13 Aralık 2010

Datça'da bir çiftlik var... Beraber nefes alıyoruz...

Baştan çıkarma oyunu...

Bir kadınla bir erkek arasında oynanan en eski oyun... Ayarını bildikten sonra sorun yok... İnsanın nefesini kesen, hayat veren bir oyun... Ama ayar kaybolursa ne olacağı belli...Tehlikeli bir oyun... Belki de cazibesi ve vazgeçilmezliği bundan...

Sanmayın ki hep kadın ve erkek arasında oynanır bu oyun... Bir kadın ve bir çiftlikte oynuyorlar bu oyunu... Hemde yıllardır oynuyorlar... Bazen çiftlik baştan çıkarıyor kadını... kadın koşuyor çiftliğe... bazen kadın çiftliği baştan çıkarıyor... eee gene kadın koşuyor çiftliğe...  Ama ikisi de biliyor... Bu sefer kimin kimi çağırdığını... kimin kime ihtiyacı olduğunu...

Yıllar süren bir macerayı anlatmak çok zor... Ama anlatmaya karar verdim... Dönmek yok... Benim gözümden anlatmalıyım artık çiftliği... Vakti geldi...

Çiftlik Datça yarımadasında... Datça yarımadasının taa ucunda... Çiftliğe varmak için son tepeyi aştığınızda, ege kıyılarının dantel dokusu bir yandan, üzüm bağları diğer yandan sizi kucaklar.



çiftliğe çeyrek kala...

Çiftlikte önce nerede yaşayacağınıza karar vermeniz gerekir. Harup Dibi, Kaya Dibi, Memo, Anette, Kelebekli Değirmen, Tepe Değirmen ve Çoban Evi seçenekleriniz arasındadır. Haydi buralara bir gözatalım.



Tepe Değirmen...



Anette...


Harup Dibi...


Çoban Evi...

Arkasından iş zamanı başlar. Çiftliğe gelip de boş oturmak olmaz. Geldiğiniz mevsime göre yapılan işler değişse de hep bir o yana bir bu yana koşturmakla geçer vaktiniz. Eeee çiftliğe gide gele her mevsim ne iş yapılır öğrendim elbet. Şimdi kafamda bir sıraya diziyorum. Haziran sonu temmuz başı badem toplanıyor. Badem biterken harnup (keçi boynuzu) toplamaları başlıyor. Arkasından harnup pekmezi yapılıyor. O bitiyor üzümler başlıyor.  Bağ bozumu yapılıyor şarap yapımı başlıyor. Aylardan eylül gibi...Onun arkasından zeytin dönemi başlıyor. Zeytinler toplanıyor, zeytinyağı yapılıyor. Arkasından sabun yapılıyor. Kasım oluyor bu arada. Zeytin ağaçları budanacak, traktörle toprak sürülecek havalandırılacak. Arkasından ekim işleri yapılacak... Ocakta üzüm bağları budanmaya başlanacak... Şubat-Martta badem ağaçları çiçek açıyormuş. Ama onu hiç göremedim işte... Tabi bunlar ana işler... Ekmek yapılıyor, biber domates turşusu yapılıyor, domates salçası yapılıyor, böğürtlendi, laleydi bir sürü dikim yapılıyor, bahçe sulanıyor, yabani otlar temizleniyor.

Yani sizin anlayacağınız sabah oluyor, akşam oluyor. Günler nasıl geçiyor anlamıyorum. Sadece annem aradığında günlerin farkına varıyorum. Annemle kouşmalarımız da bir değişik olmaya başlıyor tabi... Annem kızım ne yapıyorsun diyor... ben ekmek yapıyorum, yada bahçeden patlıcan,biber domates topluyorum, yada tarladan geliyorum diye cevaplar verirken annem şaşkın... bu cevapları veren ben daha şaşkın... bir şehir kızının dönüşümünü yaşıyoruz beraber... ben mutluyum... benim sesimden mutluluğumu anlayan annem tedirgin ama alışıyor yavaş yavaş yeni duruma.... bir de hep çok yoğunum cevabından bıkıyor... ya kızım bi dinlen diyor... bak aradım konuşalım diyor... ama ben gerçekten yoğunum... vaktim yokki konuşmaya...

Çiftliğin hayat akışına (yani sabah kalkış ve iş başı zamanına, yemeklerin kaçta yeneceğine) bir yandan günlerin uzunluğu karar veriyor, bir yandan da oradaki yaşamı oluşturan insanların alışkanları ... İşte bu duruma bayılıyorum. Çiftlik sakinlerinin birbirlerine uyumlanma süreci... Her seferinde yeni bir dinamik oluyor. Gerçek bir aile olunuyor orada... O kadar dipdipe bir hayat yaşanıyor ki... Herkes sadece kendisi olabiliyor... Herkes kendini azcık törpülüyor... Herkes birbirine hoşgörü gösteriyor... Önyargılar kırılıyor... Beraber yemekler hazırlanıyor, geziliyor, çalışılıyor, dertler ortaya dökülüyor...  Müthiş bir dinamizm...

Tabi çiftliğimizin annesi Nuran ablayı anmadan geçmek olmaz... Her daim koşturur... Ekmek yapar... Yemek yapar... Herkesin gönlü olsun ister...


Nuran Abla mutfakta...

ekmek yapma hazırlıkları...

papatya ekmek tepsisi

sıcacık ekmekler fırından çıkarken...


Çiftlik içi eğlencelerimiz de var tabi ki... Küçük bir havuzumuz var, pin pong masamız var, voleybol sahamız var. Özellikle kıran kırana voleybol maçları yapılıyor... yalnız maçın  iddialar bir değişik oluyor. Bu akşam bulaşığı kim yıkayacak gibi :))) Voleyboldan hiç anlamayan ben, bir voleybol yıldızı olma yolunda ilerliyorum... En son servis atmasını da öğrendim... Kim tutar artık beni...

Bu kadar doğanın  içerisinde enerji patlaması yaşamamak imkansız. Bir gülmedir alıyor beni... Öyle nedensiz gülüyorum... Taaa gözlerimin içine kadar gülüyorum... İnsanın doğadan ayrı değil tam tersi doğayla bir bütün olduğunun kanıtı gibi gülmelerim....

Bir de çiftlikte sevdiğim yerler var... Her yerini seviyorum çiftliğin de... Bazı yerler bir özel... Bir kaya var ki...Aşığım ona... Pc'imde ekran koruyucu olarak duruyor... Her daim benimle... Ruhumun bir parçası olmuş artık... Şehre döndüğümde canım mı sıkılıyor kayayı düşünüyorum... Hemen beni kucaklıyor... Sıkıntımı geçiriveriyor...



aşık olduğum kaya...


bir diğeri...

Bu kayalara gitmek için, evlere gitmek için vadiye doğru yürümeniz gerekir... İşte o vadi manzarası aklımı başımdan alır...



aklımı başımdan alan vadi manzarası...

Yemekleri pişirdiğimiz taş fırın benim şöminem...Uzun uzun ateşi seyrederim... Gündüz de seyrediyorum o ateşi ama geceleri  bir başka oluyor alevin karanlıkla yaptığı dans...



taş fırın ve nam-ı diğer şömine......

Bir de el arabamız var... Üstünde ne balıklar pişmiş, ne patlıcanlar közlenmiştir. Eee alevi bulmuşken biraz da seyredicez tabi ki...


çok amaçlı el arabası...

Oturma odası ve mutfağımız sosyalleşme mekanımız... Mutfakta yemek yapmaya bayılıyorum... Tarladan topluyorsun domatesini, biberini, bamyanı yapıyorsun yemeğini... salatını... Daha büyük bir keyif olamaz... Yapılan yemek sohbetleri de cabası... İnsanın ufku açılıyor... Dünya görüşü değişiyor, genişliyor... Herkese benden bir parça geçiyor... Bana herkesten bir parça kalıyor... Acaip bi durum...



mutfağa ve oturma odasına uzaktan bakış...


yemek yaparkene...


hep beraber yemek ve sohbet zamanı...



Bazen de herkesten bir parça geçmesinden daha büyük bir durum oluyor... Dünyanın diğer ucundan biri... Sanki sizin aynınız... Sanki kardeşiniz... Sanki yoldaşınız oluveriyor... Ve bu derinlikteki bir dostluğu uzaklık sadece büyütebilir...



yakın dostluklar...

Ve de cumbamız... Keyif yerimiz... Geceleri uzun uzun yıldızlar seyredilir... Herkes ilk kayan yıldızı görmek için bekleşir... Yok benimki uzun kaydıda yok seninkiydi.de... Acaip bir şamata olur... Hele temmuz da meteor yağmuruna rastlarsanız değmeyin keyfine gitsin...


cumba'da keyif...

Bir de yağhane var... Zeytinler toplanıyor buraya geliyor... Sandık sandık geliyor zeytinler...Taş baskıyla sıkılıyor... Zeytinyağı oluyorlar... Öyle lezzetli ki... İnsan yemeye doyamıyor...



Yağhane...

Bu yazı artık bitmeyecek diye korksam da çiftliğin hayvanlarını da anlatmam gerekiyor. Bir kedi  ve bir köpek. Kedi dişi ve avcı. Adı Boncuk... Köpek ise Paşa. Erkek. Daha durgun, daha sakin bir hayvan. Aralarında geleneksel bir kedi-köpek çatışması hüküm sürüyor. Bazen onlar adına düşünüyorum... Böyle cennet bir mekana gel ama rahat huzur bulma... Genel geçer kabul görmüş kurallara göre onlar düşman... Düşmanla aynı çatı altında yaşamaya mecburlar... Zor iş onlarınki azizim. Birbirlerini kıskanıyorlar... Birbirlerinin yemeklerini de yiyorlar... Oyun da oynuyorlar... Kavga da ediyorlar... Her hallerini görmek mümkün... Dost olmalarını diliyorum içimden... Belki onlar dost olabilirse herkes dost olabilir diye düşünüyorum ...



Paşa ve boncuk halleri...




Eeee  ben yine de daraldım etrafta ne var derseniz... Buna da cevabım hazır... Knidos var...Tarihi açıdan ziyaret edilebilir bir mekan... Palamutbükü var. Hoşça vakit geçirilebilir... Bir de çiftliğe 15 dakika yürüyüş mesafesinde deniz var. Denize girebilirsiniz. Burada deniz çok güzel ve vahşi... Ayrıca gün batımının keyfini çıkarabilirsiniz... Bu yine de bana yetmez diyorsanız çevrede kısa yürüyüşler yapıp, mantar ve dağ çileği toplayabilirsiniz. Çok şanslıysanız bir de gökkuşağına rastlayabilirsiniz...



deniz kenarı...


denize girenler...



deniz kenarında gün batımı...


gün batımı renkleri...



gökkuşağı banyosu...


Vee tüm bu hayatın kurucusu ve yaşatıcısı Ali Somer'e teşekkürlerimle ilk bölümü kapatıyorum...

Sağlıcakla,






5 yorum:

  1. Çok güzel...
    Saygı ile eğiliyorum.
    Başka ?
    Başkasına dilim dönmüyor.

    YanıtlaSil
  2. Ne kadar şanslısın CAN DOST... Marmaristan yola koyulurken arabam küçük diye sevinirdim Balıkaşıran'ı geçerken sağ tekerleklerin boşlukta kaldığını sanırdım..Sarı Limandaki dostlar nasıl sevinirlerdi sağ salim geldik diye..Şaka değil 40 sene öncesinden bahsediyorum.. Günümüzde Bodrum üzerinden Deniz yoluyla gitme şansının yanında, doyumsuz güzellikteki bakımlı kara yolu benim gözde seçeneğim olarak yerini hala koruyor
    Beni nerelere götürdün bilemezsin..Anılarda kalan mutlu zamanlara..
    Kutluyorum ve teşekkür ediyorum..Lütfen devam et..Knidos'un gizemlerini de anlat..Lepralıları iyileştiren o yerler şimdilerde acaba günümüzün illetlerini de iyileştirir mi dersin?
    Huzur,sevgi ve ışıklar seninle olsun.
    NAMASTE..

    YanıtlaSil
  3. namaste... umarım herkesin ruhu birgün iyileşir...
    ama o toprakların özel olduğuna inanıyorum...
    lepralılar konusunu bilmiyorum araştıracağım...sağlıcakla...

    YanıtlaSil
  4. Resimlerle birlikte yazı harika olmuş; hani okurken alıp götüren, gezdirip geri getirenlerden. Devamı da gelecek sanırım. Teşekkürler, nefesin her daim derin olsun.

    YanıtlaSil
  5. güzel yorumun için sağol yazının devamıyorumlara bağlı

    YanıtlaSil