29 Ekim 2011

size iyi davranan insanları sevin, iyi davranmayanlar için dua edin...

Bir gün bir taksiyle havaalanından hareket ettik. Sağ şeritte yol alırken siyah bir araba park ettiği yerden aniden yola, önümüze çıktı.

Taksi şoförü sert bir şekilde frene bastı, kaydı ve diğer arabaya çarpmaktan milim farkıyla kurtuldu.
...
Diğer arabanın sürücüsü camdan başını çıkartıp bağırmaya ve küfretmeye başladı.

Taksi şoförü ona gülümsedi ve içten bir şekilde el salladı. Ve gerçekten çok arkadaşçaydı.

Sordum: 'Neden bunu yaptığınız? Adam neredeyse arabanızı mahvedip ikimizi de hastaneye gönderecekti.
' Taksi şoförü bana, şimdilerde adına 'Çöp Kamyonu Kanunu' dediğim şeyi öğretti.

Şoför pek çok insanin çöp kamyonu gibi olduğunu açıkladı. Her tarafta gırtlaklarına kadar çöp dolu olarak dolanıyorlar; kızgınlık, öfke ve hayal kırıklığı dolular. Çöpleri biriktikçe onu bırakacak bir yere ihtiyaç duyuyorlar ve bazen sizin üzerinize bırakabilirler.

Kişisel almayın. Sadece gülümseyin, onlar için iyi şeyler temenni edin ve yolunuza devam edin. Onların çöpünü alıp işyerinize, evinize veya sokaktaki diğer insanlara dağıtmayın.

Başarılı insanlar çöp kamyonlarının günlerini mahvetmesine ve ellerine geçirmesine izin vermezler.

Hayat sabahları pişmanlıklarla uyanmak için çok kısa, dolayısıyla 'size iyi davranan insanları sevin, iyi davranmayanlar için dua edin.'

Yüzünü güneşe dönen insan gölge görmez..

Guns N' Roses - Welcome To The Jungle

http://youtu.be/o1tj2zJ2Wvg

Hayat böyledir işte... Önceden hazırlanmış hiçbir cevabın işe yaramayacağını görürsün...

 



 

Hayat böyledir işte. Ona hazırlanamazsın, onun için hazır olamazsın. Güzelliği, mucizesi de budur, seni hep hazırlıksız yakalar, hep sürpriz yapar. Gözlerin varsa her anın bir sürpriz olduğunu ve önceden hazırlanmış hiçbir cevabın işe yaramayacağını görürsün.
OSHO

Birbirini incitmeyecek kadar uzak,hayatın soğuk zamanlarında üşümeyecek kadar da yakın olmayı öğrenmeliyiz...


Eski zamanların dondurucu bir kışından bütün hayvanlar çok etkilenmiş,büyük
kayıplar vermişler.Ama en çok kayıp veren kirpilermiş.

...Çünkü onların pek çok hayvan gibi kalın kürkleri yok, kendilerini sıcak
tutması zor olan dikenleri var.

Bu durumdan en az zararla kurtulmak için kirpiler meclisi toplanmış,çözüm
aramaya başlamış.

Tartışa tartışa,nihayet gece olunca tüm kirpilerin bir araya
toplanmasına,birbirlerine yakın durarak geceyi geçirmelerine karar verilmiş.

Böylece kirpiler birbirlerinin vücut sıcaklığından yararlanacak,aralarındaki
hava tedavülünü önleyerek donmaktan kurtulacaklarmış.

İlk geceki deneyimlerinde bunun işe yaradığını görmüşler.

Ama başka bir problem çıkmış ortaya.

Üşüyen kirpiler birbirlerine fazla yaklaştıklarından yaralanmalar    gerçekleşmiş.

Daha sonraki gece yaralanma korkusundan birbirlerinden uzak durmuşlar ama bu   seferde donmalar meydana gelmiş.

Ne var ki, her gece kah uzaklaşa kah yakınlaşa, deneye yanıla birbirlerinin    vücut sıcaklığından yararlanacak kadar yakın,ancak birbirlerini incitmeyecek    kadar uzak durmayı öğrenmişler.

KISACA ;

Bizim de uzun dikenlerimiz var.   Bunlar hayata karşı filtrelerimiz.  Bazen faydalı,bazen de zararlı. Çoğu zaman,kimseleri yaklaştırmıyoruz yanımıza.
Filtrelerimizden elemeden kimseleri sokmuyoruz özel dünyamıza.

Ne var ki, sıcaklık ancak yakınlaşmakla mümkün.

Birbirini incitmeyecek kadar uzak,hayatın soğuk zamanlarında üşümeyecek   kadar da yakın olmayı öğrenmeliyiz

DOSTLUK VE NAZİKLİK HER ZAMAN HAŞİNLİK VE ZORBALIKTAN DAHA GÜÇLÜDÜR...

 
Güneş ile Rüzgar, hangisinin daha güçlü olduğu konusunda tartışırlar. Ve rüzgar "Sana benim daha güçlü olduğumu kanıtlayacağım "der.

"Şuradaki yaşlı adamı görüyor musun hani su üstünde palto olan. Bahse girerim o paltoyu üstünden senden çok daha çabuk sokup alabilirim."

Bu denemeye razı olan güneş bir bulutun arkasına gizlenir ve rüzgar bir fırtına gücüyle esmeye başlar. Ancak rüzgar şiddetini... ne kadar artırırsa yaşlı adam da paltosuna o kadar sarınır.

Sonunda rüzgar pes edip durulur ve güneş bulutun arkasından çıkarak yaşlı adama sıcacık gülümser. Bunu gören yaşlı adamın yüzünde bir hoşnutluk ifadesi belirir. Ve paltosunu çıkarır. İddiayı kazanan güneş rüzgara "DOSTLUK VE NAZİKLİK HER ZAMAN HAŞİNLİK VE ZORBALIKTAN DAHA GÜÇLÜDÜR..." der.
***

Hemen bakma...

Azim, strateji ve çok çalışmanın getirdiği başarı üzerine bir öykü...

Japon çocuğun tek hayali çok ünlü bir karateci olmaktı. Fakat ailesi buna izin vermezdi. Bir gün talihsiz bir kaza sonucu çocuk sol kolunu kaybetti. Ailesi çocuğun moralinin çok kötü olduğunu görünce ona bir karate hocası tuttu. Hoca ilk dersinde çocuğa karsısındakini sağ koluyla tutup üstünden savurmayı gösterdi. Hatta ikinci, üçüncü ve sonraki bütün derslerde hep aynı hareketi yapıyorlardı. Çocu...k bir gün hocasına:

-Hocam ben çok sıkıldım, artık başka hareketlere geçsek" dedi.

Hoca ise bunu kabul etmeyerek dünyada bu işi en hızlı yapan kişi olmadıkça bitirmeyeceğini söyledi. Çocuk o kadar hızlanmıştı ki, hocasını bile göz açıp kapayıncaya kadar yerden yere vuruyordu. Bir gün hoca elinde bir kağıtla geldi kağıtta çocuğun gençler karate şampiyonasına katılabileceği yazıyordu. Çocuk çok şaşırdı. Ertesi gün salonda ilk rakibinin karşısına çıkacakken heyecanla hocasına sordu:

-Hocam bu iş nasıl olur? Ben sadece tek hareket biliyorum kesin kaybederim.

Hocası ise :

- Sen sadece hareketi yap cevabını verdi.

Çocuk ringe çıktı ve hareketiyle rakibini eledi. Hatta tek hareketle finale kadar çıktı. Finalde karşısında kendisinin iki katı birisi vardı. Önce çok korktu ama gene bildiği hareketi yaparak son rakibini de yendi ve şampiyon oldu.Sevinçle hocasının yanına koştu ve sordu:

-Hocam nasıl olur, anlamıyorum, sadece bir hareket biliyorum, tek kolluyum ve şampiyon oldum.

Hocası çocuğa baktı ve dedi ki:

- Senin yaptığın hareket karatedeki en zor hareketlerden biridir ve bir tek savunması vardır o da, rakibin sol kolunu tutmak.

Boğaz’dan geçiyorum salına salına…



Bir tarafım Anadolu, diğer tarafım Avrupa Boğaz’dan geçiyorum salına salına…

O an... Günün fotosu...29/10/2011

Beni benden fazla sevip iyilik yapacağını fark edemedim...

Yaşlı kadın, bir antika dükkanından aldığı yüzyıllık fincanı özenle salon  vitrinine yerleştirdi. Fincanın biçimi, üzerindeki  işlemeler, renkler onun bir sanat eseri olduğunu  söylüyordu. Ödediği fiyatı hatırladı; hayır, hiç de  pahalıya almamıştı. Hayranlıkla fincanı seyretmeye devam etti. Derken,
... birden fincan dile geldi ve kadına şöyle dedi; “Bana hayranlıkla baktığının farkındayım. Ama  bilmeli...sin ki, ben hep böyle değildim. Yaşadığım
sıkıntılar beni bu hale getirdi. Kadın şimdi hayret içindeydi. Önündeki kahve  fincanı konuşuyordu! Kekeleyerek: “Nasıl? Anlayamadım?” diyebildi yaşlı
kadın. “Demek istiyorum ki, ben bir zamanlar çamurdan  ibarettim ve bir sanatkâr geldi. Beni eline aldı, ezdi,  dövdü, yoğurdu. Çektiğim sıkıntılara dayanamayıp: “Yeter! Lütfen dur artık!” diye bağırmak zorunda  kaldım. Ama usta sadece gülümsedi ve; “Daha değil!” diye  cevapladı beni. “Sonra beni alıp bir tahtanın üzerine koydu. Burada
döndüm, döndüm, döndüm. Döndükçe başım da  döndü. Sonunda yine haykırdım: “Lütfen beni bu şeyin üzerinden kurtar. Artık  dönmek istemiyorum!” Ama usta bana bakıp gülümsüyordu: “Henüz değil!” “Derken beni aldı ve fırına koydu. Kapıyı kapayıp  ısıyı arttırdı. Onu şimdi fırının penceresinden  görebiliyordum. Fırın gitgide ısınıyordu.

Aklımdan  şöyle geçiyordu: Beni yakarak öldürecek” Fırının duvarlarına vurmaya başladım. Bir taraftan  da bağırıyordum: “Usta usta! Lütfen izin ver buradan çıkayım!” “Pencereden onun yüzünü görebiliyordum. Hala  gülümsüyor ve “Daha değil!” diyordu. “Bir saat kadar sonra, fırını açtı ve beni çıkardı.  Şimdi rahat nefes alabiliyordum, fırının yakıcı  sıcaklığından kurtulmuştum. Beni masanın üstüne  koydu ve biraz boyayla bir fırça getirdi. “Boyalı fırçayla bana hafif hafif dokunmaya  başladı. Fırça her tarafımda geziniyor ve bu arada  ben gıdıklanıyordum. “Lütfen usta! Yapma, gıdıklanıyorum!” dedim. Onun  cevabı ise aynıydı: “Henüz değil!” “Sonra beni nazikçe tutup yine fırına doğru
yürümeye başladı. Korkudan ölecektim. “Hayır! Beni  yine fırına sokma, lütfeeen!” diye bağırdım. Fırını açıp beni içeri iteleyip kapağı kapattı. Isıyı bir  öncekinin iki katına çıkardı. “Bu sefer beni  gerçekten yakıp kavuracak!” diye düşündüm.

Pencereden bakıp ona yine yalvardım, ama o yine  “Daha değil!” diyordu. Ancak bu defa ustanın  yanaklarından bir damla gözyaşının yuvarlandığını gördüm. “Tam son nefesimi vermek üzere olduğumu  düşünüyordum ki, kapak açıldı ve ustanın nazik eli  beni çekip dışarı çıkardı. Derin bir nefes aldım,  hasret kaldığım serinliğe kavuşmuştum. Beni
yüksekçe bir rafa koydu ve usta şöyle dedi: “Şimdi tam istediğim gibi oldun. Kendine bir  bakmak ister misin?” Ona “Evet” dedim. Bir ayna getirip önüme koydu. Gördüğüme
inanamıyordum. Aynaya tekrar tekrar baktım ve  “Bu ben değilim. Ben sadece bir çamur  parçasıydım.” “Evet bu sensin!” dedi usta. Senin acı ve sıkıntı diye  gördüğün şeyler sayesinde böyle mükemmel bir  fincan haline geldin. Eğer seni bir çamur parçası iken üzerinde  çalışmasaydım, kuruyup gidecektin. Döner tezgahın üstüne koymasaydım, ufalanıp toz  olacaktın. Sıcak fırına sokmasaydım, çatlayacaktın. Boyamasaydım, hayatında renk olmayacaktı. Ama sana asıl güç ve kuvveti veren ikinci fırın oldu. Şimdi arzu ettiğim her şey var üzerinde.”

Ve ben kahve fincanı, şu sözlerin ağzımdan çıktığını  hayretle fark ettim: “Ustam! Sana güvenmediğim için beni affet! Bana zarar vereceğini düşündüm.  Beni benden fazla sevip iyilik yapacağını fark  edemedim. Bakışım kısaydı, ama şimdi beni harika bir sanat  eseri yaptığını görüyorum. Benim sıkıntı ve acı diye gördüğüm şeyleri bana  verdiğin için teşekkür ederim… Teşekkür ederim.” Usta fincanı, yaratıcı insanı şekillendirir. Yeter ki acı  da ki hikmeti görelim. Kahrın da hoş, lûtfun da hoş demesini bir
öğrenebilsek…