3 Mayıs 2011

Beyaz Gecelerde Evlenilir... Moskova 2. bölüm...(05-10 Ağustos 2010)

[slideshow] 

Beyaz Gecelerde Evlenilir…

Şehrin önemli noktalarında gezinmek gerekiyor; Tiyatro Meydanında Bolşoy Tiyatrosunun ihtişamlı cephesi beni selamlıyor. Moskovada her şey büyük demiştik; Kurtarıcı İsa Katedrali de bu büyüklükten nasibini almış bir katedral ona da bir merhaba diyorum ve Gorki parkına geçiyorum.  Gorki parkıda aynı şekilde kocaman büyük bir park neşeyle el sallıyorum.

Benim için en önemli noktalarından birine varmak üzereyim. Tchaikovskeye’nin Kuğu Gölü’nü yazmasına ilham veren gölün kenarındayım. Göl gerçekten çok güzel ağaçların yansımaları gölle kucaklaşıyor. Gölde kuğu yerine ördekler var ama olsun. Tchaikovskiy’le aynı gölün kenarında yürüyorum ben şu anda. İnanamıyorum. Her yerde gelin-damat görmek mümkün. Buralara resim çektirmeye geliyorlar. İşte bir genç çift daha. Kız çok güzel. Tempolu bir şekilde gorki gorki gorki (öp öp öp) diyerek öpüşmelerini sağlıyorum. Çok mutluyum.

Beyaz gecelerde evlenmek Rusya’da bir modaymış herkesin modaya uyduğunu söylemem gerekiyor. Yavaş yavaş beyaz gecelerin sonuna yaklaştığımız için düğün mevsimi bitmek üzere hava artık 22.00 gibi kararıyor.

Tverskaya caddesi ana alışveriş caddesi ve her yerde gördüğüm Pizza Hutlar, Mc Donaldslar, Starbuckslar burada iyice göze çarpıyor. Bilboardlar Coca-Cola reklamları ile dolu. Değişim kendisini iyiden iyiye hissettiriyor burada.

Moskovada Stalin’in Yedi Kız Kardeşleri olarak bilinen birbirine benzer yedi yapı bulunmakta.  Moskova Devlet Üniversitesi 240 metrelik boyuyla bunlardan en uzunu. Üniversitenin yanından yürürken karşıma bu sefer Lenin Kütüphanesi çıkıyor. Önünde ise Dostyovesk’nin kocaman bir heykeli var. Nefesim kesiliyor, aklıma Suç ve Ceza geliyor, Karamazof Kardeşler geliyor.

Rus halkı sürekli kitap okuyor. Heryerde. Metroda, parkta, otobüs beklerken başlar önde, akıllar satırların içinde kaybolmuş bir dolu insan. Gazete çok ucuz.

Buraya kadar gelip Nazım Hikmet’in mezarını görmeden dönmek olmaz. Mezarlıktan içeri biraz tedirgin giriyorum. Mezar taşları işlenmiş, nereyse her biri bir sanat eseri şeklinde. Anton Çehov, Nikolay Gogol, Sergey Prokofye ve Nikita Kruşçev gözüme çarpan isimler. Her taraf yapma çiçek dolu. Kışlar uzun ve sert olduğundan yapma çiçek getirmeyi tercih ediyor Rus halkı. Ve büyükçe bir meydan, hemen meydanda Nazım Hikmetin yeri bulunuyor. Mezar taşının üstüne  ikinci karısı Vera’nın adı iliştirilmiş. Düşünceler içinde  çıkıyorum oradan.

Aslında müze işini St. Petersburga bırakmış olmama karşın burada gitmek istediğim bir müze var. Puşkin Güzel Sanatlar Müzesi. Beyaz mermerden yapılma klasik ön cephesiyle beni karşılıyor. İçinde Rembrand, Rubens, Van Gogh’un eserleri olan bölümü rüya aleminde gibi geziyorum. Diğer bölümde Manet, Monet, Picasso, Renoir’lar var. Çocuklar gibi bir tablodan ötekine koşuyorum. Bu aldığım coşkuyla bir müzeye daha gidesim geliyor…

Şehrin biraz dışında ama görülmeye değer Tchaikovskiy’nin  müzesine gidiyorum. Daha sonradan müzeye dönüştürülmüş bu evi mektuplaştığı bir hanım arkadaşı kendisine hediye etmiş. Eserlerini bu bahçede gezip dolaşırken yazmış. Kendi el yazısından notalarının ve  eşyalarının arasında geziniyorum. Piyanosuna içimi çekerek bakıyorum. Belki bana da biraz yetenek bulaşır diye piyanoya dokunmak istiyorum. Ama görevliler çok sert bakıyor dokunmaya cesaret edemiyorum. Dışarı çıkıyorum. Bahçe düzenlemesi çok güzel. Bankın üstünde de kocaman bir heykeli var. Madem piyanosuna dokunamadım o zaman heykeline dokunurum diyorum.Ve bana da yetenek bulaşması için heykeliyle  bir fotoğraf çektiriyorum.

İstanbul kızı olarak artık nehirlere akma vaktidir diyorum ve Moskova Irmağına akıyorum. Moskova Irmağı, Oka Irmağının bir kolu… O da meşhur Volga ırmağıyla buluşuyor. Şilepler, tekneler, mavnalar usul usul nehirde yol alıyor biraz onları seyrediyorum.

Ve yavaş yavaş yorgunluk gelip beni buluyor, biraz dinlenmek lazım arkasından ver elini St. Petersburg.