21 Ağustos 2011

Bir zeytin ağacının gölgesinde, horoz ötüşü eşliğinde yapılan kahvaltının tadı başka nerede olabilir ki?

Kıbrıs'ta neler oluyor diye merak ediyorsanız hem kalemine hem de kişiliğine çok saygı duyduğum Gürdal Hüdaoğlu'nu takip etmenizi öneririm... Ayrıca kelimeleri kullanış tarzı , taşı gediğine oturtmadaki becerisi ve fikirlerini çekinmeden paylaşması beni etkileyen diğer özellikleri... Bu yazısında beş yıldızlı oteller ve doğa tatilini karşılaştırmış... Ben oyumu tamamen doğa tatiline verenlerdenim... Ya siz?

www.haberkktc.com  Çok yıldızlı tatil...

Gürdal HÜDAOĞLU

Kıbrıs “kalkınma” telaşında… Adada yaşam, modern koşullara uygun olarak yeniden biçimleniyor. Kasabalar şehre, dükkânlar plazaya, evler villaya dönüşüyor. Hayat eskisi kadar durağan değil. Her yerde bir acele ve koşuşturmaca var. Trafik yoğun ve bıktırıcı.
 
Çocukların zamanı tenha sokaklarda değil, kurslarda ve kapalı oyun salonlarında geçiyor. Yetişkinler eğlenceyi konforlu ama gürültülü ve kalabalık mekânlarda arıyor. Şamata ve şatafat, dinginliğin tahtını ele geçirdi.
 
Zaman işte böyle bir şey. Kendi bildiğince akıyor ve yalayıp geçtiği her yere bir şekil veriyor. Onun kudretine direnmek imkânsız…
 
Değişimin baş döndürücü hızında yorgun düşenler, galiba, zamanın akmadığı yerlere kaçmak zorunda. Bunun için merkezden uzaklaşıp, kuytulara sığınmak gerekiyor. Temposuz bir tatil insanı kendine getiriyor.
 
Bir vakitler Karpaz için “pansiyon turizmi” öngörülmüştü. Buna göre insanlar küçük ama bakımlı yerlerde konaklayacak, sakinliğin tadını çıkaracak ve bu güzel yerden geldikleri gibi sessizce ayrılacaklardı. Böylece bu narin coğrafyanın üzerine “kitle turizmi” denilen o dev yaratıkla çullanılmamış olacaktı.
 
Fakat “kalkınma” ideolojisinin bu düşünceyi çöpe göndermesi pek zor olmadı. Bölge kısa sürede lüks otel yatırımlarına açıldı. Doğallığın ve sükûnetin cennetine beş yıldızlı, kumarhaneli devasa yapılar konduruldu.
 
Her şeye rağmen Karpaz hâlâ uzakta… Hâlâ sakin ve zamanın yavaş aktığı bir yer… Devlet “beş yıldız” stratejisini ilerletedursun, bölge, kendini doğasına uygun bir şekilde dizayn  etmekten geri kalmıyor.
 
Geçmişte yarım kalan proje şimdilerde kendiliğinden hayat buluyor. Kimisi eski evini restore edip pansiyona dönüştürmüş, kimisi boş arazisine 15-20 odalı bir otel yapmış… Bir köyün içinden geçerken birkaç farklı otel tabelası görerek şaşırmak mümkün. Hepsi de çiçekler ve ağaçlar arasında, gösterişsiz ama doğal ve şirin yerler…
 
Belki heyecan verici su parkları, rahatlatıcı saunaları, çok seçenekli açık büfeleri ya da karşı konulmaz kumar makineleri yok. Ama hepsi birer kafa dinleme ve sakinleşme mabedi…
Bir zeytin ağacının gölgesinde, horoz ötüşü eşliğinde yapılan kahvaltının tadı başka nerede olabilir ki? Bir yanınızda odun fırınında ekmek pişiriliyor… Burnunuzda kazanda kaynayan “gulluri” pekmezinin kokusu… Taşın üstünde pişirilen Baf usulü delikli bitta eşliğinde nefis bir Kıbrıs kahvaltısı…
 
Otelden çıkıp çevre köyleri keşfe çıkmanın keyfi bir başka. Uçsuz bucaksız üzüm bağlarını yararak tepenin üstünde asılı gibi duran 40-50 haneli köylere ulaşıyorsunuz. Kulaklarınızda Kıbrıs’ın eşsiz yaz senfonisi… Ağustos böcekleri hiç susmuyor…
 
“Konfor” aslında nedir? Beş yıldızla ölçülebilecek robotik bir şey mi yoksa gece sessizliğinde, kemerli köy evinden bozma bir otelciğin avlusunda, üzerinizi kaplayan yıldız denizi altında tasasızca tünemek mi?

Gürdal Hüdaoğlu'na teşekkürlerimle...

1 yorum: