28 Aralık 2011

Güven" çok ince bir çizgidir. Onu kalınlaştırarak kırılmasını engelleyen tek şey, "iki taraflı" olmasıdır



 

Güven" çok ince bir çizgidir. Onu kalınlaştırarak kırılmasını engelleyen tek şey, "iki taraflı" olmasıdır

Öğrene - bildiklerim...Herkesin kendi gerçeği varmış ve herkes kendi gerçeğinin gösterdiği yoldan tek ve hakikat olana yürüyormuş...

 Herkesin kendi gerçeği varmış ve herkes kendi gerçeğinin gösterdiği yoldan tek ve hakikat olana yürüyormuş. Yaşam, gerçeğin okulu ve bizler de kendi gerçeğimizin öğrencisiymişiz yıllardır. Yaşadığımız her olay, yaşamın en küçük anını paylaştığımız, hatta göz göze geldiğimiz kişiler bile öğretmenlerimizmiş. Sevgiyle bakan gözler, sevgiyi beslediğimizde gözlerimizden yayılan ışığı, nefretle bakan gözler, nefreti beslediğimizde gözlerimizden okunan koyu karanlığı göstermeye çalışırmış...
Hatalar yokmuş. Yalnızca dersler varmış. İçimizde ki ışığın, gerçeğin ortaya çıkabilmesi için yaratılan karanlıklarmış hepsi. Hata, başarısızlık ve yenilgi zannettiğimiz her şey, ışığın ve gerçeğin hizmetçileriymiş. Büyüme ve gelişme sürecimizin ilahi ve kusursuz planlarıymış.
Yaşam okulunda anlamadığımız, öğrenemediğimiz dersler için utana sıkıla parmak kaldırıp sormaya da gerek yokmuş. Davranışlarımızın olumlu yönde değişip değişmediğinden anlaşılıyormuş o dersi alıp alamadığımız. Davranışlarımız olumlu yönde değişene kadar, en basit anlatımdan başlayıp, öğrenemedikçe daha da zorlaştırarak, bıkmadan usanmadan tekrar ediyorlarmış dersimizi bize yaşamın öğretmenleri. Bu dersi almadan başka bir derse de geçmek imkansızmış. Takılıp kalıyormuşuz bozuk bir plak gibi, dönüp duruyormuşuz kısır döngülerin içinde. Ne istediğimizi bilmezsek, kendimizi yeterince tanımazsak üstbenliğimizin seçimlerini yaşıyormuşuz. Biz yanlış seçim yaptığımızı düşünsek de, üstbenliğimiz yanlış seçim yapmıyormuş. İhtiyacımız olan insanları ve deneyimleri, kusursuz doğrulukla bize çekiyormuş. İçimizde ki yanlışı dışarı çıkarıp bize gösteriyormuş. Kendimize dönüp, kendi içimizde ki yanlışları bulup, kendimizi doğrularımızla yanlışlarımızla tanıdığımızda, içimizde ki yanlış kodlamaların yerine doğrularını koymaya başladığımızda, doğru çekimleri ve bilinçli seçimleri yaşamımıza katıyormuşuz.
Bütün cevaplar içimizdeymiş. Yaşam boyu üstbenliğimiz, içsel rehberimiz olarak hep bizimleymiş. Radyodaki seslerden, gazetedeki yazılardan, ilgimizin ve odağımızın en yoğun olduğu yerden hep bize ulaşmak için ve mesajlarını gözümüze, kulağımıza, yaşamımıza sokmak için elinden geleni yapıyormuş. Bıkmadan usanmadan ilahi bir sevgiyle bizi seviyor ve görünmez elleriyle bizi daima koruyormuş.
Kesin doğru ya da kesin yanlış diye bir şey yokmuş. Herkesin kendi gerçeği varmış ve herkes kendi gerçeğinin gösterdiği yoldan tek ve hakikat olana yürüyormuş. Başkasının gerçeğini yargılamak, kendi içimizde ki kalıpları, kendi gerçeğimizi korumaya almakmış.
Bildiklerimiz, dışımızda duyduklarımızdan, okuduklarımızdan ve bize öğretilenlerden çok daha fazlaymış. Tek yapmamız gereken şey, bilgiyi dışarıda değil içimizde aramak ve içimizde bulduğumuza güvenmekmiş. İçimizde bulduğumuzda, dışımızda deneyimletip onaylatıyormuş yaşam bu bilginin doğruluğunu.
Sevdiklerimiz de sevmediklerimiz de, bizim içimizde ki benleri bize yansıtan, ayna olmayı üstlenen öğretmenlerimizmiş. Tam anlamıyla kendimizi sevmek, bizden yansıyan bütün benleri, özellikle sevmediğimiz benlerimizi, sevgiyle kucaklayabilmekmiş.
Dışsal sorunlar, içsel durumumuzun kesin ve birebir yansımasıymış. İçsel engelleri ortadan kaldırabilirsek ancak dışsal sorunlar bitiyormuş.
Acılar, yaşamın ve Tanrı ' nın diliymiş. Dost acı söylermiş, Tanrı acı ile söylermiş ve acı ile dikkatimizi çekip, gerçeğe ulaşmamızı sağlarmış.
An ' dan ve Olan ' dan daha mükemmel bir ders ortamı ve zamanı yokmuş. Sadece an ' da olmanın farkındalığı yetiyormuş verilen dersi almak için.
Mükemmellik diye bir şey yokmuş. Mükemmel olan yaşamın akışıymış ve mükemmellik bu akışa teslim olmakmış. Yaşamda hakkımız olan bolluğa ve berekete ulaşmak için, sadece vermeyi bilmek yetmiyormuş. Almayı bilmek te vermeyi bilmek kadar önemliymiş. Nefes alıp vermek gibi, hem alarak hem de vererek bu dengeyi sağlamak gerekiyormuş.
Yaşama ve kendimize yapacağımız en büyük hizmet OLmakmış. Dengeli, pozitif, bütünsel ve yaşamın akışına teslimiyet halinde olmak. Tanrı ' nın unuttuğu, görmezden geldiği birer kurban değil mişiz, yaşamın ve kendisinin sorumluluğunu üstlenmesi, başkalarının gerçeğinden özgürleşmesi ve kendi gerçeğine ulaşması gereken, ilahi birer öğrenciymişiz.
Yaşam okulunun belli bir aşamasından sonra, bütün yaratıcılığımızı ortaya koyacağımız malzemeler sunuluyormuş bize. Boş bir tuval, boyalar ve fırçalar. Yaşam denen tablomuzu, istediğimiz renkler ve şekillerle kendimiz yaratabilmemiz için. Yaşama ve malzemelere sıkı sıkı sarılmadığımızda, fırçayı elimize alıp renkleri ve şekilleri tuvale taşımadığımızda, birileri bunu bizim yerimize yapmak için harekete geçiyormuş hemen. Yaşadıkça ders almak ve öğrenmek çok heyecen verici geliyor bana. Sonsuza kadar sürecek olan bir öğrencilik halini düşündüğümde aldığım hazzı hiç bir şeyden alamam sanırım. Okumayı ve öğrenciliği benim kadar seven biri için, yaşamın bir okul ve benim bu okulda kendi gerçeğimin daimi ve sonsuz bir öğrencisi olduğumun farkındalığı bunu anlatmaya yeter mi bilmiyorum. Daha öğrenilecek çok şey var.   Sokrates ' in de söylediği gibi ;   '' Bildiğim bir şey varsa, o da hiçbir şey bilmediğimdir. ''

Dokun, Sev ,Gözet...

İnsan, sözünü yağmur gibi yumuşakça indirmeli kulaklara...



İnsan, sözünü yağmur gibi yumuşakça indirmeli kulaklara.Kırıp dökmemeli,damla da...mla söylemeli, ince ince sevmeli. [ Hz.Mevlâna Celaleddin-i Rumi

Körü körüne sahiplenilen bilgi tutsaklık yaratır...


Körü körüne sahiplenilen bilgi tutsaklık yaratır...

Başarı mı, Mutluluk mu?

Başarı mı, Mutluluk mu?


 


“İSTEDİĞİN ŞEYİ ELDE ETMEK, BAŞARIDIR. MUTLULUK, ELİNDE TUTTUĞUN ŞEYİ İSTEMEYE DEVAM ETMEKTİR.”


Önceleri siyasetçi olmam gerektiğini düşünmüştüm. İnsanlara somut faydalar sağlayabileceğimi düşünüyor, dünyadaki sorumluluğumun, bütün zorluklarına rağmen siyasi bir görev almak olduğunu sanıyordum. Elbette bir gün bu da olabilir. Ama insanın hayat amacını keşfedebilmesi için bazı şeyleri denemesi gerektiğine inandığımdan, çok genç yaşta devlette görevler aldım, oradan Türkiye Büyük Millet Meclisi’nde danışmanlığa geçtim.

        O dönem tanıştığım ve beraber çalıştığım insanları tenzih ederim, ama siyasetin nasıl yapılmaması gerektiğini çok çabuk öğrendim.

        Ve aslında bana ve yeteneklerime uygun bir yol olsa bile, bu haliyle hiç de sevmediğim ve istemediğim bir hayat yolu olduğunu gördüm.

        Babamla birlikte çalışmaya başladık. Güzel şeyler oldu, zor dönemler yaşandı. Ama genelde gayet iyiydi, büyük sorunlar yoktu. Orta ölçekli işlerimiz bize çoğunluğun gıpta ettiği bir hayatı yaşatabiliyordu.

        Toplumun benim için uygun gördüğü, “doğru” bir hayatım vardı. İyi okullar bitirmiş, hem de başarıyla bitirmiş, yine iyi okullardan mezun harika bir kadınla evli, toplum hayatında, derneklerde aktif olarak yer alan, ekonomik açıdan şanslı bir azınlığa mensup, şanslı bir adamdım.

        Ve bu şanslarımın faturasını, benim kadar şanslı olmayanlara hizmet ederek ödemek istiyordum. “Gereken” her şeyi yaparak…

        Sonra bir gün mutsuz olduğumu fark ettim. Öyle birden değil. Ama hayata ve ritmine, toplumsal zorunluluklara tahammülüm azaldığında, neden böyle olduğunu merak ettim. Öyle ya, “doğru” bir hayatım vardı.

        Modern dünyanın en büyük tuzağına düştüm. “Neyin eksik?” sorusuna cevap veremedim. Çünkü bu sorunun cevabının, maddi şeyler olduğunu düşünüyordum. Benim ve çocuklarımın hayatı garantideydi. Genç yaşta başarılı olmuştum. Karımla ve çocuklarımla hiçbir sorunum yoktu.

        “Tamam” dedim kendi kendime. “Hayatına biraz renk kat.” Beni neyin mutlu edeceğini düşündüm önce. Arabaları, teknolojiyi, interneti seviyordum. Biraz bunlarla oyalandım.

        Ondan sonra en çok sevdiğim sözlerden birini duydum.

        “İstediğin şeyi elde etmek mutluluk değildir. İSTEDİĞİN ŞEYİ ELDE ETMEK, BAŞARIDIR. MUTLULUK ELİNDE TUTTUĞUN ŞEYİ İSTEMEYE DEVAM ETMEKTİR.”

        Elimdekini istemeye devam ediyor muydum?

        İşimi, eşimi, evimi, arabamı, her şeyimi istemeye devam ediyor muydum?

        Bir şeyleri, yeni bir giysiyi, saati, tatili, yemeği, devam ettiğim dernek toplantılarını, oralarda aldığım görevleri, ya da bir hazzı, elde ettikten sonra istemeye devam ediyor muydum? Yoksa elde ettikten sonra büyüleri bitiyor muydu? O saatle denize girmeye başlıyor muydum, giysinin üzerine bir şeyler dökülünce üzülmüyor, arabam çizilince umursamamaya mı başlıyordum? Gittiğim tatilin eğlencesi, ya da yediğim yemeğin lezzeti, tatil ya da yemek bitince özlemediğim, aç gözümü yeni keyiflere diktiğim, anlamsız ve geçici, uçuşan sabun köpükleri miydi?

        Ne yazık ki, böyleydi.

        Bana öğretilmiş hayat tarzının bir kurbanı olarak, başarılıydım, hiçbir şeyim eksik değildi, ama mutsuzdum.

        Eşime aşıktım bir tek, ve hala öyle. Bir de çocuklarım tabii…

        Bunun dışında hayatımda olmazsa olmaz sandığım birçok şey, aslında beni mutlu etmiyordu. Ama insanlar çok eminlerdi. Bunların beni mutlu etmesi gerektiğini söylemişler ve söylüyorlardı. Medya, kitaplar, filmler bana hep sahip olmam gereken, sahip olduğumda mutlu olacağım yeni objeler, yeni hayat tarzları ittirirken, ben köşeye sıkışmıştım. Elimdekiler beni mutlu etmediğine, elimdekileri istemeye devam etmediğime göre, bende bir gariplik mi vardı? Aptal mıydım yoksa, ya da doyumsuz muydum?

        Bir gün kendime “dur” dedim.

        “Seni mutlu eden şeyleri hatırla bakalım. Sana ne kahkaha attırıyor, ne yaparken çocuksu bir neşe duyuyorsun içinde?” Cevabı çok zor buldum. Ya da yarın yine değişir belki, hala doğru olduğunu sandığım cevabı diyelim…

        Anlatmak. İnsanlara göremedikleri alternatif çözüm önerilerini göstermek. Seçeneklerini arttırmak. Umut vermek. Kendilerine ve hayatlarına düşünecek, düşündükten sonra değişim cesareti verecek şekilde kafalarını karıştırmak. Ezberlerini bozmak. Bireysel bakış açılarını zenginleştirmek. Vesaire, vesaire…

Bu tamamen kişisel, ve benim için geçerli bir tespit. Birimiz dans etmekten, diğerimiz seyahatten, bir diğeri yeni yemekler keşfetmekten, öbürü resim yapmaktan, öteki çiçek yetiştirmekten mutlu olabilir. Mesele, yaparken çocuksu bir neşe duyduğunuz şeyi bulmak, elinizde tuttuğunuzda istemeye devam edeceğiniz şeyi… Buna ulaşmak için yine çaba lazım, ama bu kez ulaştığınızda, elinizden bırakmak istemeyeceğiniz, kalıcı, ve ruhunuzu da besleyen bir noktada olacaksınız.

        Lütfen başarıyı mutluluk sanmayın. Başarının verdiği haz anlıktır, oysa mutluluk bir süreçtir. Bugün bize başta medya olmak üzere, trendler ve tüketim alışkanlıkları, arzu nesneleri, ya da imajlar empoze ediliyor. Falanca yerde tatil, filanca marka çanta, otomobil, giysi, ya da saat, bizi mutlu edebilirmiş gibi. Öyle zannediyoruz, öyle zannetmemiz isteniyor. O yüzden biz de mutluymuş gibi yapıyoruz, eğleniyormuş gibi, neşeliymişiz gibi… Yılbaşı gecesi yapacağımız gibi…

        Bunlara ulaşabilenler, keyif alıyorlarsa bile, bu keyif kısa sürede bittiği için, bir sarmala düşüyorlar. Daha çok ve daha fazla tüketmek istiyorlar. Ama mutlu değiller, sadece istediklerine ulaşmış ve başarmış durumdalar.

        Bir de kuantum, nlp, hatta psikiyatri var. Bunlar mutsuzlukları aşmak için başarılı birer yardımcı. Ama bizi mutlu edemiyorlar. Eksiden alıp sıfır noktasına getiriyorlar, bu doğru. Ama tek amaçları “yine” başarılı olmamız, istediklerimize ulaşacak bir güç asgarisine yükselmemiz. Çünkü “normal” kabulü böyle. “Yine yarışa dönebilmemiz için bakım yapılan arızalı bir yarış aracı gibi” benzetmesi vardı, çok beğendim. Ama yarış şart mı? “Yarışa devam etmeyi istiyor muyuz?” diye sormuyorlar bize… Ya da bu kısıtlı pistte, ya da bu takımla, ya da bu coğrafyada?

        Mutluluğun tek kıstası elinizdekinin, bulunduğunuzun yerin, işinizin, eşinizin, size neşe vermeye devam etmesi. Neşeyle istemeye devam etmeniz… Neşe yoksa, mutlu değilsiniz.

        Bu karar verme döneminde, eğer seçenekler arasında kararsızsanız, neşenize sorun, neşeniz, neyi istemeye devam edeceğinizi, neyin sizi mutlu edeceğini bilir…


Neşeniz, bilir…

Sevgi ve bilgi, paylaşılarak çoğalır…

Maksat Bir, rivayet muhtelif…

Sevgi ve ışık…

Korkut


Bu metni mümkünse linkiyle, referans ya da kaynak göstererek her yerde ve herkesle paylaşabilirsiniz…

Alkol mü??? Yoga mı???

Enigma - Sadeness [HQ]

http://youtu.be/TFLRHPUWBI8



tesadufler onceden belirlenmistir!...

Dünya nüfusu : 7. 000.000.000

Dünya nüfusu : 7. 000.000.000

Sen olmasan : 6. 999.999.999

Bütün rakamlar yerinden oynadı be,

Değerinizi bilin heeee :))

Hay Beğenmez Olaydım... Allahım Yardım Et Bana...

Melek Abundia Bolluk ve Bereket Meleği...


Bu paylasimimi bir sans-sevinc isareti olarak gör "Hosuna gidersem beni baskalariylada paylas...Karsina tesadüfen cikmadim, cagirdin beni geldim...Beni hissettmeye basladiginda sana kosulsuz sevgimi k...attigim enerjimi gönderiyorum, resmime bak, sonra gözlerini kapat...


Sirtinda tasidigin yüklerini, kalbinin kirginliklarini, tüm sorunlarini anlat bana... Anlatmaya basladigin andan itibaren sana parlak ALTIN ISIGIMi basindan asagiya akitiyorum, seni bu isigimla sarmalıyorum...


 Simdi, simdinin mucizesiyle tüm gecici yüklerinden kurtariyorum... Onlari isiga gönderiyorum...Çagirdin beni geldim... Sana sans getirdim... Ac cüzdanini istedigin miktardaki parayi cüzdanina koyuyorum... Kabul et... Seni seviyorum...♥♥♥

Aha, Gözüm düştü!

ESKİDEN ARKADAŞLAR BİRBİRLERİNİN YANINDA HUZUR BULURDU...



 

ESKİDEN ARKADAŞLAR BİRBİRLERİNİN YANINDA HUZUR BULURDU, ŞİMDİ BİRBİRLERİNDE KUSUR BULUYORLAR...!!!

Hastalıklar kadar Şifa da bulaşıcıdır... (Bir Yeni Yıl Dileği )

 Bir kafede oturmuşum. Bir şeyler okuyorum. İki sıra arkamdaki kadıncağız, kendi aralarında oyun oynayan, kıkır kıkır gülen çocuklarını susturmaya çalışıyor. İki haylaz oğlan. 9-10 yaşlarındalar. Çaya tuz döküyor, peçeteleri yırtıyorlar. Gürültücü, neşeli, yaramazlar. Susarlar mı hiç? Her şeye gülüyor, herkesle dalga geçiyorlar. Kadıncağız belli ki halinden bezmiş. Derken aniden, "Yeter güldüğünüz" diyor sesini yükselterek. "Çok gülerseniz çok ağlarsınız ha!" Oğlanlar sus pus. Bir tuhaf sessizlik çöküyor masalarına. Oturduğum yerden düşünüyorum. Kendi çocukluğum geliyor aklıma. Ne çok duyardık bu lafı. Gülünce azar işitir, ayıp bir şey yapmış gibi hissederdik. Mahcup, tedirgin. Demek çok fazla şey değişmemiş bu anlamda. Ne o gün ne bugün ağız dolusu kahkahalar atan fazla kimse yok etrafımızda.

Erkekler zaten pek böyle gülmezdi; kadınlar kahkaha atsalar "hafif" addedilirdi; çocuklar fazla gülünce işte böyle ikaz edilirdi. Halbuki neden? Kendimize ve çocuklarımıza ve gençlerimize gülmeyi yasak ya da uzak ettiğimiz gün kurumaya başlarız. Gökkuşağının renklerinden yoksun bir toplum oluveririz. Griler, kahverengiler, siyahlar arasında... Yeni bir yıl kapımızda.  Berrak bir su gibi. Her yılbaşında olduğu üzre bu kez de giden seneyi beli bükülmüş, ağzında dişi kalmamış bir dede, gelen seneyi ise henüz emekleyen bir bebek olarak gösteren karikatürler yayınlanacak. Peki ne değişecek iç dünyamızda? 2012 yeni olabilir ama "yeni" olan ne var bizde, benliğimizde?
Zira kâinat sevmez tekrarları, monotonlukları, tıpatıp aynılıkları. Bu kavanoz dipli dünya çeşitlilikten ve farklılıktan beslenir; değişimden yanadır, değişebilmekten. İnsan ki bir garip varlıktır; en yücelere çıkmaya da en alçaklara inmeye de meyyal. İnsan ki vicdanla donanmıştır. Akıl ve ilimle. Kalp ve muhabbetle. Öğrenmekle yükümlüdür öyleyse; kendini geliştirmek, merak duygusunu yitirmemekle. Bir muhabbet zincirinde ufacık ama mühim bir halka olduğunu bilmekle yükümlüdür. Kâinatın çemberi gece ve gündüz, derya ve damla, bütün ve katre, med-cezir üstüne kurulu. Bitirmek ve başlamak. Hiçbir zaman kendinden fazla emin olmamak lâzım öyleyse. Son noktayı koymamak. Kibirden uzak durmak. Kibir ki kalın kadifeden perdeler çeker gözümüze. Bakar ama göremez oluruz.

 

2012'ye girerken gelin hep beraber bir yılbaşı temizliği yapalım. Dilimizde, zihnimizde ve gönlümüzde. Siyasette, medyada, gündelik yaşamda. Öyle kelimeler ve ifadeler var ki, tozlanmış, paslanmış. Elden geçirmekte fayda var. Bir bakalım yakından. Şayet miadını doldurmuşlarsa, kullanmayalım bundan böyle. Naftalinleyip kaldıralım Sönmüş Sözler Sandığı´na. Nice hastalıklar bulaşıcıdır, doğru. Ama nice devalar da öyle. Umut bulaşıcıdır mesela, yaratıcılık da. Güzele odaklanmak, başkaları hakkında olumlu düşünmek, yapıcı sözler sarf etmek bulaşıcıdır. Etrafımızdaki insanlar hırçın ise biz de hırçınlaşırız.

Çevremizdekiler yaratıcı, iyi işler yapıyorsa, bulunduğumuz ortam bireysel farklılıkları teşvik ediyorsa, bizler de daha yaratıcı düşünmeye başlarız. Ve bizim muhabbetimiz de bir başkasına bulaşır. Hoyratlık nasıl hoyratlık doğurursa ahenk de ahenk getirir. Enerjinin tabiatı böyle. Tasavvuf yüzyıllardır bunu öğretir. Anlatır, anlamak isteyene... Bize yeni kelimeler gerek dostlar, yepyeni haller. Gözlerinin içi gülen insan başkalarını da güldürür, gülümsetir. Gülmek bulaşıcıdır. Yaratıcılık da. Umut da. Muhabbet de. Aşk da. Kahkaha atabilen erkekler, kahkaha atabilen kadınlar, kahkaha atabilen gençlerin sayısı katlanarak artsın 2012´de.

eski 45 likler -bim bam bom-

http://youtu.be/CYPXSik69Nc

Hahah hahah hahahah
Dinleyin dostlar
Benimde artık bir sevgilim var...
Evde kalmaktan kurtulamaz diyenler...
Benim de artık bir sevgilim var
Bim bam bom

Benden günde kaç tane ileti almak istersiniz???

1-10 arası

10-20 arası

20-30 arası...

cevaplarınızı bekliyorum efem...

Nooldu, Kıpırdadın galiba?

Öğretmen Akademisi Vakfına Bağış...

yeni yıl tebriği

http://www.orav.org.tr/

Ekmek Üstü Çırpılmış Yumurta...



Malzemeler:

3 adet yumurta 2 dilim ekmek 2 dilim salam tereyağı tuz karabiber

Yapılışı:

1- Bir miktar tereyağını tavaya alın ve kızdırın. Dilimlediğiniz ekmekleri önlü arkalı tereyağında kızartın ve ekmekleri servis tabağına alın. 2- Aynı tavaya bir miktar daha tereyağı ekleyin. Tava tekrar kızdığında içine 3 adet yumurtayı kırarak çatal ile çırpmaya başlayın (tava teflonsa tahta kaşık kullanın). Tuz ve biber ile tatlandırın. 3- İstediğiniz kıvamda pişen yumurtayı 2 dilim ekmeğin üzerine paylaştırın. 4- Sıcak tavada 2 dilim salamı önlü arkalı pişirin ve ekmeklerin üzerine koyarak servis yapın.

Sıra var kardeşim... Günün fotosu...28/12/2011

MUM ALEVİ İLE OYNAYAN KEDİNİN ÖYKÜSÜ...

Bir mum yanıyordu bir evin bir odasında ..

.O evde bir de kedi vardı.

Geceler indiğinde kendi havasında

Mum yanar, kedi de oynardı.

 Mumun yandığı gecelerden birinde

Kedi oyunlarına daldı.

Oyun arayan gözlerinde

Mumun alevi yandı, Baktı,

 Mumun titrek alevinde

 Oyuna çağıran bir hava vardı.

Oyunlarını büyüten kedi büyüdü

Kendi türünde çocukcasına,

Döndü dolaştı, yavaş yavaş yürüdü

Geldi mumun yanına, oyuncakcasına.

Bir baktı, bir daha, bir daha baktı

Mumun alevinin dalgalanmasına

Uzandı bir el attı.

Bıyıklarını yaktırmadan anlamayacaktı..

İlk kez gördüğü mumun yakmasına İnanmayacaktı.

Kedi, oyunlarında büyüyordu, Mum, üşüyordu yanmalarında.

Zaman ikili yürüyordu Aralarında.

Bir ayrışım görünüyordu Birinin yanmalarında

Öbürünün oynamalarında.

Kedi oyunlarında büyüyordu,

Yitirerek gitgide oyunlarını.

Mum küçülüyordu yanmalarında,

Yitirerek gitgide yakmalarını.

Oynarken büyüyen kedi yanacak,

Aydınlatırken küçülen mum yakacaktı.

Küçülen yaka-yaka aydınlatacak,

Büyüyen yana yana anlayacaktı.

Bir mum yanmasından Ve bir kedi oyunundan Kaldı sonunda

Bir gecenin tam ortasında

Bir evin bir odasında

Göz-göze susan İki insan.

 Mum yandı bitti, Kedi büyüdü gitti.

 Oyunlar karıştı gecelerde Suskun uykusuzluklara.

O iki insandan, sonunda

Birinin anılarında kedi,

Birinin dalmalarında mum Kaldı gitti.

Nerede bir mum yansa şimdi,

Nerede oynasa bir kedi,

Birbirine yansıyor, karışıyor gölgeleri..

Bugün dün gibi oluyor, Dün bugün gibi.

Mum ellerimi tırmalıyor,

Belleğimi yakıyor kedinin elleri.

ÖZDEMİR ASAF.....

ANNENİ ÖYLE KARŞILA Kİ; doğumundaki ağrıları lezzetle takas etsin.

ÇOCUĞUNU ÖYLE KARŞILA Kİ; eve geldiği zaman, en güzel yere geldiğini hissetsin...

EŞİNİ ÖYLE KARŞILA Kİ; yanına geldiği zaman, en doğru insana kavuştuğunu hissetsin.

ANNENİ ÖYLE KARŞILA Kİ; doğumundaki ağrıları lezzetle takas etsin.

BABANI ÖYLE KARŞILA Kİ; ömür boyu bir başka evlada imrenmesin.

İŞ ARKADAŞINI ÖYLE KARŞILA Kİ; dünyanın en iyi insanıyla, dünyanın en heyecanlı işini yapıyorum hissini yaşasın

FAKİRİ ÖYLE KARŞILA Kİ; ona serdiğin sofradan, daha büyük bir dua sofrası sersin.

ZENGİNİ ÖYLE KARŞILA Kİ; gönlünü gördüğünde, kendi gönlünün fakirliğinden kahretsi

Prof.Dr.Üstün Dökmen —

Her insan eşsiz bir çeşnidir... Dünya sofrasında sen olduğun gibi muhteşemsin...

Her insan eşsiz bir çeşnidir...

 Dünya sofrasında

Sen olduğun gibi muhteşemsin

 Bu eşsizliğini koru,kimseye benzemeye çalışma!

Sen sadece kendin olduğun zaman(içinden geldiği gibi,yapmacıksız)  bu eşsizliğini koruyabilirsin.

Ve lütfen hayatında ki insanlara da kendileri olabilmeleri  için izin ver.

Onları oldukları gibi sev ve kabul et!

Ne be? Hep kuru mama... Hep kuru mama...

Sana affedilemeyecek kadar büyük hata yapan birine ceza vermek istiyorsan,

"Sana affedilemeyecek kadar büyük hata yapan birine ceza vermek istiyorsan; bütün samimiyetinle affet. Hissedilen her şeyi arşivleyen kader, kendisiyle en iyi biçimde ilgilenecektir.." Şems-i Tebrizi

Günaydın Günaydın Herkese..

Bugününüz Mutlulukların habercisi olsun

Sevinçleriniz daim, Gününüz aydın olsun

Sağlıklı olun, huzurlu olun,

Sevgi ile kalın

Günaydın

Günaydın Herkese..

Güneş doğacaktır, çimler yeşerecektir, çiçekler açacaktır, rüzgar esecektir ve yağmur yağacaktır...

Yaşam üzerine fazla geldiği zaman onu zorlama, biraz duraksa, neler olup bittiğine anlam verme. Mutlaka yanlış bir şey oldu ve düşüncelerin ile dileklerin aynı orantıda değildi ve varlığın ile buluşamadı.
Sorun yok, sadece bekle.
Güneş doğacaktır, çimler yeşerecektir, çiçekler açacaktır, rüzgar esecektir ve yağmur yağacaktır, zorlamaya gerek yoktur, olması gereken kendiliğinden olur ! İzlemeye devam et, şahitlik güzeldir, hem olayın dışındasındır hem de içinde, o bir dengedir, o anlamlıdır, şahit ol, tanık ol, olan ile bütünleş, güzellik olanların içinden filizlenecektir; zorlamaya gerek yoktur, olması gereken kendiliğinden olur !..
Hayat üçbuçukla dört arasındadır... Ya üçbuçuk atarsın ya da dört dörtlük yaşarsın...

Neyzen Tevfik