13 Eylül 2011

Başkalarını ne kadar dinlemeli...



Kurbağalar bir yarışma düzenlemiş.

Hedef; çok yüksek bir kulenin tepesine çıkmakmış. Bir sürü kurbağa da arkadaşlarını seyretmek için toplanmış ve yarış başlamış.Gerçekte seyirciler arasında hiç biri yarışmacıların kulenin tepesine çıkabileceğine inanmıyormuş.Sadece şu sesler duyulabiliyormuş: ''Zavallılar! hiç bir zaman başaramayacaklar!''

Yarışmaya başlayan kurbağalar kulenin tepesine ulaşamayınca teker teker yarışı bırakmaya başlamışlar. İçlerinden sadece bir tanesi inatla ve yılmadan kuleye tırmanmaya çalışıyormuş. Seyirciler bağırmaya devam ediyorlarmış:''Zavallılar! hiç bir zaman başaramayacaklar!''

Sonunda bir tanesi hariç, hepsinin ümitleri kırılmış ve bırakmışlar. Ama kalan son kurbağa büyük bir gayret ile mücadele ederek kulenin tepesine çıkmayı başarmış. Diğerleri hayret içerisinde bu işi nasıl başardığını öğrenmek istemişler.
Bir kurbağa ona yaklaşmış ve sormuş;''Bu işi nasıl başardın?'' diye.Ve o anda farkına varmışlar ki; Kuleye çıkan kurbağa sağırmış!

Ciğer kavurma...

 750 gram  ciğer
bir adet iri boy soğan
3-4 adet sivri biber
sıvı yağ
... tuz
kırmızı pul biber
kekik
Yapılışı tavada kızdırdığınız yağın içine önce ciğerlerin atın. Seyrek aralıklarla karıştırarak suyu çekilene kadar kavurun. Suyu çekilmek üzere iken çok iri doğradığınız soğan ve sivri biberleri, tuzu, kırmızı pul biberi ve kekiği tavaya atın. Soğan ve biberlerin kavrulduğuna kanaat getirdikten sonra tavanın altını söndürün.soğan piyazıyla servis edin.

Bütün bunlar anlattığın gibi mi?”

 

 

 

Bir arkadaşı Mark Twain’e bir olayı anlatıyordu. Konuşma bitiminde yazar sordu:

“Bütün bunlar anlattığın gibi mi?”

“Evet, birebir aynı değilse bile, doğruya yakın sözcüklerle anlattım.” deyince Mark Twain hafifçe gülümsedi:
...
“Doğruya yakın sözcükle doğru sözcük arasında büyük fark vardır; ateş böceği ve ateş arasındaki fark kadar…” dedi.

Tutunamayanları bilir misiniz...

Hayatını değiştirmek istiyorsan bunu şimdi yap...

 

 

 

Yarının bu günden daha iyi olacağı ümidiyle yetinmek yerine hemen bugün, yarın uyandığımızda kendimizi önceki günden biraz olsun daha iyi hissetmemizi sağlayacak bir şeyler yapabiliriz.

EDWARD DE BONO

Eğer ağlayamazsan, gülemezsin...

 

 
 

 

Eğer ağlayamazsan, gülemezsin. Eğer gülemezsen ağlayamazsın. Eğer kızamazsan şef...katli olamazsın. Eğer nazik olamazsan kızamazsın. Yaşamda birşey kesindir... Eğer birşeye izin veriyorsan, başka birşeyede aynı oranda izin vermen gerekir. Sadece bir işi yapamazsın; " Ben gözyaşlarımı engelliyorum ama derinden güleceğim..." Bu imkansızdır...

____OSHO

Çakra açma çalışmaları...

Senin de arada kafayı yediğin oluyo mu???

Sen yanlış bir seçim yaptığını düşündüğün zaman, bunun gerçekten de yanlış olduğunu nereden biliyorsun?



Hayatta artık yanlış diye bir şey olmadığını ve her şeyin bir sebebi olduğunu kabul et. Bu sebepler bazen bilinir, bazen bilinmez, ama her zaman seni ileriye taşırlar. Bazen bu olan şeylerin hiç de iyi bir sebebi yokmuş gibi görünebilir. Ama bundan emin olamazsın. 

Üzerinde mesafe katetmediğin bir yolun kendisini göremezsin. O yolu takip edemezsin. Bazen üzerinde gittiğin yolu bile göremeyebilirsin. “Neden bunlar oldu?”, “Neden bunların olmasına izin verdim?”, “Neden ağzımı açmadım?”, “Neden görmezden geldim?” şeklinde haykırışlarda bulunabilirsin. Veya, “Neden görmezden gelmedim?” diye de hayıflanabilirsin. Hatta bazen “Neden bu zorlu hayata doğduğunu” bile sorguluyor olabilirsin. 

Üzerinde mesafe katettiğimiz bir çok yol var. Gitmediğimiz de bir çok yol var. Sen yanlış bir seçim yaptığını düşündüğün zaman, bunun gerçekten de yanlış olduğunu nereden biliyorsun? Eğer hayatın bütününü birden görebilseydin, belki de başka şekilde düşünürdün. Kim bilir, belki şöyle derdin: “İyi ki yanlış olduğunu zannettiğim şeyi yapmışım. Bunun bana getirdiği iyiliği şimdi görebiliyorum. Bunu yapmış olmanın beni neden kurtardığını şimdi görebiliyorum. Şimdi, hata yaptığımı düşündüğüm yerde aslında doğru davrandığımı görebiliyorum. Zamanında yanlış görünmüş olsa bile, yaptığım seçimin doğru olduğunu şimdi görebiliyorum. 

Zamanında çok savurganlık yapıp parayı çar çur harcamış olabilirsin, ama bu bir hata değil. Evlenmiş, evlenmemiş, hatta istemeden evli kalmaya devam etmiş bile olabilirsin, ama bunlar da birer hata değil. Bunlar sadece senin seçtiğin seçeneklerdi. Şimdi her ne kadar garip ve anlamsız görünürlerse görünsünler, bunlar zamanında senin yaptığın seçimlerdi ve o zaman doğru görünüyorlardı. Yaşam şimdi sana bunun belki de o kadar doğru olmadığını gösteriyordur. Ama farketmez. Sen sadece yaşamının tek bir noktasına bakıyorsun. Bu küçük nokta sana hayatının bütününü gösteremez.

 Bu yaşam oyununu kaybettiğini düşünüyor olsan bile, aslında kazandın. Çünkü zaten hiç bir şekilde kaybedemezsin. Yaptığın seçimlerinin doğru olduğunu ve bu seçimlerin sana hizmet ettiğini, ileride de etmeye devam edeceğini düşün. Şimdi yapabileceğin bir seçim var, ve bunun ne olduğunu sana söylüyorum. Pişman olmayı ve daha sonra uzun zaman bu konuda hayıflanmayı seçebilirsin. Böyle bir seçeneğin var. Ama ben sana yine de, yaptığın seçimlerden dolayı kendini tebrik etmeni tavsiye ediyorum. Sen de bunu yapabilirsin. Seçeneklerden birini yapmaya karar verdiğinde, artık onu geri alamazsın, ve inan hayatını mutlak pişmanlık içinde yaşamanı hiç istemedim. İşte bu mantıksız bir seçim olurdu. Pişman olmayı seçebilir, ve bu seçiminden dolayı yine pişman olabilirsin. Bir nevi kısırdöngü… Ya da, ilerlemeyi ve bütün pişmanlıklarını geride bırakmayı seçebilirsin. Pişmanlıkların sana hizmet etmiyorlar. Onlar seni hırpalıyorlar. Senin yaşam enerjini çalıyorlar. 

Şimdi başını dik tut ve rüzgarın hayatına esmesine izin ver. Esen rüzgarı yüzünde hisset. Sen şimdisin. Sen şimdisin ve kendi önderliğinde yol alıyorsun. Şimdiye kadar hesabını tuttuğun puanın çok daha ilerisindesin. Zamanında yaptığın seçimler artık birer seçim meselesi değil. Onlar zamanında yapıldı ve bitti. Artık onları rahat bırak. Ve artık kendini suçlamaktan vazgeç. 

Çünkü sen zaten harikasın. Sen müthişsin.

Batıl inançların kökeni üzerine...






 Niçin tahtaya vuruyoruz?

Çok eski zamanlarda meşe ağacının, yüksekliği ve sağlamlığı nedeniyle, bazı güçlere sahip olduğuna inanılıyordu. Tahtaya vurma inancı dünyanın apayrı iki yerinde birbirinden bağımsız olarak gelişti. Önce milattan önce 2000'li yıllarda Kuzey Amerika yerlilerinde, sonra da Ege'de Helen uygarlığında. Her iki kültür de meşe ağacına çok sık yıldırım düştüğünü gözlemlemişti. Amerika yerlileri meşenin, tanrının yıldırımla yeryüzüne inip üzerinde oturduğu yer olduğuna, Helenler ise Yıldırım Tanrısı olduğuna inanmışlardı. Kuzey Amerika yerlileri, bu ağacın köküne vurarak, ileride başlarına gelebilecek tehlikelere ve şansızlıklara karşı tanrı ile temasa geçtiklerine inanıyorlar ve ondan kendilerini korumasını istiyorlardı. Ortaçağda ise Hıristiyan din adamları bu inancı kendi devirlerine taşıdılar. Onlara göre bu inanışın temelinde Hz. İsa'nın tahta bir çarmıhta öldürülmesi yatıyordu. Hatta Avrupa'nın her katedralinde orijinal tahta haçın küçük bir parçasının bulunduğuna inanılıyordu. Bu tahtaya vurmak ise "Tanrım dua ve isteklerimi gerçekleştir" anlamına geliyordu.

Merdivenin altından geçmek uğursuzluk mu?

Duvara dayanan bir merdiven, duvar ile arasında bir üçgen oluşturur. Bu, birçok kültürde tanrıların kutsal üçgeni olarak bilinir. Örneğin, piramitlerin kenarlarının üçgen olması da bu inanca dayanır. Bir üçgenin içinden geçmek de bir kutsal yere meydan okumak anlamına gelebilir. Eski Mısırlılar için zaten merdivenin kendisi iyi şansın sembolü idi. Merdiven olmasaydı, Güneş Tanrısı Osiris'i karanlıkların ruhundaki hapis hayatından kurtarmak mümkün olamayacaktı. Ayrıca merdiven, tanrıların katına tırmanmak için de şekilsel bir semboldü.

Asırlar sonra Hıristiyanlık bu inancı da Hz. İsa'nın ölüm şekline adapte etti. Çarmıha dayalı merdiven kötülüğün, hıyanetin ve ölümün sembolü oldu. İnsanlar, merdivenin altından geçmekle bütün bu kötü geleceklerle karşılaşabileceklerine inandırıldılar.

17. yüzyılda İngiltere ve Fransa'da suçlular darağacına götürülmeden önce bir merdivenin altından geçiriliyorlardı. Değişik kültürler bu uğursuzluğa karşı bazı panzehirler geliştirdiler. Mesela, Romalıların panzehiri yumruktu. O kişiler orta yani en uzun parmaklarını gerip diğer parmaklarını yumruk gibi yaparlar ve geçtikten sonra merdivene doğru sallarlardı.

Kara kedi geçmesinin anlamı ne?

Milattan önce 3000'li yıllarda, eski Mısırlılar zamanında kediler kutsal bir canlı olarak görülüyordu. Hatta siyah dişi kediler tanrıça olarak kabul ediliyordu. Kedileri hastalık ve ölümden korumak için kanunlar bile yapılmıştı.

Kedilerden, özellikle siyah kedilerden nefret, Hıristiyanlığın kendinden önceki kültürleri ve onların sembol kabul ettiği şeyleri yok etme güdüsü ile Ortaçağ’da İngiltere'de başladı.

Bağımsız, bildiğini yapan, "inatçı" ve "sinsi" karakteri, sayılarının da şehirlerde aşırı artması ile birleşince, kediler gözden düştü. O yıllarda evinde kedi besleyenler yalnız yaşayan fakir ve yaşlı kadınlardı. Yine o yıllar büyücü ve cadı inancının tüm Avrupa'da histeriye dönüştüğü yıllardı. Siyah kedi besleyen bu kadınların kara büyü yaptıklarına ve siyah kedilerin geceleri şeytana dönüştüklerine dair korku dolu halk hikâyeleri üretildi. Cadı konusu bir paranoyaya dönüşünce birçok zavallı kadın kedisi ile birlikte yakıldı. Fransa'da Kral 13. Louis bu uygulamayı yasaklayana kadar her ay binlerce kedi yakıldı.

Nazar değmesi nasıl oluyor?

Nazar inancının ardındaki güç, bakışın ruhla bütünleşmesidir. Nazar değmesi ile ilgili olarak en çok kabul gören görüş, gözdeki yansımadır. Eski insanlar sudan, aynadan yansıyan görüntülerinin kendi ruhları olduğuna inanıyorlardı. Karşılarındaki insanın gözleri içinde kendi küçük görüntülerini görünce tehlikede olduklarını, ruhlarının karşısındakinin gözleri içinde hapsolduğunu sanıyorlardı. Bu korkunun dünya çapında genel bir inanca dönüşmesinin, şimdi Irak'ın bulunduğu topraklarda yaşamış eski Sümerlerden kaynaklandığı sanılıyor. Sümerlerin inançlarına göre bazı insanlar bakarak suları kurutabilir ve bu nedenle ölüme sebep olabilirlerdi. Sonradan bu inanç, bir bakışla yaşayan şeyleri de kurutabilme yönünde gelişti. Doğu Akdeniz ve Ege kıyılarında bu inanca, sayılarının daha az olması sebebiyle, mavi gözlü insanların daha fazla nazarlarının değdiği inancı da ilave edilmiştir. Bu nedenle buralarda nazarı geri itmek veya ayna gibi yansıtmak için mavi göz şeklinde camdan yapılan nazarlıklar, nazarın değebileceği düşünülen her yere takılmaktadır.

Ayna kırılması niçin uğursuzluk getirir?

Göllerde veya su birikintilerinde, kendi aksini gören ilkel insan şaşırmış, bunun kendisinin ruhu olduğunu sanmış, suyu bulandırıp görüntüsünün kaybolmasına neden olanları da düşman bilmiştir. İlk aynalar, Mısırlılar zamanında, pirinç, bronz, gümüş ve altından yapılmıştı ve kırılmaları mümkün değildi. Bu devirde de bu parlak yüzeylerden yansıyan görüntünün o insanın ruhunun bir yansıması olduğuna inanılıyordu. Cam kapların yapılmaya başlanmasından sonra da, içindeki sudan yansıyan görüntünün ruhun bir yansıması olduğu inancı devam etti; ama camlar kırılabiliyordu ve o zaman da içinde bulunan ruhun bir parçası vücudu terk ediyordu.

13 sayısı niçin uğursuzdur?

13 sayısının uğursuz olduğuna dair inanç bir çeşit korku hastalığı olarak kabul edilmiş olup adı “triskaidekaphobia”dır. Bu inancın kökleri mitolojik tanrıların yaşadığına inanılan çağlara, İskandinavya topraklarına kadar gider. Işık ve güzellik tanrısı Balder'in verdiği ziyafete 12 kişi davetli iken, yalanların ve hilelerin tanrısı Loki, davetli olmadığı halde, zorla 13. kişi olarak katılmak ister. Çıkan tartışmada Loki Balder'i öldürür. İskandinavya'dan Avrupa'nın güneyine kadar yayılan bu mit, Hıristiyan din adamları tarafından Hz. İsa'nın son yemeğine uyarlanır. Bu uyarlamada Balder'in yerini Hz. İsa, Loki'nin yerini de Judas alır. Bu yemekten 24 saat sonra Hz. İsa çarmıha gerilerek öldürüldüğü için Hıristiyanlarda akşam yemeğinde 13 kişi bir araya gelirse bunlardan birinin başına bir felaket geleceğine inanılır. 13 sayısının uğursuzluğuna duyulan inancın kökeninde bir yıl içinde ayın 13 kez dolunay olarak gözükmesinin yattığını söyleyenler de vardır.

"13"ün uğursuzluğuna inanılmasının diğer ilginç sebepleri de şunlar:

• “Apollo 13”, aya gitme macerasında başarısız olan tek ekiptir.

• Darağacına giden yolda 13 basamak vardır.

• 13 Ekim 1307’de çok sayıda şövalye tutuklanıp idam edildi.

• Cadılar toplantısına katılanların sayısının 13 olduğuna inanılırdı.

• Ad ve soyadındaki harflerin toplamı 13 olanların çok şanssız bir hayat geçireceği düşünülür.

• 13 yaşı çocukların erişkinliğe adım attıkları yaştır. Hepimiz bunun ne kadar sıkıntı verici olduğunu biliriz.

• Sıralamada 12 rakamı mükemmeliyet ve bütünlük ifade eder. 13 rakamı ise kusursuzluğun üzerine ekleme yapmak olarak algılanır. Bu sebepten de uğursuz olduğu varsayılır.


Samanyolunu görmek isteyenlere... Günün fotosu... 13/09/2011

 

Don McLean - Vincent ( Starry, Sarry Night) Withs Lyrics

http://youtu.be/oxHnRfhDmrk