31 Ekim 2011

YAŞAMDAKİ HERKES VE HERŞEY ONURLANDIRILMAYI HAKEDİYOR...

Bir Alman zoologu, nelerden oluştuğunu anlamak için bir serçe yuvasını dağıtmıştı.
Yapı malzemelerini sayınca şu sonuca ulaştı;

Yuvanın yapısında 630 uzun at kılı,
1715 daha kısa kıl,
195 kök parçacığı,
bir tül parçası,
3 yonca yaprağı,
çeşitli büyüklüklerde 20 başka yaprak,
45 iplik
ve 35 gr koyun yünü vardı.
Bütün bu malzemeler, hem sağlam, hem de yumuşak olan küçücük bir kuş yuvasında
bir araya gelmişti.

Bir kilo bal; 30 bin arı, 6 milyon çiçek, 20 bin km uçuş demektir.

GÖRDÜĞÜMÜZ, GÖREMEDİĞİMİZ HERŞEY, BÜYÜK ZENGİNLİKLERE SAHİP..
VE ONURLANDIRILMAYI HAKEDİYOR
YAŞAMDAKİ HERKES VE HERŞEY..."

David Dogan Beyo

Sıla-Kafa nereye biz oraya

http://youtu.be/wmnwxnu1Tl4

Aşkıydı işiydi ihtirası düşüydü
Yere batsın faturası malı mülkü
Bağlasalar durmam
Kaşıydı gözüydü intikamın gücüydü
Ayıp denen bi şey var ya hasbinallah
Ağlasalar durmam insanım insan
Hadi kalk gidelim hemen şu anda

Kapat telefonunu bulamasın arayan da
Açarız radyoyu yol nereye biz oraya
İyi gelmez mi hiç deniz havası
Bi göz oda bulur sokarız başımızı
Bide koyarız iki kadeh
Kafa nereye biz oraya
Kafa nereye biz oraya
Aşkına da işine de
Viran olmuş düşüne de
Yerli yersiz sözüme de
Dövmediğim dizime de
Pişmanım pişman
Pişmanım pişman
Hadi kalk gidelim hemen şu anda
Kapa telefonunu bulamasın arayan da
Açarız radyoyu yol nereye biz oraya
İyi gelmez mi hiç deniz havası
Bi göz oda bulur sokarız başımızı
Bide koyarız iki kadeh
Kafa nereye biz oraya
Kafa nereye biz oraya

Saç kavurma...

Malzemeler1 kg kuzu eti (kuşbaşı doğranmış)
1 çay bardağı sıvıyağ+1 çorba kaşığı sıvıyağ
3 adet domates
250 gram sivri biber
Tuz, karabiberYapılışı
Öncelikle eti 1 su bardağı su ile haşlayın. Suyunu iyice çekince, 1 çay bardağı sıvıyağ ile tencereye alıp kavurun. Kabukları soyulup rendelenmiş domatesi ekleyin. Ayrı bir kapta, çekirdekleri alınıp irice doğranmış biberleri 1 çorba kaşığı sıvıyağda soteleyin. Etin pişmesine yakın, biberleri ekleyin. 5 dakika sonra tuz ve karabiber ilave edip, servis yapın.

Dünya vatandaşlık numaranız: 7 milyar kişi içinde kaçıncısınız?

 

BBC-TURKİYE



Dünya vatandaşlık numaranız: 7 milyar kişi içinde kaçıncısınız?









Dünya nüfusunun bugün 7 milyara ulaşması bekleniyor. Tarihin büyük bir bölümünde çok yavaş artan nüfus, son 50 yılda iki kattan daha fazla arttı... İnsanın hikayesinde siz nerede yer alıyorsunuz? 7 milyar kişi arasında hangi  sıradasınız? Bu soruların yanıtları için aşağıdaki kutulara doğum tarihinizi girmeniz yeterli.

 

http://www.bbc.co.uk/turkce/ozeldosyalar/2011/10/111028_world_population.shtml


Başkalarına yönelttiğimiz eleştirleri ve önerilerimizi genellikle kendimiz duymak ve ikna olmak için söyleriz


Kendisi ile sorunu olan insan aynı ya da benzer sorunu karşısındaki insanda görm...e eğilimindedir. Hayatta herkesin karşısına eş olarak kendisi çıkar. İnsanlar kendi problemleri ile yüzleşmekten korktuklarında bu sorunu ilişkide oldukları insanlarda görerek kendilerini rahatlatırlar. Böylece karşısındaki insana yansıttığı problemi ile bağını koparacak ve kendini haklı görecektir. Örneğin insanlara güvenmek ile ilgili sıkıntı yaşayan biri, insanları güvenilmez bularak bu korkusunun yersiz olmadığını ispat eder.
Oysa ki bizde olmayan hiçbir özelliği başkasında göremeyiz, bu evrensel ayna fenomenidir. Bir kişinin partnerinde olmasını istediği özellikler aslında kendi gelişim planı olmalıdır. Hayat bize zaman zaman gelişmemiz gereken konularda sıkıntılar yaşatır, bunları bir ipucu olarak görüp bu konularda kendimizi geliştirdiğimizde ise sonsuz potansiyeli ile ödüllendirir.
Kendi gelişimini tamamlamaya çalışan ve eksikleri ile ilgili farkındalık sağlamış insanlar, ilişkilerinde daha başarılı ve mutlu olanlardır. İlişkilerin daha olumlu olması için harcanması gereken enerjiyi, diğerini suçlamak için harcayan birey sonuçta yalnız kalacaktır. Kendi içindeki kızgınlığı, saldırganlığı, kabalığı değiştirmeyenler nereye giderlerse gitsinler, dünyanın saldırgan ve kaba insanlarla dolu olduğunu söyleyeceklerdir.
Aslında bütün dünya kendi zihnimizden başka bir şey değildir. Başkalarına yönelttiğimiz eleştirleri ve önerilerimizi genellikle kendimiz duymak ve ikna olmak için söyleriz. Kendi söylediklerimizi duyup; hayatımızı değiştirebiliriz, hemen bugün!

Zerdeçal... En güçlü antioksidan...

zerdecal4Zerdeçal en etkin ve yaygın kullanılan antioksidanlardan biridir

Zerdeçal solunum yollarına iyi gelir : antienflamatuar ve antioksidan etkileri ile üst solunum yolları,astım ,bronşit ve sinüzite çok iyi gelir

Zerdeçal kansere iyi gelir : zerdeçalın aktif maddesi curcumin hem kanserin korunmasını sağlar hem de bazı kanserlerde tedavi edici olarak kullanılır.tümör hücrelerinin üremesini engeller ve toksik yan ürünlerini azaltır.

Zerdeçal Alzheimer hastalığına iyi gelir : antioksidan ve antienflamatuar etkisi ile Alzheimer hastalığına gidişi engeller. Ayrıca beta amiloit plakalarının gelişimini yavaşlattığını göstermiştir

 Zerdeçalın iyi geldiği diğer hastalıklar : Katarak oluşumu,karaciğer hastalıkları, felç gibi hastalıkların tedavisinde olumlu etkisi vardır

Güvenilir aktardan alınacak toz zerdeçal şu şekildedir:

Zerdeçal Nasıl Kullanılır? Zerdeçal Kullanımı

Zerdeçal eskiden beri bilinen bir baharat türüdür. Kurutulmuş zerdeçal, toz haline getirilir. Balık çorbası, pilav, kuzu, dana, söğüş ve çeşitli sebzelerde baharat olarak kullanılabilir. Yemeklerinize de katabilirsiniz. Bal ile karıştırıp cam bir kavanozda muhafaza edebilir, sabahları bir çay kaşığı yiyebilirsiniz.

İsterseniz çayını da yapabilirsiniz.

Zerdeçal Çayı Nasıl Yapılır?

İnce kıyılmış zerdeçal kökü veya tozundan yarım kahve kaşığı(1,5-3g) demliğe konur ve üzerine 300-500ml kaynar su ilave edilerek 8-10 dakika demlemeye bırakıldıktan sonra süzülerek içilir. ( Hazır satılan zerdeçal çayı da varmış, haberiniz olsun)

Kapsül halinde ise günde 1-3 adet alınabilinir.

Not: Kullanmadan önce doktorunuza danışınız...

//

 
// 


// 


Çözümleri dışarıda değil sadece ve sadece kendi içimizde bulabiliriz...



 

 

Bir dilenci otuz yıldır bir yol kenarında oturmaktadır. Bir gün onun  önünden bir yabancı geçer. Dilenci eski şapkasını mekanik bir  biçimde ona uzatarak,

-Allah rızası için bir sadaka, der.

-Benim sana verecek hiçbir şeyim yok, der yabancı.

Sonra, "Sen neyin üzerinde oturuyorsun?" diye sorar.

-Hiçbir şey, diye yanıtlar dilenci. "Sadece eski bir sandık. Kendimi bildim bileli onun  üzerinde oturuyorum."

-Onun içine hiç bakmadın mı? diye sorar yabancı.

-Hayır, der dilenci. "Niye bakayım ki, onun içinde hiçbir şey yok."

-Sen yine de bir bak, diye ısrar eder yabancı.

Dilenci yerinden kalkar ve biraz uğraştıktan sonra sandığın kapağını açmayı başarır.  Ve o, şaşkınlık ve sevinç içinde sandığın altınla dolu olduğunu görür.

***

Hazine her zaman  kendi içimizdedir... Çözümleri dışarıda değil sadece ve sadece kendi içimizde bulabiliriz...

Ekmeğın yapım aşamaları... Müzik ve kum üstüne çizilen resimler eşliğinde...

http://youtu.be/w-APVQ0aCgc

Yanından geçtiğin her şeye sanki ilk defa bakar gibi bak...

 


Yanından geçtiğin her şeye sanki ilk defa bakar gibi bak.Bunu sürekli bir davranış haline getir.Her şeye sanki ilk defaymış gibi dokun.Ne olacak?Bunu yapabildiğinde geçmişinden kurtulacaksın.Yük,fazlalık,kir,birikmiş tecrübeler...Hepsinden kurtulmuş olacaksın.


Kendini her an geçmişten sıyır.Seninle birlikte olmasına izin verme.Onun seninle birlikte taşınmasına izin verme.Onu geride bırak.


Her şeye sanki ilk defaymış gibi bak.Bu gemişi silip atmana yardımcı olabilecek mükemmel bir tekniktir.O zaman sürekli şimdiki zamanda olacaksın.Ve zamanla şimdiki zaman için büyük bir güven geliştireceksin.O zaman her şey yeni olacak.


OSHO

Bangkok'taki Dhammakaya Tapınağından...

 

Bangkok'taki Dhammakaya Tapınağında daha iyi bir dünya için ♥ dua eden 100.000 rahibin fotoğrafı♥ (Fotografçı Lude Duggleby)

 

100,000 Monks in prayer for a better world

The Dhammakaya Temple - Bangkok.

Yaşamı boyunca her güldüğü an,o ipe bir düğüm atarım...


BİR UZAKDOĞU İNANIŞI
Öykü,yüzyıllar önce gözlemlenen bir olayı nakletmektedir....Bir keşiş araştırma yapmak için bir köye gitmişti.Önce o köyün mezarlığına girdi.Çünkü kültürlerin,yaşam felsefesinin böyle yerlerde gizli olduğuna inanıyordu.Gözleri birden mezar taşlarının üzerindeki rakamlara takıldı.Mezar taşlarında 5, 867, 900, 20003, 4979, 7, 421 örneği,birbiriyle hiç de bağlantısı olmayan rakamlar vardı.Uzun uzun düşündü,fakat bu rakamların anlamını çözemedi.Köyün en bilge kişisine gitti,ona sordu.

“Nedir bu rakamlar Tanrı aşkına?”dedi.”Bu rakamların gösterdikleri ay mıdır?yıl mıdır?saat mıdır?”

Bilge kişi gülümseyerek yanıtladı:

“Bizler bebeklerimiz doğduğu zaman,bellerine bir ip bağlarız ”dedi.”Yaşamı boyunca her güldüğü an,o ipe bir düğüm atarız.Öldükten sonra ise,bellerindeki düğümleri sayar,düğümün sayısını mezar taşına yazarız.”

Bilge kişi,karşısındaki keşişin bir şey anlamadığını görünce açıklamasını sürdürdü:

“Böylece onun,ne kadar “yaşamış ”olduğunu anlarız

Gagaya bir öpücük... Günün fotosu... 31/10/2011

Her şey birbirine bağlıdır...


Her yıl yapılan 'en iyi buğday' yarışmasını yine aynı çiftçi kazanmıştı. Çiftçiy...e bu işin sırrı soruldu. Çiftçi:
-Benim sırrımın cevabı, kendi buğday tohumlarımı komşularımla paylaşmakta yatıyor, dedi.
-Elinizdeki kaliteli tohumları rakiplerinizle mi paylaşıyorsunuz? Ama neden böyle bir şeye ihtiyaç duyuyorsunuz? diye sorulduğunda,
-Neden olmasın, dedi çiftçi.
-Bilmediğiniz bir şey var; rüzgâr olgunlaşmakta olan buğdaydan poleni alır ve tarladan tarlaya taşır. Bu nedenle, komşularımın kötü buğday yetiştirmesi demek, benim ürünümün kalitesinin de düşük olması demektir. Eğer en iyi buğdayı yetiştirmek istiyorsam, komşularımın da iyi buğdaylar yetiştirmesine yardımcı olmam gerekiyor

Don Juan'ın gecesi... Kadınların ilişkilerden beklentileri üzerine hoş bir oyun...

 

Çapkınlığıyla efsane olmuş Don Juan'ın etrafında örülen bir hikaye üzerinden kadın-erkek ilişkilerini ve kadının ilişkilerden beklentileri irdeleyen hoş bir oyun...

Bilet fiyatları 40 tl...

 

Kıllı tekem...

 

Safiye Ayla-Uskudara gideriken aldida bir yagmur

http://youtu.be/SFwCw1mZd1g

30 Ekim 2011

Çocukluk anıları...

Fırında palamut...

 1 kg temizlenmiş ve dilim dilim kesilmiş palamut
* 2 soğa...n
* 9 çorba kaşığı zeytinyağı
* 500 gr kabukları soyulmuş ve doğranmış domates
* 1.5 bardak su
* 2 diş doğranmış sarımsak
* Yarım çay kaşığı kırmızı biber
* 1 defne yaprağı
* 2 çay kaşığı tuz
* Yarım limonun suyu
* Maydanoz
* Yarım halka halka kesilmiş limon

hazırlanışı

* Temizletip dilim dilim kestirdiğiniz balığı yıkayıp, kurulayın ve yağlanmış fırın kabına yerleştirin.
* İncecik doğranmış iki soğanı, 3 çorba kaşığı zeytinyağında kavurun.
* 500 gr soyulup doğranmış domatesi ekleyip 5 dakika kadar pişirin.
* 1.5 bardak su, 6 çorba kaşığı zeytinyağı ve 2 diş sarımsak, yarım çay kaşığı kırmızı biber, bir defne yaprağı, 2 çay kaşığı tuz ve yarım limonun suyunu ekleyip 20 dakika pişirin ve balıkların üzerine dökün.
* Üzerine maydanoz serpiştirip limon dilimleri koyun ve 200 derece fırında 25-30 dakika pişirin.
* Soğuk olarak servis yapılabilir.

Aynayı değil kendimizi değiştirmeliyiz...



Çoğumuz, hayatımıza bakıp hayatı değiştirmek için uğraşıp duruyor.

Bu kendimizi değil aynayı değiştirmeye çalışmak gibi bir şey.

Aynayı ne kadar değiştirmeye çalışırsak çalışalım, eğer asıl değiştirmemiz gereken şeyi kendi düşünce, duygu ve inançlarımızı değiştirmezsek, hayat aynası bize gerçeği tekrar tekrar, tekrar tekrar gösterecektir.

Düşünce, duygu ve inançlarımız, gerek insan ilişkilerimizde, gerek para durumumuzla, gerekse sağlık durumları ile hayatımıza aynen yansıyor

Kavgayı kim kazanır...



Tecrübe edindikçe kavgayı kimsenin kazanmadığını anlarız...

Her iki taraf ta kaybetmiştir...

Uzlaşmayı bilememişizdir...

Otobüste seçtiğimiz yerler kişiliğimizi ele veriyormuş...

İngiltere’de yapılan bir araştırma, otobüste oturulan yerin, kişilikle ilgili ipuçları verdiğini ortaya çıkardı
Salford Üniversitesi bilim adamlarından Dr. Tom Fawcett’in yaptığı araştırmaya göre, “ileri görüşlü ve açık fikirli” kişiler, iki katlı otobüslerin üst katının ön sıralarına oturmayı tercih ediyor.

... Üst katın ortalarına oturan yolcular, genelde genç ve orta yaşlılardan oluşuyor ve çevreyle fazla ilgilenmeden ya gazete okuyor ya da kulaklıkla müzik dinliyor. Üst katın arka koltuklarına oturanlar ise Dr. Fawcett’e göre “asi ruhlu”. Bu kişilerin genellikle kendi yaşam alanlarına girilmesinden hoşlanmadığı için arkalara oturmayı tercih ettiği belirtiliyor.

“Girişkenler” ise otobüsün alt katının ön koltuklarına oturuyor. Bu kişiler, herkesle selamlaşıp, konuşmayı seviyor ve otobüse binenleri görmek için ön kapıya yakın oturuyor.
Dr. Tom Fawcett’e göre alt katın orta bölümünde oturanlar bulundukları ortamda genel hakimiyet kurmaktan hoşlanıyor. Otobüse biner binmez en arkaya ilerleyen yolcular ise, arka tarafta otobüsün yüksek koltuklarında oturmayı ve kendilerini “önemli hissetmeyi seven” kişiler olarak görülüyor.

Dr. Fawcett, nerede oturduğuna aldırmayan yolcu tipinin de olduğunu belirterek, “Bu tipler, bulundukları kaba göre şekil alabileceklerine inandıkları için otobüste kişiliklerine uygun yer kapmak gibi bir kaygıları yok. Biniyorlar, neresi müsaitse yolculukları boyunca orada duruyor ya da oturuyorlar” dedi.

Milliyet

Resmen havladım kızın yüzüne...

Penguenler etrafta... Günün fotosu... 30/10/2011

Anlayamazsınız hedefinize ne kadar yakın olduğunuzu,Çok uzak gibi görünürken, hemen yanı başınızda olabilir...

İşler kötü gittiğinde… ki bazen gidecektir,
Tırmandığınız yol size çok dik geldiğinde,
Elinizdeki para az, borçlarınız çok olduğunda,
Gülümsemek isteyip, iç çektiğinizde,
Biraz daha endişe, sizi daha da kötü yaptığında,
...  Gerekirse dinlenin, ama vazgeçmeyin.Hayatın dönemeçleri olduğunu
Öğreniriz hepimizin zamanla,
Ve birçok başarısızlık tersine döner,
Sonuna kadar dayanıp, kazandığınızda;
Vazgeçmeyin adımlarınız ne kadar ağırlaşsa da,
Esecek bir rüzgârla başarıya ulaşabilirsiniz.

Tersine döndürülmüş başarısızlıktır, başarı,
Gümüşe çalan şüphe bulutlarının altında,
Anlayamazsınız hedefinize ne kadar yakın olduğunuzu,
Çok uzak gibi görünürken, hemen yanı başınızda olabilir;
Öyleyse, devam edin mücadeleye, en kötü anınızda,
İşler kötü gidiyor gibi göründüğünde,
Vazgeçmemelisiniz...

(C. W. Longenecker)
***

İyi insan olmaya çalışırken hasta olmayın...

İyi insan olmaya çalışırken hasta olmayın...


 Yaptığı  fedakârlıklarla konuşulan, hayatını başkaları için yaşayan, isteklerini geri  planda tutan ve “Hayır” diyemeyen biriyseniz bilin ki kendinizi  değiştirmelisiniz



İyi insan olmaya çalışırken kansere davetiye çıkarmayın!

kİŞİLİK YAPISI HASTALIKLARDA ETKİLİ



Psikolojik faktörlerin hastalıkları hızlandırdığı çıkarımın doğru olduğuna inandığını söyleyen ve tartışmalı boyutu olmakla birlikte bilimsel gözlem ve araştırmaların, C tipi kişilik yapısına sahip olanlarda bu hastalığın gelişme  riskinin arttığını gösterdiğine dikkat çeken Özkan, “Bu kişiler aşırı duygusal  olup duygu ve öfkelerini çoğunlukla içe attıkları için yaşamlarını kendi istek,  arzu ve dürtü leriyle yaşamıyorlar” diyor.

İYİ İNSAN
YOKTUR SAĞLIKLI İNSAN VARDIR


Prof. Dr. Sedat  Özkan, “İyi insan  olarak tanımlanan kişi her zaman ruhen sağlıklı insan anlamına gelmez” diyor.
Sağlıklı insanın; kişiliği olan, kendi benlik algısı bulunan, gerektiğinde hayır  demeyi bilen kişi olduğuna dikkat çeken Özkan, başkalarının belirlediği  kalıplara göre yaşamanın kişide kimlik karmaşası ve çatışmaya, bu durumun da  yoğun öfke birikimine yol açtığını söylüyor.

DUYGUSAL ÇATIŞMALAR SÜRECİ HIZLANDIRIYOR

Uzun süre devam eden duygusal çatışmalar, yakın zamanda yaşanan kayıp ve  travmalar organizmadaki hastalık sürecini tetikleyip hızlandırıyor. Prof. Dr.  Özkan, bunun toplumda “antikanser zihin” kavramı oluşturduğunu ve bir travmanın  zihinde yaşattığı çatışmanın beynin işlevlerini bozduğunu düşündüğünü söylüyor.  Bu durumda bağışıklık sistemi zafiyete uğruyor ve kanser süreci hızlanıyor.  Negatif deneyimler negatif öğrenmelere yol açtığı için sürekli travmaya maruz  kalan insan, hayatı içinde yaşadığı şekilde yorumluyor. Yapılması gerekenin  hastanın duygularını ortaya koyması ve negatif öğrenmeleri pozitife çevirerek  sorunları aşması olduğu belirtiliyor.

Uzun süreli kızgınlık bağışıklığa düşman

Araştırmalar ve klinik gözlemler uzun süreli kızgınlık ve umutsuzluk algısının, bağışıklık sistemini olumsuz etkilediğini gösteriyor. Prof. Dr. Sedat  Özkan, “Kişinin kendini algılaması pozitifse bu bağışıklık sistemini olumlu  etkiler” diyor. Kendini sürekli kritize etme halinin kişi üzerinde negatif  etkisi bulunuyor. İyilik hissiyle yaşayan, kendisiyle barışık, huzurlu  insanların bağışıklık sistemi daha güçlüyken, ruhu çöken insanın bağışıklık  sistemi bundan olumsuz etkileniyor ve zedeleniyor

Kimmiş Hurşit...

29 Ekim 2011

size iyi davranan insanları sevin, iyi davranmayanlar için dua edin...

Bir gün bir taksiyle havaalanından hareket ettik. Sağ şeritte yol alırken siyah bir araba park ettiği yerden aniden yola, önümüze çıktı.

Taksi şoförü sert bir şekilde frene bastı, kaydı ve diğer arabaya çarpmaktan milim farkıyla kurtuldu.
...
Diğer arabanın sürücüsü camdan başını çıkartıp bağırmaya ve küfretmeye başladı.

Taksi şoförü ona gülümsedi ve içten bir şekilde el salladı. Ve gerçekten çok arkadaşçaydı.

Sordum: 'Neden bunu yaptığınız? Adam neredeyse arabanızı mahvedip ikimizi de hastaneye gönderecekti.
' Taksi şoförü bana, şimdilerde adına 'Çöp Kamyonu Kanunu' dediğim şeyi öğretti.

Şoför pek çok insanin çöp kamyonu gibi olduğunu açıkladı. Her tarafta gırtlaklarına kadar çöp dolu olarak dolanıyorlar; kızgınlık, öfke ve hayal kırıklığı dolular. Çöpleri biriktikçe onu bırakacak bir yere ihtiyaç duyuyorlar ve bazen sizin üzerinize bırakabilirler.

Kişisel almayın. Sadece gülümseyin, onlar için iyi şeyler temenni edin ve yolunuza devam edin. Onların çöpünü alıp işyerinize, evinize veya sokaktaki diğer insanlara dağıtmayın.

Başarılı insanlar çöp kamyonlarının günlerini mahvetmesine ve ellerine geçirmesine izin vermezler.

Hayat sabahları pişmanlıklarla uyanmak için çok kısa, dolayısıyla 'size iyi davranan insanları sevin, iyi davranmayanlar için dua edin.'

Yüzünü güneşe dönen insan gölge görmez..

Guns N' Roses - Welcome To The Jungle

http://youtu.be/o1tj2zJ2Wvg

Hayat böyledir işte... Önceden hazırlanmış hiçbir cevabın işe yaramayacağını görürsün...

 



 

Hayat böyledir işte. Ona hazırlanamazsın, onun için hazır olamazsın. Güzelliği, mucizesi de budur, seni hep hazırlıksız yakalar, hep sürpriz yapar. Gözlerin varsa her anın bir sürpriz olduğunu ve önceden hazırlanmış hiçbir cevabın işe yaramayacağını görürsün.
OSHO

Birbirini incitmeyecek kadar uzak,hayatın soğuk zamanlarında üşümeyecek kadar da yakın olmayı öğrenmeliyiz...


Eski zamanların dondurucu bir kışından bütün hayvanlar çok etkilenmiş,büyük
kayıplar vermişler.Ama en çok kayıp veren kirpilermiş.

...Çünkü onların pek çok hayvan gibi kalın kürkleri yok, kendilerini sıcak
tutması zor olan dikenleri var.

Bu durumdan en az zararla kurtulmak için kirpiler meclisi toplanmış,çözüm
aramaya başlamış.

Tartışa tartışa,nihayet gece olunca tüm kirpilerin bir araya
toplanmasına,birbirlerine yakın durarak geceyi geçirmelerine karar verilmiş.

Böylece kirpiler birbirlerinin vücut sıcaklığından yararlanacak,aralarındaki
hava tedavülünü önleyerek donmaktan kurtulacaklarmış.

İlk geceki deneyimlerinde bunun işe yaradığını görmüşler.

Ama başka bir problem çıkmış ortaya.

Üşüyen kirpiler birbirlerine fazla yaklaştıklarından yaralanmalar    gerçekleşmiş.

Daha sonraki gece yaralanma korkusundan birbirlerinden uzak durmuşlar ama bu   seferde donmalar meydana gelmiş.

Ne var ki, her gece kah uzaklaşa kah yakınlaşa, deneye yanıla birbirlerinin    vücut sıcaklığından yararlanacak kadar yakın,ancak birbirlerini incitmeyecek    kadar uzak durmayı öğrenmişler.

KISACA ;

Bizim de uzun dikenlerimiz var.   Bunlar hayata karşı filtrelerimiz.  Bazen faydalı,bazen de zararlı. Çoğu zaman,kimseleri yaklaştırmıyoruz yanımıza.
Filtrelerimizden elemeden kimseleri sokmuyoruz özel dünyamıza.

Ne var ki, sıcaklık ancak yakınlaşmakla mümkün.

Birbirini incitmeyecek kadar uzak,hayatın soğuk zamanlarında üşümeyecek   kadar da yakın olmayı öğrenmeliyiz

DOSTLUK VE NAZİKLİK HER ZAMAN HAŞİNLİK VE ZORBALIKTAN DAHA GÜÇLÜDÜR...

 
Güneş ile Rüzgar, hangisinin daha güçlü olduğu konusunda tartışırlar. Ve rüzgar "Sana benim daha güçlü olduğumu kanıtlayacağım "der.

"Şuradaki yaşlı adamı görüyor musun hani su üstünde palto olan. Bahse girerim o paltoyu üstünden senden çok daha çabuk sokup alabilirim."

Bu denemeye razı olan güneş bir bulutun arkasına gizlenir ve rüzgar bir fırtına gücüyle esmeye başlar. Ancak rüzgar şiddetini... ne kadar artırırsa yaşlı adam da paltosuna o kadar sarınır.

Sonunda rüzgar pes edip durulur ve güneş bulutun arkasından çıkarak yaşlı adama sıcacık gülümser. Bunu gören yaşlı adamın yüzünde bir hoşnutluk ifadesi belirir. Ve paltosunu çıkarır. İddiayı kazanan güneş rüzgara "DOSTLUK VE NAZİKLİK HER ZAMAN HAŞİNLİK VE ZORBALIKTAN DAHA GÜÇLÜDÜR..." der.
***

Hemen bakma...

Azim, strateji ve çok çalışmanın getirdiği başarı üzerine bir öykü...

Japon çocuğun tek hayali çok ünlü bir karateci olmaktı. Fakat ailesi buna izin vermezdi. Bir gün talihsiz bir kaza sonucu çocuk sol kolunu kaybetti. Ailesi çocuğun moralinin çok kötü olduğunu görünce ona bir karate hocası tuttu. Hoca ilk dersinde çocuğa karsısındakini sağ koluyla tutup üstünden savurmayı gösterdi. Hatta ikinci, üçüncü ve sonraki bütün derslerde hep aynı hareketi yapıyorlardı. Çocu...k bir gün hocasına:

-Hocam ben çok sıkıldım, artık başka hareketlere geçsek" dedi.

Hoca ise bunu kabul etmeyerek dünyada bu işi en hızlı yapan kişi olmadıkça bitirmeyeceğini söyledi. Çocuk o kadar hızlanmıştı ki, hocasını bile göz açıp kapayıncaya kadar yerden yere vuruyordu. Bir gün hoca elinde bir kağıtla geldi kağıtta çocuğun gençler karate şampiyonasına katılabileceği yazıyordu. Çocuk çok şaşırdı. Ertesi gün salonda ilk rakibinin karşısına çıkacakken heyecanla hocasına sordu:

-Hocam bu iş nasıl olur? Ben sadece tek hareket biliyorum kesin kaybederim.

Hocası ise :

- Sen sadece hareketi yap cevabını verdi.

Çocuk ringe çıktı ve hareketiyle rakibini eledi. Hatta tek hareketle finale kadar çıktı. Finalde karşısında kendisinin iki katı birisi vardı. Önce çok korktu ama gene bildiği hareketi yaparak son rakibini de yendi ve şampiyon oldu.Sevinçle hocasının yanına koştu ve sordu:

-Hocam nasıl olur, anlamıyorum, sadece bir hareket biliyorum, tek kolluyum ve şampiyon oldum.

Hocası çocuğa baktı ve dedi ki:

- Senin yaptığın hareket karatedeki en zor hareketlerden biridir ve bir tek savunması vardır o da, rakibin sol kolunu tutmak.

Boğaz’dan geçiyorum salına salına…



Bir tarafım Anadolu, diğer tarafım Avrupa Boğaz’dan geçiyorum salına salına…

O an... Günün fotosu...29/10/2011

Beni benden fazla sevip iyilik yapacağını fark edemedim...

Yaşlı kadın, bir antika dükkanından aldığı yüzyıllık fincanı özenle salon  vitrinine yerleştirdi. Fincanın biçimi, üzerindeki  işlemeler, renkler onun bir sanat eseri olduğunu  söylüyordu. Ödediği fiyatı hatırladı; hayır, hiç de  pahalıya almamıştı. Hayranlıkla fincanı seyretmeye devam etti. Derken,
... birden fincan dile geldi ve kadına şöyle dedi; “Bana hayranlıkla baktığının farkındayım. Ama  bilmeli...sin ki, ben hep böyle değildim. Yaşadığım
sıkıntılar beni bu hale getirdi. Kadın şimdi hayret içindeydi. Önündeki kahve  fincanı konuşuyordu! Kekeleyerek: “Nasıl? Anlayamadım?” diyebildi yaşlı
kadın. “Demek istiyorum ki, ben bir zamanlar çamurdan  ibarettim ve bir sanatkâr geldi. Beni eline aldı, ezdi,  dövdü, yoğurdu. Çektiğim sıkıntılara dayanamayıp: “Yeter! Lütfen dur artık!” diye bağırmak zorunda  kaldım. Ama usta sadece gülümsedi ve; “Daha değil!” diye  cevapladı beni. “Sonra beni alıp bir tahtanın üzerine koydu. Burada
döndüm, döndüm, döndüm. Döndükçe başım da  döndü. Sonunda yine haykırdım: “Lütfen beni bu şeyin üzerinden kurtar. Artık  dönmek istemiyorum!” Ama usta bana bakıp gülümsüyordu: “Henüz değil!” “Derken beni aldı ve fırına koydu. Kapıyı kapayıp  ısıyı arttırdı. Onu şimdi fırının penceresinden  görebiliyordum. Fırın gitgide ısınıyordu.

Aklımdan  şöyle geçiyordu: Beni yakarak öldürecek” Fırının duvarlarına vurmaya başladım. Bir taraftan  da bağırıyordum: “Usta usta! Lütfen izin ver buradan çıkayım!” “Pencereden onun yüzünü görebiliyordum. Hala  gülümsüyor ve “Daha değil!” diyordu. “Bir saat kadar sonra, fırını açtı ve beni çıkardı.  Şimdi rahat nefes alabiliyordum, fırının yakıcı  sıcaklığından kurtulmuştum. Beni masanın üstüne  koydu ve biraz boyayla bir fırça getirdi. “Boyalı fırçayla bana hafif hafif dokunmaya  başladı. Fırça her tarafımda geziniyor ve bu arada  ben gıdıklanıyordum. “Lütfen usta! Yapma, gıdıklanıyorum!” dedim. Onun  cevabı ise aynıydı: “Henüz değil!” “Sonra beni nazikçe tutup yine fırına doğru
yürümeye başladı. Korkudan ölecektim. “Hayır! Beni  yine fırına sokma, lütfeeen!” diye bağırdım. Fırını açıp beni içeri iteleyip kapağı kapattı. Isıyı bir  öncekinin iki katına çıkardı. “Bu sefer beni  gerçekten yakıp kavuracak!” diye düşündüm.

Pencereden bakıp ona yine yalvardım, ama o yine  “Daha değil!” diyordu. Ancak bu defa ustanın  yanaklarından bir damla gözyaşının yuvarlandığını gördüm. “Tam son nefesimi vermek üzere olduğumu  düşünüyordum ki, kapak açıldı ve ustanın nazik eli  beni çekip dışarı çıkardı. Derin bir nefes aldım,  hasret kaldığım serinliğe kavuşmuştum. Beni
yüksekçe bir rafa koydu ve usta şöyle dedi: “Şimdi tam istediğim gibi oldun. Kendine bir  bakmak ister misin?” Ona “Evet” dedim. Bir ayna getirip önüme koydu. Gördüğüme
inanamıyordum. Aynaya tekrar tekrar baktım ve  “Bu ben değilim. Ben sadece bir çamur  parçasıydım.” “Evet bu sensin!” dedi usta. Senin acı ve sıkıntı diye  gördüğün şeyler sayesinde böyle mükemmel bir  fincan haline geldin. Eğer seni bir çamur parçası iken üzerinde  çalışmasaydım, kuruyup gidecektin. Döner tezgahın üstüne koymasaydım, ufalanıp toz  olacaktın. Sıcak fırına sokmasaydım, çatlayacaktın. Boyamasaydım, hayatında renk olmayacaktı. Ama sana asıl güç ve kuvveti veren ikinci fırın oldu. Şimdi arzu ettiğim her şey var üzerinde.”

Ve ben kahve fincanı, şu sözlerin ağzımdan çıktığını  hayretle fark ettim: “Ustam! Sana güvenmediğim için beni affet! Bana zarar vereceğini düşündüm.  Beni benden fazla sevip iyilik yapacağını fark  edemedim. Bakışım kısaydı, ama şimdi beni harika bir sanat  eseri yaptığını görüyorum. Benim sıkıntı ve acı diye gördüğüm şeyleri bana  verdiğin için teşekkür ederim… Teşekkür ederim.” Usta fincanı, yaratıcı insanı şekillendirir. Yeter ki acı  da ki hikmeti görelim. Kahrın da hoş, lûtfun da hoş demesini bir
öğrenebilsek…

27 Ekim 2011

Sizin oğlan...

Bugün yargılamayacağım….

Bugün yargılamayacağım….Hiç kendinize bir gün, yanlızca tek bir gün boyunca hiç kimseyi yargılamama ve herkesi olduğu gibi kabul etme fırsatı verdiniz mi?
... Çoğumuz bunu yapmanın çok zor olduğunu düşünürüz.
Birisini yargılamadan, bırakalım koca bir günü birkaç dakika geçirmek bile pek ender raslanan bir durumdur.
Üzerinde azıcık düşünürsek, ne kadar sık kendimizi ve başkalarını yargıladığımızı fark ederek dehşete kapılırız.
Yargılayıcı olmaya son vermenin olanaksız olduğunu bile düşündüğümüz olur.
Oysa gerekli olan yargılayıcı olmaktan vazgeçmeye istekli olmak ve mükemmeliyetçilik anlayışından uzak durmaktır.
Çoğumuz dar görüşlülük diyebileceğimiz bir kusuru vardır; insanları bir bütün olarak göremeyiz.
Karşımızdaki insanını tek bir özelliğine takılır.
ve bu yalıtılmış özelliği de hatalı buluruz.
Buna şaşırmamalı; hepimiz yapıcı eleştiri adı altında tebdili kıyafet etmiş yanlış buluculuğu öne çıkaran okul ve ev ortamlarında yetiştirildik.
Kendimiz, aynı hatayı eşlerimiz, çocuklarımız, arkadaşlarımız ve hatta tesadüfen tanıştığımız insanlara karşı işlerken yakaladığımızda, zihnimizi yatıştırmanın, düşüncelerimizi tahlil etmenin ve yanlış buluculuğun geçmiş deneyimlerimizin sonuçlarından kaynaklandığını bilince çıkarmanın pek çok yararı olurdu.
Geçmişten kalma kötü bir alışkanlık olan başkalarını değerlendirmek ve karşı değerlendirmeyi davet etmek, en iyi koşullarda şartlı sevgiyi, kötüsünde ise korkuya yol açar.
Sevgi kaşifliği kararımızı pekiştirdiğimizde insanların iyi yanları üzerinde yoğunlaşmak ve zaaflarını bağışlamak kolaylaşacaktır.
Ancak bu anlayışı kendimiz dahil herkese eşit olarak uygulamalıyız ki istisnasız bütün insanları ve kendimizi sevgiyle görmeyi başaralım.
Yargılamamak, korkudan kurtulmanın ve sevgiyi hissetmenin başka bir yoludur.
Başkalarını yargılamamayı ve oldukları gibi kabul etmeyi öğrendiğinizde, kendimizi de olduğumuz gibi kabul etmeyi öğrenmiş oluruz.
Düşündüğümüz, söylediğimiz ya da yaptığımız her şey bir bumerang gibi bize geri döner.
Yargılarımız, eleştiri, hiddet ve diğer saldırı biçimleri halini aldığında bize geri döner.
Yargıda bulunmaktan kaçındığımızda ve insanlara yanlızca sevgiyle yaklaştığımızda geriye gelen de sevgi olur.


Gerald JAMPOLSKY -

Fırında sebzeli tavuk...

 1 bütün piliç
* 1 limon
* 2 havuç
...     * 4 diş sarımsak 4-5 kuru soğan
* 5-6 cherry domates
* Yarım kg konserve bezelye
* 2 iri patates
* Kekik
* Karabiber
* Köri
* Pul biber
* Tuz
* Zeytinyağı

hazırlanışı

* Tavuğu iyice yıkayıp limon suyuyla ovun.
* Havuçları soyup büyük parçalara dilimleyin.
* Patatesleri iri küpler halinde doğrayın.
* Sarımsakları ve soğanları soyup ikiye bölün.
* Bezeleyeleri ve domatesleri de ekleyerek tüm sebzeleri karıştırın.
* Baharatları, tuzu, zeytinyağını ve birkaç damla limon suyunu harmanlayarak tavuğun her tarafına bu karışımı sürün.
* Fırın poşetinin içini unlayın, tavuğu ve sebzeleri poşete yerleştirin. Poşeti birkaç yerinden delip ağzını sıkıca kapatın.
* Önceden ısıtılmış 210 C fırında yaklaşık 45-50 dakika pişirin.
* Pişince poşetten çıkarıp birkaç dakika daha fırında tutun (böylece tavuğun üzeri de kızarmış olacaktır

Huzur zorluklara karşın yüreğinizin huzur bulabilmesidir...

 

Bir gün halkı tara...fında sevilen bir kral, huzuru en güzel resmedecek sanatçıya büyük bir ödül vereceğini duyurdu.
Yarışmaya çok sayıda sanatçı katıldı. Sanatçılar günlerce çalıştılar, bir birinden güzel resim yaptılar. Sonunda da yapıtlarını saraya teslim ettiler.
Tablolara bakan kral yalnızca iki tablodan hoşlandı.
Resimlerde birincisinde bir göl vardı. Göl bir ayna gibi çevresinde yükselen dağların görüntüsünü yansıtmaktaydı. Üst taraf da pamuk beyazı bulutlar gök yüzünü süslüyordu. Resme kim baksa onun mükemmel bir huzur resmi olduğunu düşünüyordu.
Öteki resimlerde de dağlar vardı. Ama engebeli ve çıplak dağlar...
Üst taraf da gök yüzünden yağmurlar boşanıyor ve şimşek çakıyordu. Dağın eteklerinde ise köpüklü bir şelale çağıldıyordu. Kısaca resim hiç de huzurlu gözükmüyordu.
Fakat kral resme bakınca, şelalenin ardından kayalıklarda mini minnacık bir çalılık gördü. Çalılığın üstünde ise bir kuş yuvası görünüyordu. Sertçe akan suyun orta yerinde anne kuş yuvasını kurmuştu...
Ödülü kim kazandı dersiniz...
Tabi ki ikinci resim. Kral neden bu tabloyu seçtiğini şöyle açıkladı:
Huzur hiçbir gürültünün sıkıntının ya da zorluğun bulunmadığı yer demek değildir. Huzur zorluklara karşın yüreğinizin huzur bulabilmesidir

Yorumsuz... Günün fotosu...27/10/2011

 

Nuh'un gemisine binerken...

 

Lombak

Işığı yaymak...

Uzaklarda küçük bir kasabada genç bir adam kendi işini kurdu, iki caddenin köşesinde bir perakendeciydi. Adam dürüst ve dost canlısıydı, insanlar onu seviyorlardı. Ondan alışveriş yapıyor ve arkadaşlarına tavsiye ediyorlardı. Adam bir yıl içinde Amerika’nın bir ucundan diğer ucuna uzanan bir zincir oluşturdu. Bir gün hastalanıp hastaneye kaldırıldı. Doktorlar az zamanı kalmış olabileceğinden endiş...e duyuyorlardı.Adam üç yetişkin çocuğunu yanına çağırdı ve onlara bir görev verdi: “İçinizden biri yıllar boyu uğraşarak kurduğum şirketimin başına geçecek. Hanginizin bunu hak ettiğine karar vermek için, her birinize birer dolar vereceğim. Şimdi gidip bu birer dolar ile ne alabiliyorsanız alacaksınız, ama bu akşam geri döndüğünüzde paranızla aldığınız şey hastane odamı bir uçtan bir uca doldurmalı.”

Çocuklar bu başarılı şirketi yönetme fırsatı karşısında heyecana kapıldılar. Üçü de şehre gidip parasını harcadı. Akşam geri döndüklerinde babaları sordu: “Birinci çocuğum, bir dolarla ne yaptın?” çocuk cevap verdi: “Arkadaşımın çiftliğine gittim, bir dolarımı verdim ve iki balya saman aldım.” Sonra odadan dışarı çıktı, saman balyalarını getirdi, açtı ve havaya savurmaya başladı. Oda bir anda samanlarla dolmuştu. Ama biraz sonra samanların tamamı yere indi ancak babanın söylediği gibi odayı bir uçtan öbür uca dolduramadı.

Adam sordu: “Peki ikinci çocuğum, sen paranla ne yaptın?” “Yorgancıya gittim, iki tane yastık aldım.” Bunu söyleyen çocuk, yastıkları içeri getirdi, açtı ve tüyleri bütün odaya dağıttı. Zaman içinde bütün tüyler yere düştü, böylece oda yine dolmamıştı.

“Sen üçüncü çocuğum, sen paranı ne yaptın?” diye sordu adam. “Dolarımı cebime koyup senin yıllar önceki dükkânın gibi bir dükkâna gittim. Dükkânın sahibine parayı verdim ve bozmasını istedim. 20 centini şehrimizdeki iki yardım kuruluşuna bağışladım. 20 cent de kiliseye verdim. Geriye kalanla iki şey aldım.” Çocuk elini cebine atıp bir kibrit kutusu ile bir mum çıkardı. Işığı kapatıp mumu yakınca oda mumun ışığıyla dolmuştu. Oda samanla veya tüyle değil, bir uçtan bir uca ışıkla dolmuştu. Baba memnundu.

“Çok iyi oğlum. Bu şirketin başına sen geçeceksin, çünkü yaşam hakkında çok önemli bir şeyi, ışığını yaymayı biliyorsun. Bu çok güzel.”

İnsan en değerli sensin...

 



İNSAN EN DEĞERLİ SENSİN....
Marmara Depremi'nin hemen ardından örgütlenen AKA,
Marmara Depremi'nde yakınlarını kaybeden, deprem sonrası arama kurtarma çalışmalarında ve yardım ekiplerinde görev almış gönüllülerden oluşan bir guruptur.

AKA ağırlıkla mimar ve inşaat mühendislerinin oluşturduğu, yapı kimyası ve fiziği konusunda tecrübesini, kurtarma sırasındaki deneyimlerinin yanısıra; bilgilerini paylaşmayı, alınması gereken önlemleri belirlemeyi, arama ve kurtarma çalışmalarında etkin aletleri ve kullanımlarını araştırmayı, bu bilgileri eğitim çalışmaları ile tüm gönüllü guruplara aktarmayı, operasyon ekibi ile de arama ve kurtarma çalışmalarında görev almayı ilke edinmiştir. Eğitimler öncelikle olası olumsuzluklardan korunma ve trafik kazaları, deprem sonrası kurtarma çalışmalarına göre programlanmıştır.

Gelin deneyimlerinizi bizimle paylaşın. Gelin çocuklarımıza doğayla barış içinde bir gelecek hazırlayalım!, Enkaz çalışmasına katılanlar, Bilgili ve tecrübeli gönüllüler, Kurtarma araçları sahipleri, Sponsorluk desteği vermek isteyen yardımseverler, aka@aka-arama.org adresine e-posta'larınızı bekliyoruz!

HERKESİN YAPABİLECEĞİ BİR ŞEY VARDIR!!!

İletişim Bilgileri;

Yer : ATAŞEHİR AFET KRİZ MERKEZİ AKA OFİSİ.

İnternet Sitesi: http: www.aka.org.tr

Ofis : 0216 455 97 10
AKA- Gsm:+90 544 470 40 02

Nakdi Yardımlarınız için:

Yapı Kredi Bankası – Fındıklı Şubesi (şube kodu – 216)
Hesap no : 81381866
IBAN : TR90 0006 7010 0000 0081 381866

KADIKÖY-İSTANBUL-TÜRKİYE
Anadolu Yakası Afet Kriz Merkezi Ataşehir

Bak dostum demiş, sen kunduracısın, çizmeden yukarı çıkma!


19. yüzyılda, Fransız ressamlarından Delacroix Paris’te bir resim sergisi açmış...tı. Sergiyi gezenlerden bir kişi, büyükçe bir şövalye tablosunun önünde uzun süre durarak, yakından uzaktan ciddi ciddi seyreder, beğenmediğini belirten bir biçimde de başını sallarmış. Bu durum ilgisini çeken ressam yanına gelerek sormuş.
— Bu tablo ile çok ilgilendiğiniz belli oluyor.
— Evet demiş adam. Şövalyenin çizmesindeki körük kıvrımlarında hatalar var.
— Peki nasıl anladınız?
— “Ben kunduracıyım, çizme dikerim.” deyince ressam hemen tuvalini ve boyalarını getirerek adamın söylediği biçimde çizmeyi düzeltmiş ve gerçekten daha iyi olduğunu görmekten memnun olarak adama teşekkür etmiş. Fakat adam yine tablonun başından ayrılmadan, bu kez de şövalyenin pantolonunda ve kemerinde de hatalar olduğunu belirtince bu çokbilmişliğe dayanamayan ressam,
— Bak dostum demiş, sen kunduracısın, çizmeden yukarı çıkma!

Lan atla...

Kendi Sınırınızı Kendiniz Çizin...

Ahmet HamamcıoğluBir akşam sevdiğim bir çifti akşam yemeğine evime davet etmiştim. Geldiklerinde hemen o gün öğleden sonra Washington’da Dalai Lama’nın konuşmasını dinlemiş olduklarından söz ettiler.

Dalai Lama’nın görüşlerini kısaca bize de anlattılar; ayrıca hem o görüşlere uygun yaşamak istediklerini hem de maddi dünyanın zevklerinden vazgeçmek istemediklerini, bu durumunda canlarını sıktığını söylediler. Dalai Lama’ nın vermek istediği mesaj, yaşamın önünde saygıyla eğilmek ve onun bize bağışladıklarını geri vermek gerektiğiydi. İnsanlığı maddiyat düşkünlüğüne karşı uyarıyor ve bizim kadar şanslı olmayan insanlar için elimizden gelen yardımı yapmamız gerektiğini belirtiyordu.

Dostlarımızın bir yandan sahip oldukları her şeyi kendileri kadar şanslı olmayanlara vermek ve yaşamlarını “yardım” işine adamak istediklerini; diğer yandan da iyi bir yaşam sürmekten vazgeçmek istemediklerini hissettim. Her ikisi de zamanlarının bir kısmını gönüllü çalışmalara ayıran insanlardı. .

Dalai Lama’ nın bizlerden ne yapmamızı istediğini düşünerek iki hafta geçirdim. Yaşamın günlük konfor ve keyiflerinin tümünden vazgeçmemiz mi gerekiyordu? Maddiyat düşkünlüğü nerede başlardı? Yaşamdan biraz keyif alarak, zevklerinden bir parça tadarak rahat yaşamak maddiyat düşkünlüğü sayılır mıydı? Yaşamımda nelerden vazgeçip nelerden vazgeçemeyeceğimin bir listesini yaptığımda çevrem için daha fazla zaman ayırabileceğimi gördüm. Ancak bu arada günlük yaşamın hazlarını yaşamanın çok mu kötü bir şey olduğu düşüncesi aklımı kurcalamaya devam ediyordu. Ne de olsa bunları elde etmek için çok çalışmıştık; maddiyata aşırı bir düşkünlüğümüz olduğu söylenemezdi ve sahip olduklarımızın değerini de biliyorduk.

Sonra bir akşam sözünü ettiğim arkadaşım beni evlerine davet etti. Yemekten sonra ona, “Ne kadarının çok fazla sayılacağı” sorusunun beni çok düşündürdüğünü ve “Sahip olduklarım izin tümünden mi vazgeçmemiz gerektiği”ni merak ettiğimi söyledim. Bu arada onun da aynı konuda kafa yorduğunu anladım. Uzunca bir süre düşüncelerimizi paylaştıktan sonra bizim için sınırın nerede olduğuna karar verdik. Bence Dalai Lama da bizim için bir sınır çizebilirdi ancak herhalde bizim kendi sınırımızı kendimiz keşfetmemizi istedi. Arkadaşım da, ben de yaşamın küçük zevklerinin tadını çıkarmayı doğrusu severiz. Kendimiz için zaman ayırırız, sinemaya gideriz, manikür yaptırır, haftada bir kaç gün yürüyüş yaparız. Her ikimiz de doğada vakit geçirmeyi sever ve bunu  “kendimize ait bir zaman” olarak görmeyi severiz. Bu bizi zindeleştirir.

Uzun uzun düşünüp konuştuk tan sonra her gün kendimize bir parça zaman ayırmanın ve yaşamın tadını çıkarmanın hiçbir şekilde kötü bir şey olmadığına karar verdik. Aslında herkesin kendine zaman ayırması ve kendini daha iyi, daha zinde hissetmesi sonuçta çevresinin de yararına idi. o gece kendi sınırımızı çizdik. Yalnızca kendimiz için bir parça zaman ayırdığımızda başkalarına çok daha yararlı olacağımızı çünkü başkaları için bir şeyler yapacak enerji ve hevesimiz olacağını keşfettik. Aşırıya kaçmadığımız sürece bir parça mal-mülk sahibi olmanın da bir sakıncası yoktu.

Şimdi yaşamımı birkaç basit kurala göre düzenliyorum:

• Bir eşyayı bir yıl boyunca kullanmamışsam ona gereksinimim yok demektir. İşine yarayacak birine veririm.

• Bir süre okumadığım ya da giymediğim bir şeyin başkalarıyla paylaşılmasının zamanı gelmiş demektir.

• İyi yemekten hoşlanırım, yemek hazırlamaktan keyif alırım ve doyduğum anda yemeyi bırakırım.

• Yalnızca evimi “ısıtacak” eşyayı alırım ve yalnızca içinde rahat edeceğim giysiler giyerim.

• Eğer bir becerim varsa bunu, ondan yararlanacak biriyle paylaşırım.

• Gerek duyduğum şeyi alır, gerek duymadığımı bırakırım.

• Biriktirdiklerimle dünya üzerinde bir fark yaratacağını umduğum küçük şeyler yaparım…

Sizin sınırlarınız nedir???

Myra Destanı...Antalya/Demre'den...

 

 Ben bir myra taşıyım

Sevgiyi, barışı, kardeşliği öğreten

Bir kutlunun toprağa düştüğü bu yerlerde

Ben bir Myra taşıyım

Nice aşklara tanık

Vefasızlığa alışık

Bu torrakların sessiz çığlığıyım

Yediveren cömert seraların

Nasırlı ellerde hayat bulduğu

Bu durakta

Bir mutly Myra taşıyım...

Ben bir Myra taşıyım

26 Ekim 2011

Bir tek kalbin kırılmasını önleyebilirsem...

 



 

Bir tek kalbin kırılmasını önleyebilirsem,

Bir yaşamdan acıyı alabilirsem,

Ya da bir acıyı hafifletebilirsem,

Ya da bir ardıç kuşunu yuvasına koyabilirsem,

Boşuna yaşamış olmayacağım..

E. Dickinson

Ankara tava...

Malzemler;

1 su bardağı arpa şehriye


250 Gram kuzu  kuşbaşı


2 Yemek kaşığı  sıvı yağ


Yapılışı;


Arpa  şehriye bir tavada 1 yemek kaşığı sıvı yağ ile 3-4 dakika kavrulur.


Kalan 1 yemek kaşığı sıvı yağ başka  bir tavaya alınarak kuzu etleri kavrulur ardından da sıcak su ilave  edilerek 15-20 dakika haşlanır.


Isıya dayanıklı bir fırın kabına  alınan arpa şehriyenin üzerine et ve 1/2 su bardağı et suyu (eti haşladığınız  su) eklenerek, önceden ısıtılmış fırında 170 derecede 25 dakika  pişirilir.


*** Yanında ayran ile servis yapmanızı öneririm.

Rakı- balık dedikleri bu muydu??? Günün fotosu... 26/10/2011

Ekmeği paylaşmak ekmekten daha lezzetlidir...

Günün son dersinin sonuna gelinmişti. Öğrenciler çıkmak için sabırsızlanıyordu.
......Defter ve kitaplarını çantalarına koydular. Zil çalar çalmaz, dışarı çıkmak için hazırdılar. Yalnız, Ali hazırlanmamıştı. Gecikmek için de elinden geleni yapıyordu. Nihayet zil çaldı. Öğrenciler bir anda kapıya yöneldi. Ali, yerinden kalkmadı. Ağır ağır eşyasını topladı. Bir yandan göz ucuyla öğretmenine bakıyor, bir yandan da arkadaşlarının gitmesini bekliyordu.

Öğretmeni, onun bu halini fark etti:
- Hayrola Ali, dedi. Eve gitmeyecek misin?

Ali, son arkadaşının da çıktığını görünce cevap verdi:
- Sizinle konuşmak istiyordum öğretmenim.
- Peki, dedi öğretmeni. Ne söyleyeceksin bakalım?
- Ahmet arkadaşımız var ya…
- Evet, ne olmuş Ahmet’e?
- Durumları pek iyi değil galiba. Annesi, beslenme çantasına pekiyi şeyler koymuyor.
- Eee?
- Ona yardım etmek istiyorum. Ama benim yardım ettiğimi bilirse üzülür. Günde bir simit parası biriktirip her hafta size versem, siz de ona verseniz?

Cebinden bir avuç bozuk para çıkarıp öğretmenin masasının üzerine koydu. Nurhan Öğretmen , paraya dokunmadı. Sandalyesine oturup düşündü. Ali hakkındaki bilgilerini yokladı. Bildiği kadarıyla ailesinin durumu pekiyi değildi. Bu çalışkan ve sevimli öğrencisi, ne kadar da iyi niyetli ve düşünceliydi. Zengin bir ailenin çocuğu değildi. Buna rağmen yardım etmek istiyordu. Üstelik yardım ettiğinin bilinmesini istemiyordu.

Nurhan Öğretmen:
- Dur bakalım Ali, dedi. Bildiğim kadarıyla sizin de maddî durumunuz pekiyi değil.
Yanlış mı biliyorum?
- Doğru biliyorsunuz öğretmenim. Babam gündelikçi. Çoğu zaman iş bulamıyor. Ama ben de çalışıyor, para kazanıyorum.
- Nerede çalışıyorsun?
- Simit satıyorum.

Nurhan Öğretmen yine durup düşündü. İyiliğin bu kadarına ne demeliydi şimdi? Bunun gerçekleşmesi zordu. Onu, bundan vazgeçirmek için bir çare bulmalıydı. Bunu yaparken, sevimli öğrencisini de kırmamalıydı.
Onunla biraz daha konuşursa, belki bir yolunu bulurdu.

Nurhan Öğretmen, Ali’ye döndü:
- Büyüyünce ne olmak istiyorsun, diye sordu.
- Çok zengin bir işadamı…
- Niçin?
- İnsanlara daha çok yardım etmek için…
- Güzel, dedi Nurhan Öğretmen. Bak simdi Ali, Ahmet’in ailesinin durumu pekiyi değil, bu doğru. Ama sizinki de bundan pek farklı değil. İstersen acele etme. Çok zengin olduğun zaman insanlara yardım edersin. Olmaz mı?
- Olmaz, dedi Ali. Şimdi yapmalıyım.
– Neden olmaz?
– Üç sebepten dolayı olmaz.

Birincisi: Bu para zaten benim değil. İyilik ettiğim için Allah, beni insanlara sevimli gösteriyor. İnsanlar da bundan etkileniyor, daha çok simit alıyorlar. Bu sayede gün boyu çalışanlardan bile fazla simit satıyorum. Hele mahallede Hasan Amca var, her gün iki simit alıp güvercinlere veriyor.

İkincisi: ‘Ağaç yaş iken eğilir.’ deniliyor. Şimdiden iyilik yapmayı öğrenmezsem büyüdüğümde hiç yapamam. Şimdiden iyilik yapmayıp bunu zenginlik günlerime ertelersem, zengin olduğum günlerde de daha zengin olduğum günlere erteler kendimi kandırmış olurum.

Üçüncüsü ise daha önemli: Büyüdüğüm zaman çok zengin bir işadamı olmak istiyorum. Zamanında yatırım yapmayanlar büyük işadamı olamazlar.

Nurhan Öğretmen, karsısında büyük biri varmış gibi dinliyordu:
- Bu sonuncusunu pekiyi anlayamadım, dedi.

- Açıklayayım öğretmenim, dedi Ali. Şimdi, çok zengin olmadığım için, ancak günde bir simit parası kadar yardım edebiliyorum. Bundan fazlasını veremem. Allah, Cennet’i gücü kadar iyilik edene veriyor. Şimdi gücüm bu olduğuna göre, Cennet’in fiyatı birkaç simit parası kadardır. Eğer zengin olmadan ölürsem birkaç simit parasıyla Cennet’e girebilirim. Bundan daha karlı bir yatırım olur mu?

Nurhan Öğretmen’in gözleri dolmuştu. Başını ‘Evet’ anlamında sallarken
Ali’yi evine yolladı.

Sınıfa geri dönerken okulun boşaldığını fark etti. Eşyalarını toplamak için masasına döndüğünde Ali’nin bıraktığı paraların masa üstünde kaldığını fark etti. Sandalyesine gayri ihtiyari oturdu ve paraları eline aldı.
Hiçbir para ona bu kadar kıymetli gelmemişti. Sanki elinde dünyanın en kıymetli incilerini, yakutlarını, elmaslarını tutuyordu. Hatta bu paralar onlardan bile kıymetliydi. Bu paralar, bu bozuk SIMIT paraları, Cenneti satın alabilecek paralardı. Sanki hiç bırakmak istemeyen bir duygu ile sımsıkı kavradı bu bozuk simit paralarını.

Oturduğu yerden kalkamadı Nurhan Öğretmen. İçinin dolduğunu, Tarif edilemeyen duygulara boğulduğunu hissetti. Birden boşalan sağanak yağmurlar gibi ağlamaya başladı. Ağladı… Ağladı… Ağladı.

Kendine geldiğinde akşam olmuştu. Yavaş adımlarla sınıftan çıkıp okuldan ayrılırken bekçi Sadık ‘Bozuk Simit paraları ile cenneti satın almak, Bozuk Simit paraları ile cenneti satın almak’ diye Nurhan öğretmenin sayıkladığını duydu. Bekçinin hayretler içinde, ‘Ne dediniz hocam?’ demesini bile duymayan Nurhan öğretmen, bekçinin şaşkın bakışları altında akşamın alaca karanlığına karışıvermişti

Hikayeyi beğenmişseniz ve Ali’den utanmışsanız, maddi durumunuz iyi değilse bile, iki tane ekmek alıp bölgenizdeki bir fakirin kapısına bırakın.
Bir okul önünde biraz bekleyip yırtık ayakkabısı olan bir çocuğa ayakkabı alın.
Maddi ihtiyacı olan bir akrabanıza yardım edin.

Yeter ki boş durmayın!
Ekmeği paylaşmak ekmekten daha lezzetlidir

Her an her nefeste yenilenmeli...



Kaç yaşında olursak olalım, başımızdan ne geçmiş olursa olsun, tamamen yenilenmek mümkün.

Tek bir gün bile öncekinin tıpatıp tekrarıysa, yazık.

Her an her nefeste yenilenmeli.

~Şems-i- Tebrizi

Peki siz korkularınızı ne yapıyorsunuz...



Dostoyevski, korkularını vahşi hayvanlara dönüştürüp, onları uçurumdan aşağı attığını düşünürmüş...

Nil Karaibrahimgil, korkularını cüceye çevirip onları prensesi olurmuş

Ben hepsini Marmara denizine döküyorum...

Peki siz korkularınızı ne yapıyorsunuz...