13 Kasım 2011

İstanbul'un Tepesinden Evimi Arıyorum...

İstanbul'un Tepesinden Evimi Arıyorum...

İçim Sapphire seyir terasına gitme isteğiyle dolu fakat hava yağmurlu günler serisine girmiş gibi… Yağmur bitmek bilmiyor… Neyse sonunda havanın açmasını fırsat bilerek metroyla Sapphire alış veriş merkezine varıyorum… Hemen terasa çıkan asansöre yöneliyorum… Giriş ücreti olan 15 lirayı ödedikten sonra görevlinin ısrarı üzerine fotoğraf çektiriyorum… Önde ben arkada ise İstanbul manzaraları ile süsleyecekleri fotoğrafım çıkışta hazır oluyormuş…

Artık sabırsızlıkla asansör sırasına giriyorum… Kısa bir bekleyişten sonra 10 kişiyle birlikte asansöre biniyoruz… Görevli 54. katın düğmesine basarken gözlerimi hız gösteren panelden alamıyorum… Asansörün hızı 20 km’ye kadar çıkabiliyormuş… Biz 17/18 km hızla toplam 261 metre çıkıyoruz… Ben yükseğe çıkmasını sevdiğim için çok hoşuma gidiyor… Ama asansöre beraber bindiğim kızlar korkuyorlar… Acaba insek mi diye şaka yollu etrafla konuşuyorlar… Daha konuşmaları bitmeden 50 saniye içinde tepeye varıyoruz…

[slideshow]

Terasın her tarafını camla çevirmişler… Ama rüzgarlı günlerde cam pek de işe yaramıyormuş… Şansıma rüzgarı olmayan bir güne denk geldiğim için rahat rahat geziyorum… Rahat geziyorum derken montuma sıkı sıkıya sarılmış durumdayım tabi… 360 derece İstanbul’u görebileceğiniz bu terasta önce evimi bulmak için uğraşıyorum… Tabi evi değil de anca bölgeyi buluyorum ama o da bana yetiyor… Yanımdaki yaşlıca çift ise biz eskiden buralarda top oynardık diyerek şimdi binalardan geçilmeyen bir bölgeyi gösteriyor hüzünle…

Camlara yapışıp aşağı bakıyorum… Arabalar ufacık gözüküyor… Sanki yeni havalanmış bir uçağın penceresinden bakar gibi hissediyorum kendimi…

İş bankası ve Akbank’ın kuleleri benden aşağıda kalmış… Çok değil on sene önce şehrin en yüksek binaları onlardı… 360 derece dönüp duruyorum… Yerlerde baktığınız tarafın neresi olduğunu gösteren şemalar var… Önce yere bakıyorum sonra şehre bakıyorum… İki resmi eşleştirin oyunu gibi geliyor… Maslak bulundu… Stad bulundu diyerek yan bölmeye geçip oyuna devam ediyorum… İşte Ortaköy… Kızkulesi… Eminönü… oyuna uzun süre devam ediyorum…

En favori yerim iki boğaz köprüsünü aynı anda görebildiğim yer . Orada oturup kahve içiyorum… Sonraki en favori manzaram ise boğazın Karadeniz’e açılan görüntüsü…

Dönüp durmalarım sonucunda İstanbul’da dağ taş her yerin binalarla kaplanmış olduğunu görmek içimi acıtıyor… Eski Türk filmlerini seyrederken hep arka plandaki o yeşillikleri hayranlıkla bakıp dururum…  O yeşillikler ne kadar azalmış… Ahh İstanbul biz sana ne yapıyoruz böyle???

Terastan hevesimi alınca bu sefer İstanbul’un üstünde helikopterle dolaşılan dört boyutlu sinemaya giriyorum… Fiyatı 10 tl… Kemerlerimizi bağlayıp, gözlüklerimizi takıp İstanbul’un üstünde uçmaya başlıyoruz… Bir taraftan rüzgar esiyor, bir yandan da altımdan Topkapı sarayı geçiyor… Haliç’e doğru inerken azıcık sular sıçrıyor üzerime… Yerebatan sarnıcının çekimlerine bayılıyorum… Ve Taksim yukarıdan ne güzel gözüküyor… Sağa sola koşturan insanlar… Bildiğimiz Taksim işte… 10 dakika süren bu film
bana yetmiyor… Birkaç kere daha seyredebilirim… Zaten gerçek bir helikoptere binme hayalim varken bu gösteri isteğimi iyice alevlendiriyor… Bahara uygun fiyatlı, promosyonlu bir etkinlik bulup mutlaka uçmalıyım İstanbul’un üzerinden…

Tabi ki çıkışta İstanbul manzarasına yerleştirilmiş fotoğrafımı da alıyorum… İsteyenler için üç boyutlu fotoğraf da yapılıyor… Ama o hoşuma gitmiyor… Arkasından hediyelik eşya dükkanına giriyorum… Gözüme çarpan bir şey olmuyor…

Asansöre binip aşağı iniyorum… Biraz etrafta ne var diye dolanırken çinilerin, tabloların, halıların, ebruların olduğu küçük bir avluda buluyorum kendimi… Zaten böyle el işi, yaratıcılığı olan eserlere hep zaafım vardır… Dükkanlara girip çıkıyorum… Burada kırmızı-sarı-yeşil tüyle süslenmiş bir tükenmez kalem görüyorum… Dayanamayıp onu alıyorum… Sonra da metroya binip evimin yolunu tutuyorum…

Havanın açık olduğu bir günde İstanbul’a bakma ve sinemada da olsa helikopterle gezme fırsatını kaçırmayın derim…

Sağlıcakla,

Kuzu incik fırında...

Firinda_kuzu_incikmalzemeler:

  • 6-7 adet kuzu incik

  • 2 yemek kaşığı zeytinyağı

  • 2 kuru soğan

  • 5-6 adet sivribiber

  • 2 adet domates

  • 10-15 fasulye

  • 2 havuç

  • 1 yemek kaşığı domates salçası

  • 1 tatlı kaşığı tuz

  • karabiber

  • 5-6 defne yaprağı

  • 5-6 diş sarımsak


hazırlanması:

1. soğanları yemeklik doğrayın. 2 yemek kaşığı zeytinyağında öldürün. kuzu incikleri yıkayp tencereye ilave edin. sivribiberleri ve halka halka doğranmış havuçları ekleyip 5-10 dakika çevirin. etler suyunu çekene kadar pişirin.

2. kabukları soyulup  fındık büyülüğünde doğranmış domatesleri ve salçayı ilave edin. 2-3 kez karıştırın.  1,5-2 su bardağı kaynamış suyu koyun. temizlenip ikiye bölünmüş fasulyeleri tencereye ekleyin. etler yumuşayana kadar (30-40 dakika) pişirin.

3. tenceredekileri bir fırın kabına dökün. üzerine defne yaprağı, tuz, karabiber ve sarımsak ekleyip 250C'de 15 dakika pişirin

Hunili kedi... Günün fotosu... 13/11/2011

Konuş bakalım...

Birzamanlar göklere çıkarttığınızı yerin dibine atmak olur mu? Yakışır mı size?

 
Düşünün ki önünüzde bir dolap var.
Bu dolapta 4 bölüm var. Her bölümde kutular....Bu kutuların içinde sevginiz ve nefretiniz var.

En üst bölümdeki kutularda ‘en cok sevdiklerinizi’ saklıyorsunuz.

İkinci bölümde ‘Seviyorum ama fazla da güvenmiyorum’ dediklerinizi.

Üçüncü bölümde ‘herkes gibi biri benim için’ dediklerinizi.

Ve en altta da ‘nefret ediyorum veya kesinlikle güvenmiyorum’ diye adlandırdıklarınızı.


Buraya kadar herşey tamam. Asıl sorgu şimdi başlıyor.


Siz hiç en üst bölüm’e koyduğunuz birisini, bir tek söz yüzünden, en alt bölümdeki kutulara kattınız mı?

Değerinden fazla değer verdiniz mi birine? Ya nefret ediyorum dediğiniz birini zaman ile sevdiniz mi?

Siz hiç yanıldınız mı? Utandınız mı o bir zamanlar arkasından attığınız kişinin şu anda en yakın dostunuz olduğu için?

Hiç itiraf ettiniz mi ‘seni hiç sevmezdim’ diye? Ya da hiç kızdınız mı ‘ne de çok güvenirdim sana’ diye


İnsan hiç ‘bir söz’ ile en sevdiğini en nefret ettiği kişilerin arasına katabilir mi? Dogru mu?

Birzamanlar göklere çıkarttığınızı yerin dibine atmak olur mu? Yakışır mı size?
Halbuki bir zamanlar aranızdan su sızmazdı. Yeri gelir ekmeği bile paylaşırdınız, kaldı ki düşünceleriniz, duygularınız.Bu kadar çok şeyi paylastığın birini tanımamazlıktan gelebilir misin?


Benden size tavsiye…
Hiç birzaman ilk gördüğünüz birini ‘sevmedim’ diyerek, dolabınızdaki en alt bölümdeki kutulara atmayın.

Zaman tanıyın,sabredin

Gerekirse kutulara kaldırmayın, dolabın önünde bekletin.

Zamanı geldiğinde o kişi zaten dolabında bir bölümü kendi seçecektir.



Aynı şekilde, ilk gördüğünüz birine ‘sanki 10 yıldır tanıyorum’ diyerek, en üst bölüme kaldırıp, yere göğe sığdırmayın..

Arkadaşlık, dostluk ve en önemlisi sevgi zaman ister.

Senin haberin olmadan o dolabında kendine yer bulacaktır.

Yeterki siz sabredin ve dolabınızı geniş tutun


Ama en onemlisi ,dolabınızın en üst bölümündeki kutuları ASLA atmayın.

Değerli bir hazine gibi saklayın. En alt kattakileride her hafta çöpe boşaltın.

Göreceksiniz, gün gelecek dolabınız sadece ‘SEVDİKLERİNİZ’ ile dolacaktır.

İste o zaman gerçek mutluluğu bulacaksınızdır