14 Mayıs 2011

Pink Floyd - Wish You Were Here...

http://youtu.be/QCQTr8ZYdhg

Benim oğlum büyüyünce doktor olacak...

Evet, şimdi gidiyorum!

Bir daha Alaaddine temizliğe gidenin...

Louis Armstrong - What a Wonderful...

http://youtu.be/kIdbroOLvhw

Sezar Salata...

Sezar Salata

700 gr marul

1 çorba kaşığı sirke

1 kahve fincanı Zeytinyağı

4-5 adet ançuez

2 diş sarımsak

2 çorba kaşığı mayanoz

1 su bardağı parmesan peyniri

1,5 limon

3 dilim ekmek

  Tuz

  Karabiber



Ekmekleri küp şeklinde kesip yağlı kağıt serili fırın tepsisine yayın. Ekmeklerin üzerlerine 1 çorba kaşığı kadar zeytinyağından hafifçe gezdirin. Önceden ısıtılmış 180 dereceye ayarlı fırında üzerleri kızarıncaya kadar kızartın. Fırından alın. Marul yapraklarını yıkayıp iyice kurulayın. Elinizle parçalara ayırıp geniş ve çukur bir kaseye aktarın. Sezar salatanın sosunu hazırlamak için ançüezi minik parçalara bölün. Kalan zeytinyağı, sirke, rendelenmiş sarımsak, mayonez, peynirin yarısı, tuz ve karabiberi ekleyip karıştırın. En son limonların suyunu sıkıp ilave edin. Tekrar karıştırın. Marul yaprakları ile sosu birleştirip iyice karıştırın. Kızarttığınız ekmekleri ve kalan peynirleri ekleyip tekrar karıştırın. Servis yapın.


Çamurdan yaratılmış bir başkent: ST. PETERSBURG 3. bölüm (10-17 Ağustos 2010)

[slideshow]

Moskova’dan St. Petersburg’a genelde uçakla gidilir ama ben karayolunu tercih ediyorum. Otobüsten dışarıyı seyretmek, düşüncelere dalmak, gördüğüm bir manzarayla silkinmek hep daha romantik gelmiştir. Beş saatlik yolculuğun ardından rüyalar şehrine varıyorum. İşte ST. PETERSBURG…

Petersburg bataklığın üzerine kurulmuş bir şehir. İnsanın isterse neler yapabileceğinin bir göstergesi bu şehir. Neva nehriyle iç içe yaşayan bir şehir. Her yer küçük adalar ve köprülerle dolu. Neva’nın sözlük anlamı çamur, aynı adı gibi rengi de koyu olan bir suyu var. Bu şehirde gezmeye nerden başlamak lazım bilemiyorum. Hadi rastgele diyorum…

İstanbul’da İstiklal Caddesini çok severim. Burada da onun izdüşümü olan Nevski Caddesine geliyorum. Dünyanın en işlek caddelerinden biri: Uzunluğu tam5 kilometre, şehrin can damarı. Trafiğe açık olan bu caddeden her yere kolayca çıkabilirsiniz. Bir ucunda Aleksandr Nevski Manastırı var. Diğer ucu Donanma Binasına çıkıyor.

Bu caddenin her karışında yürümek gerekiyor. Manastır tarafından başlıyorum. Yeşillikler içinde çok güzel bir yer. Yanında kocaman bir park var, upuzun ağaçlar var. Dar patikaların iki yanı bu uzun ağaçlarla örülmüş, bir banka gidip oturuyorum. Şehrin havasını burada bir soluyorum. Arkasından yürüyüşe devam, hediyelik eşya dükkanlarına teker teker girip çıkıyorum. St. Petersburg yazılı bir postacı çantası çok hoşuma gidiyor alıyorum. Her yer matruşkalar, yumurtalar, kalpaklar ve kehribardan yapılmış takılarla dolu.

Geleneksel her şehirden bir tişört alma alışkanlığıma burada da devam ediyorum ve St. Petersburg yazılı bir tişört alıyorum. Ve yine küçük bir park. Parkın özelliği Muhteşem Katherina’nın  büyük bir heykelinin bulunması. Katherina’nın önünde diz çökmüş bir dolu erkek heykeliyle kompozisyon tamamlanmış. Muhteşem Katherina devlet yönetiminde olduğu kadar erkekleri yönetme sanatında da ustaymış. Resmi kayıtlara geçen sevgili sayısı 20. Parkta oturup bir süre heykeli seyrediyorum.

Caddenin ortalarına doğru iki katlı alışveriş merkezi olan Gostini Dvar var. Eh artık alışverişe biraz doymuş durumdayım. Hemen yakınındaki Kazan Katedraline giriveriyorum. Kazan Katedralinde tam 96 tane sütün var. Tek tek saydım tam 96 sütun… İç bükey bir yapı. Yani hafif kavisli. Kavislerin her iki ucunda da heykeller var. Küçük şirin bir bahçesi de var. Burası çalışan bir kilise olduğu için para vermeden içeri girebiliyorsunuz.

Ve tekne gezisi zamanı. Her yer kanallarla dolu olduğu için sürekli tekne gezisi afişleri görüyorsunuz. Yolumun üstünde büyükçe görünen bir kanal var. Bu kanal Fontanka Kanalı. Tekneye buradan binmeye karar veriyorum. Tekne gezisinin fiyatı 200 ruble civarında. Teknenin hem içinde hem dışında oturmak mümkün. Bir saatlik müthiş bir gezintiden sonra tekneden gördüğüm sarayları, katedralları, kiliselleri karadan da görmek için yola devam ediyorum.

Fontanka kanalını Aniçkov köprüsüyle geçmek mümkün. Aniçkov köprüsü muhteşem. Köprünün her bacağında şaha kalkmış bir at heykeli var. Bu arada hala Nevski Caddesinin sol kolunda yürüyorum ve nihayet Donanma Binasına varıyorum. Donanma Binası şehrin en ünlü görüntülerinden biri olan yelkenli şeklinde  bir rüzgar gülü bulunan altın kule bir külaha sahip. Tabi yine büyük bir park var, oturup dinlenmek lazım. Az ilerde muhteşem görüntüsüyle Aziz İsak Katedrali var. Altın kubbesi dikkat çekici. Kubbesine çıkıp şehrin panaromik görüntüsünü görmek mümkün. Ama dikkat edin çok basamak var. Saymadım ama çok...

Nevskinin sağ kaldırım tarafından yürüyorum bu sefer ve Litaratür Kafe’yle buluşuyorum. Rivayete göre Puşkin karısına göz koyan bir adamla düelloya girer. Bu kafe de onun düellodan önce kahve içtiği yerdir. Caddeye devam. Ne kadar çok kitapçı var inanamazsınız. Arkasından Singer Kafe geliyor. Kapısı pek bir cafcaflı. Alt kat yine büyük bir kitapçı. Bayağı büyük. Üst katın caddeye bakan tarafı cafe şeklinde koğuşlandırılmış. Yine dondurma mı yoksa geleneksel başka bir tatlı mı yesem diye kararsızlık çektikten sonra yerel tatlıları olan “blini”yi denemeye karar veriyorum. Ne gelecek diye bekliyorum. Ve tabağım geliyor. Çıka çıka  bizim bildiğimiz krep çıkıyor. İçine bal koyup getirmişler. Ama tadı güzel çok lezzetli. “Blini”yi hem tatlı olarak hem yemek olarak yemek mümkün. İçine koyduğunuz malzemeye göre ana yemek ya da tatlı olabiliyor.

Biraz daha yürüyorum, Griboyedov Kanalı sokağına sapıyorum. Burada İsa’nın Yeniden Diriliş Kilisesi beni selamlıyor. Bu kilisenin görüntüsü bana bir masaldaymışım hissi veriyor. Kubbeleri renkli renkli. Yavaş yavaş yaklaşıyorum, içine girmek için ufak bir sıra var. Hemen yanında Rus Müzesi var. Müze tabi ki büyük bir bahçenin içinde. Bahçeye girdiğiniz anda küçük tezgahlarda tatlı badem ve tatlı kajun fıstığı satan kadınlar var. İkisinden de tadıyorum. Tatlı kajun çok hoşuma gidiyor. Bir külah alıyorum: 50 ruble.

Kajunlarımı yiyerek bahçede yürüyorum. Rus müzesine dışarıdan bakıyorum. Esas heyecanım içerde Ayvozosk’nin resimlerini görecek olmam. Ve içerde Rus sanatına ait bir çok değerli eser var. Ben hiçbirine hakkını vererek bakamıyorum, aklım fikrim Ayvazosk’de. Koştura koştura Ayvazosk’nin eserlerinin bulunduğu salona giriyorum. Ve işte karşımda iki büyük dört de küçük tablosu. Salonda uzun süre vakit harcıyorum. Her açıdan resimlere bakıyorum. Ruhum doymuş bir şekilde müzeden çıkıyorum. Müze  parkının bitişiği bir kanal. Parkın çimlerine oturuyorum ve kanaldan geçen gezici tekneleri seyredip, içindekilere el sallamaya başlıyorum. Çok keyifliyim.

Kanalın diğer tarafına geçip yola devam ediyorum. Büyük bir meydan var: Marsova Meydanı. Burada yine hiç sönmeyen ateşin önünde ruhların anısına saygı duruşunda bulunuyorum. Nevski Caddesine geri dönüyorum. Kaldığım yerden yürümeye devam ediyorum. Sokak ressamlarının olduğu küçük bir alan beni selamlıyor. Hem kendi resminizi yaptırmanız hem de sergilenen resimlerden almanız mümkün. Tam bir resim ziyafeti. Bu cadde üzerinde çok fazla sushi restaranı görmek mümkün. Birine giriyorum ve harika bir somon çorbası içiyorum