6 Ağustos 2011

Kabak çiçeği dolma...

20-25 tane kabak çiçeği
1 su bardağı pirinç
1 adet kuru soğan
1 adet domates
nane, maydanoz
karabiber, tuz, zeytinyağı

Hazırlanışı

Kabak  çiçeklerini yıkadıktan sonra çiçeğin sap kısmındaki yeşillikleri  kopartın. Çiçeğin içindeki sarı kısmı çay kaşığı yardımı ile  çıkartın.(yaprağı yırtmadan)

Yemeklik  doğradığınız soğanı zeytinyağında kavurun, üzerine yıkadığınız pirinci  ilave edin. Pirinçler şeffaflaşınca domates rendesi ilave edin. Bir iki  karıştırıp yeşillikleri, karabiberi yarım su bardağı su ve tuzunu da  ekleyip demlenmeye bırakın.

Dolma  içi soğuyunca kabak çiçeklerinin içine birer tatlı kaşığı koyun.  Çiçeğin üst kısmını katlayıp, katladığınız yer altta kalacak şekilde  tencereye (hafif dik)sıralayın. Üzerine bir iki kaşık zeytinyağı  gezdirin, tuzunu ve suyunu koyup pişirin

Not:
Çiçeklerin içini fazla doldurmayın.
Dolma içini çiğden de hazırlayabilirsiniz.

Kabak  çiçeğini bulmak biraz zor, pazara çok erken gitmeniz gerekiyor,  bahçenizde kabaklarınız varsa çiçekler kapanmadan, ucunda kabağı olmayan  (erkek) çiçekleri toplamanız gerekiyor.

Naapıyosun oto yıkamacıda?

 

İnsan nedir ki, Bir şeylere sevinir, üzülür geçer..


İsim nedir ki,,Bulutlara yazılır geçer..
Yüzüm nedir ki, Akar suya çizilir geçer.....
Ömür nedir ki, Kurulur bozulur geçer..
Sevda nedir ki, Dokunursun süzülür geçer.
Şiir nedir ki, Sezilir geçer..
İnsan nedir ki,  Bir şeylere sevinir, üzülür geçer..
-ATAOL BEHRAMOĞLU-

Hava çok sıcak... Oturdum gari... Günün fotosu... 06/08/2011

 

Kleopatra adasının kumları bir aşk hediyesiymiş…

[slideshow]

Yolunuz Marmaris tarafına düşerse gitmeniz gereken yerlerden biri Kleopatra adası… Buraya Çamlık köyünden  tekneyle ulaşabiliyorsunuz. Sezonunda daha yoğun olan bu tekne seferleri, sezon sonuna doğru paralel olarak azalıyor.
Kleopatra adası hem denizi ve kumu hem barındırdığı antik kentiyle çok güzel bir yer.

Kleopatra adasının çok romantik bir öyküsü de var… Büyük aşk yaşadıkları söylenen Kleopatra ve Sezar bu öykünün kahramanları… Sezar Kleopatra’ya öyle aşıktır ki taa Mısırdan 60 gemiyle  getirtir adanın kumlarını… Kleopatra’ya
sunduğu hediyelerden sadece biridir bu kumlar… Kumların dünyada bir bu adada bir de Mısır’da olduğu söyleniyor…
Adanın kumları gerçekten görülmeye değer… Hepsi aynı boy ve yumuşacık… Rivayete gore ateşe atsan yanarmış…
Kumları koruma altına almak için büyük çaba sarfediliyor ama giderek azalmakta olduğunu farketmemek mümkün değil…

Kleopatra adasına keyifli bir tekne turuyla vardıktan sonar  önce antik kenti ziyaret etmek istiyorum. Apollon tapınağını ve tiyatroyu görmek istiyorum. Hem antik kent adanın biraz iç tarafına denk geliyor. Biraz yürüyüş yapıp, terleyip arkasından o pırıp pırıl suya girmek daha cazip geliyor. Antik kente doğru giderken tarifi zor bir manzaraya şahitlik yapıyorum. Orada o manzaranın karşısında duruyorum. Ne ileri ne geri gidesim kalıyor. Sadece orada olmak istiyorum. O manzaranın karşısında
yaşamak istiyorum bir süre.

Bir süre sonra yola deviyorum ve antik şehre varıyorum. Doyasıya geziyorum eski anıların arasında. Tiyatroda biraz daha uzun kalıyorum Antik kenti dolaşırken hava giderek ısınıyor. Sahile doğru hızlı adımlarla geri dönüyorum. Kleopatra adasının  denizine atıveriyorum kendimi. Deniz pırıl pırıl. Altın rengi kumlara basıyorum. Uzun süre suda kalıyorum. İnsanın canı
denizden dışarı çıkmak istemiyor. Denizin hemen kenarında kaplumbağalar için ayrılmış bir bölge var. Kaplumbağalar her sene buraya gelip yumurtalarını bırakıp gidiyorlarmış… İpten  yapılmış bir sınır bu… Kumların üstünde herhangi bir iz yada yumurta görürmüyüm diye akıyorum ama hiçbirşey göremiyorum…

Denizdeyken etrafınıza baktığınızda  manzaradan nefesiniz kesiliyor. Denizin güzelliği bir yandan etrafın güzelliği öbür yandan aklınızı başından alıyor. Sık sık da yelkenliler geçiyor etraftan… İnsanın yelkenliye atlayıp gezesi geliyor…

Bu arada adanın horozları ayrıca anlatılmalı…Horozlar acaip besili ve güçlü...Birkaç taneler. Çok hızlı hareket ediyorlar. Vakitli vakitsiz ötüyorlar. Ve en korkuncu direk üstünüze geliyorlar. Ben de nasibimi alıyorum bu durumdan. Horoz direk üstüme doğru hareketleniyor. Kısa bir kovalamaca geçiyor horozla aramda. O bana doğru geldikçe ben yer değiştiriyorum. Fakat
sonuç alamıyorum, peşimden gelmeye devam ediyor...

Çareyi iletişim kurmakta buluyorum.Bu adaya barışçı amaçlarla geldiğimi ve dost olduğumuzu söylüyorum ve konuşmamın ardından  adaya huzur geliyor... Horoz sonunda ağacın dibine yerleşveriyor…

Kleopatra adasının tadı hala damağımdadır. Umarım kısmet olur da tekrar giderim. Umarım sizler de gidersiniz bu altından sahili olan adaya… Bizim horoza biz dostuz demeyi unutmayın sakın :)))

Sağlıcakla,

Sen... Aklından bi sayı tut!..

 

Bir sahilden çözülüp gitmek... Düşünceler gibi başıboş...

yelkenli resimleri...

Bir sahilden çözülüp gitmek  Düşünceler gibi başıboş

...
Ne hoş. ey Tanrım, ne hoş,
İller, göller, kıtalar aşmak.
Ne hoş deniz deniz dolaşmak
Düşünceler gibi başıboş.
Versem kendimi bütün bütün
...Bir yelkenli olup engine;
Kansam bir an güzelliğine
Kuşlar gibi serseri ömrün.

Orhan Veli Kanık

Kendinizi tatlılıkla ifade edebilmek için çalışmalısınız…

 

Geçen gün bir arkadaşımla konuşuyordum. O adımı atarsa sevdiği kişileri üzmekten korktuğunu söyledi. Onlar üzülünce de o üzülüyormuş.

Psikolog Marshall Rosenberg diyor ki: Bize iyi çocuk, iyi anne ve baba olmak öğretildi. Eğer bu iyi şeylerden biri olacaksak, o zaman depresyonda olmaya da alışmamız lazım. Depresyon "iyi" olmanın ödülüdür.

"İyi" olmak için "Aman üzmeyeyim, kırmayayım, aman tatsızlık çıkmasın" derken duygularını içinde hapseden ve bu yüzden de hem duygusal hem de fiziksel olarak şişen birçok insan tanıyorum. İyi insan olmak için kendini feda ediyor. Bunu yaptıkça da kendinden kopuyor. Gerçek olanı unutup sahte olana alışıyor.

Başkalarını üzemezsiniz. Onlar üzülmeyi seçmediği sürece onları üzmeniz imkansız. Sizin içinizde olup biten bir şeyden de başkası sorumlu olamaz. Artık hissettiklerinizin sorumluluğunu alma zamanı. İyi çocuk olmaktan vazgeçip kendiMiz olma zamanı! (Mı ?)

Hissettiklerinizle tanışmak, kendinizle yeniden bağlantıya geçmek, kendinizi tatlılıkla ifade edebilmek için çalışmalısınız…

Tabi burada patavatsızlıktan, bile bile kırıcı olmaktan bahsetmiyoruz… Ama artık kendimizi, hissettiklerimizi ve isteklerimizi
de yumuşakça ortaya koymayı öğrenmeliyiz

Eve her zaman başın dik olarak dön...



Günün nasıl geçtiği hiç önemli değil…

Eve her zaman başın dik olarak dön...

 

Mehmet Tandoruğa teşekkürlerimle...

Mutluluğu nasıl bulabiliriz...



Bir tüccar mutluluğun gizini öğrenmesi için oğlunu insanların en bilgesinin yanı...na yollamış.

Delikanlı bir çölde kırk gün yürüdükten sonra, sonunda bir tepenin üzerinde bulunan güzel şatoya varmış. Söz konusu bilge burada yaşıyormuş.

Bir ermişle karşılaşmayı bekleyen bizim kahraman, girdiği salonda hummalı bir manzarayla karşılaşmış.

Tüccarlar girip çıkıyor, insanlar bir köşede sohbet ediyor, bir
orkestra tatlı ezgiler çalıyormuş. Dünyanın dört bir yanından gelmiş lezzetli yiyeceklerle dolu bir masa da varmış.

Bilge sırayla bu insanlarla konuşuyormuş ve bizim delikanlı kendi sırasının gelmesi için iki saat beklemek zorunda kalmış.

Delikanlının ziyaret nedenini açıklamasını dikkatle dinlemiş bilge, ama mutluluğun gizini açıklayacak zamanı olmadığını söylemiş ona.Gidip sarayda dolaşmasını, kendisini iki saat sonra görmeye gelmesini salık vermiş.

"Ama, sizden bir ricada bulunacağım," diye eklemiş, delikanlının eline bir kaşık verip, sonra bu kaşığa iki damla sıvı yağ koymuş. "Sarayı dolaşırken bu kaşığı elinizde tutacak ve yağı dökmeyeceksiniz."

Delikanlı sarayın merdivenlerini inip çıkmaya başlamış, gözünü
kaşıktan ayırmıyormuş. İki saat sonra bilgenin huzuruna çıkmış.

"Güzel" demiş bilge, "Peki, yemek salonumdaki Acem halılarını gördünüz mü? Bahçıvanbaşının yaratmak için on yıl çalıştığı bahçeyi gördünüz mü? Kütüphanemdeki güzel parşömenleri fark ettiniz mi?"

Utanan delikanlı hiçbir şey göremediğini itiraf etmek zorunda kalmış. Çünkü bilgenin kendisine verdiği iki damla yağı dökmemeye çabalamış, başka bir şeye dikkat edememiş.

"Öyleyse git, evrenin harikalarını tanı." demiş ona bilge. "Oturduğu evi tanımadan bir insana güvenemezsin."

İçi rahatlayan delikanlı kaşığı alıp sarayı gezmeye çıkmış. Bu kez, duvarlara asılmış, tavanları süsleyen sanat yapıtlarına dikkat ediyormuş. Bahçeleri, çevredeki dağları, çiçeklerin güzelliğini, bulundukları yerlere yakışan sanat yapıtlarının zarafetini görmüş.

Bilgenin yanına dönünce, gördüklerini tüm ayrıntılarıyla anlatmış. "Peki sana emanet ettiğim iki damla yağ nerede?" diye sormuş bilge.

Kaşığa bakan delikanlı, iki damla yağın dökülmüş olduğunu görmüş.

"Peki" demiş bunun üzerine bilgeler bilgesi, "Sana verebileceğim tek öğüt var. Mutluluğun gizi dünyanın tüm harikalarını görmektir, ama kaşıktaki iki damla yağı unutmadan...