2 Kasım 2011

Kullanıcı hatası kardeşim...

 

Ben Öldüm (Gece)

http://youtu.be/jgohfKrvffw

Celtic Woman - A New Journey - You Raise Me Up

http://youtu.be/faKFcfytlxU

Ezogelin çorba...

2 Havuç
1 Kuru sogan
1/4 Su bardağı pirinc
1 Su bardağı kırmızı mercimek
8 Bardak tavuk suyu
1 Çorba kaşığı un
1 Çorba kaşığı kuru nane
1 Tatlı kaşığı tuz
1 Kahve kaşığı karabiber
1/4 Su bardağı bulgur
3 Çorba kaşığı margarin
1 Çorba kaşığı domates salçası
1 Çorba kaşığı biber salçası
Tarifi
Sogan ince doğranır, 2 kaşık yagda kavrulur. Rendelenmiş havuc ve mercimek eklenerek,
kavurmaya devam edilir. Pirinç ve bulgur ilave edilerek 5 – 6 dakika daha kavrulur. 8 bardak, sıcak tavuk suyu konur. Karabiber , tuz eklendikden sonra 30 dakika kadar pişirilir.

Terbiyesi için, başka bir tencerede, 1 kaşık margarinle, 1 kaşık un, unun kokusu gidene kadar kavrulur. Üzerine suda inceltilmis domates ve biber salçaları eklenir. En son nane de katılıp 3 – 4 dakika pişirilir.
Çorba yavaş yavaş bu terbiyeye yedirilir. Terbiye ile birlikte 10 dakika daha pişirilir. Afiyet Olsun

Çörekotu... Böbrekteki kumu döker...

ÇÖREKOTU (Nigella sativa)

Bilinen 16 türü vardır. Şam çörekotu, kırk çörekotu b...ilinen türleridir. Karamuk, siyah susam ve çörekotu diye de anılır. Çörek otu, % 35-40 oranında yağ, acı madde, uçucu yağ, saponin, tanen, nigelon (bronşit nöbetlerine karşı), thymochinon (öd söktürücü) içerir.

*Vücuda kuvvet ve zindelik verir; bal ile macun yapıp yenebilir.
*Kan yapıcıdır; her sabah kuru üzümle beraber yenmeli.
*Çocukların gaz ve sancılarında; bir miktar çörekotu tohumu, bir tane hindistan ceviziyle de dövülür ve tülbente konup, çocuğun ağzına tutularak emzirilir.
*Kadınların periyodik günlerinde güç verir.
*Anne sütünü artırır; balla yenmeye devam edilmelidir.
*Unutkanlığa faydalıdır, balla macun yapılıp yenmeli.
*Mide ve bağırsaktaki gazları söker, hazmı kolaylaştırır, iştah açar; ekmek ve keklere katılırsa da şişlik yapmaz.
*Böbrekteki kum ve taşları döker; şerbeti içilir veya 4 bardak suya 3 çorba kaşığı çörek otu dövülerek konur, üzerine 1 çay kaşığı sözme bal konur. Kaynatılıp süzülür. Günde üç kere 1'er çay bardağı içilir.
*Felç ve kazıklı hummaya (tetanoz) faydalıdır; çörek otu yağı burundan faydalıdır.
*Öksürük, balgam, nefes darlığı ve romatizmaya faydalıdır; balla karıştırılıp yenir veya macun yapılır.
*Grip ve nezleye, baş ağrısına; yağı burundan damlatılır veya çörek otu bir müddet sirke içinde bekletildikten sonra alınarak toz haline getirilir, enfiye gibi burna çekilir veya tohumları kavrulur, tütsüsü burna çekilir.
*Kulak için, sonradan meydana gelen üşütme, rüzgâr alma, iltihap tıkanıklıklarında; çörek otu yağı kulağa damlatılır.
*Diş ağrısı ve diş iltihaplanmalarında kullanılır; çörek otu sirke ile kaynatılıp ağızda gargara yapılır.
*Bağırsak ve karındaki kurt, parazit ve solucanları öldürür; sirke ile kaynatılıp aç karnına içilir.
*Basura faydalıdır; sirke ile kaynatılıp basura sürülürse veya yakılır elde edilen külü içilir veya acı kavun suyu ile merhem yapılır sürülürse faydası görülür.
*Vücudun muhtelif yerlerinde sızısı olanlar; sabunlu sıcak su ile yıkanır, çörek otu kavrularak dövülür ve yıllanmış zeytin yağı içine konur. Bu yağ sızılı kimsenin tepesinden ayağına kadar sürülür, hasta giydirilir. Soğuk rüzgâr değmeden yatağa yatırılır, iyice terletilir. Hasta terledikten sonra ağrıları geçer.
*Sivilce, uyuz, egzama gibi cilt hastalıklarına faydalıdır; çörek otu sirke ile kaynatılıp sürülür.
*Saçları besler, kepeği önler; çörek otu yağı saçlara sürülür.
*Çörek otu tütsüsü haşereleri öldürür.

GENEL KULLANIM

Bronkodiletatör' (bronşları genişletici) dür.
Macun: 1kg bala, 200gr. Çörek otu öğütülüp karıştırılır. Bir kaba konur, üstü tülbentle örtülür. Üç gün üç gece ay ve yıldızları görecek şekilde bekletilir.Sonra bu macundan 3 çay veya 1 şeker kaşığı günde 3 kere aç karnına yenir.

*UYARI: Çörek otunun balla kullanımı tavsiye edilir. Yüksek dozajda almamak gerekir

Not: Kullanmadan önce doktorunuza danışınız

İznik'in tekerlemesi:Kör demirci, kel bakırcı, deli çinici…

[slideshow]

Geçen mayıs baharın ilk kıpırtılarıyla kendimi İznik’e attım… Bir yere gitmenin nasıl bir zamanı varsa sanırım bir yeri yazmanın da zamanı oluyor… Gezinin ardından niyetim hemen yazmaktı ama ancak şimdiye nasip oldu…İznik’e varmadan önce birkaç köyü gezmek istiyorum… Rastgele önüme çıkan bir köye giriyorum… İki katlı köy evlerinin yanında yürüyorum… Evin bahçesinde oturmuş nineler ve amcalarla sohbet ediyorum… Dere kenarına iniyorum… Eşeğiyle odun taşıyan çocuğa gülümsüyorum… Oradan diğer köye geçiyorum… Ağaçlar yeni yeni çiçek açmaya başlamış…  Yemyeşil otların üstü ise rengarenk çiçeklerle dolu… Ben kendimden geçmişim İzniği falan unutmuşum doğanın içinde… Neredeyse öğlen olacak… İstemeden çimlerin üzerinden kalkıp yola devam ediyorum…

İstanbul kapısından giriyorum bu güzel yere… İstanbul kapısının üzerinde ağzı açık, gözleri oyuk, ürkütücü bir maske-taş oyması var… O zamanki inanışa göre bu maskenin şehri kötü ruhlardan koruyacağına inanılırmış… Surlardan başlıyorum yürümeye… Surların yapımında üç sıra taş üç sıra tuğla tekniği kullanılmış… Güçlensin diye de eski roma tiyatrosundan taşlar da araya yerleştirilmiş… Ben sur boyu yürüyorum ama biraz bakımsız kalmış burası… Yuvarlak bir kapının altından geçmemle arı vızıltıları duymam
bir oluyor… Etrafa dikkatli bakınca yuvası dağılmış arıların etrafta uçuştuklarını fark ediyorum… Tam hız geri geri koşuyorum… Çok ciddi değil ama arı sokmasına alerjim var… Alerji iğnesi yemeden şiş inmiyor… Neyse kazasız atlatıyorum bu durumu…

Hem acıktığımı fark ediyorum hem de biraz soluklanmak için göl kenarına gidiyorum… İznik gölü Türkiye’nin beşinci büyük gölüymüş… Etrafında biraz turluyorum… Mitolojiye göre bolluk, bereket ve toprak tanrısı olan “dionizosun” yıkandığı yer burası… Gerçekten de göl çok bereketliymiş… Bir sürü ağaç ve kuş çeşidi beraber yaşayıp gidiyorlarmış burada… Ben özellikle sazlıkları ve salkım salkım duran söğüt ağaçlarını çok seviyorum… Sazlıkların arasında küçük küçük renkli sandallar var… Hem sazlıkların arasındaki duruşları hem de suya yansımaları harika gözüküyor… Göl kenarındaki lokantalardan birine gidip oturuyorum… Bu yörenin favorilerinden olan yayın balığını söylüyorum… Yayın balığını tava yapıyorlar ve tadı enfes… Üstüne de yöre tatlısı köpük helvası yiyip gücümü topluyorum…

Bundan sonraki hedefim Çiniciler Çarşısı… Zaten el emeği göz nuru olan sanatlara zaafım vardır… Çini eserlere bayılırım… Heyecanla çarşıya gidiyorum… Çarşıda yan yana bir sürü dükkan var… Kolyeler, tabaklar, fincanlar, bardaklar, sürahiler, vazoların içinde kayboluyorum… Dükkanların birinin üzerinde “Kör demirci, kel bakırcı, deli çinici…” yazıyor... Direk içeri girip ne demek olduğunu soruyorum… Bu eski bir sözmüş… Demirci, kor hâlindeki metale balyoz darbeleriyle şekil vermeye uğraşırken, örsten sıçrayan kızgın bir çapakla kör olurmuş. Kapları asitle temizlediği için, bakırcının saçları dökülür kel kalırmış. Çiniciye gelince… Uzun emekler sonucu hazırladığı çiniyi, 1000 derecelik fırına koyar, çatlamadan, bozulmadan çıkmasını beklermiş. Hatasız bir çini için aynı işi yüzlerce kez yaptığından etrafındakiler “deli çinici” deyip geçerlermiş. Çinicinin adı böylece “deli”ye çıkmış.“Kör demirci, kel bakırcı, deli çinici ‘’ diye diye dükkandan çıkıyorum…

Arkasından İznik Vakfına gidiyorum… Çiniciliğe yeniden can veren bu vakıfmış… Çinilerin, mavisi, laciverti, kırmızısı bir yandan, laleyle, karanfille, elma ağaçlarıyla, kuşlarla, üzüm salkımlarıyla süslenmiş deseni bir yandan aklımı başımdan alıyor… Her tabağın, her parçanın ayrı ayrı fotoğrafını çekmeye başlıyorum… Küçük kırmızı vazo çok hoşuma gidiyor… Bu parça evin girişine konurmuş… Eve giren ona bakar bakışında da nazar varsa vazoya gidermiş… Böylece eve nazar gelmezmiş… Ben bir kahve fincanı takımı alıp
çıkıyorum dükkandan… Bitkisel süslemeler İznik çiniciliğin buluşuymuş… Ne yazık ki 17. yüzyılın başlarında kullanılan ‘’parlak mercan kırmızısı’’ daha sonra ortadan kaybolmuş…

Sıra Ayasofya Müzesi’nde… Ayasofya müzesi bölgede yapılan kazılardan çıkarılan parçalarla donatılmış… Surlarla çevrili kentin dört kapısından gelen yolların kesiştiği yer de yani kentin tam ortasındaymış… Burayı gezdikten sonra Roma Tiyatrosunu gidiyorum. Önce arenaya iniyorum… Zamanında yapılan dövüşleri, ölümleri düşününce yukarılara basamaklara kaçıyorum… En tepeye kadar çıkıyorum… Boydan boya geziyorum burayı… Biraz bakımsız olduğu için çimlerin, çöplerin arasında yürüyorum…

Arkasından dönüş yoluna çıkıyorum… Yolda karşılıklı sıralanmış zeytin ve zeytinyağı satıcılarını görüyorum… Bir kavanozda zeytin alıp eski kervan yolları üzerinden İstanbul’a
dönüyorum…

Sağlıcakla,

Koyunumla gezerim... Günün fotosu... 02/11/2011

kendini gerçekten sevip sevmediğini bilmek istiyorum...

 



 

Kim olduğun, buraya nasıl geldiğin beni ilgilendirmiyor. Çekinmeden benimle ateşin ortasında durup durmayacağını bilmek istiyorum.

Nerede, kiminle, ne okuduğun beni ilgilendirmiyor. Diğer her şey bittiğinde seni ayakta tutan şeyin ne olduğunu bilmek istiyorum.

Kendinle yalnız kalıp kalamadığını ve o boş anlarda sana arkadaşlık eden kendini gerçekten sevip sevmediğini bilmek istiyorum.

Oriah Mountain Dreamer (Kanadalı Bir Kızılderili)

Yürü git be...

Haddimi bilirim...

 



 

Mevlana'ya sorarlar;
- O kadar yazarsın, o kadar okursun ne bilirsin? diye..
Mevlana şu yanıtı verir;
- Haddimi bilirim!..

Her insan hem avcı... Hem kurban'dır..

 


Her insanın binbir maskesi..
Altında da 2 yüzü vardır..
Her insan hem avcı... Hem kurban'dır..
Hem masum.. Hem canavar'dır...
Ne zaman geçer bilinmez..
Birinden diğerine..
Asıl mesele..
İnsanın ne zaman masumdan..
Canavara geçtiği değil'dir..
Asıl mesele..
Ne olursa olsun..
İkisi de olabilme kapasitesi ve

Hangisii seçeceğidir...

Karşılaşmalar...

 



 

Karşılaşmalar,
Sorumluluk düzeyini ölçmene yardımcı olacaklar
Ve sana kendini tümüyle tanımayı öğretecekler.
Karşılaşacağın herkes senin kendinde bilmediğin bir yanını,
Sende olan ama senin bilmediğin bir yarayı
Yada gizli bir hastalığı fark etmeni sağlayacak
Ve onu iyileştirebilmek için sana bir fırsat sunacaktır.....:)))

İhtiyacınız olduğunda takımınız tarafından desteklenirsiniz...

yarın uyanıp yaşamaya devam edeceğimize dair teminatımız yoktur...


Köy sakinleri yağmur duasına çıkmışlardı. Bütün köy ahalisi toplandı. İçlerinden sadece birinde şemsiye vardı.
Bu inançtır.Babalar bebeklerini havaya hoplatır, çocuklar gülmekten bayılır. Yere düşeceklerini akıllarına bile getirmezler. Çünkü babaları onu tutacaktır.
Bu güvendir.
...
Yatağımıza girerken yarın uyanıp yaşamaya devam edeceğimize dair teminatımız yoktur. Ama yine de ertesi güne dair planlar yaparız.
Bu ümittir.

Ve bu üçü varsa hayatınız güzeldir

Üstüme gelmeyin...

UÇURTMAYI HAVADA TUTAN...

 



UÇURTMAYI HAVADA TUTAN RÜZGARIN GÜCÜ DEĞİL RÜZGARA KARŞI KOYUŞUDUR...