29 Nisan 2011

Moskova büyük... Çok büyük... 01-05 Ağustos 2010 Bölüm 1

[slideshow]

Çok gezen mi bilir, çok okuyan mı? Küçüklüğümden beri bir kitap kurdu olan ben son kararımı verdim: Çok gezen bilir diyorum. Sanırım işin özü tecrübe etmekten geçiyor. Okumak oturduğunuz rahat koltuktan bir masal dünyasına geçmek gibi, halbuki gezmek gerçeği beraberinde getiriyor. Dokunuyorsunuz, acıkıyorsunuz, eğleniyorsunuz, üşüyorsunuz, yoruluyorsunuz, plan yapıyorsunuz, pişman oluyorsunuz. Kısacası  her duyguyu  tadıyorsunuz. Onun için gezelim diyorum… Ve yolum Rusya’ya düşüyor…

Birkaç senedir gitmek aklımdaydı ama malum Rusya’ya ancak Haziran-Temmuz-Ağustos aylarında gidilir klişesine boyun eğmiştim. Ve bir türlü denk gelmedi. Geçen sene son dakikada grip salgını korkusundan gidememiştim. Sözün özü bu sene vakittir dedim son derece kararlı bir şekilde yola koyuldum.

Her yolculuk öncesi olduğu gibi listemi yaptım, eksiklikleri toparladım ve heyecan dalgası iki gün öncesinden beni yakaladı. Neden bilmiyorum her yolculuk öncesi çocuk gibi oluyorum, yüreğim pır pır ediyor, başım dönüyor, uyuyamıyorum. Bayılıyorum bu duyguya.

Ama uçakta bu durum tam doruk noktasındayken acaba her yeri gezebilecek miyim, neler olacak, başıma bir şey gelmez dimi endişesi heyecanın yerine geçiveriyor. Haritalarım, notlarım, kalemim hemen çantamdan çıkıveriyor. Bu sefer de her şey aynen tekrarlandı. Uçak Moskova semalarındayken işte bende tam bu duygular içindeydim.

Pencere kenarında oturup az sonra keşfedeceğim şehre yukardan bakmak hep zevkli gelir  ve Moskova da beni o yemyeşil ormanlarıyla anında etkiledi... Uçak iniş için sağa sola doğru manevralar yaptıkça eeee burada her yer ormanmış diye şaşkınlık ve hayranlık duygusu aynı anda beni kuşattı. Kolay bir inişin ardından beni bekleyen uzun kuyruklar ve sert bakışlar oldu. Hepsini hallettikten sonra işte nihayet MOSKOVA!!!!!!!!!!!!!!!!!!!!!!!!!!!!!!!!!!!!!!!!!!!

Moskova’da caddeler büyük, ağaçlar büyük, köpekler büyük kendimi bir boy çekmiş gibi hissettim. On sekiz şeride varan araba yolu,  karşıdan karşıya geçmek için sizin 20 dakikanıza mal olabilir. Genelde karşıdan karşıya geçişlerde alt geçidi kullanmak gerekiyor. Alt geçitlerde hediyelik eşya satan şirin dükkanlar mevcut. İlk uğrak yerim Arbat Caddesi oldu. Bizim İstiklal Caddesi. Dikkat etmek gereken şey iki tane Arbat Caddesi var. Trafiğe kapalı olan Old Arbat olarak geçiyor. Sağlı sollu şirin kafelerin, restorantların, hediyelik eşya dükkanlarının, sokak ressamlarının, sokak gösterilerinin olduğu bir cadde. Tabi ki çok kalabalık.

Madem Rusya’dayım buraya özgün bir şey yiyeyim diyorsanız hemen caddenin girişinde self servis bir rus lokantası var. Borç çorbası müthiş. Arkasından da Rusların kahve zinciri olan Cafe House da oturup bir kahve içip geleni gideni seyretmek çok keyifli. Bir de menüye yeni eklenmiş bir lezzet var, kahve değil böğürtlen suyu tavsiye ederim.

Her yerde her an dondurma tezgahları ve tezgahların önünde uzun kuyruklar görmek mümkün. Rusların en favori tatlısı dondurma. Pankartlardaki Magnum reklamlarında Angelina Jolie pek bi güzel. Ama Rus kızları daha da güzel. Hepsi mi güzel olur ??? Gerçekten hepsi güzel. Kalemle çizilmiş gibiler renkli gözler, kumral saçlar ve hepsi topuklu ayakkabı giyiyor. Hele metroda o topuklularla tık tık tık ne de hızlı yürüyorlar. Uçar gibi…

Tabi Moskova metrosu bir efsane. O koca kenti her köşesine kadar metroyla gezebilirsiniz ama bence siz taksiyle gezin. O metroda doğru yere gitmek imkansıza yakın; bir kere her yerde Kiril alfabesi var ve hiç kimse İngilizce bilmiyor ve istasyonlar üç dört geçişli olabiliyor. Bana kocaman bir örümceği anımsatan bir yapısı var. Metro istasyonları birer müze gibi kesinlikle gezmek gerekiyor. Heykeller, resimler, avizeli şık odalar insanın başını döndürüyor. Metroyla ilgili en çok hoşuma giden şey çok zekice düşünülmüş bir detay. Şehrin merkezine yani işyerlerine giderken istasyon anonsları erkek sesiyle yapılıyor sizi işteki erkek patronunuza hazırlıyor, şehir dışına yani eve dönerken ise istasyon anonsları kadınlar tarafından yapılıyor. Sizi evde bekleyen karınızın sesi gibi… Bir bilet 26 ruble gayet uygun.

Metrodaki rayların genişliği standart Avrupa raylarından farklı yapılandırılmış. Avrupa’da tren raylarının genişliği143.5 cm. Rusya’da daha fazla… Bunun sebebi savaş zamanında yenilirlerse diğer ülkelerden getirtilecek tren raylarının burada çalışmasına mani olmak.  Yani bir nevi zorluk çıkartmak…

Taksiler ise başka bir alem. Her araba taksi, elinizi yukarı kaldırdığınız gibi bir sürü araba peş peşe duruyor. Mutlaka gerekli bir pazarlığın ardından yolculuğunuz başlıyor. Her büyük şehirde olduğu gibi trafik saatlerine yakalanmamaya çalışmak gerekiyor.

Soluğumu tutarak Kızıl meydana varıyorum. Büyükçe bir meydan. Kızıl adı o meydanda çıkan yangınlardan dolayı verilmiş. Gözlerimi kapatıyorum, yılbaşılarında havai fişek gösterilerinin yapıldığı meydandayım işte. Bir de kış mı gelmek lazım ne diye düşünüyorum. Sen Vasil Kilisesi hemen yanıbaşımda bir masal aleminden çıkmış gibi renklere sahip. Soğan kubbeler çok şeker… Peter Pan biraz sonra ortaya çıkacak bence. Burada biraz kalmak lazım diyorum ve meydanda biraz dolanıyorum. Kremlinin duvarlarının yanında volta atıyorum arkasından  Kremlin’den içeri giriyorum. Kremlini gezebiliyorsunuz hem de  içerde devlet büyükleri çalışırken. Çok değişik bir duygu. Yönetimin kararları hemen yanıbaşımda alınıyor. KGB binası da yakınlarda.

Bahçede hiç kullanılmamış ama kocaman bir çar topu ve çar çanı var. Gezi bitince Borovitski Kapısından çıkılınca Aleksandr Bahçeleri ve hemen ardından Meçhul asker anıtına ulaşılabiliyor. Rusyada bu anıtlardan pek çok noktada var. Anıtların özelliği ateşin hiç sönmeyişi. Bitmek bilmeyen savaşlar süresince ölmüş onca insanın ruhunun anısına hiç sönmüyor bu ateş. Ateşe uzun uzun baktım hüzünlendim.

Kızıl Meydanın karşısında GUM adı verilen bir çarşı var. Rusça adının başharfleri. İçerde tüm batı markaları mevcut.

Kızılmeydan’a gece bir daha gidiyorum. Her yer ışıl ışıl. Bu meydanı gece de mutlaka görmek gerekiyor.

Kabak mücver...

Kabak mücver
Kabak mücver malzemeleri

 

2 kabak2 dal dereotu


 1-2 dal taze soğan

 1 çorba kaşığı un (30 gr)

 1 yumurta akı

 1 tatlı kaşığı rendelenmiş kaşarpeyniri ya da beyazpeynir

 Tuz, karabiber Kızartmak için sıvıyağ

 
Kabakları temizleyip iri iri rendeleyip fazla suyunu sıkın. Yumurta akını ayrı bir kapta kar halinde çırpın. Dereotunu ve taze soğanları yıkayıp kıyın.

 Unu bir kaba alıp kaşarpeyniri, tuz ve karabiberle harmanlayın. Dereotu, taze soğan ve kabağı ekleyip karıştırın. Yumurta akını azar azar ilave ederek yedirin. Düzgün bir karışım elde edinceye kadar karıştırın.

Kızartmak için sıvıyağı tavada kızdırıp kabaklı karışımdan kaşık kaşık alarak ilave edin. İki tarafı da kızarınca kâğıt havlu üzerine alıp fazla yağını çektirin.Sıcak olarakservisyapın.

Kelebeğin Rüyası- Usta yazar Deng Ming-Dao'dan... Kendi Taocu ustasının yaşam öyküsünü anlattığı üçlemede derin Taocu felsefesinin ve gizemli uygulamalarının gerçek bir sentezini sunmaktadır

 Kelebeğin Rüyası 3 : Yeni Bir Dünyaya Giriş  Taocu usta Kwan Saihung'un eğitimini ve yaşamını anlatan sıradışı bir ruhsal serüvenin öyküsü. Soylu bir ailenin oğlu olarak doğan ve ailesinin isteği ile Çin'in beş kutsal dağındaki en ünlü Taocu Tapınağa kabul edilen Saihung, burada zorlu ve gizemli Taoculuk eğitimine başlar. Taocu ustaları tarafından, "Küçük Kelebek" olarak yeniden adlandırılan bu Taocu usta, bir yandan kaynayan bir kazan gibi politik değişimler yaşayan Çin'de hayatta kalmayı başarırken bir yandan da ruhunun derinliklerini, doğanın ve yaşamın gizemlerini anlamak için içsel yolculuklarına devam eder. Bu yoculuklarındaki en büyük rehberi, günümüzde halen Çin'in bilinmeyen bir bölgesinde yaşayan 150 yaşındaki Taocu Ustasıdır.



Bestseller yazarı Deng Ming-Dao'nun kendi Taocu ustasının yaşam öyküsünü anlattığı bu üçleme, derin Taocu felsefesinin ve gizemli uygulamalarının gerçek bir sentezini sunmaktadır. Bu kitap üçlemenin ilk kitabı olarak Gezgin Taocu adlı eserdir.

Bir işi kötü yapacağına hiç yapma daha iyidir... Prof. Dr.Arman Kırım

bulaşık resimleri

Hayat her şeyin tersini görecek kadar uzundur… İngiliz Atasözü



Allah cömertçe verirken, “Ben bunları zaten hak ettim” demeyeceksin, geri alırken de, “Neden benden alıyorsun?”diye sorgulamayacaksın. Veren de o, alan da. Bize sadece kabullenmek ve sabretmek düşüyor. İngiliz atasözünü unutma: “Hayat her şeyin tersini görecek kadar uzundur… ” Prof.Dr.Arman Kırım