27 Mayıs 2011

Yağmur bebek geldi… Hoş geldi…

Çok sevdiğim arkadaşım ikinci çocuğuna hamile kalınca hepimizi bir heyecan sardı… İlk heyecanımız cinsiyet meselesiydi… İlk çocuk erkek olduğu için sağlıklı olsun da bu da kız olsun tercihimiz vardı… Cinsiyetin kız olduğunu duyunca bu sefer sıra ismi ne olsun acaba heyecanına bıraktı… Sağ olsunlar bana da fikrimi sordular… Ben Çağla dedim, Damla dedim… Olabilir dediler… Fakat kararı büyük ağbi Hasan’a (8 yaşında) bırakmak istediler…

Hasan nerden duydu bilinmez Yağmur olacak dedi bitti… Bütün şirinliğimizi kullanarak başka isimler önersek de ben size Yağmur olacak demedim mi diyerek bizleri geri püskürtmeyi başardı… Eee sayılı gün çabuk geçer derler… Geçti… Yağmur bebek aramıza katıldı…

Tebrik etmek için onları aradığımda annemiz bebişini emzirdiğinden rahatsız etmek istemedim. Babayla konuşayım dedim… İtiraf ediyorum ki bu konuşmada çok duygulandım… Bir annenin çocuğuyla ilgili söyleyebileceği her türlü duygusal cümleye hazırdım… Ama bir babanınkine hazır değilmişim…

Onları görmek için işten eve nasıl döneceğimi bilmiyorum diyordu çiçeği burnunda babamız… Dünya bir yana… Onlar bir yana diyordu… Memlekette ne olmuş, dünyada ne olmuş, gündem neymiş bilmez oldum dedi… Varsa yoksa Yağmur dedi…

Benim için gündem Yağmur doydu mu, yeteri kadar yedi mi, sıcak aldı mı, canını acıtmadan tutmayı becere biliyor muyumdan ibaret dedi… İşte bu sözler kalbime işledi… Bir de telefonu kapatırken bir cümle daha ekledi ki… İşte bittiğim an o andır… Hasan Yağmur’u kucağına aldığında eşimin ikisine bakarken gözlerinden akan şefkati gördüm ya bu manzaradan dahası olmaz dedi… İşte o aile tablosu gözümün önüne geldi… Gözümden bir damla yaşa aktı… Baba sevgiyle karısına bakıyor… Karısı şefkatle çocuklarına bakıyor… Hasan merakla Yağmuru kucaklamış… Yağmur her şeyden habersiz mutlu mesut uyuyor… Eee ne diyeyim Allah bu tabloyu daim etsin…

Haftaya kısmetse onları görmeye gidicem… Yağmur’a pembiş bir tulum aldım… Ama Hasan’a da bir şey almak lazım… İkisine de eşit davranmak istiyorum… 8 yaşındaki erkek çocuğa ne alsam bilemedim… Dün oyuncakçı gezdim… Kafamda bir şeyler belirledim… Büyük bir taşın içine dinozoru koymuşlar… Küçük kazma kürekle taşı kırıp içinden dinozoru çıkarıyorsun… Valla bana ilginç geldi… Utanmasam kendime de alıcam… Ama kararımı daha vermedim… Bakalım…

Ne ilginç di mi hepimiz hayata böyle geliyoruz… Böyle üstümüze titrenerek büyütülüyoruz…
Anne babalar kendilerince en doğrusunu yapıyorlar bizler için… Sonrasında ise kendi doğrularımızı bulmak için ne kadar uğraşıyoruz…

Neyse öncelikle Yağmur’un yolu bahtı şansı açık olsun… Sonrada diğer tüm çocuklar ve biz büyüklerin yolu bahtı şansı açık olsun diyorum…

Sağlıcakla,

Dikanda - Jakhana Jakhana

http://youtu.be/PxlLGTZkyjc

Olan her şeyin sebebi sizsiniz...


 

 

 

İnsan acının ve mutluluğun, cennet ve cehennemin tohumlarını içerisinde taşır. Olan her şeyin sebebi sizsiniz. İçsel nedenler temeldir, dış nedenler ikinci plandadır. Bunu anlamadan dönüşüm olanağı yoktur. Zihin sizi aldatır ve dışarıyı gösterir. Eğer sebepler dışarıda görülürse özgürleşme olanağı olmaz. Sebepler dışarıda görülürse sonsuza değin bağlı kalırsınız..
OSHO

Kıymalı Börek...



Malzemeler
6 adet yufka
1 adet yumurta
1,5 su bardağı süt
1/2 çay bardağı sıvıyağ
İçinin malzemesi için ; 1 adet soğan, 1 adet domates, 3 adet biber, 250 gr çekilmiş et ve baharatlar

Hazırlanışı : İçi için saydığımız malzemelerden oluşan bir harç yapalım. Daha sonra başka bir kapta süt, yumurta ve sıvıyağı karıştıralım. Tepsiyi yağlayarak bir yufka serelim ve üzerine sütle hazırladığımız karışımı sürelim.Bu şekilde 3 adet yufka serelim. Ve kıymalı harcı yufkaların üzerine dağıtalım. Diğer 3 adet yufkayıda aynı şekilde serelim  ve  kalan sütlü harcı yufkaların üzerine dökelim. 170 derecede ısıttığımız fırına pişmeye bırakalım. Afiyet olsun…


Taştın yine deli gönül,



Taştın yine deli gönül,
Sular gibi çağlar mısın?
Aktın yine kanlı yaşım,
Yollarımı bağlar mısın?

Nidem elim ermez yare,
Bulunmaz derdime çare.
Oldum ilimden avare,
Beni burda eğler misin?

Yavı kıldım ben yoldası,
Onulmaz bağrımın başı.
Gözlerimin kanlı yaşı,
Irmak olup çağlar mısın?

Ben toprak oldum yoluna,
Sen aşırı gözetirsin.
Şu karşıma göğüs geren,
Taş bağırlı dağlar mısın?

Harami gibi yoluma,
Aykırı inen karlı dağ.
Ben yarimden ayrı düştüm,
Sen yolumu bağlar mısın?

Karlı dağların başında,
Salkım salkım olan bulut.
Saçın çözüp benim için,
Yaşın yaşın ağlar mısın?

Esridi Yunus'un canı,
Yoldayım illerim kanı
Yunus düşte gördü seni,
Sayru mısın, sağlar mısın?

Yunus Emre .

Aysegul-kizim seni aliye vereyimmi?...

http://youtu.be/G0i3RuUTLRQ

OSHO-Hastalık Hastalığı...



Soru: "Devamlı sağlığım hakkında endişeleniyorum, hastalanacağımdan korkuyorum. Bana biraz öğüt verebilir misiniz?"

Eğer sağlığını çok fazla düşünürsen bedenin hastalanır ve beden hastalanınca doğal olarak bu konuda daha fazla düşünmeye başlarsın. İçinden çıkılmaz hale gelir.

Sapasağlam bir insan bile eğer midesinin üzerinde çok fazla durursa – şu veya bu yemeği nasıl hazmedecek ve ne olacak – yirmi dört saat içinde midesi rahatsızlanacaktır.

Ve bir kere rahatsızlandı mı, daha da fazla kafasına takacaktır. Yani aslında bedeninde hiçbir şey yokken sadece bir düşünce ile sağlığını bozmuş olur. Tıp buna yardımcı olamaz çünkü tıp düşünceyi iyileştiremez. O yüzden doktor doktor gezersin, ama hiçbirinin sana bir faydası dokunmaz. Hatta onların tedavileri seni daha da hasta edebilir, çünkü verilen ilaçların bir etkisi olacak, ama düşünceyi tedavi etmeyeceklerdir. Oysa ortada düşünce dışında bir hastalık yoktur.

Doktorlarla başarısızlığa uğradıkça bedeninle daha fazla uğraşırsın. Bu durumda aşırı bir bilinç gelişir. Sağlık konusunda çok hassaslaşırsın. En ufak değişim, zorlanma ve rahatsızlıkta paniğe kapılırsın. Panik de giderek sağlığının daha çok bozulmasına neden olur.

Bu nedenle ilk önerim sağlığın bozuk olduğu fikrinden vazgeçmen. Yaşamaya başla.

Bu bir kez oldu...

Adamın birine bir doktor altı aydan fazla ömrü kalmadığını söyledi. Adam yirmi yıldır bin bir çeşit hastalıkla boğuşuyordu. Bir insanın başına gelebilecek her şey onun başına geliyordu. Doktorları bezdirmişti; ama adam çok zengindi. O bir hastalık hastasıydı ve doktor sırf bıkmış olduğu için dedi ki, "Nasılsa uzun yaşayamayacaksın, o yüzden bu işleri bırak. Altı ayın var, sonra öleceksin; bu kesin. Artık seni kimse kurtaramaz. O yüzden yaşamak istiyorsan altı ayın kaldı."

Adam şöyle düşündü: Eğer sadece altı ay yaşayacaksam o zaman ne diye sağlığımla uğraşayım? Nasılsa öleceğim. Böylece ömründe ilk kez bunu kafaya takmaktan vazgeçti. En güzel kıyafetleri ısmarladı, en iyi arabaları aldı ve bir dünya turuna çıktı. Hep gitmek isteyip de sağlığı yüzünden gidemediği yerlere gitti. Dünyayı dolaştı, hep yemek istediklerini yedi, kadınlarla sevişti, her istediğini satın aldı. Gerçekten yaşadı! Ölüm nasılsa yoldaydı, o yüzden kendini tutmanın alemi yoktu. Altı ay sonra geri döndüğünde hiç olmadığı kadar sağlıklıydı. Otuz yıl daha yaşadı ve bu sorunla bir daha hiç karşılaşmadı!

Bunu kafaya takmaktan vazgeçmelisin. Hastalıkları doğal yollarla tedavi etmek iyidir, çünkü gerçek bir "tedavi" değil, bir tür dinlenme sayılır. Ama bunun fanatik takipçisi olma, çünkü o zaman bu da bir hastalığa dönüşür. Kendi içinde doğal yöntemlerle tedavi aslında "tedavi" değildir; bedeni dinlendirmek, onun doğa ile bütünleşeceği bir ortam oluşturmaktır. Bu içgüdüsel doğa ile birleşmek olur; tıbba girmez. Ama buradaki tehlike, bunun gelip geçici bir moda haline gelmesidir ki, bu da hastalıktan daha tehlikeli sayılır. Doğal yöntemlerle tedavi pek çok kişiye yardımcı oluyor, ama bu tür tedaviye başvuran kimseler nadiren tedavinin kendisinden zarar görmeden kurtulabiliyorlar. Kişi takıntılı hale geliyor: devamlı ne yemesi ve ne yememesi gerektiğini, nereye gidip gitmemesi gerektiğini ve ekolojiyi ve bu tür şeyleri düşünüyor. Bu durumda hayat yine zorlaşıyor. Doğallığa kafayı takarsan nefes alamazsın, çünkü havada çok fazla kirlenme var. Lokantada yemek yiyemezsin, çünkü yemekler doğal yöntemlerle hazırlanmıyor. Şunu veya bunu yiyemezsin, çünkü sadece doğal yiyecekleri istiyorsun. Şehirde yaşayamazsın. Sonuçta yaşam gerçekten zorlaşır.

Asla unutma ki doğallık sadece bir tür dinlenmedir. Arada sırada, hatta ortada bir neden yokken bile, doğal tedavilerin sunulduğu bir kliniğe gidilip iki, üç hafta, bir ay, iki ay, senede ne kadar para ayırabiliyorsan, o kadar kalıp dinlenmek iyi olur. Herhangi bir neden olmasa da git, doğanın, doğal yiyeceklerin, banyo ve saunaların, masajın keyfini çıkar. Sırf zevk için, tecrübe etmek için git. Ama hasta olduğun fikrinden vazgeç. İçindeki mucizeyi düşün; beden sadece onun kılıfı.OSHO

Frederic Chopin - Nocturne In E Flat Major, Op.9 No.2...

http://youtu.be/5ZUw78FXpG4