29 Ekim 2011

Beni benden fazla sevip iyilik yapacağını fark edemedim...

Yaşlı kadın, bir antika dükkanından aldığı yüzyıllık fincanı özenle salon  vitrinine yerleştirdi. Fincanın biçimi, üzerindeki  işlemeler, renkler onun bir sanat eseri olduğunu  söylüyordu. Ödediği fiyatı hatırladı; hayır, hiç de  pahalıya almamıştı. Hayranlıkla fincanı seyretmeye devam etti. Derken,
... birden fincan dile geldi ve kadına şöyle dedi; “Bana hayranlıkla baktığının farkındayım. Ama  bilmeli...sin ki, ben hep böyle değildim. Yaşadığım
sıkıntılar beni bu hale getirdi. Kadın şimdi hayret içindeydi. Önündeki kahve  fincanı konuşuyordu! Kekeleyerek: “Nasıl? Anlayamadım?” diyebildi yaşlı
kadın. “Demek istiyorum ki, ben bir zamanlar çamurdan  ibarettim ve bir sanatkâr geldi. Beni eline aldı, ezdi,  dövdü, yoğurdu. Çektiğim sıkıntılara dayanamayıp: “Yeter! Lütfen dur artık!” diye bağırmak zorunda  kaldım. Ama usta sadece gülümsedi ve; “Daha değil!” diye  cevapladı beni. “Sonra beni alıp bir tahtanın üzerine koydu. Burada
döndüm, döndüm, döndüm. Döndükçe başım da  döndü. Sonunda yine haykırdım: “Lütfen beni bu şeyin üzerinden kurtar. Artık  dönmek istemiyorum!” Ama usta bana bakıp gülümsüyordu: “Henüz değil!” “Derken beni aldı ve fırına koydu. Kapıyı kapayıp  ısıyı arttırdı. Onu şimdi fırının penceresinden  görebiliyordum. Fırın gitgide ısınıyordu.

Aklımdan  şöyle geçiyordu: Beni yakarak öldürecek” Fırının duvarlarına vurmaya başladım. Bir taraftan  da bağırıyordum: “Usta usta! Lütfen izin ver buradan çıkayım!” “Pencereden onun yüzünü görebiliyordum. Hala  gülümsüyor ve “Daha değil!” diyordu. “Bir saat kadar sonra, fırını açtı ve beni çıkardı.  Şimdi rahat nefes alabiliyordum, fırının yakıcı  sıcaklığından kurtulmuştum. Beni masanın üstüne  koydu ve biraz boyayla bir fırça getirdi. “Boyalı fırçayla bana hafif hafif dokunmaya  başladı. Fırça her tarafımda geziniyor ve bu arada  ben gıdıklanıyordum. “Lütfen usta! Yapma, gıdıklanıyorum!” dedim. Onun  cevabı ise aynıydı: “Henüz değil!” “Sonra beni nazikçe tutup yine fırına doğru
yürümeye başladı. Korkudan ölecektim. “Hayır! Beni  yine fırına sokma, lütfeeen!” diye bağırdım. Fırını açıp beni içeri iteleyip kapağı kapattı. Isıyı bir  öncekinin iki katına çıkardı. “Bu sefer beni  gerçekten yakıp kavuracak!” diye düşündüm.

Pencereden bakıp ona yine yalvardım, ama o yine  “Daha değil!” diyordu. Ancak bu defa ustanın  yanaklarından bir damla gözyaşının yuvarlandığını gördüm. “Tam son nefesimi vermek üzere olduğumu  düşünüyordum ki, kapak açıldı ve ustanın nazik eli  beni çekip dışarı çıkardı. Derin bir nefes aldım,  hasret kaldığım serinliğe kavuşmuştum. Beni
yüksekçe bir rafa koydu ve usta şöyle dedi: “Şimdi tam istediğim gibi oldun. Kendine bir  bakmak ister misin?” Ona “Evet” dedim. Bir ayna getirip önüme koydu. Gördüğüme
inanamıyordum. Aynaya tekrar tekrar baktım ve  “Bu ben değilim. Ben sadece bir çamur  parçasıydım.” “Evet bu sensin!” dedi usta. Senin acı ve sıkıntı diye  gördüğün şeyler sayesinde böyle mükemmel bir  fincan haline geldin. Eğer seni bir çamur parçası iken üzerinde  çalışmasaydım, kuruyup gidecektin. Döner tezgahın üstüne koymasaydım, ufalanıp toz  olacaktın. Sıcak fırına sokmasaydım, çatlayacaktın. Boyamasaydım, hayatında renk olmayacaktı. Ama sana asıl güç ve kuvveti veren ikinci fırın oldu. Şimdi arzu ettiğim her şey var üzerinde.”

Ve ben kahve fincanı, şu sözlerin ağzımdan çıktığını  hayretle fark ettim: “Ustam! Sana güvenmediğim için beni affet! Bana zarar vereceğini düşündüm.  Beni benden fazla sevip iyilik yapacağını fark  edemedim. Bakışım kısaydı, ama şimdi beni harika bir sanat  eseri yaptığını görüyorum. Benim sıkıntı ve acı diye gördüğüm şeyleri bana  verdiğin için teşekkür ederim… Teşekkür ederim.” Usta fincanı, yaratıcı insanı şekillendirir. Yeter ki acı  da ki hikmeti görelim. Kahrın da hoş, lûtfun da hoş demesini bir
öğrenebilsek…

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder