19 Ekim 2011

Sebze çorbası...

içindekiler
•3 yemek kaşığı tereyağı
•2 orta boy soğan
•2 yemek kaşığı un
•1,5 yemek kaşığı domates salçası
... •1 yemek kaşığı biber salçası
•2 patates
•2 kabak
•3 havuç
•1 çay bardağı bezelye
•1-1,5 lt kaynamış su
•Tuz

•Soğanı ve sebzeleri soyun, yıkayıp doğrayın.
•Tereyağını eritin. Soğanı yağda pembeleştirin.
•Pembeleşince salçaları ekleyip 1-2 kez karıştırın.
•Sebzeleri ilave edin, 3-4 dakika sonra unu ekleyin.
•Un ile bir süre kavurduktan sonra suyu ve tuzu ekleyin.
•Hafif ateşte sebzeler yumuşayana kadar pişirin.
•Pişince çorbayı blenderdan geçirin.
•Eğer çorbanın kıvamı yoğunsa, azar azar kaynamış su ekleyin.
•Afiyet olsun.

Maya Beiser - I Was There (Part 2)

http://youtu.be/-4oIATCvaPI

Sizin için ateş yakacak dostlarınız olabilmesi dileğiyle…

 



 

Para sıkıntısı çeken bir adam, patronundan yardım ister. Patron ise onunla iddialaşır: eğer bir dağ başında bütün bir gece tek başına kalabilirse büyük bir ikramiye alacaktır. Yok başaramazsa o zaman patrona bedava çalışacaktır. Dükkandan çıkarken dışarıda buz gibi bir rüzgar estiğini görür. İçine bir korku düşer ve iddiaya girmekle bir delilik yapmadığından emin olmak için en iyi arkadaşı Aydi’ye akıl danışmaya karar verir.

Aydi biraz düşündükten sonra cevap verir; “Sana yardım edeceğim. Yarın sabah dağın tepesine çıkınca hep ileriye bak.  Ben komşu dağda senin için harlı bir ateş yakıp bütün gece bekleyeceğim. Ateşi seyret, arkadaşlığımızı düşün, için ısınsın. Sen istediğini elde edeceksin, sonra benim de senden bir isteğim olacak.”

İşçi iddiayı kazanır, parasını alır ve sonra arkadaşının evine gider: “Benden bir şey isteyecektin.”

Aydi karşılık verir: “Evet, ama derdim para değil. Söz vereceksin, eğer günün birinde hayatımda buz gibi bir rüzgar eserse sen de benim için dostluk ateşini yakacaksın.”

Poula Coelho...Elif kitabından alıntıdır...

Sigara içenlerin geleceği... Günün fotosu... 19/10/2011

Bakın bakalım size neler vermiş Tanrı...

Zamanın Birinde Yaşayan Mutsuz Bir Adam Varmış...

Bir zamanlar bir tepenin üzerindeki villada bir oğlan çocuğu yaşarmış.  İyi de yaşarmış. Köpekleri ve atları, otomobilleri ve müziği severmiş.. Yüzmeye gider, futbol oynar, güzel kızlara bayılırmış... Bir gün Tanrı'ya "Büyüdüğüm zaman neler istediğimi buldum, uzun uzun düşünüp" demiş... "Neler"... demiş Tanrı... "Bir büyük evde yaşamak isterim. Ön kapısında heykeller olsun. Arka kapıda iki St. Bernard köpeği... Uçsuz bucaksız bir bahçe içinde... Uzun, çok güzel ve çok müşfik bir kadınla evlenmek isterim.
Siyah saçlı, mavi gözlü, gitar çalan ve tatlı tatlı şarkılar söyleyen..." "Üç güçlü oğlum olsun isterim ki, onlarla futbol oynayabileyim. Büyüdüklerinde birisi büyük bir bilim adamı, öteki senatör, üçüncüsü de milli santrafor olsun." "Ben bir seyyah olayım... Okyanuslara yelken açayım, dağların zirvelerine tırmanayım, insanları kurtarayım. Bir Ferrari kullanayım, yollarda..." "Ne güzel bir hayal bu" demiş, Tanrı... "Mutlu olmanı dilerim..."

Bir gün oğlan futbol oynarken ayağını incitmiş. Ondan sonra değil dağlara, ağaçlara bile tırmanamaz olmuş. Okyanuslara yelken açmak da hayal olmuş tabii... Bunun üzerine pazarlama okuyup, tıbbi malzemeler dağıtan bir şirket kurmuş. Bir kızla evlenmiş, çok güzel ve çok müşfik. Ama uzun değil kısaymış. Saçları siyahmış ama, gözleri mavi değil, ela imiş. Gitar çalamaz, şarkı söyleyemezmiş ama, harika yemek pişirir, olağanüstü güzel kuş resimleri yaparmış. İşi dolayısı ile kent dışında bir villada değil, kentte bir apartmanın teras katında oturmak zorunda kalmış, ama evinin deniz manzarası gene harikaymış. İki St.Bernard besleyecek bahçesi yokmuş ama, evinde harika tüylü bir Ankara kedisi varmış. Üç kızı olmuş. En küçükleri tekerlekli sandalyede yaşamak zorundaymış, ama en güzelleriymiş. Üç kız da babalarını çok severlermiş. Onunla futbol oynayamazlarmış ama birlıkte denize, parklara giderlermiş. Uçurtma uçurdukları da olurmuş, bazen. En küçükleri hariç tabii. O gölgede bir ağacın altında oturur, gitarı ile şarkılar söylermiş. İyi para kazanmış ama öyle kırmızı bir Ferrarisi olmamış.

Bir sabah uykudan üzüntü içinde uyanmış ve en iyi arkadaşına koşmuş... "Ben" demiş "Hiç mutlu değilim..." "Neden"... demiş, arkadaşı... "Çocukken siyah saçlı, uzun boylu, mavi gözlü, gitar çalıp şarkı söyleyen bir kızla evlenmek isterdim. Oysa karım uzun değil, ela gözlü, gitar da çalamıyor." "Karın çok güzel" demiş, arkadaşı... "Harika resimler yapıyor, enfes yemekler pişiriyor üstelik."

Adam dinlememiş bile onu...

Bir gün karısına "Hiç mutlu değilim" diye dökmüş içini... "Neden" demiş, karısı... "Çünkü büyük bir bahçe içinde bir villada yaşamayı düşlerdim, oysa 47. katta bir apartman dairesine tıkıldım. İki St. Bernard'ın yaşayacağı bir bahçem olsun isterdim, hani nerede..." "Konforlu bir apartmanda yaşıyoruz" demiş, karısı... "Oturduğumuz yerden okyanus görünüyor. Gülüyor, eğleniyor, birbirimizi seviyoruz. Kedimizi okşuyor, güzel kuşların resimlerini yapıyoruz... Üç de harika çocuğumuz var."

Adam dinlemiyormuş bile...

Ruh doktoruna koşmuş bir gün... "Ben mutlu değilim" diye... "Niye" demiş, doktor... "Çünkü ben bir gezginci olmak, okyanuslara açılmak, dağlara tırmanmak, insanları kurtarmak isterdim. Oysa masa başı işim ve sakat bir dizim var şimdi..." Ama sattığın tıbbi malzemeler yığınla hayat kurtarıyor" demiş, doktor... Adam dinlememiş bile. Doktor da ona 100 $ vizite yazıp yollamış.

Öyle mutsuzmuş ki hasta olmuş sonunda. Bir beyaz hastane odasında, etrafı beyaz giyinmiş hemşirelerle dolu yatıyormuş. Vücuduna bağlı teller hastaneye kendi sattığı kalp cihazına gidiyor, kollarına bağlı serumlarla besleniyormuş. Bir gece adam hastane odasında Tanrı ile yalnız kaldığında  "Tanrım" demiş...  "Hatırlar mısın, çocukken sana yalvarmış ve istediklerimi sıralamıştım."  "Hatırladım" demiş, Tanrı... "Güzel bir hayaldi." "Peki, niye onların hiç birini vermedin bana" demiş, adam...  "Verebilirdim" demiş, Tanrı... "Ama sana istemediğin şeyleri vererek bir sürpriz yapmak istedim." "Bak neler verdim sana..." Bir güzel, sevecen eş, iyi bir iş, yaşanacak güzel bir ev. Üç tatlı kız evlat...
Bir araya getirdiğim en güzel yaşam paketlerinden biriydi bu." "Evet" demiş, adam... "Ama bana benim gerçekten istediklerimi vereceksin sandım." "Ben de senin, benim gerçekten istediğimi vereceğini sandım" demiş, Tanrı... "Sen ne istedin ki" demiş, adam hayretle... Tanrı'nın da bazı şeyler isteyeceğini hiç düşünmemişmiş hayatında.
"Sana verdiklerimle mutlu olmanı istemiştim" demiş, Tanrı...

Adam karanlık odasında sabaha kadar düşünmüş. Sonunda yeni bir hayal kurmaya karar vermiş. Yıllar önce kurduğu hayalin yerine  "Keşke bunu hayal etseydim" dediği bir hayal... Bu defaki hayalinde, zaten sahip olduğu şeyler varmış hep. Adam kısa zamanda iyileşmiş, 47. kattaki dairesinde çok mutlu yaşamış. Kızların şen şakrak sesleri, eşinin derin ela gözleri ve harika kuş resimleri arasında mutlu olduğunu hissedermiş bütün gün... Geceleri de okyanusa yansıyan kentin ışıklarının dalgalar üzerinde oynaşmasına bakar, gülümsermiş... Sınır tanımadan büyük düşünmek...Hayal gücünü sonuna kadar zorlamak... Ama elde ettikleriyle de mutlu olmayı bilebilmek... Tanrı'nın insana verebileceği en büyük iki nimet bu olmalı...

Bakın bakalım, size neler vermiş Tanrı...

Cır cır böcekleri ne güzel ötüyor...

Her durumda elimden gelenin en iyisini yapacağım...

http://youtu.be/IGMW6YWjMxw

Videoda Wangari Maathai bir masal anlatıcısı. Eski bir Afrika masalı anlatıyor, kendini anlatmak için. Büyük bir orman yangınını söndürmek için küçücük gagasıyla su taşıyan bir sinek kuşunun hikayesini anlatıyor:

“Karşı karşıya olduğumuz sorunlarla sürekli bir şekilde bombardıman altında olduğumuz için kendimizi tamamen bunalmış hissettiğimizde, sinek kuşunun hikayesini hatırlarım. Dev bir ormanda büyük bir yangın çıkmış. Ormandaki bütün hayvanlar kaçışmışlar ve ormanın yanmasını üzüntü içinde seyretmeye başlamışlar. Kendilerini son derece tükenmiş, çaresiz ve güçsüz hissediyorlarmış. Küçücük bir sinek kuşu hariç. Sinek kuşu, ‘bu yangını söndürmek için bir şeyler yapmalıyım’ demiş ve en yakındaki dereye gidip gagasına bir damla su almış, sonra ormana kadar uçup yangının üzerine bırakmış. Olabildiğince hızlı bir şekilde bir aşağı, bir yukarı uçup, damlaları yangının üzerine bırakıyormuş. O sırada bütün diğer hayvanlar çaresiz bir şekilde yangını seyrediyorlarmış. Aralarında kocaman hortumlarıyla çok daha fazla su taşıyabiliecek filler bile varmış. Sinek kuşuna sormuşlar: ‘Ne yapabileceğini sanıyorsun ki? Sen küçük bir kuşsun, bu yangın ise dev gibi. Seni kanatların küçücük, gagan minicik. Her seferinde ancak bir damla su taşıyabilirsin.” Onlar cesaretini kıracak sözler söylemeye devam ederken, sinek kuşu hiç vakit kaybetmeden uçmaya, yangını söndürmek için gagasıyla su taşımaya devam etmiş. O arada da dönüp diğer hayvanlara cevap vermiş: ‘Yapabileceğimin en iyisini yapıyorum.’ Bence hepimizin yapması gereken de işte bu. Her zaman o sinek kuşu gibi olmalıyız. . Ben sinek kuşu olacağım, elimden gelenin en iyisini yapacağım

Doğru olanı yapman için ihtiyaç duyduğun korku mu?



Sizler tanrıya bir ebeveyn rolü biçtiniz. Ve tanrıdan, ödüllendiren ya da cezalandıran bir yargıç yarattınız....Doğru olanı yapman için ihtiyaç duyduğun korku mu? İyi olman için tehdit edilmen mi gerekiyor? Ceza almaktan mı korkman gerekiyor? " F.Nietzsche

Kurbağa oldum...

Dedemin İnsanları - Fragman - Çağan Irmak

http://youtu.be/Q9Gc4F0S1og

Ozan, Ege'de küçük bir sahil kasabasında yaşayan 10 yaşında bir çocuktur. Girit göçmeni dedesi Mehmet Bey nedeniyle arkadaşları onunla "gavur" diye alay etmektedir. Yalnız kalmaktan korkan Ozan, başta dedesi olmak üzere ailesine kızar "Biz Türküz." diyerek onlara kafa tutar.

Ozan'ın dedesi Mehmet Bey, kasaba eşrafından, saygın bir adamdır. Kasaba halkına kol kanat gerer, sorunlarıyla ilgilenip, onlara yardım eder. Hoşgörürsüyle bilinen Mehmet Bey torununun bu durumundan dolayı üzülmekte ve endişe duymaktadır.

Mehmet Bey daha yedi yaşındayken, ailesi zorla topraklarından kopartılmış, mübadeleyle Girit'ten göçmüşlerdir. Mehmet Bey'in en büyük arzusu ölmeden evvel doğduğu toprakları görebilmektir. Bu özlemle sık sık içinde mektuplar olan şişeleri Ege'nin mavi sularına bırakmaktadır. DEDEMİN İNSANLARI, küçük bir kasabada yaşayan on yaşında bir çocuk ve dedesi aracılığıyla, bir ailenin ve bir ülkenin geçirdiği büyük değişimi anlatıyor.

Kalabalık ve sıcak Ege insanlarının hikâyesini izlerken, mübadeleye, öteki olmaya, nereye gidersen git bir yere ait olamamaya, azınlık olmaya, bir defa daha ama bu kez farklı bir yerden bakacaksınız.

Çağan Irmak'tan Dedemin İnsanları
25 Kasım'da Sinemalarda!

Öfke ve kininizle hemen karar vermeyiniz.Duydukla rınızın hiçbirine ,gözünüzle gördüklerinizin ise yarısına inanın...











Önyargıya görsel olarak bir örnek verelim.
Aşağıdaki fotoğrafa iyi bakın, ilk baktığınızda ne görüyorsunuz?. ..

 





















Bir çalılık üzerinde oturan kurbağa değil mi?
Bakın resim belli bir süre sonra hareket ediyor, ne imiş?
Bir at başı...
Demek ki; "hayatta hiç bir şey göründüğü gibi olmayabilirmiş“, ne dersiniz?
Öfke ve kininizle hemen karar vermeyiniz.Duydukla rınızın hiçbirine ,gözünüzle gördüklerinizin ise yarısına inanın.Çünkü gerçekler gözlerinizle dahi görseniz öyle olmayabilir.


Önyargısız olan kişiler, yaşama farklı gözle bakabilen kişilerdir. Ne zaman bir olaya önyargıyla yaklaşacak olursanız, kurbağa'nın at başına dönüşebileceğini hiç unutmayın.


Önyargısız ve yargısız infazlardan uzak bir dünya dileğiyle