4 Ocak 2012

Bedreddin-i Tirmizi adında biri vardı. Simya ile uğraşır, yani altın yapardı. ..

 


Bedreddin-i Tirmizi adında biri vardı. Simya ile uğraşır, yani altın yapardı. ..

 Mevlana’nın ismini, birinden duydu bu zat. Ziyaret etmek için Konya’ya geldi bizzat.

Oğlu Sultan Veled’in evine gitti önce. Ve niçin geldiğini arz eyledi şöylece: Dedi: (Ben simyagerim, altın elde ederim. Hazret-i Mevlana’yı ziyarettir dileğim.

Ayrıca, yapacağım altından, her gün biraz, Talebeleri için, edeceğim ona arz.) Sultan Veled, güzelce dinledi kendisini.

 O akşam, pederine arz eyledi hepsini. Hiçbirşey buyurmadı Mevlana da cevaben. Ertesi gün, o zatın evine gitti hemen.

Kapısını çalıp da girdiğinde evine, Baktı, altın yapmakla uğraşıyor o yine. Bedreddin, Mevlana’nın görünce geldiğini, İltifatlar ederek karşıladı kendini.

Ona gösterdiyse de böyle ilgi, iltifat, Onda, meslek icabı bir gurur vardı fakat. Zira o, mesleğini çok üstün biliyordu.

Bunu, yalnız kendisi yapar zannediyordu. Mevlana hazretleri, üstün firasetiyle, Onun düşündüğüne vakıf oldu ayniyle.

Kurtarmak gayesiyle onu bu gururundan, Paslı bir demir görüp, istedi onu bundan. Bedreddin, o demiri alıp arz ettiğinde, Aniden altın oldu Mevlana’nın elinde.

Bu nasıl olur? diye düşünürken pek derin, Mevlana hazretleri, buyurdu: (Ey Bedreddin! Bu, gayet kolay iştir, niçin şaşırıyorsun? Altın elde etmeyi bir şey mi sanıyorsun?

Sen simya ilmi ile yaparsın bunu, ancak, Ahirette, bu sana fayda sağlamayacak. Bu ilim, ahirette hiç yaramaz işine.

 Girmene mani olmaz Cehennem ateşine. Çünkü sırf bu dünyada iş görür bu marifet. Dünyada kalır yine, öldüğünde akıbet.

Sen bu gün meşgul ol ki, bir simya ilmi ile, Ölürsen, ahirete o da gelsin seninle.) O bir şey anlamayıp, eyledi ki ona arz: (Efendim, o simya’yı anlatın bana biraz.)

Buyurdu: (Ey Bedreddin, ilim, amel ve ihlas, Bu üçüne kavuş ki, bunlardır simya esas.

 Eğer atabilirsen kalbinden masivayı, Elde etmiş olursun işte asıl simyayı.) Bedreddin, ihlas ile bağlanıp Mevlana’ya, Kavuştu çok geçmeden, bu hakiki simyaya.

Büyüklere hürmet edin... Sıkıntıya sabredin... Aza kanaat edin...Hatanızı kabul edin... Varken, tasarruf edin, Sofranıza davet edin...

İçimizde iki kurt var ve bunların arasında da korkunç bir savaş var...

Barisarock 2005 - Baris Akarsu Islak Islak

http://youtu.be/ioqkVaYqrnw

Dikkat testimizin ikinci bölümü... Buyrun efem...

 

Cevaplarınızı Not Alın

1. Bazi aylar 30, bazilari 31 çeker; kaç ayda 28 gün vardir?

2. Doktorunuz size 3 hap verir ve bunlari yarimsar saat arayla almanizi tavsiye ederse, ilaçlarin tamamini bitirmeniz ne kadar sürer?

3. Gece saat sekizde yatiyorum ve yatarken guguklu saatimi sabah dokuza kuruyorum kaç saat uyurum?

4. 30' u yarima bölüp 10 eklediniz, kaç etti?

5. Bir çiftçinin 17 koyunu vardi. Sürüde salgin hastalik oldu, dokuzu agir hastalandi, digerleri öldü. Çiftçinin kaç koyunu var?

6. Sadece bir tek kibritiniz var, içinde bir gaz lambasi, bir gaz sobasi, ve birde mum bulunan karanlik ve soguk bir odaya girdiniz... Önce hangisini yakarsiniz?

7. Adamin biri dikdörtgen biçiminde ve her cephesi güney manzarali bir ev insa ediyor. Evi kocaman bir ayi ziyaret ederse bu ayi ne renk olur?

8. 3 elma vardi ikisini aldim. kaç elmam var?

9. Musa gemisine her hayvandan kaçar adet aldi?

10. Chicago' dan hareket eden 43 yolculu bir otobüs kullaniyorsunuz.Pittsburgh' da 7 yolcu binip, 5 yolcu indi. Cleveland' da 8 yolcu indi, 6 yolcu tuvalete gidip geldi ve 4 yeni yolcu bindi. 20 saat sonra Philadelphia' ya vardiginizda söförün adi neydi?

Cevaplar Asagida ...

SIMDI YANITLAR: 1. Hepsinde, tüm aylarda 28 gün vardir. 2. Bir saat 3. Guguklu saatler gece gündüz ayrimi yapmadigi için 1 saat. 4. 70 eder, yarima bölmek 2 ile çarpmak demektir. 5. 9 canli koyun 6.Kibriti. 7. Ayi beyaz olur. Evin her cephesi güneye baktigina göre bina kuzey kutbundadir. 8. 2 elma 9. Sifir, gemisine hayvan alan Nuh idi. 10. Söför sizdiniz.

Hiç dokunma bana...

Süper fikir...

Islak kek...

Malzemeler

250 gr margarin

1 kg süt

4 yumurta

2 su bardağı şeker

3 yemek kaşığı kakao

1 vanilya

1 kabartma tozu

3 su bardağı un

Süslemek için Damla çikolatai hindistan cevizi

Margarin süt şeker kakao bir tencerede kaynayıncaya kadar pişiriliyor.

Ve bu pişirdiğimiz kremadan 3 su bardağı ayırtıyoruz tencerede kalan kısmını soğutuyoruz.

Ve yumurtayı ayrı bir kapta iyice çırpıyoruz soğutunuz kremayı yumurtanın üzerine boşaltıyoruz.

Ve çırpıyoruz unu vanilyayı kabartma tozunu eleyip ilave ediyoruz ve karıştırıyoruz.

Önceden ısıtılmış 180 derecelik fırında yağlanmış kalıba dökünüz 25. 30 dakika arasında pişirin.

Fırından çıkan kekin her yerini çatalla yarak hava boşlukları açın kremanın girmesi için Ve o ayırdığımız kremayı üzerinde gezdirin, ıslak keki damla çikolata veya Hindistan cevizi ile süsleyebilirsiniz Arzuya göre küçük kalıplarda da yapılabilir tek kişilik.

Eski bir Sufi hikâyesi vardır:

Eski bir Sufi hikâyesi vardır:Bir adam çok acı çekiyormuş ve her gün Tanrı’ya dua edip, “Neden ben? Başka herkes çok mutlu görünüyor, ben neden böyle acı çekiyorum?” diyormuş. Bir gün büyük bir umutsuzlukla Tanrı’ya dua etmiş: “Bana başka herhangi birinin acısını verebilirsin, onu kabul etmeye hazırım ama benim acımı al. Artık dayanamıyorum.”

 

O gece güzel bir rüya görmüş―güzel ve çok açıklayıcı. O gece rüyasında Tanrı’nın gökyüzünde görünüp herkese, “Bütün acılarınızı tapınağa getirin,” dediğini görmüş. Herkes kendi acısından bıkmış durumdaymış―aslında herkes hayatının bir döneminde, “Herhangi birinin acısını kabul etmeye hazırım ama benimki al; benimki çok fazla, dayanılmaz,” diyormuş.

 

Böylece herkes kendi acılarını torbalara doldurmuş, tapınağa gitmiş ve herkes çok mutlu görünüyormuş; artık dualarının kabul olduğunu düşünüyorlarmış. Bizim adam da tapınağa koşmuş.

 

Tanrı, “Torbalarınızı duvar kenarına koyun,” demiş. Bütün torbalar duvar kenarına konmuş ve Tanrı, “Şimdi seçebilirsiniz,” demiş. “Herkes istediği torbayı alabilir.”

 

Ve en şaşırtıcı şey şuymuş: bu her zaman dua eden adam, başka herkesten önce kendi torbasını seçebilmek için yanına koşmuş! Ama çok şaşırmış çünkü herkes kendi torbasına koşuyor ve tekrar onu seçmekten mutlu görünüyormuş. Ne oluyormuş? İlk defa olarak herkes başkalarının sefaletlerini, başkalarının acılarını görüyormuş―onların torbaları da büyükmüş, hatta daha da büyükmüş!

 

Ve ikinci sorun şuydu ki, insan kendi acılarına alışıyordu. Şimdi başka birininkini seçmek―torbada ne tür acılar olduğunu kim bilebilirdi? Uğraşmak niye?  En azından kendi acılarını tanırsın, onlara alışmışsındır, katlanılabilirler. Yıllarca onlara katlanmışsındır―niye bilinmeyeni seçesin?

 

Herkes evine mutlu bir şekilde dönmüş. Hiçbir şey değişmemiş, aynı acıları geri götürüyorlarmış ama herkes kendi torbasını alabildiği için mutluymuş ve gülümsüyormuş.

 

Ertesi sabah Tanrı’ya dua etmiş ve, “Dua için teşekkür ederim,” demiş. “Bir daha asla böyle bir şey istemeyeceğim. Sen bana her ne verdiysen iyidir, benim için iyi olmalı ki bana verdin.”

 

Kıskançlık nedeniyle büyük bir cehennem yaratırız ve kıskançlık nedeniyle çok acımasız oluruz

Kıskançlık karşılaştırmadır. Bize karşılaştırma öğretilmiştir; karşılaştırmaya, her zaman karşılaştırmaya koşullanmışızdır. Başka birinin daha iyi bir evi vardır, başka birinin daha güzel bir vücudu vardır, başka birinin daha fazla parası vardır, başka birinin de daha karizmatik bir kişiliği vardır. Karşılaştırırsan, kendini her geçenle karşılaştırırsan, sonuç büyük bir kıskançlık olacaktır; bu, karşılaştırma için koşullanmanın bir yan ürünüdür.

 

Böyle yapmazsan, kıyaslamayı bırakırsan, kıskançlık yok olur. O zaman sadece kendi olduğunu, başka biri olmadığını ve buna ihtiyaç olmadığını bilirsin. Kendini ağaçlarla karşılaştırmaman iyi, yoksa çok kıskanırdın: neden yeşil olmadığını düşünebilirdin. Tanrı’nın çiçeklere karşı değil, sana karşı acımasız davrandığını düşünebilirdin. Kendini kuşlarla, nehirlerle, dağlarla karşılaştırmaman daha iyi; yoksa acı çekerdin. Kendini sadece insanlarla karşılaştırırsın çünkü sadece insanlarla karşılaştırma yapmaya koşullanmışsındır; kendini tavus kuşları veya papağanlarla karşılaştırmazsın. Yoksa gitgide kıskançlığın artardı: kıskançlıkla o kadar dolu olurdun ki, yaşamayı hiç beceremezdin.

 

Karşılaştırma çok aptalca bir tutumdur çünkü her insan benzersiz ve kıyaslanamazdır. Bu anlayış senin içine yerleştiğinde kıskançlık yok olur. Herkes benzersiz ve kıyaslanamazdır. Sen sadece kendinsin: şimdiye kadar kimse senin gibi olmamıştır ve bundan sonra da hiç kimse senin gibi olmayacaktır. Başka biri gibi olmana da ihtiyaç yoktur.

 

Tanrı sadece orijinalleri yaratır; kopyalara inanmaz.

 

Bir grup tavuk bahçede dolaşırken çitin üstünden bir futbol topu gelerek ortalarına inmiş. Horoz topun yanına gitmiş, iyice incelemiş ve tavuklara seslenmiş: “Şikayet etmiyorum kızlar ama yan komşuda becerdikleri işe bakın.”

 

Yan komşuda büyük işler olmaktadır: çimenler daha yeşil, güller daha pembedir. Herkes çok mutlu görünmektedir―senin kendinden başka herkes. Sen devamlı karşılaştırmaktasındır. Aynı şey başkaları için de geçerlidir, onlar da karşılaştırmaktadırlar. Belki onlar da senin bahçendeki çimenlerin daha yeşil olduğunu―her zaman uzaktan daha yeşil görünür―daha güzel bir karın olduğunu düşünüyorlardır… Sense bıkmışsındır, bu kadın tarafından nasıl tuzağa düşürülebildiğine inanamamakta, ondan nasıl kurtulacağını da bilmemektesindir―oysa komşun böyle güzel bir karın olduğu için seni kıskanıyor olabilir! Sen de onu kıskanıyor olabilirsin… Herkes diğerlerini kıskanmaktadır. Kıskançlık nedeniyle büyük bir cehennem yaratırız ve kıskançlık nedeniyle çok acımasız oluruz.

 

Yaşlı bir çiftçi üzüntüyle selden sonra etraftaki yıkıntılara bakıyormuş. Bir komşusu, “Hiram!” diye bağırmış. “Domuzlarının hepsi telef oldu.”

 

“Ya Thompson’ın domuzları?” diye sormuş çiftçi. Komşusu, “Onlar da gitti,” diye cevap vermiş. Çiftçi, “Ya Larsen’inkiler?” demiş. Komşusu, “Evet,” demiş. Çiftçi, “Oh!” demiş. “Durum düşündüğüm kadar kötü değilmiş.”

 

Eğer herkes sefalet içindeyse, kendini iyi hissedersin; eğer herkes kaybediyorsa, kendini iyi hissedersin. Eğer herkes mutlu ve başarılıysa, bu çok acıdır.

Ne zmaan kendi değerimizi bilmeye başlayacağız... Ne zman kendimize ve elimizdekilere bakmaya başlayacağız... Aslında tek yapmamaız gereken sadece ve sadece kendimizi geliştirmek ve kendimizi daha iyiye götürmek... Kendimize odaklanmak... Formül işte bu kadar basir...

Ne garip...Aklı yavaş olana değil de...Ayağı yavaş olana...Yüreği kör olana değil de...Gözü kör olana acırız...



Ne garip...

Aklı yavaş olana değil de...

Ayağı yavaş olana...

Yüreği kör olana değil de...

Gözü kör olana acırız...

H.Cibran

Pardon siz mi bakıyordunuz?

Dikkatinizi ölçmek ister misiniz??? Resimdeki yüzü bulmak için 30 saniyeniz var...

Her insan kendi görüş sahasının sınırlarını, dünyanın sınırları olarak kabul eder.



 

Her insan kendi görüş sahasının sınırlarını, dünyanın sınırları olarak kabul eder.

Arthur Schopenhauner

Zaman kimseyi beklemez. Sahip olduğunuz her an hazinedir ...

zaman resimleri

10 yılın değerini anlamak için, yeni boşanmış çifte sorun !

4 yılın değerini anlamak için, Şu anda ayrı olan lise aşıklarına sorun!

 1 yılın değerini anlamak için, ... Final sınavını geçemeyen bir öğrenciye sorun !

9 ayın değerini anlamak için yeni doğum yapmış bir anneye sorun !

 1 ayın değerini anlamak için, Dünyaya prematüre bebek getiren bir anneye sorun ! ...

1 haftanın değerini anlamak için, Haftalık derginin editörüne sorun!

1 saatin değerini anlamk için, buluşmak için birbirini bekleyen aşıklara sorun !

1 dakikanın değerini anlamak için, uçak, tren, veya otobüsü kaçıran birine sorun !

1 saniyenin değerini anlamak için, Kaza geçirmiş bir insana sorun !

 1 milisaniyenin değerini anlamak için, Olimpiyatlarda gümüş madalya almış birine sorun !

 Zaman kimseyi beklemez. Sahip olduğunuz her an hazinedir ...


D.B.Gülertan

Facebook'ta övgü beğeni var, gerçek hayatta yergi çekememezlik var

Facebook'ta herkes mutlu, gerçek hayatta depresyon ilaçları yok satıyor

Facebook...'ta herkes herkesle arkadaş, gerçek hayatta kimse kimseyi tanımıyor

Facebook'ta herkes paylaşımcı, gerçek hayatta kimse günahını vermiyor

Facebook'ta herkes bilgi sahibi, gerçek hayatta GooGLE sağolsun

Facebook'ta övgü beğeni var, gerçek hayatta yergi çekememezlik var

Facebook ne düşündüğünü biliyor, gerçek hayatta kimin umrunda

Facebook'ta doğum günleri unutulmuyor, gerçekte adın bile anılmıyor....!!

Nerde manyak beni bulur

Her yaşananın sadece bir deneyim olduğunu kavradım..

Susmayı öğrendim çok konuşanlardan...

Alçak gönüllü olmanın erdemini tattım çok bilmişlere inat..

Gerçekten bilenlerin az konuştuğuna şahit oldum sessizce...

Her yaşananın sadece bir deneyim olduğunu kavradım..

Değmeyenlere çok anlam yüklemenin ruhuma verdiği zararı keşfettim..

Kendim olmayı seçtim başkalarından alınmış parçalardan oluşmayı değil..

kendi hayatlarını YÖNETEMEYENLERİN diğer ...

 hayatlara müdahelelerine güldüm sadece.

Kokuşmuş zihniyetlerin yalan gülümsemelerin içinde yer almaktansa

 uzaktan onlara seyirci kalıp İNSANLIĞIMI korumayı öğrendim..

 Varlığımı hakedenleri hayatıma dahil etmeyi

haketmeyenlere HOŞÇAKAL demeyi,

Bu uzun yolda yalnız ama başım dik yürümeyi

İnsanların hiç kimsenin işaretli kağıtlarla oynamadığını anlaması gerekiyor;bazen kazanırız ve bazen de kaybederiz. ...

Bazı şeylerin gitmesine izin vermek işte bu nedenle çok önemlidir.

Onları serbest bırakmak...

Gevşek olanı kesmek...

İnsanların hiç kimsenin işaretli kağıtlarla oynamadığını anlaması gerekiyor;

bazen kazanırız ve bazen de kaybederiz. ...

Hiçbir şeyi geri almayı bekleme,

Yaptıkların için takdir edilmeyi bekleme,

Ne kadar zeki olduğunun keşfedilmesini bekleme ya da aşkının anlaşılmasını.

Daireyi tamamla.

Gururlu, Yetersiz ya da kibirli olduğun için değil,

Sadece artık onun senin yaşamında yeri olmadığı için.

Kapıyı kapat,

Plağı değiştir,

Evi temizle,

Tozdan kurtul.

Geçmişte olduğun kişi olmayı bırak ve şu anda kimsen o ol. "

Paulo Coelho

Zamazingo gururla sunar... Para ağacı... İsteyen sıraya girsin... Buyrun efem...

...odamın içindeydi yıldızlar...ben onlara dokunmaktan çekinerek ...açtım pencereleri...salıverdim yıldızları geceye


Pencereler

 sabaha karşı mıydı

 bilmiyorum

 belki de gece yarısı

 bilmiyorum

odamın içindeydi yıldızlar ve

 gece kelebekleri gibi  çırpınıyorlardı camlarınızda

ben onlara dokunmaktan çekinerek

açtım sizi pencereler

 salıverdim yıldızları geceye

aydınlık sınırsız hür geceye


Nazım Hikmet

İçindeki IŞIĞIN gücünü, FARK edenin yolu hep AYDINLIKTIR..



 

İçindeki IŞIĞIN gücünü, FARK edenin yolu hep AYDINLIKTIR..

Ey baştan aşağı kanlara kesen gonca , Sen ki kendinden çıktın, Bize de anlat, Nedir bu aşk,Öğret nedir kendinden çıkmak.



Ey minik yaprak

Söyle nereden buldun dalı delecek gücü?

Nasıl çıktın zindanından dışarı?

Anlat bize, anlat ki biz de kavuşalım ışığa,

Biz de çıkalım zindanımızdan dışarı.

 Ey servi, yerde bitiyorsun ama, nasıl da atılmışsın gururla göklere...

Kimden öğrendin, nasıl yapıyorsun bunu?

Öğret bize de yükselmeyi göklere.

Ey baştan aşağı kanlara kesen gonca

Sen ki kendinden çıktın,

Bize de anlat.

Nedir bu aşk,

Öğret nedir kendinden çıkmak.

 ____Mevlana

Güneşin sana ulaşmasını istiyorsan, Gölgeden çık.



 

Güneşin sana ulaşmasını istiyorsan, Gölgeden çık.

Bir ağaç bir ormanın başlangıcı olabilir.Bir kuş, baharın müjdecisi olabilir.Bir gülümseme bir dostluğu başlatabilir.Bir tokalaşma moralinizi yükseltebilir.

Bir şarkı yaşanan anı ateşleyebilir.

Bir ağaç bir ormanın başlangıcı olabilir.

 Bir kuş, baharın müjdecisi olabilir.

 Bir gülümseme bir dostluğu başlatabilir.

Bir tokalaşma moralinizi yükseltebilir.

 Bir yıldız, denizde bir gemiye yön gösterebilir.

Bir tek kelime, büyük bir ideali anlatabilir.

 Bir huzme güneş ışığı, bir odayı aydınlatabilir.

Bir mum, karanlığı... yırtabilir.

Bir gülüş, hüznü fethedebilir.

Bir adım, uzun bir yolculuğu başlatabilir.

Bir dua, bir kelimeyle başlar.

Bir umut ışığı ruhumuzu besleyebilir.

Bir dokunuş, ne kadar önemsendiğinizi hissettirebilir.

 Bir ses, bilgelikle konuşabilir.

Bir yürek, gerçek olanı anlayabilir.

Bir yaşam, çok şeyi değiştirilebilir.

 Görüyorsun ya… Her şey sana bağlı!.

'Nehir gibidir insan; Sadece yüzüyle bilinir. Derininde ne saklar, Yüreğinde neler akıp gider, Söylemez sessizce akıp gider..!



 

'Nehir gibidir insan; Sadece yüzüyle bilinir. Derininde ne saklar, Yüreğinde neler akıp gider, Söylemez sessizce akıp gider..!

...ve bir kuş havalanır... Günün fotosu... 04/01/2012

Geleceğin Habercileri...

Bir cumartesi günü evde tembellik ederken zil sesiyle yerinizden sıçradınız. Kapıyı açtığınızda çok şaşırıyorsunuz. Eşikte 2 hayvan duruyor. Size 2 mektup getirmişler. İçlerinde de geleceğe ait öngörüler var. Zarfları açınca 2 mektubun içeriğinin çok farklı olduğunu görüyorsunuz. Bir mektupta sizi mutlu bir geleceğin beklediği yazıyor. Diğeri ise felaketleri ve mutsuzluğu haber veriyor.

Aşağıda hayvanlardan hangisi size iyi haberi getirdi, hangisi kötü kehaneti iletti?

1.Kaplan 2.Köpek 3.Kuzu 4.Papağan 5.Kaplumbağa

Geleceğin Habercileri için Anahtar;

Seçtiği eş çoğu kişinin geleceğini etkiler. Hayvanlarla ilgili olumlu ve olumsuz çağrışımlarınız, psikolojik açıdan zengin ve karmaşık anlamlar taşır. Bu senaryoda mutluluk mesajı getiren hayvan, ideal eş olarak gördüğünüz kişiyi temsil eder. Diğeri ise sizi derin karanlıklara çekmesinden korktuğunuz kişiyi tanımlar.

1.KAPLAN İyi Haber: Coşkulu, güçlü ve irade sahibi, hükmedici bir eşle mutlu olacağınıza inanıyorsunuz. Kötü: Kibirli, oranın sahibiymiş gibi etrafınızda dolaşan, ev işlerine yardımcı olmaktan söz ettiğinizde homurdanan hükmedici bir eşe rast gelmekten ürküyorsunuz.

2.KÖPEK İyi Haber: Bir eşte aradığınız en temel özellik kesin sadakat ve koşulsuz adanmışlıktır. Kötü: Herkesi memnun etmeye çalışan ve başkalarının ne düşündüğüne fazla önem veren kişilerle asla anlaşamazsınız.

3.KUZU İyi: Sizin için mutluluğun anahtarı sıcak kalpli ve ilgili bir eştir. Kötü: Evde pinekleyen, her gün aynı şeyleri yapan sıkıcı bir eşle yaşamak zorunda kalmak sizi ürkütüyor.

4.PAPAĞAN İyi: Size uygun olan eğlenmeyi seven, konuşkan ve güldürmeyi bilen bir eş. Kötü: Çalışmaktan hoşlanmayan, sürekli gevezelik eden biriyle asla anlaşamazsınız.

5.KAPLUMBAĞA İyi: Ciddi, güvenilir, ihtiyaç duyduğunuzda yanınızda bulunan bir eşle mutlu olursunuz. Kötü: En büyük kabusunuz hayatınızı ağır hareket eden , pek zeki olmayan biriyle geçirmektir.

——

Anlık olayların gücünü hiçbir zaman azımsamayın... Küçücük bir hareketle bir insanın hayatını değiştirebiliyorsunuz... Daha iyiye veya daha kötüye doğru!

Lisede birinci sınıf öğrencisiydim... Sınıf arkadaşlarımdan birini, okuldan eve dönerken, yolda gördüm. Adı Robert'ti. Bütün kitaplarını, eşofmanları, ayakkabılarını kucaklamış, evinin yolunu tutmuştu. Kendi kendime, kitapları okuldaki dolapta bırakmayıp da hepsini birden evine götürdüğüne göre "Bu arkadaş herhalde 'inek' kelimesinin tanımı olsa gerek" diye düşündüm. Kendi hesabıma, hafta sonu mahalle arası yapacağımız futbol maçından başka bir şey düşünmüyordum. Bu düşüncelerle yürürken bir baktım ki, karşıdan bir grup çocuk koşarak geliyor.

Robert'e çarptılar, kucağındaki bütün kitapları düşürdüler, ardından Robert de tökezlenip sokağın çamurlu bir köşesine yığıldı. Gözlükleri gözünden fırlamış, biraz öteye düşmüştü. Kafasını kaldırdığında, gözlerindeki büyük üzüntü ifadesini fark ettim. İçim sızladı, koşup yardımına gittim. Gözlüklerini ararken Robert'in gözlerinin yaşarmış olduğunu gördüm. Gözlüklerini yerden alıp kendisine uzattım ve "Serseri bunlar, boş ver" dedim. "Sağol" dedi ve yüzünde teşekkür dolu çok güzel bir gülümseme belirdi. Yerden kitaplarını topladık, ben nerede oturduğunu sordum. Bir de baktım ki komşuyuz. "Nasıl olur da seni daha evvel görmedim" diye sorduğumda, özel koleje gittiğini sonradan bizim okula transfer olduğunu anlattı.

Böylece hayatımda ilk kez bir "Kolej çocuğu" ile tanışmış oldum. Aslına bakacak olursanız eğlenceli biriydi, "Bizimle maç yapmaya gelir misin?" teklifimi kabul etti. Hafta sonu beraber takıldık, sadece ben değil arkadaşlarım da onu sevmeye başlamıştı. Pazartesi sabahı okula giderken onu yine kucağında dev bir kitap yığınıyla gördüm. "Oğlum bunları taşıya taşıya kol adalesi yapacaksın" dediğimde güldü, bir kısmını bana verdi. Sonraki dört yıl içinde birbirimizin en iyi arkadaşı olduk. Lise son sınıfta ise, üniversite düşünmeye başladık. Robert New York'a, ben Teksas'a gidecektim. Kilometreler bizi ayırsa da arkadaş kalacağımızı ikimiz de biliyorduk. O doktor olacaktı, ben de futbol bursuyla işletme okuyacaktım. Robert okul birincisiydi, kendisiyle her zaman "Sen de aslında az inek değilsin ha" diye dalgamı geçtim. Mezuniyet gelip çattığında, okul yönetimi

Robert'ten törende bir konuşma yapmasını istedi. Mezuniyet günü bizimki iki dirhem bir çekirdek salona geldi, gözlükleriyle bile yakışıklı bir hali vardı. Kızlar bakıp duruyordu, için için hafiften kıskanmadım desem yalan olur. Yanına gittim, az biraz heyecanlıydı, sırtına vurup  "Sen bu işin de hakkını en iyisinden verirsin, merak etme" dedim. "Sağol" dedi, gülümsedi. Kürsüye çıktı, kısa kesik küçük bir öksürük sonrası, konuşmaya başladı: -Bu mezuniyet günü, bizler için, şu ana gelinceye kadar karşımıza çıkan güçlükleri yenmemizde bize yardım eden insanlara teşekkür etme zamanıdır. Anne babalarımız, öğretmenlerimiz, takım koçları... Ama en çok arkadaşlarımız! Size burada, arkadaşlığın verebileceğiniz en önemli hediye olduğunu anlatmaya çalışacağım.

Size bir hikaye anlatacağım... Tanıştığımız ilk günü anlatmaya başladığında hayretle yanımdakilerin yüzüne baktım. Meğer o hafta sonu kendini öldürmeyi planlamış. Dolaplarını da sonradan annesi okula gidip kalan eşyaları almak zorunda kalmasın diye boşaltmış. Konuşurken bana baktı ve "Sağol, beni kurtardın.Arkadaşım, beni şimdi telaffuz bile etmek istemediğim şeyi yapmaktan kurtardı" dedi. Okulun en çalışkan, en beğenilen insanı, hayatının en zayıf anını anlatırken herkes soluğunu tutmuştu. Annesi ve babası bana bakıp şükranla gülümsediler. İşin bu kadar derin olduğunu asla bilmiyordum.   Anlık olayların gücünü hiçbir zaman azımsamayın... Küçücük bir hareketle bir insanın hayatını değiştirebiliyorsunuz... Daha iyiye veya daha kötüye doğru!

Ayaklarımı yerden kesecek bir erkek istiyorum...