8 Şubat 2013

Yoncaların Anlamı Şöyleymiş...

Fotoğraf: Yoncaların anlamı şöyleymiş:</p><br /><p>Birinci yaprak ümidi,<br /><br />İkincisi barışı,<br /><br />Üçüncüsü aşkı,<br /><br />Dördüncü yaprak ise şansı simgelermiş…</p><br /><p>Ümit, Barış, Aşk ve Şans daima sizinle OL'sun sevgili dostlar... <3</p><br /><p>https://www.facebook.com/bizzkisiselgelisimBirinci yaprak Sevgiyi,
İkincisi barışı,
Üçüncüsü aşkı,
Dördüncü yaprak ise şansı simgelermiş…
...
Sevgi, Barış, Aşk ve Şans daima sizinle OL'sun sevgili dostlar

Güzel Bir Kıssadan Hisse!

 

Kasabanın birinde zengin bir tüccar yaşarmış. Öleceği vakit vasiyetinde: 'Ben mezara konulduğum gün kim gelir benimle bir gece mezarda kalırsa ona servetimin yarısını bırakacağım.' demiş. Çoluğu çocuğu, akrabala...rı servetin yarısı bırakılmasına rağmen bunu yerine getiremeyeceklerini düşünüyorlarmış.


Kısa bir müddet sonra adam ölmüş. Adamın vasiyeti kasabada zaten meşhurmuş. Bunu duyanlardan biri de kasabanın en ücrâ köşesinde yaşayan hamalmış. Adamın öldüğü haberini duyunca yakınlarına kendisinin bir gece mezarda kalabileceğini söylemiş. Bunun üzerine cenaze merasiminden sonra hamalı da adamla birlikte kabre koymuşlar. Hamal: 'Zaten bir tane ipim bir tane de küfem var. Kaybedecek bir şeyim yok. İyi ettim de bu adamla buraya girdim.


Çıktığımda kasabanın hatırı sayılır insanlarından biri olacağım.' diye düşünüyorken bir gürültü kopmuş ve dünyada daha önce hiç karşılaşmadığı yüzlere orada rastlamış. Gelen melekler aralarında konuşuyorlarmış: 'Bu ölü olan zaten elimizde. Onu istediğimiz vakit hesaba çekebiliriz. İlk önce şu canlı olandan başlayalım.' Adam tir tir titriyorken başlamış melekler art arda sorular sormaya: 'Söyle bakalım ey falan oğlu filan. Küfenin ipini nereden buldun? Satın aldıysan ne kadara aldın? Kimden aldın? Aldığın kişiyi dolandırdın mı? Hakiki değerinde mi verdin ücretini?' Adamın dili dolanıyor sorulan sorulara cevaplar bulmaya çalışıyor ancak, o cevap verdikçe ip ile ilgili bir başka soru ile karşılaşıyormuş. Gün ağarırken zengin adamın akrabaları gelmiş ve adamı mezardan çıkarmışlar:


- Artık kasabanın sayılı zenginlerindensin. Anlat bakalım bir gece mezarda kalmak nasıl bir duygu? Hamal: - Aman, lanet gitsin! İstemiyorum! Bütün mal mülk sizin olsun! Ben bir ipin hesabını sabaha kadar veremedim, o kadar malın hesabını kıyamete kadar veremem herhalde... Ne kadar seversen sev, bir gün ayrılacaksın. Ne kadar toplarsan topla, bir gün bırakacaksın. Ne kadar yaşarsan yaşa, bir gün öleceksin. Ne yaparsan yap, bir gün hesabını vereceksin.

Gitti Kadın!..

Bana karşı anlayışlı davranan tek kişi terzimdi. Her gördüğünde yeniden alırdı ölçülerimi. Onun dışında herkes önceki ölçülerin bana hep uyacağını sanırdı... ”

Fotoğraf: “Bana karşı anlayışlı davranan tek kişi terzimdi. Her gördüğünde yeniden alırdı ölçülerimi. Onun dışında herkes önceki ölçülerin bana hep uyacağını sanırdı... ” </p><br/><p>BERNARD SHAWBana karşı anlayışlı davranan tek kişi terzimdi. Her gördüğünde yeniden alırdı ölçülerimi. Onun dışında herkes önceki ölçülerin bana hep uyacağını sanırdı... ”

BERNARD SHAW

''Kaz kafalı'' sözü de nereden çıkmış?









Göç eden kazları havada süzülürken izlediniz mi hiç? İzlediyseniz eğer, "V" şeklinde bir formasyonla uçtuklarını farketmişsinizdir. Bilim adamları araştırmış, "Bu kazlar neden V şeklinde bir grup oluşturarak uçarlar" diye...        Kazların... bu uçuş stilinden bizlerin ders alacağı noktalar var...


Uçan her kaz, kanat çırptığında arkasındaki kaz için onu kaldıran bir hava akımı oluşturuyor. V şeklindeki formasyonla uçan kaz grubu, birbirlerinin kanat çırpışlarındaki hava akımını kullanarak uçuş menzillerini % 71 oranında artırıyorlar. Yani tek başına gidebilecekleri maksimum yolu grup halinde neredeyse ikiye katlıyorlar.


Kıssadan hisse :        Belli bir hedefi olan ve bu hedefe ulasmak icin biraraya gelen insanlar hedeflerine çok daha kolay ve çabuk erişirler. Çünkü birbirlerinin çekimini kullanırlar.        Bir kaz, V grubundan çıktığı anda, uçmakta güçlük çekiyor. Çünkü kaldıraçla hava akımının dışında kalmış oluyor. Bunun sonucu olarak hemen formasyona geri dönüyor ve "V"nin gücünü kullanıyor.


Kıssadan hisse :       Bizimle aynı yöne gidenlerle bilgi alışverişini sürekli kılmalıyız.        Başta giden V lideri yorulduğunda en arkaya geçiyor ve hemen arkasındaki lider konumuna geliyor. Bu değişikliği sürekli yapıyorlar.


Kıssadan hisse :       Liderliği paylaşmak ve zor işi rotasyonlu yapmak ivme kazandırır.


Gerideki kuşlar öndekileri daha hızlı gitmek üzere bağırarak uyarıyor:


Kıssadan hisse :        Takım ruhu.        Formasyondaki bir kuş hastalanırsa veya bir avcı tarafından vurulur da uçamayacak hale gelirse... Düşen kuşa yardım etmek üzere formasyondan iki kaz ayrılıyor ve korumak üzere yanına gidiyor. Tekrar uçabilene kadar veya ölümüne kadar onunla beraber kalıyorlar. Sonra diğer bir "V" formasyonuna katılıp kendi gruplarına ulaşıncaya kadar beraber uçuyorlar.        Kıssadan hisse : İşler zorlaştığında kenetlenmenin faydası var...



Abi Bir İyi Bir De Kötü Haberim Var!...

Ulan Apar Topar Çıktık Evden...

Ya Ben Kış Uykusundayken Herkes Çok Acaip Eğleniyorsa...

Parmaklarının ucunda duran dengeli duramaz,





Parmaklarının ucunda duran dengeli duramaz,
İlerisi için çabalayan, ilerleyemez.
Sürekli kendini gösteren şeffaf değildir.
Haklılığını ortaya koyan dürüst değildir.
Böbürlenenler tercih edilmez.
Kibirli olan uzun dayanamaz.
-Lao Tzu

ARZULARIMIZI SERBEST BIRAKTIĞIMIZDA ÖZGÜR OLURUZ.


Asya'da maymun yakalamak için kullanılan bir çeşit tuzak vardır: Bir Hindistan cevizi oyulur ve iple bir ağaca veya yerdeki bir kazığa bağlanır. Hindistan cevizinin altına ince bir yarık açılır ve oradan içine tatlı bir yiyecek konur. Bu   yarık sadece maymunun elini açıkken sokacağı büyüklüktedir. Yumruk yaptığında elini dışarı çıkaramaz.


Maymun tatlının kokusunu alır, yiyeceği yakalamak için elini içeri sokar, ama yiyecek elindeyken elini dışarı çıkarması olanaksızdır. Sıkıca yumruk yapılmış el, bu yarıktan dışarı çıkmaz. Avcılar geldiğinde maymun çılgına döner, ama kaçamaz. Aslında bu maymunu tutsak eden hiçbir şey yoktur. Onu sadece, kendi bağımlılığının gücü tutsak etmiştir. Yapması gereken tek şey, elini açıp   yiyeceği bırakmaktır. Ama zihninde açgözlülüğü o kadar güçlüdür ki bu tuzaktan kurtulan maymun çok nadir görülür.


Bizleri de tuzağa düşüren ve orada kalmamıza neden olan şey, arzularımız ve zihnimizde onlara bağımlı oluşumuzdur. Tüm yapmamız gereken; elimizi açıp benliğimizi, bağımlı olduğumuz şeyleri serbest bırakmak ve dolayısıyla özgür olmaktır!

Coşku duy! Öyle çok neden var ki: Çiçekler açıyor, kuşlar ötüyor, güneş gökyüzünde parlıyor, bunlar için kutlama yap! Nefes alıyorsun ve hayattasın, bilincin açık, bunu kutla!"

Fotoğraf: "Coşku duy! Öyle çok neden var ki: Çiçekler açıyor, kuşlar ötüyor, güneş gökyüzünde parlıyor, bunlar için kutlama yap! Nefes alıyorsun ve hayattasın, bilincin açık, bunu kutla!" </p><br /><br /><p> ~Osho~Coşku duy! Öyle çok neden var ki: Çiçekler açıyor, kuşlar ötüyor, güneş gökyüzünde parlıyor, bunlar için kutlama yap! Nefes alıyorsun ve hayattasın, bilincin açık, bunu kutla!"

~Osho~

Erkeksin Ya!..Bir İşe Yara!..

Erkeksin Ya...Alışveriş Torbalarını Taşı...

Erkeksin Ya...Bana Sıcak Bir Aile Ver...

Erkeksin Ya...Beni Geçindir...

Erkeksin Ya...Beni Koru...

Erkeksin Ya... Bana Güven Ver...

Erkeksin Ya...Bana Hayat Arkadaşı Ol...

Erkeksin Ya... Anca Maçoluk Yapmayı Bilirsin...

Erkeksin Ya...Anca Bana Sözün Geçer...

Erkeksin Ya...Anca Maça Gitmeyi Bilirsin...

Erkeksin Ya...Tam İşe Yarayacağın Zaman Ortalıkta Bulunmazsın...

Erkeksin Ya...Tatil Zamanlarını Burnumdan Getirirsin...

Erkeksin Ya...Bir Çiçek Alıp Eve Gelmeyi Bilmezsin...

Erkeksin Ya...Saçımın Rengini Değiştirdiğimi Bile Farketmezsin...

Erkeksin Ya...Anca Yemekte Ne Var diye Sormayı Bilirsin...

Erkeksin Ya...Anca Erkek Evlat İstemeyi Bilirsin...

Erkeksin ya...Anca Bana Kilo Aldın Demeyi Bilirsin...

Erkeksin Ya...Göbeğin Önde Sen Arkada Gidersin...

Erkeksin Ya...Komşu Kadına Bakmayı Marifet Sayarsın...

Erkeksin Ya...Çocukları Kursa Sen Götür Demeyi Bilirsin...

Erkeksin Ya...Bütün Tamiratlar Bitince Ortaya Çıkmayı Bilirsin...

Erkeksin Ya...Bir Saçımı Okşamayı Bilmezsin...

Ekeksin Ya.... Haftasonları Anca Geç Kalkmayı Bilirsin...

Erkeksin Ya... Anca Spora Gitme Oran Buran Gözüküyor Demeyi Bilirsin...

Erkeksin Ya..Anca Annemler Geliyor Kalk Yemek Yap Demeyi Bilirsin...

Erkeksin Ya!.. Çantam Çok Ağır Taşıda Bir İşe Yara...

Erkeksin Ya... Bir Özür Dilerim Demeyi Bilmezsin...

Erkeksin Ya...Anca Hööyyytttt Diyerek Sorunları Çözmeyi Bilirsin...

Erkeksin Ya...Yatağın Sol Tarafında Hep Sen Yatarsın...

Erkeksin Ya...Kafan Sadece Tek Bir Şeye Çalışır...

Erkeksin Ya...

Hadi Devam Edin Kızlar...

Anette

Zaten Orada mıyız?






Eskiden yoğun meditasyonlar, derin düşünme, yıllar süren acı verici çabalar sonucunda ulaştığımız nokta için insanların, ‘zaten oradasın’ dediklerini duyuyoruz. Üstelik işin en acı yanı da kimsenin “gerçekte orada OLMAMASI”. Ruhsal öğretilerle ilgilenen insanlar sorgulayıcı ve özgür bir zihin yerine kabullenmenin ve sorgulamadan inanmanın mutlu uyuşukluğuna çekilmiş durumdalar. Bizler eğitmenlerimizden sürekli olarak “Farkında ol! Farkında ol! Her şeyin farkında ol! Sana söylenenleri kabul etme! Kendi adına sorgula!” laflarını duyarken bugünlerde, “İnan! Zaten orada olduğunu kabul et!” laflarını duyuyoruz. Eskiden yoğun meditasyonlar, derin düşünme, yıllar süren acı verici çabalar sonucunda ulaştığımız nokta için insanların, ‘zaten oradasın’ dediklerini duyuyoruz. Üstelik işin en acı yanı da kimsenin “gerçekte orada OLMAMASI”.

YILLAR önce, felsefeye meraklı yeni yetme bir genç olarak rahmetli İlhan Güngören’in asistanlığını yaptığım yıllarda, kendisinin sık sık duyduğum bir talebiyle karşılaşırdım: “Bütün konuşmalarımızı, yaptığımız çalışmaları yaz. Bunlar bir gün çok önemli kayıtlar olacak. Türkiye’de ruhsal çalışmaların nereden nereye geldiğini görmeleri insanlar için çok önemli olacak.” Açıkçası İlhan Bey’in bu talebini bir türlü yerine getiremedim. Ancak, bugün geriye dönüp baktığımda bunun ne kadar yerinde bir talep olduğunu anlıyor ve şimdi hafızamı zorlayarak Türkiye’de en azından Doğu öğretilerinin nereden nereye geldiğini, ne kazandığını ve ne yitirdiğini anlamaya çalışıyorum.

Bizler ruhsal çalışmalarda kesinlikle Türkiye’de ilk kuşak değildik, hatta ikinci kuşak bile değildik ama Doğu öğretilerinde ikinci kuşak, Zen ve Taoizm’de ise ilk kuşak olduğumuz doğruydu. O yıllar, Doğu öğretileri konusundaki ilgi bu günkünden oldukça farklı bir boyuttaydı. Her şeyden önce, Doğu öğretileri henüz “new age” ya da “yeni çağ” denilen akımın etkisi altına girmediği için geniş halk kitlelerine ulaşamıyordu ama, bir yandan da saflığını korumayı başarıyordu. Üniversite yıllarımda, Prof. Teoman Duralı’nın İlkçağ Felsefesi dersinde, yeni çağ ve spiritüalizm akımları için söylediği sözleri hala anımsıyorum: “Sevgili arkadaşlar yeni çağ ya da spiritüalizm gibi yeni akımlar, Hindu ve diğer doğulu öğretilerin bozulmuş ve üzerinde yeterince çalışılmamış kötü kopyalarıdır.” Doğrusunu söylemek gerekirse bugün, bu tür çalışmaların durumunu incelediğimde hocamın bu sözlerine katılmadan edemiyorum. Ruh kavramının varlığına bile inanılmayan Tibet Budizmi’nde, nasıl olup da reenkarnasyon (yeniden doğuş) kavramının varolduğunu kimsenin sormadığını görüyorum bugünlerde. Ruhsal öğretilerle ilgilenen insanlar sorgulayıcı ve özgür bir zihin yerine, kabullenmenin ve sorgulamadan inanmanın mutlu uyuşukluğuna çekilmiş durumdalar. Bizler eğitmenlerimizden sürekli olarak “Farkında ol! Farkında ol! Her şeyin farkında ol! Sana söylenenleri kabul etme! Kendi adına sorgula!” laflarını duyarken bugünlerde, “İnan! Zaten orada olduğunu kabul et!” laflarını duyuyoruz. Eskiden yoğun meditasyonlar, derin düşünme, yıllar süren acı verici çabalar sonucunda ulaştığımız nokta için insanların “zaten oradasın” dediklerini duyuyoruz. Üstelik işin en acı yanı da kimsenin “gerçekte orada OLMAMASI”.

Özellikle doksanlı yıllarla birlikte başlayan “anlamsızlaşma çağı”, insanları acı verici bir anlam arayışına sürükledi. Bu anlam arayışı ve kişinin kendini anlamsız ve amaçsız hissetmesi o derece ağır bir hal almaya başladı ki, yeni kuşak ruhsal yolcular, prozak da kullanabilecekken bunun yerine meditasyon yapmayı “tercih eden” insanlar durumuna geldiler. Yaşadıkları kültürü anlamadan onu bırakıp başka bir kültürü, başka bir yaşam biçimini kendilerine uydurmaya çalışırken, ortaya çıkan şeyin yalnızca ve yalnızca bir mutasyon olduğunu ve uzun yaşamına devam edemeyeceğini anlayamıyor bugünün ruhsal insanı.

Oysa, ruhsal yolda yürümeye başladığımızda bize çok basit bir formül sunulmuştu: Kültürünün şartlandırmalarından kurtulmak istiyorsan, önce tam olarak içine girerek onu incele, onu anla, ardından onun artık senin üzerinde baskısının kalmadığı bir noktaya ulaş ve sonra da onu sağlıklı bir şekilde kabul et; çünkü sen asla ama asla yaşadığın doğal çevreden bağımsız bir varlık değilsin ve ruhsal yol da uyum üzerinde yükselen bir yoldur.

Bu nedenle, ülkemizde ilk yıllarda bizleri ruhsal yolda yönlendiren eğitmenlerimiz, kolay yanıtlardan hoşlanmayan, hatta zaman zaman kendilerinden kaçacak delik aradığımız eğitmenler olurlardı. Karşılarına her şeyi anladığımızı ima ettiğimiz bir yanıtla çıktığımızda bu yanıtımızı öyle bir irdelerlerdi ki, sonuç olarak bu yanıtın yalnızca içinde bulunduğumuz baskıdan kurtulmak için zihnimizin bize sunduğu kolay bir kaçış olduğunu anlardık. Ruhsal yol rahatlama ya da keyif alma yolu değildi; gerçek denilen şey her ne ise, onu anlama ve bunun sonucunda da gerçek özgürlüğe ulaşma yoluydu. Geçmiş yaşamımızda ne olduğumuz hiçbir eğitmenimizi ilgilendirmezdi, onların ilgilendikleri şey, bugünü, şu anı nasıl yaşadığımız ve kişiliğimizde bize ait olmayan şeyleri nasıl bıraktığımızdı.

Yıllar önce Dharma Yayınları’nı kurduktan bir süre sonra, yayın dünyasında ruhsallık ve doğu öğretileri arasında önde gelen yayınevlerinden biri olduk. Yayınevimizin beğenilmesinin en önemli nedenlerinden biri; mümkün olduğunca insanları kolay kaçış yollarından uzak tutacak, ayakları yere sağlam basan eserleri seçip yayınlamamızdı. Yayıncılığın, özellikle de bu alandaki yayıncılığın çok önemli riskler içerdiğinin farkındaydım. Bu aynı zamanda verdiğim dersler için de geçerliydi. Eğer insanlara ruhsal bir öğretiyi öğretiyorsanız, öğrencilerinizin daima sizi olmadığınız bir insan yapma, size sahip olmadığınız güçler ve yetenekler atfetme eğilimleri olduğunu fark etmeli ve öğrencilerinizi bu tür etkilerden korumalısınız. Ben de defalarca bu tür durumlar yaşadım. Pek çok kereler öğrencilerimin yanıma gelip, “Hocam dün gece sizi rüyamda gördüm, bana şunları şunları söylediniz”, dediklerine tanık oldum. Bu tür durumlarda çoğu eğitmenin, sanki öğrencilerinin bilmedikleri bir şeyi biliyorlarmış gibi sessiz kalarak, kendilerini öğrencilerine sanki bazı üstün yeteneklere sahipmiş gibi göstererek onların yanılsamalarını beslediklerine de tanık oldum. Benim bu tür durumlarda verdiğim yanıt ise benden öncekilerin verdiği yanıttan çok farklı olmadı hiçbir zaman: “Sanırım gece bir yerin açıkta kalmış.”

Şu an artık Dharma Yayınları’ndan ayrıldıktan sonra yeni kurduğum Klan Yayınları’nda da yayın politikamız aynı şekilde devam ediyor. T’ai Chi ve Zen üzerine kitap yazmış olmama karşın, artık ne Zen ne de T’ai Chi çalışmaları öğretiyorum; ama şu an öğrettiğim öğreti konusunda da aynı tavrımı koruyorum.

Ruhsallık çift taraflı bir bıçak gibidir ve nasıl kullanılacağı bilinmezse kişiye kolayca zarar verebilir. Yanılsamalara açıktır. Günümüz insanına ruhsal bir insandan bahsettiğinizde gözünün önünde beliren resim; yüzünde durgun bir ifade olan, neredeyse kolunu kıpırdatmaya hali kalmamış, erdemli, aseksüel bir insandır. Örneğin, o insanın içki içebileceğine, et yiyebileceğine, sevişebileceğine kimse inanamaz. Oysa gerçek anlamda ruhsal olarak inanılmaz noktalara ulaşmış olan tanıdığım pek çok insan bunların hepsini yapan kişilerdi. Yetmiş yaşlarında ve kolayca levite olup havada saatlerce kalabilen, 50 bin volt ölçen bir aleti enerjisinin yüzde 5’i ile patlatıveren, aynı anda birbirinden farklı mekanlarda varolabilen tanıdığım pek çok usta, kayak yapan, sigara içen, et yiyen, bol bol gülen, karıları, çocukları olan insanlardır. Hepsi de ayakları yere sağlam basan dengeli insanlardır. Çinlilerin çok sevdiğim bir sözü vardır: “Yaşarken yaşayanların işleriyle uğraşın”, derler. Ruhsal yolculuk ölümün yolu değil, yaşamın yoludur. O nedenle de canlı, güçlü, yaşam ateşiyle dolu olması gerekir.

Çağımızın ruhsal eğilimleri ne yazık ki ölümün yoluna yönelmiş durumda. Belki de bu nedenle sağlık üzerine bu kadar odaklanmış durumdalar. Her gün bir öğrencimin nasıl beslenmesi gerektiğine dair sorularıyla karşılaşırım. Onlara canları nasıl istiyorlarsa o şekilde beslenmelerini ve ne yapmalı, ne yapmamalı gibi şeylere aldırmayı bırakıp bir an önce yaşamaya başlamalarını söylerim. Benim derslerimde insanlar sigara içmeyi bırakmaz, bazen sigara içmeye başlarlar. Benliklerinde gerilim yaratan, onları gerçekte olmadıkları bir şey olmaya zorlayan yanlarından kurtulmaya başlarlar önce. Bunu başardıktan sonra gerçek doğaları, gerçek benlikleri onları olması gereken doğru yola yönlendirmeye başlar. Belki de geçmişteki ruhsal öğretilerle günümüzde uygulanan biçimi arasındaki en önemli fark, geçmişteki öğretilerin sizi gerçekte olduğunuz kişiye dönüştürürken, günümüzdeki uygulamaların ideal ama gerçekte olmadığınız bir şeye dönüştürmeye çalışmasıdır. Bu nedenle de kör bir noktaya ve yanılsamaya doğru ilerleyip dururlar. Bu yazı sanırım biraz acı oldu. Ama bana sorulan soru günümüzdeki ruhsallığı nasıl gördüğümdü. Dilerseniz bu konu üzerinde siz de düşünün. Sonra bir gün çay içip bu konu üzerinde sohbet ederiz.

(İl Yayın: Buğday Dergisi)