26 Ekim 2011

Bir tek kalbin kırılmasını önleyebilirsem...

 



 

Bir tek kalbin kırılmasını önleyebilirsem,

Bir yaşamdan acıyı alabilirsem,

Ya da bir acıyı hafifletebilirsem,

Ya da bir ardıç kuşunu yuvasına koyabilirsem,

Boşuna yaşamış olmayacağım..

E. Dickinson

Ankara tava...

Malzemler;

1 su bardağı arpa şehriye


250 Gram kuzu  kuşbaşı


2 Yemek kaşığı  sıvı yağ


Yapılışı;


Arpa  şehriye bir tavada 1 yemek kaşığı sıvı yağ ile 3-4 dakika kavrulur.


Kalan 1 yemek kaşığı sıvı yağ başka  bir tavaya alınarak kuzu etleri kavrulur ardından da sıcak su ilave  edilerek 15-20 dakika haşlanır.


Isıya dayanıklı bir fırın kabına  alınan arpa şehriyenin üzerine et ve 1/2 su bardağı et suyu (eti haşladığınız  su) eklenerek, önceden ısıtılmış fırında 170 derecede 25 dakika  pişirilir.


*** Yanında ayran ile servis yapmanızı öneririm.

Rakı- balık dedikleri bu muydu??? Günün fotosu... 26/10/2011

Ekmeği paylaşmak ekmekten daha lezzetlidir...

Günün son dersinin sonuna gelinmişti. Öğrenciler çıkmak için sabırsızlanıyordu.
......Defter ve kitaplarını çantalarına koydular. Zil çalar çalmaz, dışarı çıkmak için hazırdılar. Yalnız, Ali hazırlanmamıştı. Gecikmek için de elinden geleni yapıyordu. Nihayet zil çaldı. Öğrenciler bir anda kapıya yöneldi. Ali, yerinden kalkmadı. Ağır ağır eşyasını topladı. Bir yandan göz ucuyla öğretmenine bakıyor, bir yandan da arkadaşlarının gitmesini bekliyordu.

Öğretmeni, onun bu halini fark etti:
- Hayrola Ali, dedi. Eve gitmeyecek misin?

Ali, son arkadaşının da çıktığını görünce cevap verdi:
- Sizinle konuşmak istiyordum öğretmenim.
- Peki, dedi öğretmeni. Ne söyleyeceksin bakalım?
- Ahmet arkadaşımız var ya…
- Evet, ne olmuş Ahmet’e?
- Durumları pek iyi değil galiba. Annesi, beslenme çantasına pekiyi şeyler koymuyor.
- Eee?
- Ona yardım etmek istiyorum. Ama benim yardım ettiğimi bilirse üzülür. Günde bir simit parası biriktirip her hafta size versem, siz de ona verseniz?

Cebinden bir avuç bozuk para çıkarıp öğretmenin masasının üzerine koydu. Nurhan Öğretmen , paraya dokunmadı. Sandalyesine oturup düşündü. Ali hakkındaki bilgilerini yokladı. Bildiği kadarıyla ailesinin durumu pekiyi değildi. Bu çalışkan ve sevimli öğrencisi, ne kadar da iyi niyetli ve düşünceliydi. Zengin bir ailenin çocuğu değildi. Buna rağmen yardım etmek istiyordu. Üstelik yardım ettiğinin bilinmesini istemiyordu.

Nurhan Öğretmen:
- Dur bakalım Ali, dedi. Bildiğim kadarıyla sizin de maddî durumunuz pekiyi değil.
Yanlış mı biliyorum?
- Doğru biliyorsunuz öğretmenim. Babam gündelikçi. Çoğu zaman iş bulamıyor. Ama ben de çalışıyor, para kazanıyorum.
- Nerede çalışıyorsun?
- Simit satıyorum.

Nurhan Öğretmen yine durup düşündü. İyiliğin bu kadarına ne demeliydi şimdi? Bunun gerçekleşmesi zordu. Onu, bundan vazgeçirmek için bir çare bulmalıydı. Bunu yaparken, sevimli öğrencisini de kırmamalıydı.
Onunla biraz daha konuşursa, belki bir yolunu bulurdu.

Nurhan Öğretmen, Ali’ye döndü:
- Büyüyünce ne olmak istiyorsun, diye sordu.
- Çok zengin bir işadamı…
- Niçin?
- İnsanlara daha çok yardım etmek için…
- Güzel, dedi Nurhan Öğretmen. Bak simdi Ali, Ahmet’in ailesinin durumu pekiyi değil, bu doğru. Ama sizinki de bundan pek farklı değil. İstersen acele etme. Çok zengin olduğun zaman insanlara yardım edersin. Olmaz mı?
- Olmaz, dedi Ali. Şimdi yapmalıyım.
– Neden olmaz?
– Üç sebepten dolayı olmaz.

Birincisi: Bu para zaten benim değil. İyilik ettiğim için Allah, beni insanlara sevimli gösteriyor. İnsanlar da bundan etkileniyor, daha çok simit alıyorlar. Bu sayede gün boyu çalışanlardan bile fazla simit satıyorum. Hele mahallede Hasan Amca var, her gün iki simit alıp güvercinlere veriyor.

İkincisi: ‘Ağaç yaş iken eğilir.’ deniliyor. Şimdiden iyilik yapmayı öğrenmezsem büyüdüğümde hiç yapamam. Şimdiden iyilik yapmayıp bunu zenginlik günlerime ertelersem, zengin olduğum günlerde de daha zengin olduğum günlere erteler kendimi kandırmış olurum.

Üçüncüsü ise daha önemli: Büyüdüğüm zaman çok zengin bir işadamı olmak istiyorum. Zamanında yatırım yapmayanlar büyük işadamı olamazlar.

Nurhan Öğretmen, karsısında büyük biri varmış gibi dinliyordu:
- Bu sonuncusunu pekiyi anlayamadım, dedi.

- Açıklayayım öğretmenim, dedi Ali. Şimdi, çok zengin olmadığım için, ancak günde bir simit parası kadar yardım edebiliyorum. Bundan fazlasını veremem. Allah, Cennet’i gücü kadar iyilik edene veriyor. Şimdi gücüm bu olduğuna göre, Cennet’in fiyatı birkaç simit parası kadardır. Eğer zengin olmadan ölürsem birkaç simit parasıyla Cennet’e girebilirim. Bundan daha karlı bir yatırım olur mu?

Nurhan Öğretmen’in gözleri dolmuştu. Başını ‘Evet’ anlamında sallarken
Ali’yi evine yolladı.

Sınıfa geri dönerken okulun boşaldığını fark etti. Eşyalarını toplamak için masasına döndüğünde Ali’nin bıraktığı paraların masa üstünde kaldığını fark etti. Sandalyesine gayri ihtiyari oturdu ve paraları eline aldı.
Hiçbir para ona bu kadar kıymetli gelmemişti. Sanki elinde dünyanın en kıymetli incilerini, yakutlarını, elmaslarını tutuyordu. Hatta bu paralar onlardan bile kıymetliydi. Bu paralar, bu bozuk SIMIT paraları, Cenneti satın alabilecek paralardı. Sanki hiç bırakmak istemeyen bir duygu ile sımsıkı kavradı bu bozuk simit paralarını.

Oturduğu yerden kalkamadı Nurhan Öğretmen. İçinin dolduğunu, Tarif edilemeyen duygulara boğulduğunu hissetti. Birden boşalan sağanak yağmurlar gibi ağlamaya başladı. Ağladı… Ağladı… Ağladı.

Kendine geldiğinde akşam olmuştu. Yavaş adımlarla sınıftan çıkıp okuldan ayrılırken bekçi Sadık ‘Bozuk Simit paraları ile cenneti satın almak, Bozuk Simit paraları ile cenneti satın almak’ diye Nurhan öğretmenin sayıkladığını duydu. Bekçinin hayretler içinde, ‘Ne dediniz hocam?’ demesini bile duymayan Nurhan öğretmen, bekçinin şaşkın bakışları altında akşamın alaca karanlığına karışıvermişti

Hikayeyi beğenmişseniz ve Ali’den utanmışsanız, maddi durumunuz iyi değilse bile, iki tane ekmek alıp bölgenizdeki bir fakirin kapısına bırakın.
Bir okul önünde biraz bekleyip yırtık ayakkabısı olan bir çocuğa ayakkabı alın.
Maddi ihtiyacı olan bir akrabanıza yardım edin.

Yeter ki boş durmayın!
Ekmeği paylaşmak ekmekten daha lezzetlidir

Her an her nefeste yenilenmeli...



Kaç yaşında olursak olalım, başımızdan ne geçmiş olursa olsun, tamamen yenilenmek mümkün.

Tek bir gün bile öncekinin tıpatıp tekrarıysa, yazık.

Her an her nefeste yenilenmeli.

~Şems-i- Tebrizi

Peki siz korkularınızı ne yapıyorsunuz...



Dostoyevski, korkularını vahşi hayvanlara dönüştürüp, onları uçurumdan aşağı attığını düşünürmüş...

Nil Karaibrahimgil, korkularını cüceye çevirip onları prensesi olurmuş

Ben hepsini Marmara denizine döküyorum...

Peki siz korkularınızı ne yapıyorsunuz...

Bir insanı sevmekle başlayacak herşey.....



 

Dünyayı  güzellik kurtaracak..
Bir insanı sevmekle başlayacak herşey.....Z. LİVANELİ

Hiç, bir taş gibi dostlarınızın sırlarını sonsuza dek saklamayı başarabildiniz mi?

Kemancının Taşları…
Kumsaldaki ayak izlerinde hece hece, çizgi çizgi keder okunurdu. Martılar kayalıklara inip kalkardı. Dalgalar insanoğlunun gözyaşlarına tanıktı asırlar boyu.
...Ve ansızın biraz hüzzam sevdaların kederiyle, biraz hasretle suyun üstünde küçük beyaz taşlar sektirirdi sahildeki kemancı. Dolaşırdı kıyıda. Deniz kabukları toplar, bu kabukları özenle sakladığı küçük çakıl taşlarını...n bulunduğu çantaya koyardı. Taşlarını tek tek alır eline, usulca okşar ve yine o matemli kemanına sarılırdı.
Her akşam aynı saatlerde gelirdi kemancı sahildeki parka....Ve her akşam bir önceki güne inat çok daha kasvetli olurdu gözlerindeki keder. Kemancı her akşam yorgun sırtında o taşları taşır. Kemancı her akşam sessizce anılara gülümser....Ve kimse bilmez kemancının kederini. Kimse görmemiştir, duymamıştır bugüne dek tek kelime söylediğini...
Kemancı ile, sahildeki parkta onunla dost olabilen tek insan beş-altı yaşlarındaki küçücük bir kız çocuğuydu.
Bir gün kemancı, küçük kızı sahilde ağlarken buldu. Yufka yüreği dayanamadı, ilk kez biriyle konuştu. Fakat ne yapsa kızın gözyaşlarını bir türlü durduramadı.... Her akşamki gibi taşları sektirmeye başladı suyun üstünde. Derken küçük kız kemancıya yaklaştı ve böylece taşlar, kemancı ve küçük kız her akşam buluştular o parkta.
Küçük kızın en çok merak ettiği şey yaşlı adamın sırtındaki çantada taşıdığı taşlardı elbette. Adamcağız o taşları ne diye kendine yük ederdi ki... Pul ya da peçete koleksiyonu yapmak dururken, kemancı neden taşları toplardı?
Kemancı Amca, dedi küçük kız. ' Sen bu taşları neden böyle çok seviyorsun?'
'Ben küçükken, dedi adam, senin yaşlarındayken okula taşlı bir patikadan geçerek giderdim. Her sabah o yoldan geçer ve okul çıkışlarında o yola dökerdim çocukluğumun gözyaşlarını. Benim ağlayışlarımı kimseler bilmezdi o patikadan başka. Pek fazla arkadaşım olmadığı için taşlarla oynardım. Hüzünlerimi, sevinçlerimi taşlara anlatırdım. Taşlar sözümü hiç bölmeden dinlerdi beni, taşlar sırrımı saklardı. İşte o günlerde başladı taşlara ilgim. Yoldan geçerken farklı renklerde ve şekillerde taşlara rastladım. Kim bilir daha kaç kişinin öyküsünü dinlediler benim oyun arkadaşlarım... Nice insan geldi geçti o patikadan... Taşlar hep oradaydılar ve hep sessizce tarihe tanıklık ettiler.
Bir kemancı kemanını dost bilir, hiç ayırmaz yanından. Benim ilk dostum taşlar, ikincisi kemandır. Taşlarımı da kemanım gibi daima yanımda taşırım.
Bilir misin, hiçbir taş bir diğerine benzemez küçüğüm. Her taşın kendi yüzü, kendi görünümü vardır. Her taş aslında kendi başına sır dolu bir yalnızlıktır. Ben farklı taşlar buldukça onlardan bu sırları dinlerim. Toprağın üstünde durup da gökyüzünü seyre dalarken işittiklerini anlatırlar bana....Ve ben taşları işte bu yüzden severim.'
-'Fakat, dedi küçük kız, taşlar nasıl oluyor da konuşuyorlar seninle. Ben taşların konuştuğunu hiç duymadım.'
-'Dinlemesini bilirsen, küçüğüm, tabiattaki her şey sana bir şeyler anlatır. Dinlemesini bilirsen ancak!...'
Bana sahildeki kemancıdan o taşlar ve taşların öyküleri kaldı. Taşları sevdikçe ben, o dingin sessizlikte dinlemeyi öğrendim ve o gizemli taşlar gibi dostlarımın sırlarını saklamayı.. O sırları kendimle birlikte mezara götürmeyi... Elime aldığım taşa baktıkça, ilkokul yıllarındaki arkadaşlıklarımı, benim için bu taşlar gibi benzersiz olan dostlarımı anımsadım hep. Suyun üstünde taşlar sektirirken kemancının bana, yani tek dostu olan o küçük kıza anlattığı masalları dinledim yeniden ve yeniden. Nerede bir taş görsem taşın öyküsünü öğrendim, yüzünün ayrıntılarını ezberledim ve o yeni taşları da eski bir dost bildim.
Kemancıdan geriye işte bu kaldı. Kemancı ölmedi, o taşlar gibi hep hoş bir anıyla yaşadı. Koleksiyonu, benden sonra başka çocuklara emanet edilmek üzere bende kaldı.
Taşlar benim için cinayetlerin gizli ipuçları, mutlulukların gizli yansımalarıydı. Hayatın kimselerce bilinmez sırları, tarihin tanıklarıydı... Sıradanlığın içindeki başkalıktı... Ve, kemancının hatırasıydı. Taşlar benim için başka çocuklara verilecek en güzel armağandı.Ya sizin için? Sahi siz hiçbir taşı dinlediniz mi? Hiç, bir taş gibi dostlarınızın sırlarını sonsuza dek saklamayı başarabildiniz mi? Siz taşları sevdiniz mi?....
(Ebru ERDİNÇ

Olmadığımız kişi olmaya çalışmakla boşuna uğraşmayalım...



Olmadığınız kişi olmaya çalışmakla boşuna uğraşmayın. Çünkü siz artık büyüdünüz. Evrende hiçbir varlık, olduğunun dışına çıkamaz. Aslında buna gerek de yoktur. Zaten olduğunuz şey olduğunuzda, olmadığınız şey olmaya çalışarak elde edemediğiniz şeyleri kendiliğinden elde edersiniz. Ne kolay ve ne rahat değil mi?

Bir de bunu deneyin ve zaten olduğunuz kişi olun!…R.Şanal