15 Ocak 2012

Birinci Kadın Mı Olmak Daha Zor İkinci Kadın Mı? ( Bölüm 2)

Serap da Mehmet de o gün işe gelirken çok heyecanlıydı. Malum ‘’o gün’’ gelmişti. Serap kendisine en yakıştığını düşündüğü siyah elbisesini ve siyah topuklu ayakkabısını giymişti. “Biraz abartılı mı oldu?” düşüncesi beyninden şimşek hızıyla geçip kayboldu. Mehmet ise tıraş olduktan sonra bir gün önce yeni aldığı kokuyu biraz bolca sürdü. Eeee! Akşama kadar kalmazdı belki ama belli de olmazdı. Güzel kokmak istiyordu. Bu kadar hazırlanmalarına rağmen gün boyu ikisi de birbirlerinden gelecek iptal mesajını beklemiş ama iptal eden olmamıştı. Ayrı ayrı işten çıkıp daha önceden kararlaştırdıkları Tünel’deki lokantanın teras katında buluştular.

İlk başta biraz suskunluk, gerginlik, çekingenlik olsa da içtikleri şarabın etkisiyle ilerleyen saatlerde ikisi de iyice gevşemişti. Serap inanamıyordu: Bu kadar mı çok ortak zevkleri olurdu. Hatta eskilere gidip ortak birkaç arkadaş bile bulmuşlardı. “Hayat başka türlü aksa belki de evli olacaklardı” diye düşündü gizlice. Sıra tatlıya geldiğinde Serap artık “aman ne olursa olsun evli bir adamla görüşen tek kadın ben miyim” kıvamına gelmişti. Mehmet’in de ondan pek farkı yoktu. Serap’ın yemyeşil gözlerinde kayboluyor, eliyle saçlarını geriye atışında eriyordu. Artık yemek bitmiş yola düşülmüştü. İşte karar anı gelmişti: Herkes kendi evine mi gidecekti, yoksa Serap’ın evine mi gidilecekti?

Mehmet kısa bir tereddütten sonra “sana bir uğrayayım, senin elinden şöyle güzel bir kahve içer ayılır eve öyle giderim olur mu?” diye sordu. İşte Serap’ın sonraki yedi - sekiz ayı aşk sarhoşluğunda geçirmesi böyle başladı. Gerçi âşıktı âşık olmasına da arkadaşları onun çok içine kapandığını söylüyorlardı. Artık kimseye söz vermiyor, tatil planı yapmıyor, izin kullanmıyor ve her an Mehmet’ten gelecek telefonu bekliyordu. Yılbaşı gecesi ve son bayram tatilini yalnız geçirmesi biraz ona koymuştu ama Mehmet ona sabret diyordu. Türkan’ın işinde çok ciddi sorunlar olduğundan morali çok bozuktu. Bunca senenin ardından böyle zor bir döneminde ondan ayrılmasının mümkün olmadığını ama ilk fırsatta onu terk edeceğini söylüyordu. Serap ona bütün kalbiyle inanıyordu. Âşıktı o. Hayatında hiç olmadığı kadar hem de. Gözü hiçbir şeyi görmüyordu. Aklında sürekli olarak Mehmet’i nasıl daha mutlu edebilirim araştırmaları vardı. Aslında işinde de dikkati dağılmaya başlamıştı ama şimdilik durumu idare edebiliyordu.

Yüzü sadece Mehmet’in yanında gülüyor, Mehmet’ten mesaj gelmediği geceler kahroluyor, gözüne uyku girmiyordu. Yavaş yavaş bir girdaba kapıldığını hissediyor ama geri çıkacağına daha çok sürüklenmekten başkası elinden gelmiyordu. Sonunda “neyin var?” diye çok üsteleyen arkadaşlarından Ebru’ya durumunu anlatmıştı. Anlatırken çok utanmıştı ama neyse ki Ebru onu yargılamamıştı. Tek söylediği “kendine yazık ediyorsun kızım” cümlesi olmuştu. Başka da bir şey söylememişti. Bu cümle onu çok huzursuz etmiş akşama evinde hazırladığı yemekte Mehmet’e bunu aktarmıştı. Mehmet “Serap sana aşığım, saçmalama. Sadece uygun zamanı bekliyorum” diye diretmiş “ben zaten tek eşli yaşıyorum, benim gözümde eşim sensin” demişti. Hatta sadece ikisinin geçireceği bir hafta sonu tatili ayarlayacağına da söz vermişti. Serap Mehmet’in kokusuna bayılıyordu. Ona sarılırken kokusunu içine çekip, şişeleri doldurup, onun yokluğunda koklamayı diliyordu… Sonunda Serap olayı akışına bırakmaya karar verdi. Kendince bir strateji belirledi: Mehmet’e destek verirken, onun yanında her zaman neşeli ve güzel olacak, kendini vazgeçilmez kılacaktı.

Zaman biraz daha ilerlemiş ilişkileri başlayalı nerdeyse bir buçuk sene olmuştu. Bu arada ailesi ve arkadaşlarıyla olan ilişkileri ve işi giderek kötüye gitmeye devam ediyordu. Hatta Mehmet geçen gün patronların kendi aralarında “onun yerine acaba birisini mi baksak” diye konuştuklarını duyduğunu yetiştirmişti ama aldırmıyordu. Ebru geçen gün ona bir fikir vermişti, belki de onu uygulamalıydı: “Kendine üç ay süre ver, eğer baktın Mehmet hala aynı teranede devam ediyor o zaman ilişkini bitirirsin” demişti. Bitirmek mi??? İşte o lafı duyduğu anda nefes alamaz olmuştu. Böyle bir seçenek yoktu, olmamalıydı. ama içinde bir yerlerde de bunun mantıklı olduğunu hissedebiliyordu…

Olayın bir de Türkan cephesi var. Türkan işti, çocuklardı, evi toparlamaktı derken uzun bir süre zaten hiçbir şeyden şüphelenmedi. Onun kocasına güveni tamdı. Bunu pek kimseye anlatmazdı ama kocası onu tavlamak için az mı uğraşmıştı? Aslında onun gönlü mahallenin yakışıklısı Selim’deydi ancak Mehmet allem kallem etmiş, uğraşmış, didinmiş, şiirler yazmış, kapısında beklemiş ve sonunda da işi bitirmişti. Mehmet tarafından böyle istenmiş olmak gurunu okşamıştı. Ona sevgisi zaman içinde gelişip büyümüştü. Şimdi çok mutluydu işte. Tek şikâyeti Mehmet’in ona yardım etmeyişiydi ki “aman erkek işte” deyip çok da üzerinde durmuyordu açıkçası. Onlar her şeyi beraber yapmışlardı. Bu yolda beraber yürümüşlerdi. Şimdi ekonomik olarak da rahatlamışlardı. İlerde çocuklar da evlenince güney sahillerinde bir ev alıp, oraya yerleşmek en büyük hayalleriydi.

O böyle kendi halinde yaşayıp giderken, bir gün arkadaşı Melahat aradı. Biraz kem küm ettikten sonra kocasını Bebek’te bir balıkçıda güzel bir kadınla yemek yerken gördüğünü ve fotoğraflarını çektiğini söyleyiverdi. Türkan iyi ki oturuyordu. Başından aşağı soğuk sular boşalmıştı. Elleri, sesi titremeye başlamıştı. Nefes alamıyordu ama Melahat’a da soğukkanlı gözükmek istiyordu. Kısık bir sesle “fotoğraflarını göndersene” diyebilmişti. Fotoğraf telefonuna düştüğünde bayılacağını zannetti. Bu kadını tanıyordu. Bir şirket yemeğinde görmüştü onu. Yemyeşil gözleri vardı. Onun da dikkatini çekmişti bu kadın. İsminin hatırlayamıyordu ama yüzünü ve o gün giydiği seksi elbiseyi hemen hatırlamıştı. Hatta kocasıyla ara ara bakıştıklarını, fısır fısır konuştuklarını birden anımsamıştı. Hâlbuki hiçbir şey kondurmamıştı, aklına bile gelmemişti. “Tanrım ne kadar safmışım” diye söylenirken

“Salt acı dedikleri bu mu” diye düşündü ve gözyaşlarına boğuldu. “Acaba kocasını ihmal mi etmişti, bir kusur mu işlemişti, ilişkilerinde bir sorun mu vardı da kocası başka kadına gitti” diye kendini sorgulamaya başladı. Canı acıyordu, canı. Ne yapmalı sorusu aklına düştü birden. Kime anlatmalıydı, kime danışmalıydı acaba. Bilemedi… Bu işin yayılmasını istemiyordu. Belki geçiciydi, belki kendi kendine bitecek bir şeydi… Büyütmeye ne gerek vardı. Onların aslanlar gibi iki evlatları vardı değil mi… Aynaya baktı, kendini incelemeye başladı: Bu kilolardan kurtulmalıydı. Saçlarını değişik bir şekilde kestirmeliydi. Dolabını açtı baktı, hiç güzel bir kıyafeti kalmadığına karar verdi. Alışverişe de çıkmalıydı.

Ve telefondan sonraki birkaç ay zayıflayamasa bile saçlarını değiştirmiş, daha güzel giyinir olmuştu ama kocasının artık ona hiç bakmadığının da farkına varmıştı. Ayrıca banyoya girip gizlice telefonda konuştuğunu, sürekli mesajlaştığını ve telefonunu artık hiç ortada bırakmadığını da fark etmişti. Bazı geceler eve de çok geç geliyordu. Bir keresinde buram buram gelen parfüm kokusu aldığına yemin edebilirdi. Bu suskunluk ve bekleyişe ne kadar daha tahammül edebileceğini bilemiyordu ama çocuklarının üzülmesini ve babasız kalmalarını istemiyordu. Biraz daha idare edecekti, buna kararlıydı. Sonraki bir sene sürekli çöküş halindeki moraliyle yaşamaya devam etti.

Nerede hata yapmıştı, ne kadardır kocasıyla kardeş gibi yaşıyordu, bu işi nasıl çözebilirdi, kocasıyla yüzleşmeli miydi, böyle bilmeme numarasına daha ne kadar devam edebilirdi, kime danışmalıydı soruları sürekli kafasını meşgul ediyordu. Mehmet de huzursuzdu. Evde sürekli gergin bir hava vardı. Ne dese Mehmet onu tersliyordu. Suratı sürekli asıktı. Eve zorla geliyor gibiydi. Hafta sonları da, akşamları da artık ya var ya yok gibiydi. Olduğu zaman da evin içinde yabancı gibiydiler. Her gece yatağın kendi tarafında ağlıyordu.

Bir gece Mehmet’e sokulmaya çalışmış ve Mehmet onu öyle bir itmişti ki işte bıçağın kemiğe dayandığını o an anlamıştı. Acilen bir şeyler yapmalıydı. Sonunda dayanamadı durumu annesine anlattı. Annesi bağırıp çağırıp dövünmeye başladı. Moral vereceğine, kendisini daha çok yıkıyordu. Sonunda annesi sakinleşince uzun uzun konuştular. Annesi erkeklerin bu tip yollara çok başvurduğunu, bunun doğalarında olduğunu ve sabrederse bu işin galibinin mutlaka Türkan olacağını söyledi durdu. Mehmet başka kadınlardan hevesini alıp sonunda karısına ve çocuklarına dönecekti nasıl olsa. Bu işin neredeyse bir buçuk senedir devam ettiğini öğrenince de “kızım bir üç ay daha bekle, baktın her şey aynı devam ediyor o zaman kocanla yüzleş” diye tavsiyesini verdi…

Türkan bu yaşadığı kâbusun bir sabah uyandığında geçeceğini beklemişti ama artık anlıyordu ki geçmeyecekti. Annesinin dediği gibi bir üç ay daha bekleyecekti. Sonra baktı ki olmuyor yüzleşme zamanı diye karar verdi ağlayarak. Anladı ki bu iş etrafta duyulacaktı artık. Konuya komşuya, iştekilere, arkadaşlarına rezil olacaktı. Kimselerin yüzüne bakamayacaktı. Kocasıyla yapacağı yüzleşme konuşması ve sonrası ise onu bitiriyordu. Tanrı’dan yardım istedi, dualar etti.

4 yorum:

  1. eee... bu kadının gözleri yeşil değil serap olsun, türkan olmak içinse fazla bakımlı... kim öyleyse... yoksa mehmet mi...

    YanıtlaSil
  2. bence hepsi olmak zor:))) mehmette serapta türkanda... ne dersin...

    YanıtlaSil
  3. bak yeni resim koydum... oldu mu???

    YanıtlaSil
  4. tamam şimdi oldu.... serapı gördüm gözlerim doldu...

    YanıtlaSil