24 Aralık 2010

Artvin'de hayat başkadır...

Gönlüme Karadeniz'i dolaşmak düşünce önce Rize ve yaylalarını gezdim arkasından sıra Artvin'e geldi. Artvin'e en kolay ulaşım önce Trabzon'a uçmak arkasından da kara yoluyla  devam etmek. Artvin'e giderken ilk durağınız Cehennem Deresi  Kanyonu olabilir. Cehennem Deresi Kanyo'nuna tırmanmak en fazla 15-20 dakikayı alsa da ilk günün hamlığından hemen bacaklar tutuluyor. Ama işin iyi yanı sonraki günlere de hazırlık oluyor.


cehennem deresi kanyonuna az kala

yeşil basamaklardan içeriye giriliyor...

Karadenizin her daim insanı büyüleyen yaylalarına kavuşmak için yola devam etmeli. Yolda öküzlere dikkat... Aman çarpmayalım...

yolda öküzler...

Yaylalara varıp, yürüyüşlere başlamadan önce Yavuzköy'e de uğrayalım. Seyir yerinden etrafa bakalım...





Artvin'e kadar gelmişsin Karagöl'ü görmeden dönmek hiç olmaz. Seyir yerinden sonra Karagöle gidiyorum. Karagöl'ün etrafında ufak bir yürüyüş yapıyorum. Karagöl'ün adı nerden geliyor onu da öğreniyorum. O yöredeki ağaçlar o kadar çokmuş ki, göle ışık düşmezmiş. Bu yüzden adı Karagöl'müş. Adı Karagöl ama bana göre adı Büyüleyici göl de olabilirmiş.



İşte esas zorluk bundan sonra başlıyor. Zorluk dediğim çektiğim fotoğraflardan hangisini koysam acabanın zorluğu. Yaylalar öyle güzel ki... Bazı yaylalarda üç dört saat bazılarında ise sekiz dokuz saat yürümek gerekiyor. Yürüyüşlerde güneş kremi de lazım polar da. Yağmurluk ta lazım şapkada. Malum Karadeniz burası. Bir de bütün gün gökyüzünün altındasın. Herşeye hazırlıklı olmak gerekiyor. Diğer yaylalar kızmasın ama favorim gorgit yaylası. Doğası inanılmaz... Mutlaka ama mutlaka gidin...

Yürürken durum şu... Sabah büyük bir enerjiyle başlıyorsun... Öğle yemeği için erzağını hazırlıyorsun. Gerkeli eşyalarını çantana koyuyorsun. Arkasından yürüyüş başlıyor. Etraf öyle güzel ki. Sık sık etrafı fotoğraflamak için mola veriyorsun. Eee bu sık molalar bir süre sonra seni fazlasıyla yoruyor.  Tempo düşüyor. Yürüyüş hiç bitmez diye düşünüp bu sefer başlıyorsun tempolu yürüyüşe... Yavaş yavaş ayaklar ağrımaya başlıyor, botlar vuruyor. Ama serde delikanlılık var. Susuyorsun. Bi müddet sonra delikanlılık da kalmıyor. Yoruldum, ne kadar kaldı diye söylenmeye başlıyorsun. Şişen ve acıyan ayaklarını ilk önüne çıkan derede suya koyup dinlendiriyorsun. Çevre gene seni sarıyor. Müthiş oksijen deposu ağaçlar sayaesinde tekrar devam etme gücü buluyorsun. Yola devam ediyorsun.

Nihayet hedefe vardığındaysa  mutlusun. Yaylada ikram edilen çay, dünyanın en lezzetli çayı. Birde yayladaki amcalar soruyor. Araba mı bozuldu niye yürüdünüz... Hahah... Nasıl anlatılır ki... Biz İstanbul'dan buraya yürümeye geldik diye... Zor ...çok zor... Oturunca iyice yorgunluk çöküyor,insanın kalkası gelmiyor. Ama güneş çekildi hava da soğumaya başladı...En iyisi artık kalakmak...

Yürüdüğümüz yaylalarda neler mi var? Yaylalarda öküzler var, küçük göller var, yeşilin her tonu var, küçük dereler var, sisli bulutların dağlara çöküşü var... Var da var... Hepsi ayrı bir doğa harikası... Buyrun bakalım...

öküzler...


küçük göller...

yeşilin her tonu



daha büyük göller...

yaylada ben


hedefe varış...

Tabi bu yörede arıcılık çok meşhur. Yaylalarda gezerken karşımıza sık sık arı kovanları çıkıyor.

arı kovanları

Ya kendimi benden alan derelere ne demeli... Saatlerce oturup suyun akışını seyrediyorum. Su akar... Ben bakarım... Ben bakarım... Su akar... Su  vahşi. Hemde nasıl vahşi. Deli gibi çağlıyor... Sudaki kayalar ise tam tersi. Hareketsiz duruyorlar... Suyun o şiddetli akış hızına rağmen öylece yerlerinde duruyorlar. Suyun tek yapabişldiği onları kayganlaştırmak...Hadi bakalım...



uzaktan dere akışı 


biraz daha yakın...


daha yakın...


en yakın...


Bu coşkun akışı bir süre daha seyrettikten sonra İstanbul'a dönmek üzere yola çıkıyorum. Ne diyeyimki... Bu güzellikleri görmek bir daha nasip olsun demekten başka... Sağlıcakla,

merry christmas... best wishes come to you from me.

Enya era enigma carmına burana vangelis mono 16 infanatti

Carl Orff - Carmina Burana

Pencerelerimizi temiz tutabilmek dileğiyle.



Genc bir cift, yeni bir mahalledeki yeni evlerine tasinmislar. Sabah kahvalti ya...parlarken, komsu da camasirlari asiyormus. Kadin kocasina ' Bak, camasirlari yeterince temiz degil, camasir yikamayi bilmiyor, belki de dogru sabunu kullanmiyor.' demis. Kocasi ona bakmis, hicbir sey soylememis, kahvaltisina devam etmis.

Kadin, komsusunun camasir astigini gordugu her sabah ayni yorumu yapmaya devam etmis.

Bir ay kadar sonra, bir sabah, komsusunun camasirlarinin tertemiz oldugunu goren kadin cok sasirmis 'Bak' demis kocasina ' Camasir yikamayi ogrendi sonunda, merak ediyorum, kim ogretti acaba ?'

'Ben bu sabah biraz erken kalkip penceremizi sildim' diye cevap vermis kocasi.

Hayatta da boyle degil midir ?

Baskalarini izlerken gorduklerimiz, baktigimiz pencerenin ne kadar temiz olduguna baglidir. Birini elestirmeden ve hemen yargilamadan once zihin durumumuza bakmak ve 'iyi' olani gormeye hazir olup olmadigimizi farketmek guzel bir fikir olabilir ...

Pencerelerimizi temiz tutabilmek dileğiyle.

kuşlar dalları sever... kanatlar uçmayı... m.g.