca akıp geçiyor... Artık yavaş yavaş İstanbul’a dönmek için yola koyulmalıyım...

Buralara kadar gelip de Frig Vadisi’ni ve Yazılıkaya’yı göremediğime bin pişmanım... Ama kendimi avutuyorum: “Ne güzel Eskişehir’e bir kere daha gelmem için bahane çıktı” diye düşünüyorum... Bu bölgenin doğal termal kaynak suları çok meşhur olduğu için bir de hamama giderim diye kendime not düşüyorum...

Sağlıcakla,

Köpekçiğim beni tutuyor... Günün fotosu...26/09/2011

Ne istediğiniz ve ne istemediğiniz konusunda olabildiğince açık olmaya çalışın...

Günlük hayatın ayrılmaz parçası stresle baş etmenin etkin ve az bilinen bir yolu da "Hayır!" demesini öğrenmek...   - İşyerinizde çat kapı sizi ziyarete gelen arkadaşınıza çok yoğun olduğunuzu söyleyemiyor musunuz?   - Lokantada yağsız istediğiniz salatayı yağlı getirdiklerinde "neyse.." diyerek alıkoyuyor ve söylene söylene yiyor musunuz?   - Sizden istenenleri asla reddedemiyor musunuz?   - Bir grup konuşmasında insanlarla aynı fikirde olmadığınızı söyleyemiyor musunuz?   - Haksızlığa tahammül edemediğinizi düşündüğünüz için kuyrukta önünüze geçenlere avazınız çıktığı kadar bağırıyor musunuz?Kulübe hoş geldiniz, atılganlık (assertiveness) becerinizi geliştirmeniz gerekiyor! Davranış bilimi alanında yapılan araştırmalar gösteriyor ki, pasif (edilgen) ya da agresif (saldırgan) iletişim yollarını daha çok kullanan insanlar stresten ve zamanı iyi kullanamamaktan da muzdarip. Pasif iletişim tarzı baskın olan kişiler, hayır diyemeyen, genelde başkalarının fikirlerini paylaşan ve bunun sonucunda üzüntü ve yılgınlık yaşayan kişilerdir. Bunun tam tersi olan agresif davranış şekli baskın olanlar ise, başkalarının haklarını hiçe sayan, her koşul altında hakkını öfkeyle arayan kişilerdir. Psikolojik sağlık açısından baktığımızda her ikisi de aynı miktarda stres vericidir.

Atılganlık ise her ikisi de değildir. Atılgan davranışı basitçe, fikirlerimizi öfkelenmeden ifade etmek, istemediğimiz şeyler için hayır diyebilmek becerisi olarak tarif edebiliriz.
...
Atılgan insanlar yalnızca sözcükleriyle değil, beden dilleri ve ses tonlarıyla da karşı tarafa fikirlerini kararlı ancak kırıcı olmayan bir şekilde iletebilirler.

İşte daha atılgan olmak için birkaç ipucu:

Ne istediğiniz ve ne istemediğiniz konusunda olabildiğince açık olmaya çalışın: Yanlış: çok geç kalma! Yanlış: Hele bir geç kal da...! Doğru: ....saat 5'den önce evde olmanı isterim.

Vermek istediğiniz mesajı sahiplenin başka bir değişle "ben dili" kullanın: Yanlış: yanlış düşünüyorsun! Doğru: ben senin gibi düşünmüyorum. Yanlış: bak yine beni kızdırıyorsun. Doğru: eve bu saatte gelmene sinirleniyorum.

Değişmesini istediğiniz durum ya da davranışı söyleyin ve sizin nasıl olmasını tercih ettiğinizi ekleyin. Yanlış: Yine geç kaldın! Doğru: Toplantıya geç gelmene sinirleniyorum, bir dahaki sefere vaktinde gelmeni istiyorum.

Unutmayın, atılgan davranış dürüst bir tutumdur ve başkalarına saygı göstermeyi de içine alır. Alışkın olmadığınız için başta kullanmakta zorluk çekseniz bile, yalnız kaldığınızda deneyerek ve önce basit durumlarda kullanarak, yavaş yavaş öğrenebilirsiniz.


Ümit Pembecioğlu OKTAMIŞ Psikolog

´Ben aklıma geleni aklıma geldiği biçimde söylerim demeyeceksin...

Bir an için su olduğunu düşün. Su denli özel, su denli yararlı ve su denli çok, tükenmez... İnanıyorum ki gerçekten de öylesin. Ama ister çeşmelerden dökül, ister göklerden yağ, ister nehirler dolusu ak; dibi olmayan bir kovayı dolduramazsın... Unutma! Daha çok bağırdığında daha çok dinlenmezsin, gürültünün parçası olursun yalnızca!...

Ormandaki hiç bir hayvan, ırmağın gürültüler koparan yerinden su içmeye çalışmadı şimdiye kadar. Hepsi hep sabahın en sakin anını bekledi; suyun durgun yerlerini bulabilmek için. Gittiler ve sakin sakin gereksinimlerini giderdiler, onlar için en uygun olan kendi istedikleri zamanda! Sen hep bir su olduğunu düşün. Su gibi güzel, su gibi özel, su gibi yararlı, su gibi vazgeçilmez... Ve su gibi yaşam kaynağı olduğunu düşün. Ama su gibi yaşatıcı ol.

Su gibi yıkıcı, sürükleyici ve öldürücü değil! Tarlalarını basma insanların, yuvalarını yıkma; sana ´felaket´ denmesin. Vadiler ve ovalar varken önünde, yayılabileceğin küçük ırmaklara ayırabiliyorsan kendini ve bardaklara bölebiliyorsan, yaşam verirsin çevrene. Yoksa hep duyulmayan, dinlenmeyen, korkulan ve kaçılan olursun seller afetler gibi.

Tercih elindeydi hep ve hep elinde olacak...

Ya dilini tutmayı öğreneceksin, ya da hiç durmadan konuştuğun için, yalnızca bomboş ve anlamsız sesler çıkartan birisi olduğunu zannettireceksin çevrendeki insanlara! Düşüneceksin, kimin dinleyip dinlemediğini, kimin anlayıp anlamadığını. Düşüneceksin, anlatmak istediklerinin ne kadarını anlatabildiğini... Hatta anlayanların anladıklarının da, senin anlattıklarının ne kadarı olduğunu düşüneceksin...

Konuşmak için en uygun zamanı bekleyecek, en az ama en uygun sözcükleri seçmeye çalışacaksın... Yolcuların, önceden aldıkları biletleri ceplerinde olduğu halde, saatlerini kontrol ederek, zaman yaklaştığında, vapurun kalkacağı iskelede hazır olmaları gibi, sen de fikrini bildireceğin kişinin ´kıyıya yanaşmasını´ bekleyeceksin!.. ´Ben canım isteyince giderim iskeleye, vapur da o saniyede gelmek zorunda!..´ demeyeceksin.

´Ben aklıma geleni aklıma geldiği biçimde söylerim. Karşımdaki de değil duymak, değil dinlemek, anlattığımdan bile fazlasını anlamak zorunda!..´ demeyeceksin. Keşke öyle olsaydı. Keşke haklı olsaydın ama maalesef değil... Ağzını açıp ´Şelaleden dökülen suyu´ içmeye çalışan bir tavşan gördün mü hiç?... Ya da önüne çıkan ağaçları bile sürükleyen bir selden susuzluk gidermeye uğraşan bir ceylan gördün mü?... Kaplanlar bile içebilmek için suyun durulmasını bekler; beyni olan her canlı gibi! Hadi... Sen şimdi ´su olduğunu´ düşün ve kendini ´su gibi´ hisset... Su gibi özel, su gibi güzel, su gibi yararlı... Su gibi yaşam kaynağı ve su gibi bitmez tükenmez olduğunu anımsa... Ve yine su gibi ´bir küçük bardağın içine´ sığdır ki kendini, girebilmeyi öğren insanların damarlarına. Yaşam ver... Vazgeçilmez ol...

Murat Gökmen...

Telepatik hırlama...

 

Foto çekmeyi sevenlerin yeni çılgınlığı ''Instagram'' nedir???



Iphone için geliştirilen fotoğraf paylaşma uygulamasıdır ... Şu an için sadece iPhone uygulamasına sahip olan Instagram çok kısa bir sürede 7 milyon kişi tarafından kullanılır hale geldi. Peki bu uygulamayı bu kadar popüler yapan ya da diğerlerinden ayıran neydi? iPhone ile hızlı bir şekilde fotoğraf çekme, farklı efektler uygulama ve en önemlisi çok kolay bir şekilde sosyal ağlarda paylaşma imkanı sunan Instagram’ın bu kadar popüler olmasının nedeni de hiç şüphesiz sosyal ağlara olan bağımlılığımızdan kaynaklanıyor

http://instagr.am adresinden bedavaya programı indirebiliyorsunuz...

Bu arda www.blurb.com isimli sitenin integram resimlerinizi istediğiniz boyutlarda basıp, albüm haline getirip, evinize postalama hizmeti olduğunu öğrendim... Bir arkadaşım salon duvarını  bu küçük küçük çektiği fotoğraflardan oluşan bir tablo-albümle süslediğini görünce zihnim bir adım açıldı diyebilirm...

Teknoloji bizleri nereye götürür tahmin bile edemiyorum...

Sağlıcakla,

Guns N' Roses-Dont Cry...

http://youtu.be/zRIbf6JqkNc

Kediciğin üzerine oturmuş düşünüyor işte...

 



 

 

Sorunları halletmek için, bazen üzerine oturup... Düşünmek lazım...

Di mi ama:)))

Sen Seviliyorsun...

 

Sen Seviliyorsun...

25 Eylül 2011

Anlamadığımız, içini dolduramadığımız herşey bizim hapishanemizdir...

Eğer Budha'nın sözlerini okursak çok ilham alırız, Lao Tzu'nun sözleri de çok ilham vericidir. Ancak bu büyük insanların tamamı, "bir gerçeği" fark etmişlerdir. Bu gerçeğe ulaştıktan sonra bize, bu gerçeği bir takım kurallar ve anlayışlar çerçevesinde aktarmışlardır.

Fakat bizler bütün bu kuralların içsel anlamlarını bilmeden şekilde kaybolur gidersek o zaman şefkatli olmak bir hapishanedir, öfkelenmemek bir hapishanedir, tatlı sözlü olmak bir hapishanedir. Eğer yöntemini bilmiyorsan öfkelenmemek yalnızca bir laftır, şefkat yalnızca bir laftır. Sadece damarımıza basılıncaya kadar iyi olur, damarımıza basıldığı anda deliririz. Bana iyi davranıldığı sürece iyi davranmayı başarmak kolaydır.

Lafta iyi kalpli, eleştirmeyici, şefkatli, öfkesiz olmak kolaydır;  O yüzden aman dikkat ... Lafta ne olduğumuzun bir önemi yok... Önemli olan bu öğretilerin içine girebilmek ve uygulamaya , öğrenmeye çalışmaktır... Anlamadığımız, içini dolduramadığımız herşey bizim hapishanemizdir...

Cem Şen

Ağzını açıp ´Çağlayandan dökülen suyu´ içmeye çalışan bir tavşan gördün mü hiç?...

 

Çevrendeki olaylara ve akışa uyum göstermek zorundasın. Su içicem diye çağlayanlarda beklersen zarar görürsün...

Susadıysan sakin bir dere kenarına gidip suyunu içmelisin... Biraz yol yordam bilmelisin...

Unutma! Daha çok bağırdığında daha çok dinlenmezsin, gürültünün parçası olursun yalnızca!...

 

Unutma! Daha çok bağırdığında daha çok dinlenmezsin, gürültünün parçası olursun yalnızca!...

İkisi de bi boka yaramaz...

Hayat aldigimiz nefes sayisi ile degil, nefesimizi kesen anlarla ölçülür...

Bir yuzme havuzunun kenarinda otururken avuclarindan birisini biraz su ile doldurdu ve bana uzatip sunu soyledi: "Elimde tuttugum bu suyu goruyor musun? Bu "sevgi"yi sembolize ediyor.

Ben bunu soyle goruyorum: Elini ozenle acik tutar ve suyun(yani sevginin) orada kalmasina izin verirsen, her zaman orada kalacak. Ancak, parmaklarini kapamaya
kalkar ve sahip olmaya calisirsan buldugu ilk araliktan akacak.

Insanlarin sevgi ile karsilastiklarinda yaptiklari en buyuk hata bu. Buna sahip olmaya calisirlar, talep ederler, beklerler ve aynen elinizi kapadiginizda  elinizden dokulen su gibi sevgi, ask da sizden kacar. Cunku sevgi ozgur olmalidir, onun dogasini degistiremezsiniz. Eger sevdiginiz insanlar varsa, onlarin ozgur birer varlik olmalarina izin verin.

Verin ama beklentiye girmeyin.

Tavsiyede bulunun ama emretmeyin.

Verir misin deyin ama hic bir zaman talep etmeyin.

Kulaga kolay gelebilir ama bu, gercekten anlayabilmek icin bir omur isteyebilecek bir derstir. Bu, gercek sevginin sirridir. Gerceten ogrenmek icin sevdiklerinizden ictenlikle birsey beklememeli ama onlara kosulsuzca ozen gostermelisiniz."

Hayat aldigimiz nefes sayisi ile degil, nefesimizi kesen anlarla olculur.

Yasayin!

Hepimiz bir ağacın dalları değilmiyiz?



Hepimiz bir ağacın dalları değilmiyiz?
Hepimiz aynı yolun yolcuları değilmiyiz?
Ey insanoğlu ne diye kendi kusurlarını görmeyip de
Diğer insanların iyisine kötüsüne bakıp durursun?

Kediyle ev hali... Günün fotosu... 25/09/2011

Arkadaslar, kendi iç sesinizi duymaya ne dersiniz???

Telgraf uzun mesafe iletisiminde en hizli yol oldugu zamanlarda, genc bir adam Mors Alfabesi operatoru olmak icin is basvurusunda bulundu.

Gazetede cikan bir ilana yanit vermek amaciyla ilanda yer alan adrese gitti.Oraya  vardiginda buyuk, gurultulu, daginik ve islek bir binaya girdi. Arkada da telgrafin sesi vardi.
Resepsiyonistin masasindaki bir levha, is basvurusunda bulunanlarin bir form doldurmalarini ve icerideki ofise cagirilincaya kadar beklemelerini yaziyordu. Genc  adam formu doldurdu ve diger 7 basvuranin bekledigi bekleme salonunda bir koltuga oturdu. Bir kac dakika sonra genc adam kalkti, odanin diger tarafina gecti ve icerideki ofisin kapisini acip dogrudan iceriye girdi. Dogal olarak diger is basvurusu icin bekleyenler, ne oldugunu anlamadan baslarini kaldirdilar. Aralarinda henuz kimseyi cagirmadiklariyla ilgili fisildastilar. Iceriye giden genc adamin bir hata yaptigini ve isi alamayacagini varsaydilar.

Birkac dakika icinde isveren, ofise giren genc adama ofisten disariya cikarken eslik etti ve bekleme odasinda diger basvuru icin bulunanalara "Beyler, geldiginiz icin cok tesekkur ederiz ama bu is pozisyonu doldu" dedi. Diger basvuruda bulunanlar birbirlerine sikayetlenmeye basladilar ve birisi konustu:

"Bir dakika! Anlamiyorum. O son olarak geldi ve biz hic bir zaman gorusme sansini  bile yakalayamadik ama isi o aldi. Bu haksizlik!"

Isveren: "Ozur dilerim ama hepiniz burada otururken telgraf Mors alfabesinde su mesaji veriyordu: "Bu mesaji anliyorsaniz, o zaman iceriye gelin, is sizin!"

Ama hic biriniz duymadiniz veya anlamadiniz. Bu genc adam anladi. Is onundur."

Hepimiz cok fazla işlek, hareketli, gurultu ve patirtili bir dunyada yasiyoruz. Insanlarin dikkatleri daginik ve kendi iç seslerini duyamiyorlar. Ne istediklerini, ne hissettiklerini, ne düşündüklerini duyamıyorlar....

Arkadaslar, kendi iç sesinizi duymaya ne dersiniz???

Sağlıcakla,

Oldu mu?

Mozart. Requem

http://youtu.be/Zi8vJ_lMxQI

24 Eylül 2011

O anda bir ömrü zehirleyen tüm acılar, adeta, birden dağılmış, kaybolmuştu.Affetmezseniz sevemezsiniz !Sevmeden yaşanan bir hayatın ise anlamı yoktur...

Bir gün trenle seyahat eden birisi tesadüfen son derece huzursuz olan genç bir adamın yanına oturdu....

Bir süre sonra, genç adam, uzak bir hapishaneden henüz çıkmış bir mahkum olduğunu açıkladı. Mahkumiyeti ailesine o kadar utanç vermiş ki, ne ziyaretine gelmişler, ne de bir mektup yollamışlardı.

 Ama fakir oldukları için seyahat edemediklerini, cahil oldukları için mektup yazmadıklarını umuyor; her şeye rağmen kendisini affetmiş olmalarını hayal ediyordu.Ailesinin işini kolaylaştırmak için, kendilerine mektup yazıp tren kasabanın eteklerindeki çiftliklerinden geçerken bir işaret koymalarını söylemişti. Ailesi kendisini affetmişse, raylara yakın bir elma ağacına beyaz bir kurdale bağlayacaklardı. Eğer kendisinin geri dönmesini istemiyorlarsa, hiç bir şey yapmayacaklar, o da trende kalıp batıya gidecek, belki de bir serseri olacaktı.

Tren, kasabasına yaklaşırken heyecanı o kadar artmıştı ki, pencereden dışarı bakmaya cesaret edemiyordu. Kompartıman arkadaşı kendisiyle yer değiştirip onun yerine elma ağacına bakacağını söyledi. Bir dakika sonra elini genç mahkumun koluna koydu, "Şuraya bak!" dedi. Göz pınarlarında biriken yaşlarla gözleri parlıyordu: "Her şey yolunda, bütün ağaç bembeyaz kurdelelerle bezenmiş."

O anda bir ömrü zehirleyen tüm acılar, adeta, birden dağılmış, kaybolmuştu.

Affetmezseniz sevemezsiniz !

Sevmeden yaşanan bir hayatın ise anlamı yoktur

Menemen... Pazar sabahı klasiği... Malzemeyi şimdiden alın...

Malzemeler

30 gr (2 çorba kaşığı) yağ
3 sivribiber (Sap ve çekirdekleri temizledikten sonra, ince doğranmış)
300 gr (3 orta boy ) küp şeklinde doğranmış domates
1/2 çay kaşığı tuz
100 gr beyaz peynir (tercihen sert ve tam yağlı, rendelenmiş)
1/2 demet maydanoz (ince kıyılmış)
5 yumurta

Hazırlanışı

Yağı bir sahanda eritin. Yağ kızınca biberleri ilave edip, sık sık karıştırarak, 2 dakika sote edin. Domatesi ve tuzu koyup, pişirin. Domates suyunu bırakıp tekrar çekince peyniri ve maydanozu ilave edip, karıştırın.
Yumurtaları ayrı bir kasede çırptıktan sonra sahana katın. Hemen karıştırın. Yumurtalar sertleşmeye başlayınca sahanı ateşten alın. Menemeni sıcak olarak servis yapın.

Beatles - Let It Be

http://youtu.be/kEogJacjLTE

Bitmiş olan bir şey bitmiştir. Bu kadar basittir...

 

Birinci  köşe:
-İçinde başlangıç yapılan her an, doğru andır. Her şey doğru anda başlar, ne erken ne geç. Hayatımızda yeni bir şeyler olmasına hazırsak, o da başlamaya hazırdır.

... İkinci köşe:
-Karşına çıkan kişiler her kimse, doğru kişilerdir. Bunun anlamı şudur, hayatımızda kimse tesadüfen karşımıza çıkmaz. Karşımıza çıkan, etrafımızda olan herkesin bir nedeni vardır, ya bizi bir yere götürür ya da bize bir şey öğretirler.

Üçüncü köşe:
-Yaşanmış olan her ne ise, sadece yaşanabilecek olandır. "Şöyle yapsaydım, böyle olacaktı" gibi bir cümlenin yani "keşke" lerin manası yoktur. Ne yaşandıysa, yaşanması gereken, yaşanabilecek olandır. Her ne kadar zihnimiz ve egomuz bunu kabul etmek istemese de, hayatımızda karşılaştığımız her olay, mükemmeldir.

Dörtüncü köşe:
-Bitmiş olan bir şey bitmiştir. Bu kadar basittir. Hayatımızda bir şey sona ererse bu gerekiliğindendir. Bu bizim gelişimimize hizmet eder. Bu yüzden serbest bırakmak, gitmesine izin vermek ve elde etmiş olduğun bu tecrübeyle ileriye, yeni bir başlangıç yapma anına doğru bakmak daha iyidir.

Bugün sadece kendin için bir şey yap; Çıkarsızca sev bu dünyayı ;'sev sevebildiğin kadar'

 
Uzun uzun gözlerinin içine bak insanların, hiç kimsenin tanıdıklarına bile selam vermediği kalabalık caddelerde yürürken. Gözlerin utandırsın bakışlarını senden kaçıranları.

Merhaba de insanlara, yanıt vermeseler de sana. İster pejmürde kılıklı bir evsiz olsun, ister kendini yeryüzünün sahibi zanneden kalın enseli bir züppe. Hatırlat onlara sıcak bir merhabanın ırk ve sınıf tanımayacağını.

Sadece aynı havayı soludukları ve aynı güneşte ısındıkları için günaydın de insanlara. Anlat onlara sebepsiz yere sevebilmenin ne demek olduğunu. Gökyüzünü maviye ve ağacı yeşile boyadığı için değil sadece insan olduğu için bu sevgiye hakkı olduğunu nefes alan her canlının...
...
Bugün sadece kendin için bir şey yap;
Çıkarsızca sev bu dünyayı
'sev sevebildiğin kadar'

M. Coşku