8 Eylül 2011

Uyurken ne tarafa dönüp yatmalı...



Uyurken sağ yana dönüp yatıldığında solda olan kalbimizin daha rahat çalışmasına neden olarak, kalbi yormadan dinlenmiş bir vaziyette kalkılabileceğini öğrendim... Paylaştım...

Lovesong-The Cure

http://youtu.be/-eDSzL0774Q

Atsana lan hepsini...

hayatımızın değeri ne yaptığımız, veya kimi tanıdığımızla değil kim olduğumuzla alakalıdır...

 

 
İyi bilinen bir konuşmacı, seminerine 20 dolarlık bir banknotu göstererek başlad...ı. 200 kişinin bulunduğu odaya, "Bu parayı kim ister?" diye sordu ve eller kalkmaya başladı ve konuşmacı "Bu parayı sizlerden birine vereceğim fakat öncelikle bazı şeyler yapacağ...ım" dedi. Parayı önce buruşturdu, ve dinleyicilere "Hala bu parayı isteyen var mı?" diye sordu, eller yine havadaydı.

Bu sefer, konusmacı "Peki bunu yaparsam?" dedi ve 20 doları yere attı onun üstüne bastı, ezdi, pisletti ve para şimdi pis ve buruşuktu, fakat eller yine havadaydı ve o parayı herkes istiyordu. Ve konusmacı şöyle dedi "Arkadaşlarım burada çok önemli bir şey öğrendiniz. Burada paraya ne yaptıysam hiç önemli değil onu yinede istiyorsunuz, çünkü benim ona yaptığım şeyler onun değerini düşürmedi, o hala 20 dolar!"

Hayatımızda çoğu kez verdiğimiz kararlar veya hayat şartları nedeniyle hırpalanır, canımız acıtılır, yerden yere vuruluruz, kendimizi kötü hissederiz, fakat ne olduğu yada ne olacağı önemli değil, hiçbir zaman değerimizi kaybetmeyiz, temiz yada pis, hırpalanmış yada kırılmış, bunların hiçbiri önemli değildir.

Seni sevenler senin ne kadar değerli olduğunu her zaman bileceklerdir, hayatımızın değeri ne yaptığımız, veya kimi tanıdığımızla değil kim olduğumuzla alakalıdır.

Sen mükemmelsin, bunu asla unutma. Her zaman elinde olanları düşün olmayanları değil...!

Sakın bu olayı kimseye anlatma!..


Devesiyle birlikte çölde yürümekte olan bir bedevi, güçlükle yürüyen, susuzluktan dudakları kurumuş bir adama rastlamış. Adam bedeviyi görünce su istemiş.Devesinden inmiş ona su vermiş. Suyu içen adam birden bedeviyi iterek deveye atladığı gibi kaçmaya başlamış.Bedevi arkasından bağırmış:

- “Tamam, deveyi al git ama senden bir ricam var. Sakın bu olayı kimseye anlatma!”
...
Bu isteği tuhaf bulan hırsız biraz duraklayıp, nedenini sormuş...

Bedevi de :

- “Eğer anlatırsan, bu her yere yayılır ve insanlar bir daha çölde muhtaç birini görünce yardım etmezler...

Mağaranın büyüsü... Günün fotosu...08 /09/2011

Intrepid journey: A caver stands in front of a huge rock formation as the light shines beneath a skylight in Hang Son Doong

Nallıhan'ın dağı da oyası da rengarenk...

[slideshow]

Beypazarı gezimiz olanca hızıyla devam ederken yemeğe gitmeden önce iki katlı evlerin içinde biraz daha yürüyoruz. Rehberimiz zamanında ev halkı alt katta otururmuş ikinci katın inşasına da başlanır ama bitirilmezmiş niye diye soruyor? Hepimiz birbirimize dönüp bakıyoruz ama bilen yok…

Rehber cevap veriyor… Azrail geldiği zaman bizim bu dünyada yapacak daha işimiz var şimdi git sonra gel demek içinmiş… Bu cevap işe yarar mı bilinmez ama ben epey gülüyorum… Şaka bir yana alt katta aile büyükleri, üst katta da evlenince çocukların oturması adettenmiş. O yüzden her aile mutlaka bir üst kat çıkarmış…

Bu tatlı sohbet devam ederken öğle yemeğini yiyeceğimiz yere geliyoruz… Burası dere kenarında, çimen üstünde açık hava şirin bir tesis… Çok aç değilim ama yaprak sarmaya zaafım olduğundan bir porsiyon söylüyorum… Çok da lezzetli geliyor…

Bu arada bu yörenin düğün adetleri anlatılmaya başlanıyor… Düğüne bütün yöre halkı davet edilirmiş. Gelin ‘bürgü’ adı verilen başından beline kadar uzanan bir başörtüsü takarmış. Kendi ailesi yeşil bürgü verirmiş. Gerçi diğer zamanlarda da takılırmış bürgü… Genç kadınlar gösterişli ve açık renkli bürgüler takarken yaşı ilerleyen kadınlar daha koyu ve az gösterişli bürgüler takarmış… Bürgü adı bürünmekten gelirmiş…

Bu arada çalgıcılar masanın yanına yerleşiyorlar… Yemeğimizi yiyip kendimizi çimlerin üstüne atıp oynamaya başlıyoruz… Öyle eğleniyoruz ki, biraz da bahşiş verip masamızda kalış sürelerini arttırmaya çalışıyoruz… Ter içinde kalana kadar oynuyoruz da oynuyoruz…

Turun devam vakti geliyor, sırada Nallıhan kuş cenneti var… Nallıhan tam bir doğa harikası bir yer… Dağın rengi kat kat değişiyor… Yeşil, kırmızı, kahverengi, arkadan tekrar yeşil, yine kırmızı kat kat rengarenk bir dağ… Hayranlık içinde bakıyorum… Poz poz fotoğraf çekiyorum…

Burada yüz yetmişten fazla kuş çeşidi olduğunu öğreniyoruz… Durduğumuz yerden kuşların cinsini ayırt etmek mümkün değil ama manzara beni yerime çivilemiş durumda… Otobüse binip gitmeye başlıyoruz ben hala bu muazzam görüntünün fotoğrafını çekme telaşındayım… Burayı mutlaka ama mutlaka görmeniz gerekiyor…

Sonra çok şirin bir kasaba olan Nallıhan’a ulaşıyoruz… Buranın el sanatları teşhir evine giriyoruz… İpekten yapılmış birbirinden güzel oyalar bizi selamlıyor… Küpeler, bilezikler, yüzükler hepsi enfes… Takılarla pek işim olmadığı halde mor bir bileklik alıyorum… Takmak için değil sadece seyretmelik… Bu arada her oyma motifinin bir anlamı olduğunu anlatıyor Yıldız Hanım bizlere… Mesela üzüm oyası ömür boyu tatlılığı simgelermiş… Gelinle kayınvalide iyi anlaşsın diye geline hediye edilirmiş…

Arkasından parka giriyoruz… Bu park Hoşebe adında dargınları barıştıran çok sevilen bir kadına anısına yapılmış… O yüzden diyor rehber dargınsanız barışın… Hoşebe’nin hatırına barışın… Buradaysanız vardır bir sebebi diyor… Bilmem belki de denemeye değer… Sizde bu satırları okuduğunuza göre Hoşebe hatırına barışın dargın olduklarınızla…

Parkın her yeri ardıç ağaçlarıyla süslenmiş… Süper gözüküyor ardıç ağaçları… Bu parkta yemek yeme imkanı da var. Ardıç ağacının meyvesini köfteye karıştırıyorlarmış. Fakat o kadar tokuz ki maalesef deniyemiyoruz… Nallıhan’a bir kere daha gelmek şart oldu… Yörede şelaleler var, barajda tekneyle gezme imkanı var fakat bizim vaktimiz yok…

Son durağımız Tabduk Emre Türbesi… Kendisi Yunus Emre’nin hocası…Her yerde Yunus Emre’den dörtlükler var… Çevrede huzurlu bir sessizlik var…Kalbimizi okşayan sevgi dolu, hoşgörü dolu dörtlüklerle gezimizi bitiriyoruz…

Sağlıcakla,

Not: Yunus Emre’nin en sevdiğim dizelerinden olan

Sevelim…

Sevilelim…

Bu dünya kimseye kalmaz’ı da yazının sonuna eklemeden duramadım…

 

Düşbaz-Yaşamak

http://youtu.be/9aH794_0Q38

Tamam oturabilirsin...

Mucizenin fiyatı nedir? ...



Küçük bir kız yatak odasına gitti ve gömme dolaptaki gizli yerinden camdan bir r...eçel kavanozu çıkardı. Tüm bozuk paraları yere döktü ve onları dikkatle saydı. Üç kere saydı. Toplam, tam olarak mükemmel olmalıydı. Hata yapma şansı yoktu. Madeni paraları kavanoza dikkatle geri koydu ve kapağı kapattı, arka kapıdan gizlice çıktı ve 6 blok ilerdeki kapısının üzerinde Yerli Şefin büyük kırmızı işareti olan Rexall eczanesine doğru yola koyuldu. Eczacının dikkatini ona vermesi için sabırla bekledi, ama eczacı o anda çok meşguldü. Tess bir sürtme gürültüsü yapmak için ayağını döndürdü. Hiçbir şey olmadı. Yapabileceği en gürültülü ses ile boğazını temizledi. Faydası olmadı.Sonunda kavanozdan bir çeyreklik çıkardı ve onu cam tezgahın üzerine çarptı. İşe yaramıştı ! "Ne istiyorsun?" diye sordu eczacı, kızgın bir ses tonu ile. "Şikago'dan gelen, asırlardır görmediğim erkek kardeşim ile konuşuyorum" dedi sorusunun yanıtını beklemeden."Evet, size erkek kardeşimden bahsetmek istiyorum" diye yanıtladı Tess, aynı kızgın ses tonu ile. "O gerçekten, gerçekten çok hasta...ve ben bir mucize satın almak istiyorum".


"Pardon ?" dedi eczacı.

"Onun adı Andrew ve başının içinde giderek büyüyen kötü bir şey var ve babam sadece bir mucizenin onu kurtarabileceğini söylüyor. Bir mucizenin fiyatı ne kadar?"

"Burada mucize satmıyoruz, küçük kız. Üzgünüm, ama sana yardım edemem" dedi eczacı, biraz yumuşayarak.

"Dinleyin, onu ödeyecek param var. Eğer yetmezse, kalanını getiririm. Sadece bana fiyatını söyleyin."

Eczacının kardeşi iyi giyimli bir adamdı. Öne doğru eğildi ve küçük kıza sordu, "Kardeşinin ne tür bir mucizeye ihtiyacı var?"

"Bilmiyorum," diye yanıtladı Tess, gözleri sulanarak. "Sadece onun gerçekten hasta olduğunu biliyorum ve annem onun bir ameliyata ihtiyacı olduğunu söylüyor. Ama babamın bunu ödeyecek parası yok, onun için paramı kullanmak istiyorum."

"Ne kadar paran var?" diye sordu Şikago'dan gelen adam.

"Bir dolar ve on bir sent" diye yanıtladı Tess, ancak duyulabilir bir sesle. "Ve bu sahip olduğum tüm para, ama eğer daha lazımsa biraz daha getirebilirim."

"Evet, ne tesadüf" diye gülümsedi adam. " Bir dolar ve on bir sent - küçük kardeşin için bir mucizenin tam ücreti. Bir eli ile parayı aldı, diğer eli ile kızın elinden tuttu ve "Beni yaşadığın yere götür" dedi. "Kardeşini görmek ve anne baban ile tanışmak istiyorum. Gereksinim duyduğunuz mucizeye sahip olup olmadığımıza bir bakalım."

Bu iyi giyimli adam Dr. Carlton Armstrong idi, nöro - cerrahide uzman bir cerrah. Ameliyat ücretsiz yapıldı ve Andrew'in eve dönmesi ve iyileşmesi uzun sürmedi. Anne ve baba onları buraya kadar getiren olaylar zinciri ile ilgili mutlu şekilde konuşuyordu. "Bu ameliyat gerçek bir mucize" diye fısıldadı annesi. "Ameliyatın maliyetini merak ediyorum"

Tess gülümsedi. O, bir mucizenin fiyatının ne olduğunu tam olarak biliyordu...bir dolar ve on bir sent.