21 Ağustos 2011

Her şeye boşver; öylesine sev ki, sevdiğin erkeği bile umursama,...

 

 

Madem ki bir aşkın var, ne güzel tadını çıkar...
Her şeye boşver ve aşkı yaşa...
İlle de büyük aşk olması gerekmez;
yaşanan her aşk büyüktür,
yeter ki tadını çıkarmasını bil...
...Çok büyük umutlar bağlama,
yarını hiç düşünmeden, günü gününe sev,
sevginin tadını çıkar...
Sevgide geleceği düşünürsen aşkı maşk kalmaz

Sakın haaa... Sonsuz monsuz diye herifin başını yeme...
Her şeye boşver; öylesine sev ki, sevdiğin erkeği bile umursama,...

Aziz Nesin

Fil banyoda yıkanırken ... Günün fotosu... 21/08/2011

Size herkesten daha fazla zarar veren bu kırgınlıkları, üzüntüleri ve pişmanlıkları atmaya bakın...


Toksin maddelerin ve toksin besinlerin sağlığa zararlı etkilerinden hepimiz haberdar olsak da toksin duygular sık sık yaşlanma sürecinin daha zararlı hızlandırıcılarıdır. Kırgınlık, düşmanlık, pişmanlık ve keder taşıdığımızda canlılığınız aşınır ve sevgi de üretemez hale geliriz.Kalbinizi toksin duygularla yüklemek sizin için tam şu anda, mümkün olan sihir, gizem, sevgi ve neşeyi tam olarak yaşamanıza engel olur. Size herkesten daha fazla zarar veren bu kırgınlıkları, üzüntüleri ve pişmanlıkları atmaya bakın.

Duygusal toksinleri atma süreci fiziksel olan toksinleri atmayla aynıdır. İlk önce yaşamı tüketen duyguları, yaşamı güçlendirenlerle değiştirmeyi istediğinize dair belirgin bir niyetinizin olması gerekir. Pişmanlık ve kırgınlığın, merhamet ve affediciliğe metabolize edilmesi belirgin bir şekilde bedeninizi, zihninizi ve ruhunuzu ezeli hayati enerjinize uyandırabilir.

Toksin duygular yaşlanma sürecinin en tehlikeli hızlandırıcısıdır. Onları kalbinizden atmaya kendinizi adayın.

DEEPAK CHOPRA

Bir zeytin ağacının gölgesinde, horoz ötüşü eşliğinde yapılan kahvaltının tadı başka nerede olabilir ki?

Kıbrıs'ta neler oluyor diye merak ediyorsanız hem kalemine hem de kişiliğine çok saygı duyduğum Gürdal Hüdaoğlu'nu takip etmenizi öneririm... Ayrıca kelimeleri kullanış tarzı , taşı gediğine oturtmadaki becerisi ve fikirlerini çekinmeden paylaşması beni etkileyen diğer özellikleri... Bu yazısında beş yıldızlı oteller ve doğa tatilini karşılaştırmış... Ben oyumu tamamen doğa tatiline verenlerdenim... Ya siz?

www.haberkktc.com  Çok yıldızlı tatil...

Gürdal HÜDAOĞLU

Kıbrıs “kalkınma” telaşında… Adada yaşam, modern koşullara uygun olarak yeniden biçimleniyor. Kasabalar şehre, dükkânlar plazaya, evler villaya dönüşüyor. Hayat eskisi kadar durağan değil. Her yerde bir acele ve koşuşturmaca var. Trafik yoğun ve bıktırıcı.
 
Çocukların zamanı tenha sokaklarda değil, kurslarda ve kapalı oyun salonlarında geçiyor. Yetişkinler eğlenceyi konforlu ama gürültülü ve kalabalık mekânlarda arıyor. Şamata ve şatafat, dinginliğin tahtını ele geçirdi.
 
Zaman işte böyle bir şey. Kendi bildiğince akıyor ve yalayıp geçtiği her yere bir şekil veriyor. Onun kudretine direnmek imkânsız…
 
Değişimin baş döndürücü hızında yorgun düşenler, galiba, zamanın akmadığı yerlere kaçmak zorunda. Bunun için merkezden uzaklaşıp, kuytulara sığınmak gerekiyor. Temposuz bir tatil insanı kendine getiriyor.
 
Bir vakitler Karpaz için “pansiyon turizmi” öngörülmüştü. Buna göre insanlar küçük ama bakımlı yerlerde konaklayacak, sakinliğin tadını çıkaracak ve bu güzel yerden geldikleri gibi sessizce ayrılacaklardı. Böylece bu narin coğrafyanın üzerine “kitle turizmi” denilen o dev yaratıkla çullanılmamış olacaktı.
 
Fakat “kalkınma” ideolojisinin bu düşünceyi çöpe göndermesi pek zor olmadı. Bölge kısa sürede lüks otel yatırımlarına açıldı. Doğallığın ve sükûnetin cennetine beş yıldızlı, kumarhaneli devasa yapılar konduruldu.
 
Her şeye rağmen Karpaz hâlâ uzakta… Hâlâ sakin ve zamanın yavaş aktığı bir yer… Devlet “beş yıldız” stratejisini ilerletedursun, bölge, kendini doğasına uygun bir şekilde dizayn  etmekten geri kalmıyor.
 
Geçmişte yarım kalan proje şimdilerde kendiliğinden hayat buluyor. Kimisi eski evini restore edip pansiyona dönüştürmüş, kimisi boş arazisine 15-20 odalı bir otel yapmış… Bir köyün içinden geçerken birkaç farklı otel tabelası görerek şaşırmak mümkün. Hepsi de çiçekler ve ağaçlar arasında, gösterişsiz ama doğal ve şirin yerler…
 
Belki heyecan verici su parkları, rahatlatıcı saunaları, çok seçenekli açık büfeleri ya da karşı konulmaz kumar makineleri yok. Ama hepsi birer kafa dinleme ve sakinleşme mabedi…
Bir zeytin ağacının gölgesinde, horoz ötüşü eşliğinde yapılan kahvaltının tadı başka nerede olabilir ki? Bir yanınızda odun fırınında ekmek pişiriliyor… Burnunuzda kazanda kaynayan “gulluri” pekmezinin kokusu… Taşın üstünde pişirilen Baf usulü delikli bitta eşliğinde nefis bir Kıbrıs kahvaltısı…
 
Otelden çıkıp çevre köyleri keşfe çıkmanın keyfi bir başka. Uçsuz bucaksız üzüm bağlarını yararak tepenin üstünde asılı gibi duran 40-50 haneli köylere ulaşıyorsunuz. Kulaklarınızda Kıbrıs’ın eşsiz yaz senfonisi… Ağustos böcekleri hiç susmuyor…
 
“Konfor” aslında nedir? Beş yıldızla ölçülebilecek robotik bir şey mi yoksa gece sessizliğinde, kemerli köy evinden bozma bir otelciğin avlusunda, üzerinizi kaplayan yıldız denizi altında tasasızca tünemek mi?

Gürdal Hüdaoğlu'na teşekkürlerimle...

hiç kımıldamadan duran da benim... yürüyüp giden de benim...



hiç kımıldamadan duran da benim...

yürüyüp giden de benim...

Mevlana Celaleddin-i Rumi

Filden...

Canan Anderson - Nihavend Longa

http://youtu.be/NNEXAoofKVM