24 Ekim 2011

İstanbul Boğazına İnek Geçidi Denirmiş...

Uzun süredir İstanbul dışındaydım… Bu yüzden çoktandır gitmek istediğim İstanbul Akvaryum’a ve Sapphire Seyir Terası’na gidememiştim… İstanbul’la buluşunca hava biraz yağmurlu olduğu için önce akvaryuma gitmeyi tercih ediyorum… Akvaryum Florya’da… Yollara düşüp kendimi giriş kapısında buluyorum…



29 TL’ye giriş biletimi alıp giriyorum… Fiyat biraz pahalı geliyor ama daha girişten beni etkileyen bir havası var… Değecek gibi geliyor… Bakalım… Elime broşürü alıyorum… İçeri girmeden önce fotoğrafımı çekiyorlar… Köpekbalığından korkar gibi poz veriyorum… Fotoğrafa köpekbalığını ekliyorlarmış. Diğer bir pozda ise normal duruyorum, ona da akvaryumdan görüntüler ekleme yapılıyormuş… Çıkışta istersek almaya hazır hale geliyormuş…

Arkasından on altı bölümden oluşan bir dünya deniz turuna başlıyorum…  İlk bölüm Karadeniz… Karadeniz bölümü Nuh’un gemi maketiyle başlıyor… Nuh tufanı ile Akdeniz’den gelen su, Karadeniz’in girişinde boğazları açmış… Böylelikle Karadeniz göl olmaktan çıkıp, deniz haline gelmiş… Bu bilgileri öğrenmek hoşuma gidiyor… Ayrıca gemi maketinin içinde suyun tuzluluğunun ve azot değerlerinin batıkların korunmasına etkisini gösteren bir oyun yer alıyor.



Sıra Karadeniz’den İstanbul Boğazı’na geçmeye geliyor… Bir tarafım Anadolu, diğer tarafım Avrupa Boğaz’dan geçiyorum salına salına… Su tanklarının içi bölgeye ait balıklarla dolu… Her bölümün önünde o bölgeyi, tarihini, özelliklerini, balıklarını anlatan dokunmatik ekranlar var… Duvarlarda ise bölgeyi anlatan yazılar, fotoğraflar var… Sanki bir ansiklopedinin içine düşmüş gibi hissediyorum kendimi… Giderek daha çok havaya giriyorum…



Bunca yıllık İstanbulluyum… İstanbul Boğazı’na ‘İnek Geçidi’ dendiğini buradan öğreniyorum… Günün birinde Zeus, dünyalar güzeli, masmavi gözlü İo’ya âşık olur… Fakat Zeus evlidir… Karısı Hera bu durumu öğrenince çok kızar ve kıskanır… Zeus sevgilisini korumak için onu beyaz bir ineğe dönüştürür. Birkaç olaydan sonra Hera beyaz ineğe bir at sineği musallat eder. Acıdan kıvranan inek bir kıtadan, diğerine koşturur… Bu arada İstanbul Boğazı’ndan geçer… O yüzden boğaza ‘inek geçidi’ denilen ‘Bosphoyearsrus’ adı verilir…

Buradan Marmara bölümüne geçiyorum. Dekor olarak kapalı çarşı seçilmiş… Baharatçıların olduğu yer de unutulmamış… Etrafa, dekorlara, bilgilere bakmaktan balıklarla bakmadığımı fark ediyorum… Hemen balıkları seyretmeye başlıyorum… Burada köpekbalıkları ve vatozlar hemen dikkatimi çekiyor. İki metre uzunluğundaki ‘arapaima’ ise gözden kaçacak gibi değil.



Sırada Çanakkale Boğazı var… Burada balıklar tepenizden geçiyor… Süper bir his… Kanatlı bir balığın fotoğraflarını poz poz çekiyorum… Dekor olarak Truva Atı seçilmiş… Derken Ege’ye geliyoruz… Burada kocaman bir havuz arkasında da Denizlerin Tanrısı Poseidon var… Hemen onunla da bir fotoğraf çektiriyorum… Her yerde fotoğrafların flaşsız çekilmesiyle ilgili uyarılar var… Flaş balıkları sersemletiyor hatta öldürüyormuş… Etrafımdaki hatunlardan biri inatla flaşla fotoğraf çekiyordu… Sonunda dayanamayıp tatlılıkla uyardım… “Görevliler bir şey demiyor sana ne oluyor” diye bir güzel ağzımın payını veriyor… Balıklardan onları flaştan kurtaramadığım için özür dileyip yoluma devam ediyorum…

Burada Sütiş açmışlar… Bu dünya deniz turum uzayacak gibi gözüktüğü için oturup poğaça yiyip çay içiyorum… Bir de eve götürmek üzere çavdarlı ekmek alıyorum… Aslında menü çeşidi zengin daha doyurucu şeyler de yenilebilir…



Elimde ekmek poşetim Süveyş Kanalı’na açılıyorum… Süveyş Kanalı’ndan bir geminin geçiş ücreti 250 bin dolarmış… Çok iyi bir para gibi geliyor kulağıma… Bundan sonraki bölüm olan Antartika’nın yeri elbette dünyada Süveyş Kanalı’ndan sonra değil ama nedense buraya koymuşlar… Burada kocaman bir buzdağı var… Yaklaşık iki buçuk metre büyüklüğünde olmalı… Maket mi gerçek mi diye dokunuyorum… Parmaklarım buz kesiyor… Böylece gerçek olduğunu anlıyorum… Etrafı penguen fotoğraflarıyla süslemişler… Keşki gerçek penguen de olsaydı diye düşünüyorum…

Arkasından dünya denizlerinin gerçek sırasında dolaşmaya devam ediyorum… Ve Akdeniz’e ulaşıyorum… Akdeniz’de dekorasyon sarkıtlar, dikitler ve mağaralar şeklinde yapılmış… Bir sürü bilmediğim irili, ufaklı balığı seyre koyuluyorum… Balıklardan biri son sürat bana doğru gelirken ona doğru bakıp öpüyorum… Birbirimizi öpüyor gibi oluyoruz…



Ve akvaryumun beni en çok etkileyen yerine geliyoruz… Doğu Atlantik’ten başlayıp Pasifik Okyanusu’na kadar etrafında döneceğimiz kocaman havuz… İçinde bin bir çeşit balık… Köpekbalıkları bir ileri bir geri gidip geliyorlar… Bir de koca kanatlı bir balık var… Onların peşine düşüyorum ben de, bir ileri bir geri koşturuyorum… Koşturmaktan yorulunca buradaki oturma alanına oturup dinleniyorum. Balıkların görüntüsü beni büyülüyor… Arada dalgıçlar ellerinde uzun çubuklar, çubukların ucunda etlerle köpekbalıklarını beslemeye başlıyorlar… Başka bir dalgıç da yine bu sistemle diğer balıkları besliyor… Muhteşem bir manzara… Başka bir dalgıçta gelip camları silmeye başlıyor… Nedense bana çok komik geliyor… Hiç dalgıçların cam sileceğini düşünmemiştim ama tabi bu kadar camı temiz tutmak lazım… Dalgıçlardan başka kim silebilir ki? Pasifik okyanusunun dünyanın en büyük okyanusu olduğunu öğreniyorum… Hatta dünyadaki tüm kıtalardan bile daha büyükmüş…



Bir sonraki bölme küresel ısınmayla ilgili… Küresel ısınmayla beraber su yükseldiğinde hangi şehir ne zaman suya gömüleceğini gösteren interaktif sunum var… İstanbul için suyun hayli yükselmesi gerektiğini görünce içim rahatlıyor…

Sevimli çizgi film karakteri Nemo’ya benzeyen balıkların, denizkestanesi, denizatı, ıstakoz kabuğunun tanıtıldığı bir bölüme giriyorum… Artık balıklarla beraber suda nefes alıyormuşum gibi hissediyorum…



Burada isterseniz yengeçleri de görevlilerin gözetimi altında besleyebiliyorsunuz… Görevli arkadaş elimdeki ekmeği görünce “aman abla sakın ekmekle besleme onların besinleri ayrı” diye beni uyarıyor… Bazı teyzeler evde kek yapıp balıklar aç kalmasın diye kaşla göz arası veriyorlarmış… Çocuklar da fındık fıstık veriyor başa çıkamıyoruz diye anlatıyor dertli dertli… Yok diyorum bu ekmek benim için… Yengeci okşasam mı diye tereddüt ediyorum sonra aman neme lazım şimdi ısırır falan deyip dokunmuyorum… Ama dokunmadığıma hala pişmanım… Aha buraya yazıyorum bir dahaki sefere okşayacağım…

Arkasından da Amazon ormanlarına yani son bölüme giriyorum… Burası nemli, ıslak ve kocaman ağaçların olduğu bir yer… Fakat beni en çok etkileyen Kapibora adı verilen şirin sıçan… Şirin diyorum ama 50 kilo ağırlığında, boyu da 1.20 metrelerde olan koca bir sıçan… Dünyanın en büyük kemirgeni… Neredeyse benim kadar… Hem suda hem karada yaşayabiliyormuş Kapibora… Bölümünde tek başına dolaşıp duruyordu… Böyle yalnız görünce çok hüzünleniyorum… Meğer benim gibi başkaları da bu hayvanın eşi yok mu onu da getirin diye sürekli mail atıyormuş… Ne olur bilmem…



Çıkışta 5D sinema olarak hazırlanmış salonda 7 seçenek var ve gösteri de 5 dakikayı geçmiyor. Burada bir film 7,5 lira… Ben buranın konseptine uygun olarak balıkları anlatan bir filmi seyretmeyi tercih ediyorum… Filmde suyun içinde gidiyor gibi hissediyorsunuz… Bazen ıslanıyorum, bazen yosunlar bana değiyor, en son da bir balina tarafından yutulmamla biten sinemada çok eğleniyorum…

Hediyelik eşya dükkânından bir şey almayacağım dememe rağmen suda yüzen penguenlerin olduğu küp şeklinde kâğıt tutucu çok hoşuma gidiyor… Hem onu, hem de girişte çektirdiğim fotoğraflardan kemirgen Kapibora’yla amazon ormanının içine beni yerleştirdikleri fotoğrafımı alıp geziyi tamamlıyorum…

Bir öğleden sonranızı rahatlıkla geçirebileceğinizi akvaryuma mutlaka gitmenizi öneririm…

Sağlıcakla,

Not: Aldığım resimleri merak edenlere...

[slideshow]

Şaşkınım... Ürkmüşüm... Üzgünüm... Günün fotosu... 24/10/2011

Gürhan özbudak

Allah seni toplasın...

Hiç duydunuz mu şu duayı?
"Allah seni toplasın!"
Eskiler böyle dua ederlermiş he...p.
Ne güzel bir duadır bu Ya Rabbi! hele ki bu çağa karşı!
Allah seni toplasın!
-Gözünü..
-Kulağını..
-Aklını..
-Yüreğini..
-Hayalini toplasın ağyardan..
Sana "el" olan sınırlardan."Allah seni toplasın"
Toplanmazsan dağılacaksın çünkü..Dağılınca da dağıtacaksın!

Dedikodu yaptığımızda karşıdaki insana verdiğimiz zararları düşünmeliyiz...

 

DEDİKODU:

Bilge, karşısında duran iki adamı ilgiyle süzerek, "Sorun nedir?" diy...e sormuş.

Adamlardan biri diğerine işaret ederek,"O, yaptığı dedikodularla sadece benim şöhretimi mahvetmekle kalmadı, bu köydeki pek çok insanın da canını yaktı!" demiş.

Öteki hemen atılmış: "Üzgünüm... Böyle olsun istememiştim. Tüm söylediklerimi geri alıyorum."

"Yaa... bunun gerçekten her şeyi düzelteceğini mi sanıyorsun?" diye söze katılmış bilge,
"Yarın köy meydanına kuş tüyü yastığınla gel."

"Nasıl yani?..."

"Dediğimi yaparsan anlayacaksın."

Ertesi gün köy meydanında buluşmuşlar. Bilge, adamın eline bir makas vermiş ve yastığı kesip içindeki tüyleri boşaltmasını söylemiş. Yastıktan boşalan tüyler rüzgârla birlikte etrafa savrulunca, "Şimdi," demiş bilge,

"Bunlarınhepsini toplayıp bana getir."

Adam saşkınlıkla, "Ama bu mümkün değil!" diye cevap vermiş.
"Baksanıza, duvarların ardındaki bahçelere kadar savruldular. Öyle geniş bir alana yayıldılar ki, bunların hepsini toplamak imkânsız..."

"Tıpkı başkalarının hakkında sarf ettiğin sözler gibi" demiş bilge,
"Yaptığın dedikoduların nerelere, ne kadar uzak mesafelere kadar gittiğini ve nelere sebep olduğunu bilebilir misin?.."

Sevgili Dostlar, yardımlarınız için: Şişli Belediyesi Mavi Masa 0212 288 75 76,

Sevgili Dostlar, yardımlarınız için: Şişli Belediyesi Mavi Masa 0212 288 75 76, Kadıköy Belediyesi 0216 542 50 55, Beşiktaş Belediyesi 444 44 55, İzmir'de Van için giysi (özellikle battaniye) yardımları, İzmir Bornova'da Büyükpark'taki Uğur Mumcu Kültür Merkezi'nde toplanıyor! 0232-388-2964, Yıldız Teknik Öğrencileri Örgütlenmiş İLETİŞİM 0506 843 66 59---05448414494---05376260521 numaraları yardım topluyor. Kızılay Çağrı Merkezi: 168 .

Merhamet en büyük yaraların ilacıdır. (F.D.

Daha fazla bilgi için Fazıl Say'ın sayfasına ya da

Van'la dayanışma sayfalarına bakabilirsiniz...

 

Ayrıca para yardımı yapmak isteyenler

AKA - ARAMA KURTARMA ARAŞTIRMA DERNEĞİ
BAĞIŞLARINIZ İÇİ:
Yapı Kredi Bankası - Fındıklı Şb-216 HESAP NO: 81381866 hesabına yatırabilirler...

Biz olmakla ilgili bir öykü...

 

Bir gün yoksul ve yalnız bir köye elinde torbası ile bir yabancı gelir. Gelen yabancıdan korkan köy halkı evlerine kapanır. Yabancı köy halkına kendisinden kimsenin korkmamasını,  sadece bir gezgin olduğunu, gece için yatacak bir yer istediğini bunun karşılığında malzeme verdikleri taktirde onlara yemek yapabileceğini  söyler. Köy halkı yabancıdan çok korkmuştur,  çok da yoksul oldukları için fazla yiyecekleri yoktur ve hiçbiri yemeklerini yabancı ile paylaşmak  istememektedir. Ona paylaşacak birşeyleri olmadığını ve kimsenin onu misafir etmek istemediğini  söylerler. Yabancı “olsun” der. “Siz beni istemeseniz de ben bu gece burada kalmak zorundayım. Gece karanlıkta yola devam etmem çok zor. Kendim için bir çorba yapacağım isterseniz sizde benimle çorbayı paylaşabilirsiniz.”

Yabancı köyün ortasında bir ateş yakar, kuyudan su çeker ve içine çantasından çıkardığı taşı atar. Bunları yaparken bir yandan da kendi kendine konuşmaya başlar. “Nefis bir çorba bu, harika olacak keşke bir parça kabakta olsaydı.” Bu arada bütün köy halkı gizli evlerinin penceresinden gizlice yabancının çorba yapışını merakla seyretmektedir. Köydekilerden biri evinden küçük bir kabağı korka korka yabancıya getirir.Yabancı kabağı alır ve çorbanın içine koyar. Tekrar kendi kendine konuşmaya başlar. “Harika bir taş çorbası bu, kabakla çok daha leziz oldu keşke biraz da havuç olsa.” Köylüler yavaş yavaş evlerinden çıkarak kendilerine sakladıkları  sebzelerden ufak parçalar getirmeye başlarlar. Yabancı bütün sebzeleri alır ve kaynattığı taş çorbasının içine doğrar. Bir yanda çorbanın harika olduğunu söylemeye devam eder. Sonunda çorba pişer ve yabancı tüm köylülere evlerinden tabak getirmelerini söyler ve hep birlikte çorbayı içerler. Çorba çok güzel olmuştur. Herkes şaşkındır. Ortada hiç bir şey yokken bir anda bir taş sayesinde nefis bir çorba yapılmış ve aç olan herkes doymuş, uzun zamandır biraraya gelmeyen  insanlar ateşin etrafında konuşmaya başlamıştır.Köylüler bu güzel günü yeniden yaşamak için yabancıdan elindeki sihirli taşı satmasını ister. Yabancı taşı asla satmayacağını belirtir ve ertesi gün köyden ayrılır. Dönüş yolunda çocuklar yabancıyı beklemektedir. Yabancı çantasından taşı çıkarır ve en genç olanına taşı verir. “Sihir taşta değil. Bu sıradan bir taş köye girerken yolda bulup heybeme atmıştım. Asıl sihir köylülerde, mucizeyi onlar  gerçekleştirdi. Sende artık yeni bir mucize gerçekleştirebilirsin ” der.

Hikaye : Bir Portekiz halk masalından “stone soup” alınmıştır.

aysegul gungor

Ey mutluluk, ''Elma dersem çık, armut dersem çıkma!..''

 Mutluluk nedir sahi !... kanat takıp uçmak mı uçsuz bucaksız göklerde, balık olup dalmak mı ummanlara;  ya da Evliya Çelebi gibi seyyah olmak mı dersiniz !...
açlıktan kıvrananlar için bir lokma ekmek, bir yudum su;  hastanede yatan, acı çeken hasta için bir ilâç meselâ...  ya da yolunu şaşırmışın tekrar yola kavuşması belki de...
bir bülbülün gülü sevmesi...  ya da, âşığın sevgilisinin gözüne düşmesi...

sahi nedir mutluluk?  ...kimine göre para  ...kimine göre sağlık  ...kimine göre aşk  yoksa bunların toplamı mıdır?  mevsimlerin güneşe kavuşması...  ağaçların tomurcuğa durması...  bilinmezliklerde aranan duygu mu!..

hangimiz mutluluğu aramadık;  ya da mutluluğu özlemedik ki !..  mutluluk kim, ya da ne tarafından bize verilir de,  hep mutluluğu çağırır;  ve onu bulamadığımızdan yakınırız.
mutluluk dediğimiz şey,  bu kadar gizemli, ulaşılması zor;  ve, yakalayanda ömür boyu süren;  ya da hiç karşılaşılmayan bir olgu mu!..

mutluluk için acaba ne yapıyoruz;  neden onu arayıştayız habire?  onu,   illâ isteriz, isteriz de;  gözümüzün içine bakan mutluluğu görmemekte de inat ederiz.
yanımızdan geçer de ıskalarız her sefer, Dönüp yine ağlarız.  ey mutluluk,  ''Elma dersem çık, armut dersem çıkma!..''   diye oynanan körebe gibi  değil!... değil !...
mutluluk yanıbaşımızda bizle yürür aslında,  bardağın boşunu görmek maharet değil;  dolusunu görmek  yakalatır ancak bize onu...  polyanacılık değil söylediklerim,
elimizdekilerden mutluluk çıkarmak asıl iş...  hata bulmak kusur aramak kolay,  --dünyanın en mükemmel şeyinde bile kusur bulunur;  ve mutsuzluk çıkarılır--
önemli olan,  o şeylerin güzel yönünü görmekte.

mutluluk kıyas istemez,  ve hiçbir şeyle karşılaştırılamaz;  çünkü, insanların beklentileri farklıdır.  düşünsenize...  dünyanın peşinden koştuğu ve ikonlaştırdığı aktrislerle kocaları, geçinemeyip ayrılıyorlar.  hani mükemmel güzeldiler!...  onunla bile mutluluk yaşanmıyorsa,  mutluluk tipte, rahatlıkta, çok parada ve çok şöhrette değil;
mutluluk yürektedir.  Siz,ona seslenin yeter ki !...  hemen yanınızda bitmek için koşa koşa gelir.

hayata bakış farkıdır mutluluk... nesnede, tipte, ya da olguda değildir hiçbir zaman...  Siz seslenin, o sizi bulur mutlaka...

hadi, size bir hikâye ...  Baba ve iki küçük çocuğu ormanda gezintiye çıkmışlar.  Bir süre yürüdükten sonra çocuklardan biri:  “Baba, çok yoruldum, beni kucağına alır mısın?'' deyince,  babası, yürümeyi sürdürerek:  Üzgünüm, seni kucağıma alamam;ben de çok yorgunum.'' demiş.  Aldığı yanıttan hiç hoşlanmayan çocuk, ağlamaya başlamış.
Babası, tek sözcük söylemeden durmuş ve ağaçtan bir dal kesmiş;  dalı bıçakla düzelterek oğluna vermiş ve:  “Al oğlum,sana güzel bir at işte!.” demiş.  Gözleri mutluluktan ışıldayan çocuk,  büyük bir coşkuyla sıçrayarak ata binmiş  ve ''deh !..''diyerek,büyük bir mutlulukla evine gitmiş.
Baba,  kendilerini şaşkınlıkla izleyen kızına dönerek:  “İşte yaşam budur kızım.  Kimi zaman sen de ruhsal ya da bedensel açıdan yorgun olduğunu duyumsayabilirsin.
İşte o zaman sen de kendine ağaç dalından bir at bul ve mutluluk içinde sürdür yolunda ilerlemeni...
Sonra da, neyi anlatmak istediğini açıklamış...
“Bu at bir arkadaş, bir şarkı, bir şiir, bir çiçek, belki de bir çocuğun gülümsemesi olabilir. Çevresine bakınıp böyle bir atı arayan herkes onu bulabilir
Demem odur ki;
Yaşamın ne denli zor olduğunu düşünürsen, senin için yaşam o denli zorlaşır;ama, yaşamını kolaylaştıracak şeyi bulduğun an, mutluluğu da bulursun...''

Hayatı zorlaştıran da...   kolaylaştıran da...  mutluluğu yakalayan da...  öteleyen de bizleriz.  tercih sizin...

Aware kelimelere teşekkürlerimle...

Kardeşçe yaşamayı öğrenmeliyiz...



Hepimiz beraber KARDEŞÇE yaşamayı öğrenmeliyiz. Yoksa hepimiz beraber aptalca öleceğiz...

Martin Luther King