17 Aralık 2011

İyi fotoğraf çekmenin püf noktaları...

Fotobirim Eğitim1* Bakış noktanızı iyi seçin. Bunun için fotoğrafını çekeceğiniz konuyu nasıl göstermek istediğinizi düşünün. Sabit bir konunuz varsa (bina, çeşme vs) etrafında biraz dolaştıktan sonra en iyi açısını bulmaya çalışın. Perspektif hatalarını hesaba katmayı unutmayın!

Farklı bakış açıları geliştirmeye çalışın. Ortalama uzunluktaki bir insanın göz hizası yerine, çok daha yukarıdan ya da aşağıdan da çekimler yapmayı deneyebilirsiniz.

2* Herhangi bir konunun fotoğrafını çekerken, kompozisyonu yatay ya da dikey oluşturmanız konusunda önceki bilgi ve deneyimleriniz size yol gösterecektir. Bazı konular yatay çekildiğinde bazıları ise dikey çekildiğinde doğru ve güzel fotoğraf verirler.

4* Özellikle insan fotoğrafları ve portre çekiyorsanız, arka planlarının sade olmasına dikkat edin. Karışık bir arka plan, konumuzla karışacak ve belirginlikten uzak, seçici olmayan sıradan bir fotoğraf karesi olacaktır.

6* Yakından çektiğiniz portre fotoğraflarda göze netlik yapın. Gözlerin net çıkması diğer alanlardan çok daha önemlidir.

7* Fotoğraf konunuza göre deklanşöre basma anınız değişebilir. Bir manzara ya da hatıra fotoğrafında başka, hız ve hareket olan fotoğraf konularında ise çok daha dikkatli deklanşöre basmak gerekir. Kısaca “kritik an” dediğimiz konu, zamanlama ile ilgilidir. Konunuzu veya olayı iyi takip ederek en can alıcı noktasında deklanşöre basılmalıdır.

8* Bir daha tekrarlanamayacak önemli bir konu çekiliyorsa mutlaka deneme çekimi yapın ve normal zamanlardan daha fazla sayıda fotoğraf çekin.

9* Güneşin tam tepede olduğu saatlerde (daha çok 12.00 ile 14.00 arası) mümkünse fotoğraf çekmemeye çalışın. Özellikle insan fotoğrafları üzerinde hoş olmayan sert gölgeler belirginleşebilir.

13* Özellikle portre çekimlerinde ışık konunuzun arkasından geliyorsa konunuz ters ışıkta kalacak ve yüzü nerededeyse tamamen karanlık çıkacaktır. Eğer portrenizin yüzünü karanlık değil de daha aydınlık şekilde göstermek isterseniz en basit yöntem olarak dolgu flaşı kullanabilirsiniz. Böylece portrenizin yüzü de arka plan ile dengeli şekilde aydınlanacaktır.

15* Çok büyük ya da çok küçük şeylerin fotoğrafını çekerken karemizin içerisine, konunun boyutunu gösterebileceğimiz ve herkes tarafından bilinen referans alınabilecek bir nesne koymakta fayda var. Örneğin, çok küçük bir obje çekerken, kibrit çöpü ya da bir bozuk para kullanmak gibi…

16* Ufuk çizgisi, fotoğraf karesinin alt kenarına paralel olmalıdır. Aksi takdirde hoş olmayan yamuk bir fotoğraf karemiz olur.

17* Özellikle ters ışıkta ve güneş ışığının çok parlak olduğu yerlerde fotoğraf çekerken mutlaka objektifinizin parasoleyini (güneşliğini) kullanın.

22* En zor fotoğraflanabilecek konulardan biri bebek ve küçük çocuklardır. Çok hızlı ve sürekli hareket ettikleri için fotoğraf karelerine ya çok flu ya da istenmeyen bir anda çekilmiş halleri yansır. Yeni doğmuş bir bebek fotoğrafı çekecekseniz kesinlikle flaş kullanmayın ve flaşınızın kapalı olduğunu bir kez daha kontrol edin.

Çocuk fotoğrafları çekerken de onları oyalayacak bir şeyler bulun. Oyuncaklar bu işe yarar! Arada bir de size bakması için ona seslenin. Unutmayın, küçük bir çocuğun dikkatini sürekli olarak aynı noktada tutamazsınız.

23* Çekeceğiniz objeyi fotoğraf karenizin tam ortasına getirmeyin. Bilinenin aksine konuyu ortalamak yerine karenin alttan, üstten, sağdan veya soldan 1/3′üne yerleştirmek çok daha iyi bir sonuç verir.

24* Ormanlık veya ağaçların çok olduğu alanlarda fotoğraf çekiyorsanız çıkan sonuç genellikle gözümüzün gördüğü kadar güzel olmayabilir. Ağaçların arasından süzülen parçalı ışık fotoğraf karenizde delik deşik (açık-koyu bölgeler) bir görüntü oluşturabilir. Çektiğiniz fotoğrafları mutlaka kontrol edin. Parçalı ışık etkisini yumuşatmak için flaş da kullanabilirsiniz.

25* Çiçek fotoğrafları çekerken rüzgârın hızını hesaba katın. Çiçeğin arka alanına ve üzerine düşen ışığa dikkat edin. Bazı çiçekler ters ışıkta daha güzel fotoğraf verebilir.

26* Sis, duman ve ters ışık fotoğraflarının her zaman ilgi çekeceğini unutmayın.

 

Anlatsam da anlamazsın ki...

Bazen başımı alıp gitmek istiyorum...

Manu Chao-Bongo Bong(great song)

http://youtu.be/vJMLJVha5sw

Ne diyeceğim ben şimdi onlara...

Yoğurdun faydaları...

Yoğurt, en az 90 °C’ de ısıtılarak mayalanma derecesine kadar soğutulmuş sütün, yoğurt mayası katılıp laktik asit mayalanmasına tabii tutulması ile elde edilen özel kıvamdaki süt ürünüdür...

Yoğurdun Faydaları :

•Zararlı bakterilerin üremesini durdurarak bağırsakların düzenli olarak çalışmasını sağlar.

•Sindirim sisteminin sağlıklı çalışmasında etkisi vardır, mide rahatsızlıklarını önleyicidir.

•Şeker hastaları için faydalı bir besindir, kan şekerini düzenleyici etkisi bulunmaktadır. Kaymağı alınmış ve mutlaka ekşimemiş yoğurt tercih edilmelidir.

•Bağırsak düzensizliklerinin giderilmesine, özellikle çocuk ve yetişkinlerde karşılaşılan ishallerin tedavisine yardımcı olur.

•Bağırsaklarda bulunan tehlikeli ve zararlı mikropların çoğalmalarına ve hatta yaşamalarına engel olur.

•Kanser riskini azaltır, özellikle kolon kanserine karşı koruyucu etkisi bulunmaktadır.

•Vücuttaki kolesterol miktarının azalmasına yardımcı olur, LDL kolesterolü azaltır.

•Bağırsakları temizlediği, zararlı bakterileri önleyerek ishal oluşumunu engellediği için gıda zehirlenmelerine karşı koruyucudur. •Bağırsaklarda B vitaminlerinin bolca üretilmesini sağlar.

•Rahatlatıcı etkisi bulunmaktadır. Bu nedenle iyi ve rahat bir uyku için idealdir.

•Kalsiyumun daha fazla emilmesini ve bağışıklık sisteminin güçlendirilmesini sağlamaktadır.

•Antibiyotik kullananlar, ilacın etkisiyle zarar görebilecek yararlı bakterilerin korunması amacıyla yoğurt yemelidirler.

•Midesi çok duyarlı olanlar ile oniki parmak bağırsağı ülseri olanlara dokunabilir. Bu durumda dikkatli tüketilmelidir.

 

Kuğu Cenneti Zürich’teyim…

[slideshow]

9 Kasım 2011

Uzun seneler İsviçre’nin başkentinin Zürich olduğunu zannederdim. Adını çok duyurmuş olması sanırım bunda başlıca etken. Başkent olmasa da İsviçre’nin en büyük kentine kısa bir tren yolculuğundan sonra varıyorum.  Zürich garı gördüğüm en büyük garlardan biri. Alışveriş merkezi havasında ve dükkanlarla dolu. 60 adet perona sahip. Garı dolaştıktan sonra şehirle buluşuyorum…

İlk olarak kendimi nehir (Limnat Nehri) kenarına atıyorum. Nehir kuğularla bezenmiş. Yanımda yiyecek bir şey olmadığı için üzülüyorum. Onları beslemek hoşuma gidecekti oysa. Karşıdaki evler bir masaldan çıkmışçasına yan yana yan yana dizilmişler.Üç dört katlı evler, dik çatılarıyla çok hoş gözüküyor… Hele ki görüntülerinin suya yansımaları çok hoş. Kısa aralıklarla yapılmış küçük köprülerin hepsinin üzerinde yürümek istiyorum. Hava soğuk ama çok temiz. Gökyüzü uzun bir süreden sonra gri bulutlarla kaplanmış durumda.Sırt çantamın içinde minik bir şemsiye olduğu için seviniyorum. Yağmur yağsa da sorun olmayacak. Bu şehri baştan sona gezicem.

Nehir kenarında hevesimi aldıktan sonra Lindenhof parkına doğru yukarı çıkmaya başlıyorum. Linden ıhlamur demekmiş. Yolun iki tarafına sıralanmış ağaçlar herhalde ıhlamur ağacı diye düşünüyorum. Parka çıkan yol küçük taşlarla bezenmiş, sağlı sollu dükkânların olduğu bir patika. Aralardan şehrin saat kulesinin sivri tepesi gözüküyor. Biraz fotoğraf molasından sonra parka varıyorum. Park ağaçlarla kaplı. Şehir ise ayaklarınızın altında. Elimde harita şehrin ana noktalarını bulmaya çalışıyorum.

Parktan sonra Zürich’in en büyük katedrali olan Grossmünstere gidiyorum. Burası halk için reform hareketinin ana kilisesi olmuş. Basamaklarla katedralin tepesine tırmanıyorum ve bir kere daha Zürich’e tepeden bakıyorum. Arkasından diğer bir kiliseye Framünstere’e gidiyorum. Kilisenin içine girdiğiniz zaman Marc Chagall tarafından tasarlanan vitrayları görmeden sakın dışarı çıkmayın. Chagall bu muazzam görünümlü vitrayları 80’li yaşlarında tasarlamış.

Artık İsviçre’nin Almanya ile komşu olan tarafına geldiğim için burada her şey Almanca. Menüler, sokak isimleri, konuşmalar hep Almanca. Bu bölgede yaşayanların daha disiplinli, daha temiz ve kurallara uyma konusunda daha hassas olduğunu söylüyorlar.

Karnım acıktığı için yemek yeri bakınmaya başlıyorum. Bu yörede kremalı dana eti dilimleri yanında rösti (rendelenmiş ızgara patates) yenmesi tavsiye ediliyor. Birkaç lokanta araştırmasından sonra karar verdiğim birine girip yemeğimi sipariş ediyorum. İkisi de nefis geliyor. Etler ağzımda dağılıp eriyiveriyor. Tatlı olarak da yine bu yöreye özgü meyveli turta yiyorum. Pek turta meraklısı değilimdir ama tadı hiç fena değildi. Ayrıca tatlı olarak dağlarda yetişen meyveleri da çok tavsiye ediyorlar… Özellikle yaban mersini ve ahududuyu çok öneriyorlar. Aklınızda bulunsun.

Arkasından şehrin kalbi olan geniş ve uzun ( 1.5 km) Bahnhofstrasse caddesine giriyorum. Sağlı sollu şık dükkanlar göz alıyor. Yolun ortasından geçen tramvayları oturup seyrediyorum. Sonra cadde boyu yürümeye başlıyorum. Çikolata dükkanları çok güzel. Buraya has çikolatalarıyla Sprüngle’ye gitmemi özellikle tavsiye etmişlerdi. Ben dükkanı aranırken karşıma çıkıveriyor. İçeri giriyorum. Renk renk çikolatalar tezgahlara, raflara dizilmiş. Kremalısı, çileklisi, vişnelisi, fındıklısı, deniz kabuğu şeklinde olanı derken benim alışveriş sepeti dolup taşıyor. Sonunda elim kolum dolu dükkandan çıkmayı beceriyorum.

Artık hava kararmaya başladığından hava iyiden iyiye soğuyor. Tekrar nehir kenarına inip oradaki arka sokaklarda dükkanları geziyorum. Bu sefer binaların ışıklarının da suya yansımasını seyrediyorum. Ve nehrin gece manzarasının daha güzel olduğuna karar veriyorum.

Ertesi gün yolculuk Lugano gölüne.  Otele gidip biraz dinlenmeli…

Sağlıcakla,

Kaçan kovalanır... Günün fotosu... 17/12/2011

İşte, bir teşekkürün bile esirgendiği, ağır geldiği, gereksiz görüldüğü günümüzde bu fotoğraf gerçekten ibret verici...

İtfaiye eri onu az önce yangından kurtarmış ve ön bahçeye bırakmış, işine devam etmiş. Yangın söndükten sonra ise soluklanmak üzere oturmuş. Bu fotoğrafı çeken yerel bir gazeteci köpeğin uzaktan itfaiye erine bakmakta olduğunu fark ediyor.

Daha sonra köpek, az önce kendisini ve yavrularını kurtarmış olan yorgun itfaiye erine yaklaşıyor, gazeteci onun ne yapacağını merak ederek kamerasını hazırlıyor ve "o" anda deklanşöre basıyor.

İşte, bir teşekkürün bile esirgendiği, ağır geldiği, gereksiz görüldüğü günümüzde bu fotoğraf gerçekten ibret verici.

Hayat ne kadar yaşanmamışsa; ölümden o kadar korkarız...!"



 

Hayat ne kadar yaşanmamışsa; ölümden o kadar korkarız...!"

Irvin D. Yalom (d. 13 Haziran 1931) Rus kökenli Yahudi asıllı ABD'li psikiyatrist, varoluşçu, psikoterapist, yazar ve eğitimci.

Ne olmak için doğdunsa onu ol...

Hey dostum, sana söylüyorum; gülümse!

Tatlı bir kahkaha ile kalk yatağından

Aynada gördüğün yüze, bir öpücük at

Aç perdelerini sonuna kadar

Çek içine uyanan günü

Çıplak ayak ile dolaş bir kere

Belki de bilmediğin bir evdesin

Belki de "evim" dediğin yerde, sadece "misafirsin" !

 Dokun sana ait olan her ne varsa

Bırakma hiçi bir düşü yarınlara

Yıkarken yüzünü, suya iyi bak

Unutma, okyanuslar gizlidir o bir tek damlada ,

 Yaşamın içindeysen içinde ol !

 Yaşıyorsan eğer, adam gibi yaşa,

Kitaplarda yazan gibi değil Veya "o dedi", "bu demiş" gibi değil

El için değil, âlem için değil Kendin için, doya doya…

 Hey dostum, sana söylüyorum gülümse!

Bak Güneş ve Ay, hiç beklemedi seni,

Her gün ne olacaksa oluyor,

Ve her gün, ya senle ya da sensiz doğuyor

O zaman, doldur ciğerini ve haykır "Ben diriyim" diye

Yaşam benim ve bana ait, özgürüm diye

Bırak "mışlar" ve "mişler",

Korkular ve endişeler kaybolsun

Sen yeter ki, yeşert düşlerini…

İsterse saksıda bir tek ot olsun, Senin olsun !

Ama, istediğin olsun…

Pişmanlıklara değil, umutlara aç Seni dimdik tutan kalbini !

 Kullanılmadık hiçbir eşyanı bırakma

Söylenmemiş bir sözde

Seninle yürüyenler olacaktır, önüne dikilenler olduğu kadar

Onlara sıkı sarıl

Çünkü hiçbir el boşlukta, asılıp kalmamalıdır!

 Bir hayatı kucaklamak ne güzel

Ne güzel,bir hayale sahip olmak

Hey dostum,sana söylüyorum

 Kafesinin içinde çırpınan, serçe değil

Küllerinden dirilen "Zümrüt-ü Anka" ol

Yaşamın kıyısında dolanma,

Taa içinde ol Hadi dostum, gülümse !

NE OLMAK İÇİN DOĞDUNSA ONU OL !

Bazen dış görünüşü ile yargıladıkların içindekileriyle seni utandırabilir...



 

Bazen dış görünüşü ile yargıladıkların   içindekileriyle seni utandırabilir.....

Bir işi bilen yapar...

Bir şey içmeye gidelim mi sorusuna erkek ve kadının bakış açısı...

Kendini mutlu et! ! !


Kimi istersen onu seç ama önce kendini seç.Kendin için yaşa,kendin için sev,kendin için aşık ol.Kendini beğen ve kendini dinle her zaman. Ancak o zaman bulabilirsin mutluluğun formülünü.Düşün ki; çok seviyorsun dans etmeyi.Ruhunu doyuruyorsun ve haya- tın vazgeçilmezleri arasında.Öyleyse dans et.Durma,kimsenin seni en- gellemesine izin verme.Sırf başkaları mutlu olacak diye oturma sandal- yeye,kalk ve pistin ortasına ilerle.Sonra dönmeye başla yorulana kadar, bacakların ağrıyana kadar dans et.



"Ne derler" diye düşünme,bırak ko- nuşsunlar.Sen mutlu olacaksın gerisinin önemi yok. Kendini yollara mı vurmak istiyorsun,bin ilk otobüse.Nereye gittiğine bile bakma,çık yola.Bir haber ver yeter,nereye gittiğini soranlara "Ken- dime gidiyorum" de.Kes dünyayla iletişimini ne olur¿ Bir mola yerinde pilav üstü kuru yerken alacağın tadı düşün.Kayboluşlar insan kendini bul- durur bazen.Hem keşfetmek diye de bir şey var bu dünyada.Serüvenci bir ruhun varsa bundan kime ne¿ Bir kaşif olmanın hazzını yaşa.Geride kalanları unutma elbette ama onlar da beklemeyi bilsinler.




Çok mu beğendin vitrindeki giysiyi,al o zaman."Çok mini,çok renkli,çok frapan,çok sakil" mi diyecekler¿ Bırak desinler,sen kendine yakıştırıyor- sun ya bu yeter.Giy ve bak aynaya.Nasıl iyi hissediyorsun değil mi¿Öy- leyse hadi şu kırmızı olanı da al.Eskileri çıkar üzerinden ve onu giyerek git evine.Şaşırsınlar. "Bu da nereden çıktı şimdi¿" diyene "Kendim için aldım,kendime aldım" de gitsin.Boşver gerisini…




Korkma şarkı söyle...Bağıra bağıra söyle hem de.Şarkının sözlerini bilmiyorsan uydur,ne olacak ki¿ Merak etme,kınamazlar seni. Kınarlarsa da bu onların sorunu,sen eğleniyorsun ya…Kendi besteni kendin yap,kendi sözünü kendin yaz ve söyle."Bu şarkı da nereden çıktı¿ diye sorarlarsa "Kendime yazdım" de…



Ne yaparsan kendin için yap,kendini eğlendir önce.Sen mutlu ol ki, senin mutluluğun başkalarını da mutlu etsin.Mutsuzken,kimseyi mutlu edemezsin unutma.Ve sakın herkesi birden mutlu etmeye çalışma çünkü olamazlar.Sen mutluysan,bu herkese yeter…:)

Sevgiye ve tutkuya açık bir kalp kadar dünyada değerli bir şey yoktur...



Sevgiye ve tutkuya açık bir kalp kadar dünyada değerli bir şey yoktur.   Goethe

Korkum kadar gücümün de olduğunu ve de hep olacağını bana çok güzel hatırlattılar...

Marianne Williamson'un yazdığı "Sevgiye Dönüş". Aslında, bana göre, bu kitabın adı İngilizce isminden yola çıkılarak "Aşka Dönüş" olabilirdi. Uzun zamandır çok satanlar listelerinde yer alan, rekorlar kırmış ve çok sayıda insanın hayatında değişim veya dönüşümler yaratmış bir eser. Marianne Williamson ise dünyanın her yanında dersler veren ve yaptığı programlar büyük bir ilgiyle izlenen bir "Mucizeler Kursu" eğitmeni. "Sevgiye Dönüş" korkuya dayalı, egonun esareti içinde yaşadığımız bir ruh halinden çıkartıp, sevgi ve birlik âlemine ipuçları veriyor.

İşte bu kitapta çok sevdiğim bir bölüm var :     "En büyük korkumuz yetersiz oluşumuz değil, En büyük korkumuz ölçüsüz güçlülüğümüz. Bizi en çok korkutan karanlığımız değil, ışığımız. Kendimize sorarız, ben kimim ki parlak, güzel, yetenekli ve harika olayım? Aslında siz ne değilsiniz ki? Siz Tanrı'nın çocuğusunuz. Küçük oyununuz dünyaya hizmet etmiyor. Sinmenin aydınlık bir tarafı yok ve insanlar sizin yanınızda güvende hissetmeliler kendilerini. Hepimiz, tıpkı çocuklar gibi ışıldamalıyız. İçimizde olan Tanrı'nın ihtişamını göstermek için doğduk.

O sadece bazılarımızın içinde değil, herbirimizin içinde. Kendi ışığımızın parlamasına izin verdiğimizde, bilmeden diğer insanların da aynı şeyi yapmasına izin veririz. Kendi korkumuzdan kurtulduğumuzda varlığımız kendiliğinden özgürleştirir diğerlerini de…" Özellikle "kendi korkularımızdan kurtulmak" bölümü beni çok düşündürdü.

Çünkü, çok uzun zaman boyunca benim bu kadar "kendim olmaktan" uzaklaştırdığını bile fark etmemiştim. Kendi yanıtlarımdan, kendim söyleyeceklerden çok önce, işte veya özelde "önem verdiğim" diğerlerinin ne söyleyecekleri, çok zaman sanki daha önemliydi benim için. Bu konuda, daha çok ve daha güçlü "kendimden doğru" bir şeyler söylememe, bir şeyler yapmama çok kişi, çok "değerli yollar" açtılar bana. Hemen ilk aklıma gelen isimleri, Dorothy (Siminovitch), Alper (Utku), Fazıl (Oral) ve Cem (Mumcu) olarak sıralayabilirim. Bu sıraladıklarım ne mi yaptılar?

Korkum kadar gücümün de olduğunu ve de hep olacağını bana çok güzel hatırlattılar. İnsanın, kendisine ve çevresine karşı ne kadar sahici olursa, o kadar çok tekamül edebileceğini yani büyüyeceğini, buna paralel ilişkilerini aynı şekilde büyütebileceğini yaptıkları çok şey ile durmaksızın anlattılar, çok şükür hala da aynı güzel duygularla devam ediyorlar.

Kendi o güzel yolculuğu boyunca, kendi içindeki korkuları ile değil "içindeki o güzel aşkla" çok anlamlı izler bırakmış Mevlana bakın bu konuda ne diyor : "Ey Tanrı kitabının nüshası insanoğlu! Sen, kainatı yaratan Hakk'ın güzelliğinin bir aynasısın! Her şey sensin. Alemde ne varsa, senden dışarıda değil. Her ne ararsan, onu kendinden iste, kendinde ara. Kimden kaçıyoruz, kendimizden mi? Ne olmayacak şey!.."

Kendimden kaçmayı daha tam olarak bırakabildiğimi söyleyemem. Yine de, adım adım "kendimde aradıkça ve kendimde istedikçe" çok daha huzurlu olmaya başladığımı söyleyebilirim. Işığımın parlamasına daha çok izin verdikçe, kendimin ve diğer insanların "o aydınlık ışıkları yakmasına" dair daha da çok adım atabileceğimi biliyorum. Hele hele ilişkilerimde, eğitimlerimde, koçluklarımda, hayatımın birçok sahnesinde karşılaştığım, konuştuğum, seçtiğim, bir şeyler paylaştığım her bir insanın ve de kendimin "ışıl ışıl" bir ayna olduğuna artık daha da çok inanıyorum...

Mehmet Yıldırım

biraz oku dolaş yaşa işte...

Hayata dair hazır cevaplar var.
Öyle çok düşünüp kendini heba etme sen...
biraz oku dolaş yaşa işte=))
Kimseye kötülük etmeden''

Leonard Cohen - Dance me to the end of love

http://youtu.be/S94NxViDoPo

Dance me to the wedding now, dance me on and on
evliliğe dans et benimle,dans et benimle
Dance me very tenderly and dance me very long
nazikçe dans et benimle ve uzun dans et
Were both of us beneath our love, were both of us above
ikimiz de aşkımızın altındayız,ikimiz de üstündeyiz
Dance me to the end of love
benimle aşkın sonuna dans et
Dance me to the end of love
benimle aşkın sonuna dans et

Gerçekten bitti mi...

Bir filozof bir çöpçüye, " Sana acıyorum," dedi,"çünkü işin zor ve pis." ...



Bir filozof bir çöpçüye, " Sana acıyorum," dedi,"çünkü işin zor ve pis." Bunun üzerine çöpçü dedi ki, " Teşekkür ederim bayım,ama söyler misin, senin işin nedir ?"

Filozof övünçle yanıt verdi, " Ben insanın ahlakını ve doğasını araştırır,davranışları ve arzularıyla ilgili incelem yaparım."

Çöpçü gülümsedi ve filozofa, " Vah vah ! Zavallı adam ! " diyerek işine döndü

Daha fazla şefkat istediğinde, daha şefkatli OL!

Yaşam daima sana senin verdiklerini geri verir. Yaşam davranışlarımızın aynasıdır. Daha fazla sevgi istediğin zaman daha çok sev! Daha fazla şefkat istediğinde, daha şefkatli OL! Saygı istiyorsan insanlara daha çok saygı duy.İnsanların sabırlı OLmasını istiyorsan, sen sabırlı OLmayı öğren.Bu kural yaşamımızın bir parçasıdır, herkes için her zaman geçerlidir. Yaşam bir tesadüf değil, yaptıklarımızın bir aynada yansımasıdır♥