27 Ekim 2011

Sizin oğlan...

Bugün yargılamayacağım….

Bugün yargılamayacağım….Hiç kendinize bir gün, yanlızca tek bir gün boyunca hiç kimseyi yargılamama ve herkesi olduğu gibi kabul etme fırsatı verdiniz mi?
... Çoğumuz bunu yapmanın çok zor olduğunu düşünürüz.
Birisini yargılamadan, bırakalım koca bir günü birkaç dakika geçirmek bile pek ender raslanan bir durumdur.
Üzerinde azıcık düşünürsek, ne kadar sık kendimizi ve başkalarını yargıladığımızı fark ederek dehşete kapılırız.
Yargılayıcı olmaya son vermenin olanaksız olduğunu bile düşündüğümüz olur.
Oysa gerekli olan yargılayıcı olmaktan vazgeçmeye istekli olmak ve mükemmeliyetçilik anlayışından uzak durmaktır.
Çoğumuz dar görüşlülük diyebileceğimiz bir kusuru vardır; insanları bir bütün olarak göremeyiz.
Karşımızdaki insanını tek bir özelliğine takılır.
ve bu yalıtılmış özelliği de hatalı buluruz.
Buna şaşırmamalı; hepimiz yapıcı eleştiri adı altında tebdili kıyafet etmiş yanlış buluculuğu öne çıkaran okul ve ev ortamlarında yetiştirildik.
Kendimiz, aynı hatayı eşlerimiz, çocuklarımız, arkadaşlarımız ve hatta tesadüfen tanıştığımız insanlara karşı işlerken yakaladığımızda, zihnimizi yatıştırmanın, düşüncelerimizi tahlil etmenin ve yanlış buluculuğun geçmiş deneyimlerimizin sonuçlarından kaynaklandığını bilince çıkarmanın pek çok yararı olurdu.
Geçmişten kalma kötü bir alışkanlık olan başkalarını değerlendirmek ve karşı değerlendirmeyi davet etmek, en iyi koşullarda şartlı sevgiyi, kötüsünde ise korkuya yol açar.
Sevgi kaşifliği kararımızı pekiştirdiğimizde insanların iyi yanları üzerinde yoğunlaşmak ve zaaflarını bağışlamak kolaylaşacaktır.
Ancak bu anlayışı kendimiz dahil herkese eşit olarak uygulamalıyız ki istisnasız bütün insanları ve kendimizi sevgiyle görmeyi başaralım.
Yargılamamak, korkudan kurtulmanın ve sevgiyi hissetmenin başka bir yoludur.
Başkalarını yargılamamayı ve oldukları gibi kabul etmeyi öğrendiğinizde, kendimizi de olduğumuz gibi kabul etmeyi öğrenmiş oluruz.
Düşündüğümüz, söylediğimiz ya da yaptığımız her şey bir bumerang gibi bize geri döner.
Yargılarımız, eleştiri, hiddet ve diğer saldırı biçimleri halini aldığında bize geri döner.
Yargıda bulunmaktan kaçındığımızda ve insanlara yanlızca sevgiyle yaklaştığımızda geriye gelen de sevgi olur.


Gerald JAMPOLSKY -

Fırında sebzeli tavuk...

 1 bütün piliç
* 1 limon
* 2 havuç
...     * 4 diş sarımsak 4-5 kuru soğan
* 5-6 cherry domates
* Yarım kg konserve bezelye
* 2 iri patates
* Kekik
* Karabiber
* Köri
* Pul biber
* Tuz
* Zeytinyağı

hazırlanışı

* Tavuğu iyice yıkayıp limon suyuyla ovun.
* Havuçları soyup büyük parçalara dilimleyin.
* Patatesleri iri küpler halinde doğrayın.
* Sarımsakları ve soğanları soyup ikiye bölün.
* Bezeleyeleri ve domatesleri de ekleyerek tüm sebzeleri karıştırın.
* Baharatları, tuzu, zeytinyağını ve birkaç damla limon suyunu harmanlayarak tavuğun her tarafına bu karışımı sürün.
* Fırın poşetinin içini unlayın, tavuğu ve sebzeleri poşete yerleştirin. Poşeti birkaç yerinden delip ağzını sıkıca kapatın.
* Önceden ısıtılmış 210 C fırında yaklaşık 45-50 dakika pişirin.
* Pişince poşetten çıkarıp birkaç dakika daha fırında tutun (böylece tavuğun üzeri de kızarmış olacaktır

Huzur zorluklara karşın yüreğinizin huzur bulabilmesidir...

 

Bir gün halkı tara...fında sevilen bir kral, huzuru en güzel resmedecek sanatçıya büyük bir ödül vereceğini duyurdu.
Yarışmaya çok sayıda sanatçı katıldı. Sanatçılar günlerce çalıştılar, bir birinden güzel resim yaptılar. Sonunda da yapıtlarını saraya teslim ettiler.
Tablolara bakan kral yalnızca iki tablodan hoşlandı.
Resimlerde birincisinde bir göl vardı. Göl bir ayna gibi çevresinde yükselen dağların görüntüsünü yansıtmaktaydı. Üst taraf da pamuk beyazı bulutlar gök yüzünü süslüyordu. Resme kim baksa onun mükemmel bir huzur resmi olduğunu düşünüyordu.
Öteki resimlerde de dağlar vardı. Ama engebeli ve çıplak dağlar...
Üst taraf da gök yüzünden yağmurlar boşanıyor ve şimşek çakıyordu. Dağın eteklerinde ise köpüklü bir şelale çağıldıyordu. Kısaca resim hiç de huzurlu gözükmüyordu.
Fakat kral resme bakınca, şelalenin ardından kayalıklarda mini minnacık bir çalılık gördü. Çalılığın üstünde ise bir kuş yuvası görünüyordu. Sertçe akan suyun orta yerinde anne kuş yuvasını kurmuştu...
Ödülü kim kazandı dersiniz...
Tabi ki ikinci resim. Kral neden bu tabloyu seçtiğini şöyle açıkladı:
Huzur hiçbir gürültünün sıkıntının ya da zorluğun bulunmadığı yer demek değildir. Huzur zorluklara karşın yüreğinizin huzur bulabilmesidir

Yorumsuz... Günün fotosu...27/10/2011

 

Nuh'un gemisine binerken...

 

Lombak

Işığı yaymak...

Uzaklarda küçük bir kasabada genç bir adam kendi işini kurdu, iki caddenin köşesinde bir perakendeciydi. Adam dürüst ve dost canlısıydı, insanlar onu seviyorlardı. Ondan alışveriş yapıyor ve arkadaşlarına tavsiye ediyorlardı. Adam bir yıl içinde Amerika’nın bir ucundan diğer ucuna uzanan bir zincir oluşturdu. Bir gün hastalanıp hastaneye kaldırıldı. Doktorlar az zamanı kalmış olabileceğinden endiş...e duyuyorlardı.Adam üç yetişkin çocuğunu yanına çağırdı ve onlara bir görev verdi: “İçinizden biri yıllar boyu uğraşarak kurduğum şirketimin başına geçecek. Hanginizin bunu hak ettiğine karar vermek için, her birinize birer dolar vereceğim. Şimdi gidip bu birer dolar ile ne alabiliyorsanız alacaksınız, ama bu akşam geri döndüğünüzde paranızla aldığınız şey hastane odamı bir uçtan bir uca doldurmalı.”

Çocuklar bu başarılı şirketi yönetme fırsatı karşısında heyecana kapıldılar. Üçü de şehre gidip parasını harcadı. Akşam geri döndüklerinde babaları sordu: “Birinci çocuğum, bir dolarla ne yaptın?” çocuk cevap verdi: “Arkadaşımın çiftliğine gittim, bir dolarımı verdim ve iki balya saman aldım.” Sonra odadan dışarı çıktı, saman balyalarını getirdi, açtı ve havaya savurmaya başladı. Oda bir anda samanlarla dolmuştu. Ama biraz sonra samanların tamamı yere indi ancak babanın söylediği gibi odayı bir uçtan öbür uca dolduramadı.

Adam sordu: “Peki ikinci çocuğum, sen paranla ne yaptın?” “Yorgancıya gittim, iki tane yastık aldım.” Bunu söyleyen çocuk, yastıkları içeri getirdi, açtı ve tüyleri bütün odaya dağıttı. Zaman içinde bütün tüyler yere düştü, böylece oda yine dolmamıştı.

“Sen üçüncü çocuğum, sen paranı ne yaptın?” diye sordu adam. “Dolarımı cebime koyup senin yıllar önceki dükkânın gibi bir dükkâna gittim. Dükkânın sahibine parayı verdim ve bozmasını istedim. 20 centini şehrimizdeki iki yardım kuruluşuna bağışladım. 20 cent de kiliseye verdim. Geriye kalanla iki şey aldım.” Çocuk elini cebine atıp bir kibrit kutusu ile bir mum çıkardı. Işığı kapatıp mumu yakınca oda mumun ışığıyla dolmuştu. Oda samanla veya tüyle değil, bir uçtan bir uca ışıkla dolmuştu. Baba memnundu.

“Çok iyi oğlum. Bu şirketin başına sen geçeceksin, çünkü yaşam hakkında çok önemli bir şeyi, ışığını yaymayı biliyorsun. Bu çok güzel.”

İnsan en değerli sensin...

 



İNSAN EN DEĞERLİ SENSİN....
Marmara Depremi'nin hemen ardından örgütlenen AKA,
Marmara Depremi'nde yakınlarını kaybeden, deprem sonrası arama kurtarma çalışmalarında ve yardım ekiplerinde görev almış gönüllülerden oluşan bir guruptur.

AKA ağırlıkla mimar ve inşaat mühendislerinin oluşturduğu, yapı kimyası ve fiziği konusunda tecrübesini, kurtarma sırasındaki deneyimlerinin yanısıra; bilgilerini paylaşmayı, alınması gereken önlemleri belirlemeyi, arama ve kurtarma çalışmalarında etkin aletleri ve kullanımlarını araştırmayı, bu bilgileri eğitim çalışmaları ile tüm gönüllü guruplara aktarmayı, operasyon ekibi ile de arama ve kurtarma çalışmalarında görev almayı ilke edinmiştir. Eğitimler öncelikle olası olumsuzluklardan korunma ve trafik kazaları, deprem sonrası kurtarma çalışmalarına göre programlanmıştır.

Gelin deneyimlerinizi bizimle paylaşın. Gelin çocuklarımıza doğayla barış içinde bir gelecek hazırlayalım!, Enkaz çalışmasına katılanlar, Bilgili ve tecrübeli gönüllüler, Kurtarma araçları sahipleri, Sponsorluk desteği vermek isteyen yardımseverler, aka@aka-arama.org adresine e-posta'larınızı bekliyoruz!

HERKESİN YAPABİLECEĞİ BİR ŞEY VARDIR!!!

İletişim Bilgileri;

Yer : ATAŞEHİR AFET KRİZ MERKEZİ AKA OFİSİ.

İnternet Sitesi: http: www.aka.org.tr

Ofis : 0216 455 97 10
AKA- Gsm:+90 544 470 40 02

Nakdi Yardımlarınız için:

Yapı Kredi Bankası – Fındıklı Şubesi (şube kodu – 216)
Hesap no : 81381866
IBAN : TR90 0006 7010 0000 0081 381866

KADIKÖY-İSTANBUL-TÜRKİYE
Anadolu Yakası Afet Kriz Merkezi Ataşehir

Bak dostum demiş, sen kunduracısın, çizmeden yukarı çıkma!


19. yüzyılda, Fransız ressamlarından Delacroix Paris’te bir resim sergisi açmış...tı. Sergiyi gezenlerden bir kişi, büyükçe bir şövalye tablosunun önünde uzun süre durarak, yakından uzaktan ciddi ciddi seyreder, beğenmediğini belirten bir biçimde de başını sallarmış. Bu durum ilgisini çeken ressam yanına gelerek sormuş.
— Bu tablo ile çok ilgilendiğiniz belli oluyor.
— Evet demiş adam. Şövalyenin çizmesindeki körük kıvrımlarında hatalar var.
— Peki nasıl anladınız?
— “Ben kunduracıyım, çizme dikerim.” deyince ressam hemen tuvalini ve boyalarını getirerek adamın söylediği biçimde çizmeyi düzeltmiş ve gerçekten daha iyi olduğunu görmekten memnun olarak adama teşekkür etmiş. Fakat adam yine tablonun başından ayrılmadan, bu kez de şövalyenin pantolonunda ve kemerinde de hatalar olduğunu belirtince bu çokbilmişliğe dayanamayan ressam,
— Bak dostum demiş, sen kunduracısın, çizmeden yukarı çıkma!

Lan atla...

Kendi Sınırınızı Kendiniz Çizin...

Ahmet HamamcıoğluBir akşam sevdiğim bir çifti akşam yemeğine evime davet etmiştim. Geldiklerinde hemen o gün öğleden sonra Washington’da Dalai Lama’nın konuşmasını dinlemiş olduklarından söz ettiler.

Dalai Lama’nın görüşlerini kısaca bize de anlattılar; ayrıca hem o görüşlere uygun yaşamak istediklerini hem de maddi dünyanın zevklerinden vazgeçmek istemediklerini, bu durumunda canlarını sıktığını söylediler. Dalai Lama’ nın vermek istediği mesaj, yaşamın önünde saygıyla eğilmek ve onun bize bağışladıklarını geri vermek gerektiğiydi. İnsanlığı maddiyat düşkünlüğüne karşı uyarıyor ve bizim kadar şanslı olmayan insanlar için elimizden gelen yardımı yapmamız gerektiğini belirtiyordu.

Dostlarımızın bir yandan sahip oldukları her şeyi kendileri kadar şanslı olmayanlara vermek ve yaşamlarını “yardım” işine adamak istediklerini; diğer yandan da iyi bir yaşam sürmekten vazgeçmek istemediklerini hissettim. Her ikisi de zamanlarının bir kısmını gönüllü çalışmalara ayıran insanlardı. .

Dalai Lama’ nın bizlerden ne yapmamızı istediğini düşünerek iki hafta geçirdim. Yaşamın günlük konfor ve keyiflerinin tümünden vazgeçmemiz mi gerekiyordu? Maddiyat düşkünlüğü nerede başlardı? Yaşamdan biraz keyif alarak, zevklerinden bir parça tadarak rahat yaşamak maddiyat düşkünlüğü sayılır mıydı? Yaşamımda nelerden vazgeçip nelerden vazgeçemeyeceğimin bir listesini yaptığımda çevrem için daha fazla zaman ayırabileceğimi gördüm. Ancak bu arada günlük yaşamın hazlarını yaşamanın çok mu kötü bir şey olduğu düşüncesi aklımı kurcalamaya devam ediyordu. Ne de olsa bunları elde etmek için çok çalışmıştık; maddiyata aşırı bir düşkünlüğümüz olduğu söylenemezdi ve sahip olduklarımızın değerini de biliyorduk.

Sonra bir akşam sözünü ettiğim arkadaşım beni evlerine davet etti. Yemekten sonra ona, “Ne kadarının çok fazla sayılacağı” sorusunun beni çok düşündürdüğünü ve “Sahip olduklarım izin tümünden mi vazgeçmemiz gerektiği”ni merak ettiğimi söyledim. Bu arada onun da aynı konuda kafa yorduğunu anladım. Uzunca bir süre düşüncelerimizi paylaştıktan sonra bizim için sınırın nerede olduğuna karar verdik. Bence Dalai Lama da bizim için bir sınır çizebilirdi ancak herhalde bizim kendi sınırımızı kendimiz keşfetmemizi istedi. Arkadaşım da, ben de yaşamın küçük zevklerinin tadını çıkarmayı doğrusu severiz. Kendimiz için zaman ayırırız, sinemaya gideriz, manikür yaptırır, haftada bir kaç gün yürüyüş yaparız. Her ikimiz de doğada vakit geçirmeyi sever ve bunu  “kendimize ait bir zaman” olarak görmeyi severiz. Bu bizi zindeleştirir.

Uzun uzun düşünüp konuştuk tan sonra her gün kendimize bir parça zaman ayırmanın ve yaşamın tadını çıkarmanın hiçbir şekilde kötü bir şey olmadığına karar verdik. Aslında herkesin kendine zaman ayırması ve kendini daha iyi, daha zinde hissetmesi sonuçta çevresinin de yararına idi. o gece kendi sınırımızı çizdik. Yalnızca kendimiz için bir parça zaman ayırdığımızda başkalarına çok daha yararlı olacağımızı çünkü başkaları için bir şeyler yapacak enerji ve hevesimiz olacağını keşfettik. Aşırıya kaçmadığımız sürece bir parça mal-mülk sahibi olmanın da bir sakıncası yoktu.

Şimdi yaşamımı birkaç basit kurala göre düzenliyorum:

• Bir eşyayı bir yıl boyunca kullanmamışsam ona gereksinimim yok demektir. İşine yarayacak birine veririm.

• Bir süre okumadığım ya da giymediğim bir şeyin başkalarıyla paylaşılmasının zamanı gelmiş demektir.

• İyi yemekten hoşlanırım, yemek hazırlamaktan keyif alırım ve doyduğum anda yemeyi bırakırım.

• Yalnızca evimi “ısıtacak” eşyayı alırım ve yalnızca içinde rahat edeceğim giysiler giyerim.

• Eğer bir becerim varsa bunu, ondan yararlanacak biriyle paylaşırım.

• Gerek duyduğum şeyi alır, gerek duymadığımı bırakırım.

• Biriktirdiklerimle dünya üzerinde bir fark yaratacağını umduğum küçük şeyler yaparım…

Sizin sınırlarınız nedir???

Myra Destanı...Antalya/Demre'den...

 

 Ben bir myra taşıyım

Sevgiyi, barışı, kardeşliği öğreten

Bir kutlunun toprağa düştüğü bu yerlerde

Ben bir Myra taşıyım

Nice aşklara tanık

Vefasızlığa alışık

Bu torrakların sessiz çığlığıyım

Yediveren cömert seraların

Nasırlı ellerde hayat bulduğu

Bu durakta

Bir mutly Myra taşıyım...

Ben bir Myra taşıyım