çala kalem yazılarım... etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
çala kalem yazılarım... etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

26 Nisan 2013

Erkeklerle En Utandığım ‘’An’’lar…



Hepimizin hayatında ‘’ah keşki yapmasaydım’’, ‘’ah keşki demeseydim’’ dediği anlar vardır ya, işte bende de onlardan çok var… Bu hafta dedim ki yazayım onları da kurtulayım. Artık beni rahatsız etmesinler…

Şimdi arkadaşlar benim isim ve yüz hafızam çok zayıftır. O yüzden birisiyle tanıştığımda yüzüne, boyuna, posuna çok dikkatli bakarım. Çünkü bilirim ki, bir sonraki karşılaşmamızda tanımayacağım ve bir sürü sıkıntıya yol açacağım. Üniversite yıllarımda, sınıftan birileriyle arkadaş olurdum, sonra bahçede görürdüm-ama tanımadığımdan- yanlarından dümdüz geçer giderdim. Bu yüzden arkamdan, ‘’kendiğini beğenmiş, bize yüz vermiyor, soğuk nevale’’ dendiğini çok duymuşumdur. Halbuki tek suçum hafızamın bu yönünün zayıf olması; hayır hayır zayıf olması falan değil, olmaması…

Mesela sinemada o yüzden casusluk filmi falan hiç seyretmem, ben kimin kim olduğunu öğrenene kadar zaten film bitiyor. Ya da daha doğrusu, biraz kalabalık bir film de bile kim kimdir bulana kadar film bitiyorJ…

Özellikle kadınlarla çok büyük sıkıntı yaşıyorum, ya bir saç renginizi değiştirmeden durun gözünüzü seveyim, bir gün sarı, bir gün kızıl, bir gün uzun saçlı görürsem her seferinde yeniden tanışırım sizinle…

Ama beni en çok utandıran olay şöyle gerçekleşti, yazlardan birinde -hava çok sıcak tabi-. Ben de bir otelin havuzuna gittim serinlemek için. Soyundum, güneşlenmeye başladım. Allah’ım uzaktan bir erkek bana gülümsüyor. Tabi ben çok alışığım tanımamaya. O yüzden gene tanımadım. Ama dedim ki kendi kendime bu güldüğüne göre beni tanıyordur, bende ona gülümseyeyim de ayıp olmasın bari. Biz böyle bir saat boyunca karşılıklı gülümseştik durdu. Ben de bir taraftan hafızamı yoklamaya çalışıyorum. Akrabalardan mı, okuldan mı, işten mi, Datça dan mı, nerden diye. Yok yok, kafamın içi boş ama dediğim gibi yine de tanımadığım anlamına gelmez bu. Neyse efendim sonunda adam yanıma doğru yürümeye başladı ah’’ tamam’’ dedim, ‘’şimdi adını da hatırlamam nasılsın, iyi misin, işler nasıl mealinde genel sorular sorar durumu da atlatırım’’. Yani herkese ‘’hatırlayamadım kusura bakma’’ demekten fenalık gelmiş çünkü üstüme…

Sonra adam geldi benle İngilizce konuşmaya başladım. Allah’ım başımdan aşağı kaynar sular döküldü. Adamla ben farkında olmadan bir saattir meğerse cilveleşiyormuşum. Adamı tamamen ve gerçekten tanımıyormuşum. Ben bir utan, bir utan hiç sormayın. Ağzımda bir şeyler geveleyip, bir giyinip gitmişliğim var ki ordan görmeye değer J

Ama tabi bu bana kimden geçti derseniz annemden geçti. Biz beraber sokağa çıktığımızda durum tam körler sağırlar birbirini ağırlar durumu. O tanımaz, ben hiç tanımam. O isim hatırlamaz, ben zaten hatırlamam. Bizim karşımıza çıkan tanıdığa davranışımızı bir düşünün J…

Gelelim annemin kırdığı potlara; annem bir de çok meraklı ve çok konuşkandır. Kimi görse sohbet eder. Dükkana girer bütün tezgahlarla arkadaş olur. Dakkada hayatını anlatabilir, karşındakinin hayatını öğrenebilir. Geçen bir dükkana girmiş, kızcağızın da göbeği varmış. Annem sanki vazifeymiş gibi, sen git kızın yanına, ‘’tebrik ederim kaç aylık’’ diye sor; kız demsin mi hamile değilim, sadece şişmanım. Annem tabi hızla dükkandan çıkmış. Anne dedim sanane elalemin göbeğinden. Üstelik bu tarz potları birden fazla kırdı yine de akıllanmadı.

Bir de çok dalgındır, habire direklere çarpıp pardon der, sonra da bana bakar yan gözle. Gördüm mü, gülücem mi diye? Ay anne, direğe çarpmana değil de, yaramaz çocuk gibi -yan gözle- ne yapıcam diye bana bakıyorsun ya, ona çok gülüyorumJ

Bir tane daha kendimden anlatayım. Yıllar önce tatildeyim, eski arkadaşlardan da mesaj geldi, işte şu gün, şurda buluşuyoruz haberin olsun diye. Benim de onların arasında yıllardır beğendiğim biri var, hadi dedim kalkıp gideyim de, belki çocukla aramızda bir şey olur. Sen tatili kes, git güzel güzel hazırlan, cici elbiseni giy, masada da adamın yanına yerleş. Oh tamam bu sefer olacak bu iş deyip de gelin güvey ol. Sonra sohbet sırasında adamın üç- beş ay önce evlendiğini öğrenmeyeyim mi? Ahh bir de süslenip adamın yanına oturmuş bulundum, aayyy o yemek nasıl bitti, nasıl ordan kalktım, eve vardım. Bir ben bir de Allah bilir. Bir daha da o toplantılara gitmedim zaten. Ayy dedim kızım, bir dahaki sefere, önce adamın medeni durumunu öğren, sonra tatilini kes, masada yanına yerleş. Rezalet ki ne rezalet… Bu da bana iyi ders olmuştu yani…

Neyse laf lafı açıyor ama artık huzurlarınızdan kaçıyorum. Hadi sizde bana en utandığınız anıları yazın. Olur mu?

Sağlıcakla,

23 Nisan 2013

Bir Kez Kırıldın Diye Niye Dünya Durdu Zannediyorsun A Çocuk?





Aşk acısı çekmemiş olan var mı aramızda? Hiç zannetmiyorum. Hem de bu acı; insanın sokaklarda deliler gibi amaçsızca dolaşmasına, sebepli sebepsiz ağlamasına, ben öldüm bittim artık yaşayamam diye düşünmesine, hatta gözünün ferinin sönmesine bile yol açmıştır.



İnanın ki bu işin daha kolay kısmı (yandım-bittim diye dolaşma hali), esas zor kısım ne biliyor musunuz? Tüm bu şok, ve içinden geçmek istemediğiniz- ama geçmek zorunda bırakıldığınız- bu acı geçtikten sonra neler olacağı?



Yeni bir ilişki mi? Allah korusun deyişinizi duyar gibiyim ama insanoğlu işte bir noktadan sonra aşksız yaşayamayacağını anlıyor ve mutlaka bir başkası karşısına çıkıveriyor.

İşte esas mesele de burada başlıyor…



O kırılma-o acı- geçmesine geçiyor da ne geçmiyor biliyor musunuz? İzi… Ve kendini tekrar o acıdan koruma içgüdüsü doğuyor birden. Ben kendimi tekrar o kadar kaptıramam diyorsunuz ve abuk subuk davranmaya başlıyorsunuz. Kendinizi bırakmakla- bırakmamak arası bir yerde gidip geliyorsunuz.



Tam kendinizi bırakacak gibi olurken-Yemezler- deyip kendinizi şöyle bir silkeliyiveriyor ve uzaklaşıyorsunuz.



Bu sefer özlüyorsunuz ama ağzınızdaki eskiye ait buruk tadı unutmak ne mümkün. Yine de yandan yandan yaklaşıyorsunuz tekrar o heyecana. Böyle yaklaş-uzaklaş şeklinde son derece dengesiz hareketlerinize dayanamayan karşı taraf gittiğinde ise ‘’çok şükür gitti’’ diyen bir tarafınızla, ‘’aptal, niye kendini bırakmadın’’ diyen öbür tarafınız aranızdaki savaş tekrar başlıyor.



Birinin yaptığı hatayı, bir diğerine yüklemek niye? Evet mantık tüm cevapları vermeye hazır ama yalnızlık o kadar emin bir duygu hali ki, yalnız olmayı seçiyorsun son kertede ve iyi halt ediyorsun?



Aşkın kollarına kendini bırakmayarak yaşamından çalıyorsun sadece. Bunu bilmiyor musun? Anlamıyor musun? Anlıyorum da hazır değilim mi diyorsun. Valla yalan. Billa yalan. Külliyen de yalan. O cesareti bir daha toplayana kadar karşına kim çıkarsa çıksın kaybedeceğini biliyorsun değil mi? Yazıktır çocuğum yapma, yakma hayatını… Korkuyu yenmenin en iyi yolu, onun içinden geçmektir. Kimse söylemedi bunu sana... Derin derin nefesler al ve gir tekrar aşkın kanatlarına… Gerekirse  tekrar acı çek. Bilmiyor musun aşk da geçecek, aşksızlık da geçecek, korku da geçecek(eğer izin verirsen), koca hayat geçiyor bu mu geçmeyecek?



Ama hayatının hakkını ver, duygularını yaşa, bastırma… Ne olursun bastırma… Emin kalende yaşamak çok güzel geliyor sana biliyorum… Çok güvenli geliyor sana biliyorum. Çok acısız geliyor sana biliyorum… Ama hayat nerede o zaman? Damarlarında hızlı hızlı akması gereken kan nerede o zaman? Kendini, canlıyken cansızlığa mahkum etme… Aç tekrar kendini duygularının gerçeğine…



Geçenlerde bir arkadaşımın kızı benle aşk hakkında dertleşti… Kendisi henüz 15 yaşında ne dedi biliyor musun? ‘’Bir önceki aşkında çok incinmiş o yüzden kendini bir süre ilişkilere kapamış’’ Ya cancanım sen bunu 15 yaşında dersen biz ne diyelim? Tabi ki biraz köşene çekilicen, yaralarını sarıcan, ne oldu, neden oldu muhasebesine giricen? Ama karşına yeni biri çıktığında, ne olur geçmişin günahını yenisine ödetme olur mu?



Ne çektin be aşktan çocuğum… Evde bacağını kırıp otursan olmuyor? Dışarda koşup yeni birisini arasan olmuyor? Ne çektin ve be aşktan çocuğum…Ne çektin?



Hepimize aşkı dolu dizgin yaşayacak taze ve cesur bir yürek diliyorum…



Sağlıcakla,


10 Nisan 2013

İsteklerim olunca niye ürküyorum?.. Siz ne yapıyorsunuz ?



İsteklerim,  dileklerim, düşüncelerim gerçekleşince niye korkuyorum? Bilmiyorum... Bir suçluluk suçluluktan ziyade beni bir endişe duygusu kaplıyor. Hatta ürküyorum...

Öyle her istediğim falan olmuyor zaten. İsteklerim olmayınca olsunlar diye deli gibi uğraşıyorum, kapıları tırmalıyorum, gece gündüz ne yapabilirim diye düşünüyorum. Ağlıyorum. Yardım istiyorum. Her yolu, sonuna kadar hatta dibine kadar deniyorum. Debeleniyorum. Kabullenemiyorum. Bırakıyorum isteğimi, bıraktım diyorum. Geri geliyor. Yine bırakıyorum, yine geri geliyor. Dövünüyorum. Gene tırmalıyorum. Pozitif düşünceyle oldu gibi düşünüyorum. Gene olmuyor. Çaresiz kabulleniyorum. İçimde izi kalıyor. Her hatırladığımda tekrar denemeliyim mi duygusu alevleniyor. Bir karamboldur gidiyor.

Ve diyelim ki sonunda isteğim oluyor. Ve o kadar çırpınarak, uğraşarak elde ettiğim şey  beni mutlu etmiyor. Kafamı duvarlara vurmak geliyor o zaman.Bunca zaman bu kadar çaba niyeydi diye... Ya da bazen istediğim şey olunca; gerçekten mutlu ediyor beni ; bu sefer de hissettiğim mutluluktan dolayı ürküyorum. Allah'ım ben bu kadar mutlu olmayı hakkedecek ne yaptım diyorum. Endişelenmeye başlıyorum. Dengem bozuluyor...

Bu kadar gel-gitler içinde bir şey isteyince ödüm kopuyor. İsteğim olsa da sorun, olmasa da sorun.

Bu sizler de nasıl çok merak ediyorum. Haydi beni yanıtlayın lütfen...

Not: Biliyorum en iyi hal beklentisizlik hali; yani hiçbir şey istemediğin; yani içinde bulunduğun durumu kabul edip, mutlu olduğun an. Ama ben daha o kadar büyümedim ne yapayım :)))

Sağlıcakla,

28 Mart 2013

Çiftler Arasında Kavgaya Sebep Olan 50 Neden…



Geçen gün 3000 çift üzerinde yapılan bir araştırma dikkatimi çekti. Araştırmanın konusu çiftlerin en çok hangi konular üzerine kavga ettiğiyle ilgiliydi. Araştırma sonuçları; ne bana, ne de birçok okuyanıma hitap etti…  Ama bu arada şöyle bir şey oldu; herkes bana özelden kavga konularımız şunlar diye mesaj atmaya başladı. Bende onları derleyip kendi sonuçlarımı oluşturdum…

İlişkimiz ne zaman ciddiye dönecek?

Ne zaman evlenicez?

Nerde oturucaz?

Evi hangi renklerde döşeyeceğiz?

Kaç çocuk istiyorsun?

Çalışmamı mı istiyorsun?

Televizyonun kumandasını versene!

Gene mi bu diziyi seyredeceğiz?

Maça gitmek zorunda mısın?

Benden habersiz arkadaşlarını mı çağırdın?

Benden habersiz aileni mi çağırdın?

Yeter artık facebook’a girme !

Yeter artık bilgisayarda oyun oynama!

Arkadaşlarınla dışarı çıkamazsın!

Çok para harcıyorsun!

O kadar alışveriş yapmak zorunda mıydın?

Bu bayramda da mı evde oturucaz?

Tatile gene senin istediğin yere mi gidilecek?

O eteğin boyu kısa değil !

Tuvalet kapağını indirmeyi artık öğren !

Yatağın sol tarafına ben yatmak istiyorum !

Dişlerini fırçaladıktan sonra lavaboyu temizlemeyi unutma!

Bu akşam da mı başın ağrıyor!

Artık arkadaş gibi olduk valla!

Kalk kendi suyunu kendin al!

Çocukların ödevini de bu akşam sen yaptır!

Telefonda çok konuşuyorsun!

Çok kıskançsın!

O adam kimdi?

O kadın kimdi?

Tuvalete giderken niye telefonunu yanına alıyorsun

Sana anlattıklarımı başkalarına anlatıp durma!

Bu hafta sonu da çocukları kurslara sen götür!

Artık seni görünce heyecanlanmıyorum!

Saçımı boyattım ve farketmedin bile!

Kalk, çocuğu sen sustur!

Çok konuşuyorsun!

Futbol seyretmenden bıktım!

Hiçbir yere gitmiyoruz. Hep evde oturuyoruz!

Harcamalarına biraz dikkat et!

Gene arabayı mı çarptın!

Gene kime mesaj atıyorsun!

Telefonun şarjı niye hep bitik!

Yıldönümümüzü unuttun!

Doğum günümü unuttun!

Senden bıktım!

Dudaklarını şapırdatmadan yemek ye!

Çok pasaklısın!

Git evi topla biraz!

Dekolte giyme!

Her şet çok rutin, boğuluyor gibiyim. Çok sıkıldım!

Evet liste daha uzayıp gidiyor ama top 47 bunlar… Unutmamamız gereken; kavga etmek ilişkinin sonu değildir, hiç kavga etmemekte çok mutlu bir ilişkinin göstergesi değildir. İlişkide önemli olan; canımızı sıkan şeyleri karşı tarafa samimiyetle ve tatlılıkla aktarmak ve arkasından da herkesin kendini biraz törpülemesidir…

Sağlıcakla,

9 Mart 2013

Bu Yazı Bilinçaltıma Yazdığım Bir Nottur… Bu Böyle Biline…



Ben bu kişisel gelişim konularına ne kadar meraklıysam, çevremdeki kişiler de o kadar uzak oluyor. Bu niye böyledir acep diye uzun zamandır da düşünüyorum. Sonunda şu cevabı buldum. Demek ki benim içimde bir yer bütün bunlara kuşkuyla bakıyor. O yüzden de, başta annem olmak üzere, bütün arkadaşlarımın bana söylediği cümleler aslında bilinçaltımın bana söylediği cümleler.

Cümleleri merak mı ediyorsunuz, şu mealde gidiyorlar; ‘’Ya sen deliriyor musun ?, bu kadar da olur mu?, acaba mı?, kızım başka işin mi yok mu?, senin kursların hiç bitmeyecek mi? bu işlere ayırdığın parayla neler yapılır? gibi bütün kuvvetli ve cılız seslerin aslında kendi içimden geldiğini farketttim. İşte bu yazı da kendi bilinçaltıma verdiğim cevaptır.

Velev ki deliriyorum; en azından bir şeyler uğruna çalışarak, debelenerek deliriyorum. Bu çabam ne mi? Çok basit, başta kendim olmak üzere, tüm karşılaştığım insanları şifalandırmaya çalışmak. Kendimin senelerce çözmek için uğraştığı şeyleri, (ve sonuçta çözebilmişsem) başkalarına aktararak bu sıkıntılı sürelerine en aza indirmeye çalışmak.

Tamam mı bilinç altım rahatladın mı? Artık karşıma bu konulara inanmayan, tereddüt eden insanlar çıkmasın. Anlaştık mı? Elele tutuşup daha hızlı yol alacağımız insanlar çıksın oldun mu?

Mesela ana kraliçem (annem) bugünden başlayarak bana ‘’aferin’’ kızım desin. ‘’Anne yürürken sadece yürü, yemek yaparken sadece yemek yap, örgü örerken sadece ör dediğimde’’ bana delirmişim gibi bakmasın. Olur mu?

Arkadaşlarıma; ellerimle şifa vermeye çalıştığımda, enerji mi, o ne, olur mu öyle şey, hahahah demesinler. Hastalıkların esas sebebinin duygularımız kaynaklı olduğunu söylediğimde bana gülmesinler.

Ey bilinçaltım aha da yüzleştim seninle. Beni yolumdan döndüremezsin.

Karşımıza çıkan her insanın bizi aynaladığını, ve hoşumuza gitmeyen her huyumuzu büyüttüğünü söylediğim de beni ciddiye almayan iş arkadaşlarım, bendeki ne sizi bu kadar rahatsız ediyor biraz da kendinize bakınız dediğimde, dursunlar ve biraz düşünsünler artık… Tamam mı?

Ya da evdeki tüm işe yaramayan eşyaları saklamaktan vazgeçip, ihtiyacı olanlara dağıttığımda , ee ya bunlara ilerde ihtiyacım olur mu diye hafif pişmanlık içeren cılız sesimi duymak istemiyorum…Oldu mu?

İçimden gelen, kalben beni çağıran her eğitime gitmeye de devam edicem. Benim gelişimime mani olamazsın. Farzet ki, gittiğim eğitim boşunaydı. O zaman kalbimi ve iç sesimi daha iyi dinlemem gerektiğini öğrenmiş olurum. Ne yani, her yaptığım da doğru olacak diye bir şey yok değil mi? Nihayetinde ben de hatalarımdan ders alıp, gelişme yolunda yürüyen bir çekirgeyim. Öyle değil mi?

Kendimi her halimle, sevip kabul ediyorum, başıma hoşlanmadığım bir olay geldiğinde de, bunun neden olduğunu, ne öğrenmem gerektiğini bulup, sevgiyle uğurluyorum. Oh be…

Geçmişi ve kötü anıları temizlemenin ve serbest bırakmanın ne kadar önemli olduğunu anlattığım arkadaşlarım; bütün sizi rahatsız eden olayları 21 gün boyunca çizgisiz kağıda yazıp, yakın sonrada sifonu çekin ve tüm olayların üzerinize verdiği ağırlıktan nasıl kurtulduğunuz gözlemleyin dediğimde, itirazlar, yapmak istemiyorumlar, o kadar kolay mılar yerine, bunu deneyimleyip, sonucu görelim, konuşalım sözlerinizi duymak istiyorum artık. Tamam mı?

Ve gelecek kaygıları peşini bırakmayan ahali? Siz Allah’a inanmıyor musunuz? Onun her şartta ve her durumda sizin sadece iyiliğinizi istediğini bilmiyor musunuz. Kalbinizi Allah sevgisiyle ve teslimiyetle doldurmanız gerektiğini görmüyor musunuz? Bunun üzerine hala konuşacak şey bulmanıza sadece şaşırıyorum…

Ey bilinçaltım, işte soruların ve işte cevaplarım… Seni olduğun gibi kabul ediyor, onaylıyor ve seviyorum. Bunu da böyle bil!...

Sağlıcakla,

6 Mart 2013

Ketumluk Mu? Patavatsızlık Mı?



En basit gözüken konular bazen ne kadar önem kazanıyor değil mi arkadaşlar? Birine bir sırrını anlatıyorsun -ama öyle en büyüklerinden birin i değil- ve onun bunu kimseye söylemeyeceğini zannediyorsun… Ama bakıyorsun ki ; üç gün sonra gördüğü herkese bunu yaymış, ne kadar incitici bir durum ve ne kadar sık rastladığımız bir durum değil mi?

Halbuki insan istiyor ki birine bir şey söyledi mi onda kalsın, ona arkasını yaslayabilsin. İşte bu benim güveneceğim adam/ kadın desin… Ama nerde ??? günümüz dünyasında ağzı sıkı insan bulmak da zor. Aldatmak sadece başka kadınla/adamla olmak demek değil ki? Ona söylediğin şeyleri  dinlemesi, özen göstermesi, senin değer verdiğin şeylere de değer vermesi , ona göre davranışlarına ayar çekmesi değil midir?

Arkadaşımın 8 yaşlarında bir kızı var. Adı Meltem. Bir de en yakın arkadaşı var onun da adı Sinem. Bunlar böyle ikisi çok yakın arkadaşlar ama okul dünyasını bilirsiniz; bazen gruplar iki kişilik kalır, bazen büyümeye yüz tutar. İşte Güneş’te bunlarla çok muhabbetliymiş. Bunlar da gruplarını üç kişiye çıkarma konusunda ciddi düşünmeye başlamışlar. Meltem, Sinem’e demiş ki. Gel Güneş’i deneyelim. Biz şimdi küsmüş gibi yapalım. Ben senin hakkında atayım, tutayım Güneş’e. Bakalım, sana gelip anlatacak mı? Sinem hemen kabul etmiş. Ve planlarını o gün yürürlüğe koymuşlar. Meltem, çekmiş Güneş’i bir tarafa. Bak Sinem şöyle, böyle biri. İşe yaramaz. İyi ki sen geldin gruba. Artık Sinem’le hiç işim olmaz, iyice bir saydırmış. Sonra da beklemeye başlamış. Güneş ne yapsa beğenirsiniz, koşa koşa gidip bunları Sinem’e yetiştirmiş. Böylece Güneş gruba girmeden, gruptan atılmış. Eee ne demişler sır tutamayana, sır verilmezmiş.

Yalnız beni hayrete düşüren; Meltem, birinin güvenilir olup olmadığını anlamak için, 8 yaşında yöntem geliştirmiş. Benim yöntem geliştirmem 30 senemi almış. Eeee ne demişler şimdiki çocuklar bir harika azizim, bir harika…

Geçen gün yolda Ebru’yla karşılaştık. Ayak üstü hayatının nasıl gittiğini sordum. O da insanlara artık güveninin kalmadığından  şikayet ediyordu. Hayatına Mehmet diye biri girmiş. Ama daha durumları ortadaymış. Yani birbirlerini tanıma aşamasındaymışlar. Kız da Mehmet’ten özellikle rica etmiş, bak ben bu konularda çok hassasım. Kesin bir ismimiz konmadan, tamam bu benim aradığım adam demeden, bu iş ailemin kulağına gitmesin. Ne olur ağzını sıkı tut olur mu. Siz zannediyorsunuz ki adam kızın bu hassasiyetine özen göstermiş. Ama çok yanılıyorsunuz.

Adam ne yapsa beğenirsiniz? Önce kuzenine, sonra yakın arkadaşına, sonra bir yakın arkadaşına daha durumu aktarmış. Bizim Ebru’da hala rica etmeye devam etmiş. Bak, bizim işimiz kesinleşmeden, kimseye bahsetme. Gereksiz ailemle muhatap olmaktan hoşlanmıyorum. Onla denedim olmadı, bunla denedim olmadı demekten hoşlanmıyorum. Biz ne olduğunu anlamadan kimseye söyleme olur mu? Ve siz sanıyorsunuz ki, Mehmet ağzını kapalı tutmaya başladı değil mi? Yo ne gezer…

Arkasından annesine, arkasından iki üç tane daha kız arkadaşına durumu aktarmış, çüş diyorsunuz di mi , bende dedim valla. Ama daha en son bombayı duymadınız. En son da kime söylemiş biliyor musunuz? Teyzesinin arkadaşına. Pes dedim valla. Bari direk babana telefon etseymiş. Valla ben de öyle dedim diye Ebru kızgınlıkla anlatmaya devam etti. Bir de Mehmet ne dese beğenirsin? İyi işte annenler de öğrendi ,artık,karar vermen hızlanır. Ya at suratına suyu kalk git yani masadan. Hesap o hesap.

Ebru’ya dedim ki, valla yol yakınken adamın bu huylarını öğrenmen daha iyi olmuş. Bak ilerde ilişkiye girerdin, kendin hakkında daha detaylı şeyler anlatırdın, bütün arkadaşlarına yayarmış. (Bu adama bir şey söylemek demek, gazeteye ilan vermekle eşdeğermiş.. )Hiç sana gör değilmiş Ebrucuğum. Yol yakınken Allah kurtarmış bence…

Valla bence de Anette, öyle sinirliyim ki, hırsımdan kaç gecedir uyuyamıyorum. Bir de terbiyesiz bak ne diyor. ‘’Annenler de öğrendi . İş çözüldü.’’ Sanki iş annemlerde bitiyor. İş bende biter. Benim hassasiyetlerime, ricalarıma, önem verdiğim şeylere önem vermeyen, bu kadar sorumsuz, boşboğaz, aldırmaz, pervasız biriyle birlikte olmayacağımı bile daha anlamamış. Pes ki ne pes…Neyse bu hikaye de burada biter diyen Ebru, hala hırsını alamamış olmalı ki, hızla yürüyüp gitti yanımdan…

Aman arkadaşlar, siz siz olun, bazı şeyler oturmadan, etmeden, hele karşı tarafında açıklama rızası yoksa ağzını kapayın oturun. Yoksa başlamadan, biten ilişkiler kervanına katılmış olursunuz. Benden söylemesi…

Sağlıcakla,

20 Şubat 2013

GEZGİN GÖZÜYLE TÜRKİYE 1

Gezgin Gözüyle Türkiye Cilt 1

Naçizane içinde benimde iki yazımın olduğu kitabı kaçırmayın.  (Foça ve Fethiye'yi anlatıyorum...)

39 gezgin yazarın ortak eseri “Gezgin Gözüyle Türkiye 1”, Türkiye’nin Marmara, Ege ve Akdeniz bölgelerinden derlenen 59 gezi yazısından oluşuyor. İstanbul, İzmir, Muğla, Antalya, Bursa, Balıkesir, Çanakkale, Denizli, Mersin vb bazı kentlerin öne çıktığı ve bu üç bölgemizin tüm kentlerinin en az bir yazıyla anlatıldığı kitapta; bu kentlerin gezilecek görülecek yerlerinin yanı sıra tarihi ve turistik özelliklerine ve yazarlarının başından geçen ilginç anı ve gözlemlere de yer veriliyor. Kitapta ayrıca Mavi Yolculuk, Likya Yolu ve Aziz Paul Yolu gibi tematik rotalar da yer alıyor.

 

Editör: Timur Özkan, 344 Sayfa, Alter Yayınları, 2013

18 Şubat 2013

Doğumgünümü Kutlayan Tüm Dostlar; Hepinizi ÇOK SEVİYORUM...



Yılbaşıymış, sevgililer günüymüş , şu günüymüş,bu günüymüş gibi günler ve kutlamalara hiç aldırmasam da nedense doğumgünü deyince işler değişiyor... Doğumgünümü kutlamayı seviyorum arkadaşlar... Sizlerde sanki bunu bilirmiş gibi dün geceden beri attığınız mesajlarla beniöyle mutlu ettiniz ki anlatamam...HEPİNİZİ ÇOK SEVİYORUM...İYİ Kİ VARSINIZ...İYİ Kİ SEVGİYİ BÜYÜTÜYORUZ...

Gökyüzüne bıraktığım tüm bu balonlar HEPİMİZE SEVGİ, SAĞLIK, BARIŞ, HUZUR, MUTLULUK, BOLLUK,BEREKET olarak geri dönsün...

HEPİNİZİ ÇOK SEVİYORUM...

ANETTE

15 Şubat 2013

Kadınsın Ya! ... Bir İşe YARA! ...




Kadınsın Ya! ... Ortalığı Toparla…
Kadınsın Ya! ... Beyine Cevap Verme…
Kadınsın Ya! ... 7/24 Herkesin İsteklerine Amade Ol…
Kadınsın Ya! ... Bol Bol Çocuk Doğur…
Kadınsın Ya! ... Evinde Otur…
Kadınsın Ya! ... Sus! Cevap Verme…
Kadınsın Ya! ... Televizyonun Kumandasını Kocana Ver…
Kadınsın Ya! ... Kalk Bir Bardak Su Ver…
Kadınsın Ya! ... İyi Araba Kullanamazsın…
Kadınsın Ya! … Her Daim Bakımlı Olmak Zorundasın…
Kadınsın Ya! … Kazandığın Parayı Direk Kocana Ver…
Kadınsın Ya! ... Anca Dedikodu Yapmaktan Anlarsın…
Kadınsın Ya! ... Düşünme! İtaat Et! ...
Kadınsın Ya! ... Ne Giyeceğine, Nasıl Giyineceğine Anca Kocan Karar Ver...
Kadınsın Ya! ... Anca Baba Evinden Koca Evine Gidebilirsin…
Kadınsın Ya! … Kocandan Başka, Çocuklarından Başka Hayatın Olamaz…
Kadınsın Ya! ... Kıskanılmayı Sevilmek Olarak Algılarsın… Sana Baskı Kurulduğunun Farkına Bile Varmazsın… Üstüne ÜSTELİK Kocam BENİ Kıskanıyor Diye Böbürlenirsin…
Kadınsın Ya! ... Her Şeyi İdare Etmek Hep Sana Kalmıştır…
Kadınsın Ya! ... Kocan Aldatırsa Elinin Kiridir… Otur Oturduğun Yerde…
Kadınsın Ya! ... Okuma! ...
Kadınsın Ya! ... Kendi Fikirlerini Söyleme! ...
Kadınsın Ya! ... Özgürlük Nedir Öğrenme! … Başını Hemen Bağla da Ele Güne Karşı Aileni Rezil Etme…
Kadınsın Ya! ... Evinde Namusunla Otur! ...Kadınsın Ya!... Kız Çocuk Doğurmak Senin Hatandır!...
Kadınsın Ya! ... Fedakarlık Hep Sana Düşer! ...
Kadınsın Ya! ... Böyle Gelir Böyle Gideceğine İnan! ...
Kadınsın Ya! ... Kadınlık Vazifelerini Erkeğin Her İstediği Zaman Yerine Getir…
Kadınsın Ya! ARTIK KIYMETİNİ BİL! …AKLINI KULLAN! KENDİ DEĞERİNİN FARKINA VAR! ...
Sağlıcakla,

3 Şubat 2013

Sevgilim; Eski Karısının Fotoğraflarını Salonun Ortasında Saklıyor…İmdat!



Ya kardeşim; nedir bu, eskiye bağlılık, eskiye özlem, yeninin suyu mu çıktı anlamadım ki? Önce her yerde bir 80’ler partisi modası aldı başını yürüdü gitti… Arkasından 90’lar başladı… Bense 2013 ten memnunum. 2012 den de memnundum. Niye şu anın partisi yapılmıyor? Mesela herkes hissettiği gibi gelsin partisi de yapılabilir. Müzik de gelenlerin ortak duygularına göre şekillenir.

Hadi partiyi, müziği, kıyafeti geçtim. Nedir bu eski sevgiliye, eski eşe duyulan özlem. İlişki yaşanmış, bitmiş işte. Belirli bir süre yasını tut, olayı kabullen ve yoluna devam et. Yok arkasından ağıt yakmalar, herkese onu anlatmalar, sağı solu rahatsız etmeler, facebook hesabına yapışmalar. Durun kardeşim, bir kendinize gelin. Derin derin nefesler alın ve hayata yeniden başlayın. Kendi hayatınızın bir değeri olduğunu idrak edin ve sizi de sevecek birini bulunuz ki hayatınız daha güzel hale gelsin.

Haa bir de yeni sevgili bulduğu halde; hala, inatla eski sevgilisinin resimlerini saklayanlara ne demeli… Geçmiş, geçmiş, geçmiş diye diye şimdin gidiyor arkadaş. Uyan ve kendine gel. Hayat çok kısa, kıymetini bil. Sen kendi kıymetini bilmiyorsan hiç kimse bilmez zaten.

Geçen gül Meltem aradı; bir süredir, Hasan’la çok güzel bir beraberlik yaşadıklarını ama bir problemi olduğunu söyledi. ‘’Çekinme, anlat’’ dedim. Efendim bizim Hasan eski eşinin fotoğraflarını salonun ortasındaki dolapta tutuyormuş. Meltem ilişkinin başlarında bu durumdan pek rahatsız olmasa da, artık çok rahatsız olmaya başlamış. Ya ben neciyim? diye telefonda ağlıyordu. ‘’Hasan hala evlilik fotoğraflarını saklıyor inanabiliyor musun?’’ dedi… (Üstelik boşanalı 5 sene geçmiş.) ‘’Valla inanırım’’ dedim. Böyle hikayeler o kadar yaygın ki .’’Şu insanların kafasındaki geçmişi takıntıyı atabilsek ne kadar çok kişi mutluluğu yakalıya bilir biliyor musun?’’ diye cevap verdim.

Bundan yıllar önce Ezgi diye bir kız arkadaşım,nişanlısı Mehmet’in eski kız arkadaşıyla çektirdiği fotoğrafları dolapların birinde bulmuş. Tam evlilik arifesinde olduklarından da çekip gidememiş. O da bütün fotoğrafları yatağın üzerine bir güzel dizmiş… Mehmet eve gelince de kıyamet bir güzel kopmuş. Kavga sonucu ya fotoğraflar, ya ben’e bağlanmış. Allahtan Mehmet akılı çocukmuş ta fotoğraflar atılmış, ilişki kurtulmuş. Şimdilerde iki güzel çocukları olan çiftin evlilikleri de; mutlu mesut devam ediyor. Düşünsenize Mehmet o fotoğrafları atmama kararı vermiş olsaydı, ne o mutlu evliliğe, ne de o çocuklara sahip olacaktı. Elindekinin kıymetini bilmeyip, biraz da mazoist bir duyguyla, ah geçmiş, ah canım acıyor deyip deyip, hayatını harcayıp gidecekti.

Bir başka örnekte de Ebru, eski erkek arkadaşının resimlerini, yazılarını, mektuplarını saklamış. Günün birinde de (şans bu ya) Ragıp’la hayatları tekrar kesişmiş. Gerçi Ragıp’ın hayatında başka bir kız varmış ama gene de Ebru’nun evine gelmekten kendisini alamamış. Ebru fırsat bu fırsat, Ragıp eve gelince bütün sakladığı resimleri, mektupları bir bir ortaya döküp, bak ben seni hiç unutmadım, hala seni çok seviyorum diye ilan-ı aşk etmeye başlamış. Arkasından da sormuş, sen benim yazdıklarımı ne yaptın? Saklıyorsun değil mi? Ragıp ne cevap verse beğenirsiniz, ooooooo ben onları atalı çok oluyor. Senden sonraki kız arkadaşım Özlem onları çekmecemde buldu. Hepsinin tek tek yaktı. Sen hala o kadar eski de mi kaldın deyip eyvallah deyip gitmiş. Anladığım Ragıp, Ebru’nun bu kadar takıntılı olmasından korkup kaçmış. Ama Ebru’ya da bu sözler tokat gibi çarpmış ve yıllardır platonik aşık olarak sürdürdüğü hayatına böylece devam etmeye başlamış. Şimdilerde Evgin’le evlenmek üzere olduğunun da haberini vereyim yani…

Kıssadan hisse, arkadaşlar geçmiş geçmişte kalmıştır. Ya bunu kabul edip, hayatınıza devam edersiniz. Ya da geçmişte kalıp, hayatı kendiniza zehir edersiniz. Seçim sizin…

Sağlıcakla,

18 Ocak 2013

Kayınvaldeyle Tanışıcam... İyi Güzel De Ne Giyicem..



Son zamanlarda ayrılık, ihanet, hırs, kin, intikam gibi konulara çok daldık madalyonun diğer yüzünü ihmal ettik. Unutmayalım ki bu hayatta, aşk,sevgi,evlilik, çocuk, mutluluk, huzur gibi duygular da var. Sanırım zihnimiz hayatı ikilemlerle anladığı için böyle şeyler oluyor. Gündüzü geceyle, yazı kışla anladığımız gibi, sadakati ihanetle, aşkı sevgisizlikle anlayabiliyoruz.Boşanan kadar evlenen, ayrılan kadar barışan olduğunu unutuyoruz.

Geçenlerde evlenecek bir arkadaşımla yolda karşılaşınca birden bu durum kafama dank etti. Ayşegül'e ''Ne yapıyorsun'' dedim. ''Hiç ne olsun EVLENİYORUM,BEN EVLENİYORUM'' diye bağırmaya başladı. Biz sokağın ortasında sevinçle beraber dönmeye başladık. Mert'i çok sevdiğini bildiğimden onun adına çok mutlu oldum.'' Eeee Anette dedim, artık teraziyi mutluluktan yana çevirmenin zamanı gelmiş aha bu da işaretin'' dedim kendi kendime...Böyle olunca aklıma evlenmek üzere olan arkadaşlarım geldi ve onların kayınvalde'yle tanışma hikayelerini paylaşmak istedim...

Simla üç senelik bir ilişkiden sonra Mustafa'yla evlilik kararı aldıklarında havalara uçmuş ve ailece tanışacakları gece ne giyeceğinin derdine düşmüştü. Tamam Mustafa'nın annesiyle daha önce tanışmışlardı ama bu resmi bir yemek olacaktı. Ve o çok güzel olmak istiyordu. Boğaz'da bir balık restoranında yemek yenmesi kararlaştırılmıştı. Simla saçlarını at kuyruğu yapmaya ve yüzüne hafif bir makyaj yapmaya karar vermişti ama ahhh o ne giyilecek derdi yok muydu onu öldürüyordu.

Önce annesiyle,sonra kardeşiyle,sonra arkadaşlarıyla, sonra annesinin arkadaşlarıyla alışverişe çıkmıştı ama bir türlü istediği kıyafeti bulamıyordu. O çok dekolte,o basit,o spor,o çok kadınsı,o çok renkli,o çok düz, bunun altında ayakkabı bulamam derken çıldırmak üzereydi. Nihayet aradığı elbiseyi taaaa ilk girdiği dükkanda bulunca sinirinden gülmeye başladı. A dedi bunca zaman aradığım şey zaten gözümün önündeymiş.Kıyafet alındı herkesin onayına sunuldu ve jürinin kabuluyla yemekte kıyafetin giyilmesine karar verildi.Ve o malum gün berberlere gidildi, bin bir özenle seçilmiş kıyafet giyildi, süslenildi, püslenildi ve aileler resmi olarak tanıştı. Ne diyelim onlar ermiş muradına biz çıkalım kerevetine...

Ama Simla'nın o günlerce ne giyeceğim diye delirmesini herhalde hiç unutamayacağım. Aslında bu Simla'ya ögzü bir durum değil, hepimiz böyle özel günlerde, günün anlamını bir tarafa bırakıp giyimimize, saçımıza, başımıza odaklanmakta bir numarayız.Olayın ciddiyetinden kaçtığımızdan mıdır nedir bilemiyorum kıyafete bağlanmış gidiyoruz Belkide bu adamla hayat nasıl olur,aynı dünya görüşüne sahip miyiz, beni ileri götürür mü ,onu hep sever miyim,ona hep güvenir miyim, kayınvaldem beni hep el üstünde tutacak mı,onu saygıda nasıl kusur etmem gibi düşüncelere takılsak korkup olayı bozacağız. Yalan mı? Biz de ne yapıyoruz bari kıyafete takalım da gerisi gelir. Gerçekten bazen hayatta insanın gözünü kapatıp karar vermesi gerekiyor ,evlilikte bu kararların başında geliyor. ''Ya hırro ya merro'' dedikleri, yani ''ne olacaksa olsun düsturu'...

Tabi ben bu kadar yazdım,yazdım ama sizin aklınızın nereye takıldığını biliyorum...Ya şu Simla ne giydiki acaba...Hadi Anette laf salatasını bırakta Simla'nın ne giydiğini anlatta bizim de fikrimiz olsun...Yaln mı arkadaşlar Yalan mı ?Peki tamam anlatıyorum...Kısa kollu siyah bir elbise ama hepten siyah değil, göğüs dekoltesinden aşağısı siyah, üstü beyaz ve işli. Taopuklu ayakkabı ve küçük bir çantaylada işi tamamladı Simla. Bana göre biraz fazla şık olmuştu ama sonuçta bu onun günü onun kararı. Öyle değil mi arkadaşlar...

Eee paylaşın bakalım siz böyle bir günde ne giyerdiniz...

Sağlıcakla,

10 Ocak 2013

İntikam Almak İstiyorum…



Saat sabahın beşi ve cep telefonum yanımda olduğundan Belkıs’ın aramasıyla uyanıyorum. Belkıs’ın sesi sinirli bile değil sadece ve sakince şunu diyor ’ben intikam almak istiyorum’… Hoppala buyrun burdan yakalım… Malumunuz üzere kocası (yedi senelik bir evlilik sonrası) kendisini aldatmış ve Belkıs’da kendi hayatına devam etmek yerine kocasından intikam almayı seçmiş…

Peki dedim intikam almak için ne yapacaksın, Belkıs şöyle cevap verdi ‘’gece gündüz onu arayacağım, mesajlar atacağım, işini basacağım, evine gideceğim’’ eee dedim peki sonra ‘’kadını taciz edeceğim’’ peki sonra ‘’bilmiyorum’’ dedi hayır dedim yani bunları yaptın sana ne faydası olacak ‘’hiç’’ dedi ‘’hiçbir faydası olmayacak ama onun da mutlu olmasına engel olmuş olacağım, onu huzursuz etmiş olacağım’’ bundan sonra hayatını böyle değerlendirmek istiyorsan bu senin seçimin dedim ama kendi hayatına da devam etmek her zaman bir seçenek biliyorsun dimi dedim…

‘’Biliyorum’’ dedi ‘’ama bu sefer de ondan intikam almak için başkasıyla olurmuşum (yani sen buldun bak bende birini buldum) gibime geliyor’’ dedi… Önce sakinleş dedim, merkezini kaybetmişsin ve bu çok doğal, ama merkezini bulmadan yapacağın her hareket seni sadece dibe çeker. Tekrar merkezini bulana kadar bekle … Ve dedim senden şunu düşünmeni istiyorum ‘’biz bu dünyaya gelişmeye ve öğrenmeye geldiysek sen bütün bunlardan ne öğrendin, önce bunun cevabını ver ve sonra harekete geç olur mu?’’

İlk yangını geçmiş gibi rahatladı ve telefonu kapattı, bu konuşmalardan daha çok yapacağımızı biliyordum ama neye odaklanması gerektiği konusunda ona bir fikir verebildiğimi de umuyordum…

O kapattı bu sefer 20 senelik evlilikten sonra kocasını boşamış Yonca telefon açtı. Kocasını boşamış olan o, kocasını bir daha görmek istemeyen o, ama kocası kendinden 20 yaş küçük bir sevgili bulup, evlenip bir de çocuk yapınca, deliler gibi koca aramaya başlayan yine o. Ne oldu dedim, ‘’benim son adam da işe yaramaz çıktı, onla de evlenemiyeceğim, şu şu şu özellikleri işime gelmedi’’ dedi. Son 5 sene içinde bu değiştirdiği yaklaşık yirminci adam olduğundan artık bu sözlerikanıksamıştım. Bak dedim eğer evlenmek istiyorsan evlen ama bunu sadece eski kocam evlendi aha bakın bende hala evlenebilirim demek için yapıyorsan yapma dedim.

O kapattı aynı problemden müzdarip Cemre aradı. Hikaye aynı. Kocayı boşamış, iki çocuğun velayeti onda, her şey yolunda gidiyordu. Ta ki eski koca evlenene kadar. Tanrım bu eski kocalar yeniden evlenince mi kıymete biniyor acaba. Ya Cemre dedim, sen bu adamı kapıya koymadın mı ‘’evet koydum, ama şimdi geri istiyorum’’, ee adam evli, ‘’ee bananae’’demez mi , belli oldu bugün kafayı yiyeceğim ben.

Arkasında Melissa aradı, ‘’bugün ne yaptım biliyor musun’’ dedi yoo dedim hayırdır. ‘’Hani dedi kocam beni aldatınca bütün apartman arkamdan konuşmuştu özellikle 21nolu dairedeki Semiha çok konuşmuştu ya’’, evet dedim ne olmuş, ‘’hah dedi Semiha’nın kocası onu geçenlerde dövmüş, şimdi de evden gitmiş, bende bütün mahalleye bunu anlatıp, ondan intikam alıyorum. İyi yapıyor muyum?’’ Haa dedim süper yapıyorsun? Nerden anladın. İyi bir şey yaptığını düşünsen zaten bana sormazdın Yalan mı deyip onla da telefonu kapattım.

Bütün bu hiçbir sonuca ulaşmayan konuşmalardan sonra kendime çeki düzen verip, öğlen yemeğinde ortaköyde Aylayla buluşmak üzere yola çıktım. Ayla bekar, uzun bir ilişkisi olmuş o kadar. Onla tatlı tatlı sohbet ederim zannediyorum ama nerdeee. Demesin mi, ‘’ben evleneceğim adama sırtımı dayamam, kendi paramı kendim kazanırım, beni de sadece geçici olarak aldatmasını umut ederim’’, (birine takılırsa fena ama onun dışında affedirim)ee dedim niye evlenicen o zaman, ‘’çocuk için’’ dedi. Çocuk için evlenilir mi bilemedim. Herkesin çocuğu olmak zorunda mı? Belki de tekamül yolunda herkesin çocuk sahibi olmasına gerek yoktur. Tamam tabi ki çok güzel bir şey de illa ki şart mı yani. Bir de çocuk için ödeyeceğin bedellere bak. Baştan aldatılmayı kabul ediyorsun.

Ya arkadaşlar ben galiba 2013’e giremedim. Girdim de bu giriş işime gelmedi. Herkes bir başka telden çalıyor. Televizyonda da ‘’İntikam’’ diye bir dizi başlıyormuş. Valla çok yerinde bir dizi başlatıyorlar bence. Hepimiz bir intikam peşinde yaşadığımıza göre bunun dizileştirilmesinden daha doğal ne olabilir ki. Eminim sevelim, sevilelim, herkesi affedelim diye bir dizi çekseler kimse seyretmeyecek.

Hani hep derler ya, bir duygunun bitmesi için; önce onun tüketilmesi gerek, belki bizde insanlık olarak bu intikam duygusunu böyle tüketip, tüketip, tüketip sonra günün birinde huzura kavuşabiliriz.Ve hayatın başkasından intikam almak için değil, olaylardan ders alıp, hayatımıza daha iyi bir şekilde devam etmek için olduğunu anlarız. Ne dersiniz?

Sağlıcakla,

9 Ocak 2013

Light İn Babylon...Muhteşem bir Grup...Sakın Kaçırmayın...



İstanbulda'sınız...Yolunuz tünele düşmüş yürüyorsunuz. Kafanızda binbir düşünce cirit atarken, boşu doluya, doluyu boşa yerleştirmeye çalışırken güçlü bir kadın sesi bir anda sizi kendinize getiriyor. Ve düşünmeden ayaklarınız sizi kalabalığa yani ''ona'' doğru götürüyor. Bu etkileyici sesin sahibini görmek için (belki size hiç yakışmayacak bir şekilde insanları iteleyip) önlere doğru ilerliyorsunuz. Ne dediğini anlamıyorsunuz hem de hiç anlamıyorsunuz. Ama ne önemi var ki? O ses sizi çoktan alıp götürmüş... Siz artık o sesin,santurun,gitarın esiri olmuşsunuz ve bir daha onları nasıl dinlerim derdine düşmüşsünüz bile...

Küçük konserlerinin arkasından hemen yanlarına koşup onlar hakkında daha fazla bilgi almaya çalışıyorum. Avrupada ve İstanbul'da bu eşsiz müziklerini çoğunlukla sokaklarda bazen de konser mekanlarında icra ettiklerini ve hatta iki de albümleri olduğunu öğreniyorum...

Hadi bende size bir kıyak buu güzel grubun albümünü almak için adresinden yararlanabiliyorsunuz. Eee ne duruyorsunuz?

Bilgisi benden alması senden...Herkese sevgi saygı efem...

Sağlıcakla...

23 Kasım 2012

…Ve Aysun’dan Son Çırpınışlar; ‘’Feryada Gücüm Yok, Feryatsız Duy Beni…’’



Cep telefonu yanımda uyuma alışkanlığım olduğundan saat 03.00’de zır zır eden telefonuma söverek uyandım. Kim arıyor diye ekrana baktım, ‘’Aysun’’ adını görünce hemen açtım. ‘’Aysun hayırdır’’ diyemeden, o ağlayarak anlatmaya başladı. ‘’Dün akşam saat 17.00 gibi dayanamadım Ahmet’i aradım telefonumu bile açmadı. Saat 19.00 a kadar arar diye bekledim aramadı. Arkasından yüzüm gözüm şişti hastaneye gittim, gene serumlar, gene ilaçlar verildi eve dönünce de seni aradım Anette’’ diyen Aysun’un titreyen sesinden söylediklerini zar zor birleştirdim. ‘’Ben bu adamı bu kadar mı mutsuz etmişim, bana karşı bu kadar mı hırsla dolmasına sebep olmuşum’’ diyen Aysun’u teselli edemiyeceğimi artık çok iyi biliyordum.

‘’İlişkimizde iki tane dönüm noktası oldu Anette’’ diye devam etti, ‘’birincisi benim işten ayrıldığım, yeniden iş aradığım ve eski iş koluma dönemiyeceğimi kesin olarak anladığım bir dönem vardı ve çok bunalıma girmiştim. Artık ne iş yaparım, nasıl para kazanırım diye çok üzülmüştüm ve kendimi dağa taşa vermiştim. O gezintinin sonunda Ahmet artık çalışmayan, sadece sırtını kendine dayayan birini istemez diye ondan ayrılmaya çalışmıştım ama bunları ona itiraf edememiştim. Sonra Ahmet’in -tekrar birleşelim mi- çağrısıyla da ona geri koşmuştum. Eğer ondan böyle bir teklif gelmeseydi de kafayı yerdim zaten diye ekledi Aysun. Sanırım o dönem ondan ayrılmam ve olaya doğru dürüst bir açıklama getirmeme onu çok yaraladı. Halbuki tek sebep iş, gelecek endişesi ve kariyerle ilgili durumlardı. Keşki zamanında ona bunu iyice anlatmış olsaydım diye pişmanlıkla sürdürdü konuşmasını…’’

‘’Peki ikinci dönüm noktası neydi’’ diye sordum. Aysun hemen başladı dökülmeye ‘’şimdi bu adam benim ilk erkeğim, tabi bende bu konularda aslında kapalı yetiştirildim, çok utangaç ve uzak ve istemez görünürdüm ona, bir keresinde de bir arkadaşı onla beraber olmaya devam edersen senle evlenmez, istediğini alıyor neden evlensin ki diye kafamı yedi, bende seni artık çekici bulmuyorum gibi saçmalıklar geveledim sonra da ilişkimiz yavaş yavaş sevgililikten arkadaşlığa dönmeye başladı ve durumu nasıl kurtaracağımı bilemedim. Bazen yanyana uyurduk sabahları keşke birlikte olsak, keşke bana yakınlık gösterse diye dualar ederdim, o göstermeyince de ben kendimi dile getiremez, salona gider gizlice ağlardım. İlişki sanırım böyle böyle, yavaş yavaş onun tarafından monotonlaştı, bir de onu istemediğim gibi bir hisse kapıldı, ama alakası bile yok, ben her zaman onu çok çekici buldum. Daima onu erkeğim olarak gördüm. Bu on sene içinde de başka hiçbir erkeğin eli elime bile değmedi. Görüşmediğimiz, ayrı kaldığımız zamanlar oldu hatta başkalarını beğendiğim zamanlar bile oldu ama Ahmet’i kaybedebilme ihtimalini düşünmek bile kalbime bıçak gibi saplandığından asla başka erkeklerle arkadaşlık boyutunu geçmedim’’ diye ilave etti.

Anladım ki Aysun çok dertli ve içini boşaltmaya ihtiyacı var. Belki anlatırsa, anlatırsa ve anlatırsa, içinde kalmış pişmanlıkları dışarı akıtırsa , -durumu- bu ilişkinin artık bittiğini kabul eder diye onu sonuna kadar dinlemeye kararlıydım.

‘’Birde Anette neye yanıyorum biliyor musun’’ diye ekledi, ‘’son iki senedir bana karşı o sevgisinin, şefkatinin azaldığını hissediyordum, hatta birkaç kere ona sordum da, ama verdiği cevaplardan onun benden böyle uzaklaştığını ve arayışa girdiğini anlamamışım. Ben kendi hayatıma, iş arayışıma, sağlığıma, arkadaşlarımla, ailemle olan sorunlarıma takılıp kalmış. Onu o kadar hep yanımda görmüşüm ki onsuz bir hayatı düşünmemişim bile. Var olan sorunlarımızın da çözüleceğini düşünmüşüm hep.’’

Bana en çok koyansa ‘’Ahmet’in karşıma çıkıp; bak Aysun, benim bu ilişkiyle ilgili böyle böyle böyle sorunlarım var, ve bunlar benim için çok önemli, ya bunlar düzelir ve biz bu ilişkiyi düzeltiriz yada ben artık yokum dememiş olması, karşısına yeni bir kız çıkana kadar ilişkimiz şöyle böyle devam ettirip, kızla beraber olmaya başlayınca da beni mail hızıyla terketmesi…’’Organ Gencebay’ın şarkısı var ya; ‘’Hatasız kul olmaz, Hatamla sev beni, Feryada gücüm yok, Feryatsız duy beni, VE BANA GERİ DÖN’’ işte benim durumum da tam olarak bu…

Artık hastanedekiler ‘’ böyle acile gidip gelmekle olmaz seni bir hafta burada tutmamız lazım diye karşıma çıktılar zaten, o yüzden ziyaretime gelirsen sevinirim’’ diye de ekledi…

O kadar üzülüyordum ki Aysun’un durumuna söyleyecek söz bile bulamiyordum. Aysun bir yandan da devam ediyordu ‘’birde altıncı hissim güçlü diye geçinirdim, burnumun dibinde olanları görememişim, yiyeyim ben bu altıncı hissimi diye söyleniyordu ‘’.Halbuki hareketleri ne kadar barizdi bir bilsen. ‘’Bana karşı bağırmaları,  çağırmaları, her hareketimde suç bulması demek ki bundanmış’’ diye ekledi, ‘’Anette inanamazsın nerdeyse nefes almama bile kızıyordu, meğerse başka kadına yelken açmış benden nasıl kurtulacağını düşünüyormuş, on senede son iki ayda etmediğimiz kadar kavga etmeye başlamıştık bende ne oluyor ne oluyor diye anlamaya çalışıyodum şimdi anladım ne oluyor elinin körü oluyor, ben hastanelerde sürünürken adam başka kadınla beraber oluyor. İşte bu oluyor derken’’ Aysun ne olur sakinleş diye yalvarmaya başladım.’’ Üç – beş aydır tanıdığı kadın için 10 senelik yuvamızı yıktı ya, yazıklar olsun diyorum başka da bir şey demiyorum’’ diye ekledi arkasından. Hızını alamadı devam etti, ‘’son zamanlarda onu hiç evde bulamaz olmuştum, nerdesin diye sorduğumda da; anneme kahve içmeye gittim, anneme yemeğe gittim’’ diye cevaplar verirdi. Bende inanırdım. Meğerse kod adı ‘’annemmiş’’. ‘’Hep o kızla buluşurmuş’’ diye feryat ediyordu artık…

Kafasını dağıtmak için ‘’dur’’ dedim sana bu ayki burç yorumunu okuyayım ,ne yazsa beğenirsiniz!.. ‘’Evrenin hayatınıza getirdiği değişikliklere direnmeyin, unutmayın her bitiş daima daha iyi başlangıçlar içindir’’ dedim bana inanmadı. ‘’Yolla yazıyı’’ dedi, gönderdim ‘’tabi’’ dedi ‘’bitiş için nasıl teselli yapacaklar ki’’ dedi arkasından da  gene dertli  bir şekilde söylenmeye başladı ‘’Ahmet, Ahmet’im, şimdi başkasının Ahmet’i oldun, ben seni çok sevmiştim, her yaptığım hata için özür dilerim, feryada gücüm yok ne olur feryatsız duy beni derken’’, telefonu kapadı ve birkaç gün hastanede kalacağı için eşyalarını hazırlamaya gitti…

Sağlıcakla,

Not: Buradaki olaylar tamamen gerçektir, sadece isimler değiştirilmiştir. Ve herşey Aysun’dan izin alınarak yazılmaktadır…

17 Kasım 2012

Meğerse Başka Biri Varmış…



Hani size geçenlerde Ahmet’le Aysun’un hikayesi’ni anlatmıştım ya, hani şu 10 senelik ilişkiden sonra ilişkisini mesajla bitiren Ahmet var ya; meğerse onda daha ne numaralar varmış. Duyunca dudağım uçukladı valla…

Aysun dün yana yakıla beni aradı, bizim sevgili Ahmet gene ona mesaj atmış, eşyalarımı kargolayabilir misin diye, bizimki de tabi çıldırıp yine telefona sarılmış, bir yandan ağlayıp bir yandan da ben barışmamızı beklerken, bana geri dönmeni beklerken, bu mesajı aldım ve çok üzüldüm diye konuşmaya başlamış. Ahmet ne dese beğenirsiniz, ööff ne zaman bitecek bu ağlamaların, o yüzden zaten mesaj atıyorum diye gene soğuk ve mesafeli konuşmaya devam etmiş.

Bizim Aysun gene can havliyle ne olur bana geri dön, seni çok seviyorum, bari yüz yüze görüşelim, geçmişte benim de hatalarım oldu bırak onları telafi edeyim, ilişkimize hareket heyecan getirmeyi deneyelim diye ilişkiyi kurtarma önerileri getirmeye çalışırken Ahmet ne dese beğenirsiniz, kusura bakma başkası var…Neeeee!.. Başkası mı var?!.

İşte her şeyin sebebi böylece belli olmuş oldu. O soğuk konuşmalar, yeter artıklar, onca zaman sorunla giden ilişkinin neden birden bıçak gibi bittiği açığa da çıkmış oldu.

Aysun tabi telefonda şok geçirmiş zaten bünyesi de hassas olduğundan nefes alamayıp gene hastaneyi boylamış. Serumlar, yatıştırıcılar, şunlar bunlar derken  her gün hastaneye gitmeye başlamış.

Tabi ortaya başka biri olduğu çıktıktan sonra filmi geri saymış ve anlamış ki, Ahmet’in bir önceki mesajında ‘’ara verelim’’ demesinin altındaki neden de ortaya çıktı; Ahmet yeni kızla ilişki deneyecek tutmazsa Aysuna dönecek, yürürse yeni kızla devam edecek. Yani Aysun’u cepte tutup, yeni kızla işi iyice pişirip bağladıktan sonra Aysun’a yolverecek. Yeni kız tutmasa Aysun’a geri dönecekmiş. Bu düşünceler içindeki ben ve Aysun karşılıklı isyanlardaydık. Aysun bana en çok koyan ‘’ben ona hayatımı bile teslim edecek kadar çok güveniyordum , artık bir daha başkasına nasıl güvenirim’’ diye gene ağlamaya başladı.’’Bu adam sadece ilişkimizi bitirmekle kalmadı, -benim geleceğimi- bir başkasına güven duyma yeteneğimi de elimden almış oldu’’ dedi ki ona yerden göğe kadar hak verdim.

Ben dedi bir de geçenlerde ortak bir arkadaş grubu toplantısında ona ne kadar çok güvendiğimi söylemiştim hayat ne kadar ironik değil mi diye yine ağlamaya başladı.

Bir de Anette dedi ‘’şimdi geçmişe doğru ilişkimizi analiz ediyorum da; ona birkaç kere ya sen bana eskisi gibi davranmıyorsun, daha soğuksun, mesafelisin, candan değilsin dediğimde konuyu değiştirdiğini ve ilişkiyi kurtarmaya çalışmadığını görüyorum. Ben de herhalde bana öyle geliyor deyip kendi hayatımın sorunlarına dalmışım ne bileyim üstelememişim ona yanıyorum’’ diyor. Sonra ‘’yine Ahmet’in Fatma diye yaşıtı bir kızla kahve içmeye gittiğini, Fatma’nın bunu defalarca aradığını hatırladım’’diyor, demek ki bu adam arayışa başlamış. Fatma olmamış ta bu kız olmuş, bu da olmasaymış, başkası olacakmış. Ahmet benle ilişkiyi kurtarmak yerine başka çiçeklerin balına bakmaya zaten karar vermiş diye yıkılmış bir şekilde konuşmasına devam eden Aysun, Anette gene nefes alamıyorum deyince onu evden alıp ,bu sefer hastaneye ben götürdüm.

Bundan sonra erkeklere, ilişkilere nasıl güvenirim diye fısıldayan Aysun’un saçlarını okşayarak teselli etmeye çalıştım. ‘’Yeter artık’’ Aysun diye fısıldadım ilaçların etkisiyle uyumaya başlamadan önce ‘’benim artık bir hayatım kalmadı, ailesine herkese rezil oldum, onca seneden sonra benle evlenmedi gitti başkasıyla olmaya başladı ya beni herkese rezil etti’’ diye fısıldıyordu…

Şimdi bu durum nereden toplanır, nasıl pozitife çevrilir, nasıl umut verilir bilemedim. Bazen her şeyi olduğu gibi kabul edip, zamana bırakmak gerekir ya, bu herhalde o durumlardan biri.

Bir de şu söz aklımda yankılanmaya başladı; ‘’Ben önce göğe bakarım görmediğime güvenirim, sonra da aynaya bakarım gördüğüme güvenirim’’. Yani son kertede insan galiba önce Allah’a sonrada sadece ve sadece ama sadece kendine güvenmeli…

Sağlıcakla,

11 Kasım 2012

Doğaüstü Yetenekler Ya Başa Belaysa ?



Geçenlerde büyük yeğenim ve arkadaşlarıyla buluştuk ve kısa film çekmeye karar verdik. Filmin konusu; doğaüstü yetenekleri olan bir çetenin maceraları üzerine olacağından herkes kendine bir yetenek seçmeye başladı. Uçmak, görünmezlik, medyumluk, şifacılık, olduğun yerden konuşmaları duymak, bilgisayar şifrelerini çözebilmek, ışınlanabilmek, nesneleri hareket ettirebilmek derken yetenekleri kapıştık durduk. Sonrada oluşturulan senaryoya göre oynadık ve çok güldük çok eğlendik.

Film çekim işi bitip eve dönünce; gerçekten bu yeteneklere sahip olsaydık, hayatımız nasıl olurdu diye kurgulamaya başladım. Çok kızdığım birinin kafasına bol bol kitap atabilirdim, onu yerden yere vurabilirdim, öldürebilirdim, bütün konuşmalarını dinleyip aleyhinde kullanabilirdim, bilgisayarını kilitleyebilirdim yani anlayacağınız hayatını cehenneme çevirebilirdim…

Ne ?.. Hayatını cehenneme mi çevirirdim; niye beni kızdırdığı için mi ?.. İşte o an kendimden çok korktum. Yani ben bu kızma olayından ders alacağıma, karşımdakini ve kendimi bağışlamaya çalışacağıma, kendimi geliştireceğime, bana bahşedilen bu yetenekleri karşımdaki insana zarar vermek için mi kullanacaktım. İşte o an, Allah’a, bana doğaüstü yetenek vermediği için şükredesim geldi. Yani düşünsenize vermiş olsa alim Allah insanlara neler yapabilecek kapasitem varmış…

Özellikle ‘’Hereos’’ dizisinden sonra, arkadaşlarla da, hangi yetenekleri isterdin konuşmasını çokça yapmışızdır ama bu yeteneğe sahip olsak, bize faydası ne olur, topluma faydası ne olur, ya da topluma faydalı olmak için neler yapmalıyız diye hiç konuşmadığımızı farkettim. Anladım ki hayalde bile o yeteneğe sahip olmanın verdiği ego tatmini, üstünlük duygusu bize yetmiş. Neee üstünlük duygusu mu? Allah’ım Allah’ım, bu yetenekler iyi mi kötü mü bilemedim şimdi? Üstünlük duygusu mu? Bu da nerden çıktı şimdi? Hani hepimiz birdik, eşittik, kardeştik, hepimizin gözyaşı aynıydı, şimdi bu üstünlük duygusu gelip her şeyi param parça etti. Eyvah ki ne eyvah. Bu yetenekle gelişeceğimiz yerde geri geri gitmeye başladık sanki.

Birden şu sorular geldi aklıma; yetenekler tekamül açısından gelişmiş insanlara mı verilir? yoksa o verilen yetenekle ne yaptığın mı tekamül seviyeni etkiler? Bence ikincisi… Düşün ki şifacısın ve kızdığın, kırgın olduğun insanları yere yatırıp enerjinle öldürebilir misin diye düşünmeye başlamışsın? Eyvah ki ne eyvah? Bin defa tövbe edip şifacılığı bırak sanki daha iyi…

Kişisel gelişim işleriyle ilgilenmeye başladığımdan beri,- itiraf ediyorum ki -zaman zaman kafamdan şu yeteneğim olsun, bu yeteneğim olsun diye geçirdiğim çok olmuştur. Ama o yeteneğin verdiği sorumluluk, ve nasıl kullanmam gerektiği hakkında ilk defa kafa yormaya başladım. Ne tehlikeli bir durum.

Şimdilerde anlıyorum ki, esas yetenek sağlıklı kalmayı başarabilmek. Neden mi? Çünkü negatif düşüncelerimiz ( kızgınlıklarımız, nefretimiz, öfkemiz, takıntılarımız, unutamadıklarımız) bizi hasta ediyor zaten. Biz eğer kendimizi ve başkalarını bağışlayabilirsek, her yaşadığımız olaya bir öğreti olarak bakabilirsek, kızdığımız insanlara aslında niye kızdığımızı anlayıp hatalarımızı düzeltebilirsek, hem tekamül yolunda ilerlemiş oluruz, hem de turp gibi sağlıklı insanlar oluruz.

Kulağımız az duyuyorsa; duymak istemediklerimiz, gözlerimiz yaşarıyorsa; öfkelerimiz ve görmek istemediklerimiz, bacağımız ağrıyorsa; ilerleme korkumuz, bağırsaklarımız problemliyse; takıntılarımız üzerinde çalışmalıyız demektir. Yani organlarımızın rahatsızlıklarını inceleyip düşüncelerimizi düzeltebilirsek; işte o zaman ‘’yeteneğimiz’’ bana göre tavan yapmış demektir.

Sağlıcakla,

 

 

 

 

1 Kasım 2012

Şok!.. Şok!.. Şok!..10 Senelik Erkek Arkadaşım Benden Mail’le Ayrıldı…

Hani televizyonda magazin programlarında böyle alt yazı geçerler ya, Şok!.. Şok!.. Şok!.. Sevgilisi maille ayrıldı… İşte bu durum benim de başıma geldi. Hala inanamıyorum. Hala şoktayım. 10 senelik erkek arkadaşım 10 satırlık bir maille ilişkimizi bitirdi diye telefon açtı yana yakala Aysun bana.

Onun bu haberiyle telefonun öbür ucunda bende şoka girdim. Yani bu maille ayrılma işi sadece yirmili yaşlardaki cıvık ilişkilerde olur sanıyordum. Bir de ‘’Sex and The City’’ dizisinde görmüştüm, orada da  sevgilisi Carry’den post-it’le ayrılıyordu. Ben kendi düşüncelerimin arasında boğulmadan Aysun’la ilgilenmem gerektiğini biliyordum ‘’dur hele bi yavaş ol ne olduğunu teker teker anlat’’ dedim şok içindeki kızcağıza…

‘’Yaa’’ dedi, ‘’pazar sabahı kalktım maillerime bakayım’’ dedim baktım bizim Ahmet’ten bir mail gelmiş nedir acaba diye açtım, bir de ne göreyim ;Yok efendim uzun süredir kafasında kuşkular varmış, artık ilişki çok monotonlaşmış, beni hiç aldatmamış ama buraya kadarmış mealinde bir yazıyla karşılaştım…

Tabi hemen telefona sarıldım, ‘’mailini aldım nedir bu’’ diye sordum ee ne yapayım sana bunları yüz yüze söyleyemezdim bende yazdım demez mi???

Hayır tamam, bende ilişkimizde sorunlarımız olduğunu biliyordum ama bir gün gelip te bana; bak bu aşk benden gidiyor, bak bu huyların-bu sözlerin- beni rahatsız ediyor, törpüleyebilir misin dememiş, bak sana karşı heyecanım bitti bu beni rahatsız ediyor dememiş, bize ilişkiyi kurtarma yeniden canlandırma şansı vermemiş, kendi kendine oturmuş, düşünmüş, karar vermiş kılıcı indirmiş. Ne diller döktüm ağladım, yalvardım ama bize bir şans daha vermesi için ikna edemedim. Zaten karar vermiş insana ne yapılabilir ki?

Bir de; bundan  iki üç ay önce ona hayatımın en karanlık sırlarını anlatmıştım, yani bilsem  aklında ayrılma düşünceleri var niye onları anlatayım ki dimi ama…Akıl var, mantık var…

Başka bozulduğum bir tarafta;  bir süredir ciddi bir hastalık geçiriyordum ve iyileşmem için iki aylık daha sakin bir zaman dilimine ihtiyacım vardı, ve o bana ihtiyacım olan o iki aylık süreyi bile vermedi…

Ve bunu bana yapan kim ‘’iyi erkek arkadaş?…’’ Düşünmeden hayatımı teslim edeceğim ‘’iyi erkek arkadaş?…’’ Gözüm kapalı güvendiğim ‘’iyi erkek arkadaş ?…’’ Benim sağlığım için , canım için iki ay daha bekleyemedi diye yana yakala Aysun konuşmasına noktasız devam ediyordu ki; dur kız dedim bir soluklan. Yok dedi soluklanamam inan ki nefessizim. Geceleri sağa dönüyorum olmuyor, sola dönüyorum olmuyor. Telefonda  ‘’bu hastalık sürecinde ilişkimizin iyice kötüye gittiğini, gönlümüze göre gezip tozamadığımızı, benim kendi derdime düştüğümü’’ söyledim Ahmet’e ‘’ama bak artık düzeliyorum, ilişkimizi toparlayabiliriz’’ dedim ama yok dedi peygamber demedi. ‘’Hastalığımın sadece ilişkimizin sona giden sürecini hızlandırdığını’’ söyledi.

Sonra ‘’ona karşı hala heyecan duyduğumu ama belki bunu ona yansıtamadığımı, ve benim de onu hiç aldatmadığımı ve onu çok sevdiğimi’’ söyledim ama bana karşı sesi o kadar soğuk ve uzaktan geliyordu ki anlatamam. Bana karşı; o mesafeli, o duyarsız duruşu bitirdi beni…

Bana bu şok mailini gönderdikten sonra, sinirlerim iyice harap olduğundan hastanelik oldum, serumlar yedim, sakinleştirici iğneler yapıldı, yüzüm gözüm şişti, birkaç kez acile gidip gelmek zorunda kaldım, bir tesadüfle bunları öğrendi inanır mısın sadece ilk öğrendiği gün aradı. Sonra bir daha nasılsın diye arayıp sormadı bile. Sanki yer yarıldı yerin dibine girdi. Koca 10 sene işte böyle bittiiiiiiii  !!!… derken telefonda duymaya başladığım hıçkırıklarına ne yazık ki teselli olacak bir sözüm yoktu…

Bende bu ayrılığın kör karanlığına düşmüş gibi hissettim kendimi… Ne diyebilirdim ki ‘’her şeyin hayırlısı olsun’’ demekten başka…

Sağlıcakla,

29 Ağustos 2012

Yaşayamadığımız Aşkların Anısına…

Şimdiye kadar hep yaşadığımız aşkları konuştuk. Acılarını paylaştık. Tekrar dengeye gelmeye çalıştık. Peki ya yaşayamadığımız aşklara ne demeli… Onları da konuşmanın zamanı gelmedi mi artık. Gerçi yaşansalardı herhalde bir dert yığınından başka bir şeye benzemezdi ama yine de yaşanmamış olarak kalması galiba insanın içine oturuyor…

Yaşayamadığım aşklara gelince kimisi dinimi beğenmedi, kimisi yaşımı, kimisinde de benim aşkımın karşılığı yoktu. Hatırlıyorum da birisiyle de komik bir kovalamaca oynamıştık, ya onun kız arkadaşı vardı ya benim erkek arkadaşım. Hani Türk filmlerinde olur ya bir türlü kavuşamama durumu bizde de öyle olmuştu işte. Sanırım kader olmasını istemeyince böyle oluyor.

Bir tanesiyle de yaşadığımız şehirler bir türlü denk gelmemişti. Ben Brighton’daydım o Londra’da. Sonrasında Ben İstanbul’daydım o Ankara’da. Hep böyle garip bir biçimde ülke ülke birbirimizi kovalamıştık ama hep başka şehirlerde yaşamlarımızı kurmuştuk. Demin de dediğim gibi kader istemeyince ne kadar yırtınsan boş durumu yani…

Benim içimde kalansa sanırım o koca aşkların boşuna gitmesi. Düşünsene içinde, kalbinde, her hücrende bir aşk var ama bir şekilde bir araya gelemiyorsun o aşk böyle sonsuzluğa kayıp gidiyor. Hiç el değmemiş olarak. Hiç yaşanamamış olarak…

Bir de bana aşkını sunan erkekler oldu ama bende karşılığı yoktu. İşte sonsuza akan aşk durumlarından bir demet daha… Nereye gider bu karşılıksız, yaşanmamış aşklar? Sonsuzlukta böyle bir havuz mu var acaba?

Niye sanki senin sevdiğin de seni sevmez ve bir ömür boyu mutlu mesut yaşayıp gidilmez. Hep bir çapraşıklık, hep bir git gel, hep bir sorgulama, hep bir acaba doğru mu içinde buluruz ki kendimizi…

Ya arkadaş bu işlerin bir el kitabı, bir kolayını gösteren yok mu? Varsa elini kaldırsın, bana çaya buyursun lütfen…

Ama çaydan önce yaşanamamış aşkların anısına herkes denize bir demet papatya bıraksın olur mu?

Sağlıcakla,

21 Ağustos 2012

İtiraf Ediyorum En Yakın Arkadaşımı Kıskanıyorum

Buket’le Meltem mahalle arkadaşıydı. Yedikleri içtikleri ayrı gitmezdi. İki kafadar bir gün Meltem’in evinde bir gün Buket’in evinde kalıp sabahlara kadar hayal kurarlardı. Onlar kardeşten de öteydiler. Fakat ne olduysa oldu Buket’in ailesinin durumu bozulmaya başladı önce mahalleden taşındılar sonra da Buket’i gittiği özel okuldan aldılar. İlk başta bu durum arkadaşlıklarını bozmadı gibi gözükse de Buket Meltem’le buluşmaktan rahatsız olmaya başlamıştı. Çünkü artık ne kıyafet konusunda ne gidilecek yer konusunda Meltem’e yetişemez olmuştu. Gerçi Meltem arkadaşının gururunu kırmadan ona beğendiği her şeyi alıyordu ama Buket yine de giderek ondan uzaklaşıyordu.

Ve dananın kuyruğu tabi ki bir erkek için koptu. İkisi de mahallenin yakışıklısı Erol’a çocukluklarından beri aşıktı erkekler geç olgunlaştığından mı nedir Erol uzun süre ikisine de bakmadı. Sonra aniden aklı başına ya da hormonları başına gelmiş olmalı ki Meltem’e kur yapmaya başladı. Meltem arkadaşı üzülür mü diye işi ağırdan almaya çalışsa da kendi gönlüde Erol’da olduğundan kısa sürede çıkmaya başladılar. Yalnız bir mesele vardı bu durum Buket’e nasıl açıklanacaktı.

Meltem bu durumu Buket’e kendisinin söylemesinin daha doğru olduğunu düşündü ve ilk buluşmalarında usulce biliyor musun biz Erol’la çıkmaya başladık diye haber verdi. Birden Buket kendinden beklenmeyecek bir atiklikle masadan hışımla kalktı tabi dedi Erol sana paran için geldi benim de ailemin parası olsaydı bana gelirdi senin şu sahte tavırlarından da ,gülüşünden de, kıyafetlerinden de nefret ediyorum dedi ve hışımla gitti. Meltem olduğu yerde kalakalıp ağlamaya başlamıştı. Evet arkadaşının tepki vereceğini biliyordu ama duydukları onu çok incitmişti. Bir gün gelip barışsalar bile artık hiç birşeyin eskisi gibi olmayacağını biliyordu.

Buket ise deniz kenarında bir banka oturup bağıra bağıra ağlamaya başladı. Meltemi aslında çok seviyordu ama onu deliler gibi de kıskanıyordu. Ailesini, parasını, güzelliğini, eğitimini ve şimdi de ahh şimdi de Erol’u . Artık buna da katlanamayacaktı en iyisi Meltem’le bir daha görüşmemekti yoksa bu yakıcı kıskançlığı onu yok edecekti.

İşte arkadaşlar yukardaki Buket örneğinde olduğu gibi hepimiz zaman zaman arkadaşlarımızı kıskanırız. Bu kıskançlığın genelde temelinde bizim sahip olamadığımız şeylere başkasının sahip olması yatar.

Kimisinin yazlığı vardır, kimisinin motosikleti, kimisinin güzelliği, kimisinin onun üstüne titreyen bir eşi, kimimin çocuğu, kiminin yatı bu örnekleri say say bitiremem. Ama en fenası kıskançlık denilen bu illete düşünce içimizin kor gibi yanıp, yandıkça da aslında bizi tüketmesidir.

Geçen gün parkta oturuyordum, çevremde birçok büyük ve güzel ağaç vardı. Bir tanesini seçip daha yakından incelemeye başladım. Ağacın birçok dalı vardı. Kimisini Meltem, kimisini Erol, kimisini Buket, kimisini de Aslı olarak düşünebileceğimiz birçok dal. Ve hepsi bir arada çok güzel duruyordu. Yani aslında hepimizin bir ağacı oluşturan dallar gibi olduğumuzu düşündüm.

Ve her dal yani her kişi kendisinin olabileceğinin en iyisine ulaşmaya çalıştığında ağaç muhteşem yeşillikte ve gürbüzlükte olacaktı . O zaman madem biriz, ona buna şuna kafayı takacağımıza kendimizin en iyisini gerçekleştirmeye çalışalım. Ve başkası iyi ve mutlu olduğunda sevinelim çünkü onun iyi olması demek bütünün daha güzel bir hale gelmesi demektir. Bir dahaki seferi herhangi bir nedenden dolayı kıskançlık bizi yalayıp yutmak üzere olduğunda ben onun için seviniyorum böylece bütün daha güzel oldu demeyi deneyin bakalım. Bakalım içinizi huzur duygusu kaplayacak mı? Hadi ama deneyip yorumlarınızı benle paylaşın. Tembellik yapmayın bakim…

Sağlıcakla,

14 Ağustos 2012

Bir Ayrılığın Ardından… Her Şey Boşunaymış…

Bir erkeği çok seversiniz. Ama öyle böyle değil öyle çok seversiniz ki onsuz yaşayamayacağınızı düşünürsünüz. Düşünmekle kalmaz bunu ona da defalarca söylerseniz. Aşkınız öyle büyüktür ki onun yanında bile onu özlersiniz. Geceleyin yanında yatarken onun kokusunu içinize çekip durursunuz. Bazı geceler uyumaz onu seyredersiniz. Onun her istediğini yapmaksa sizin için bir hayat amacıdır.

Kendinizi bırakıp onun için yaşamaya başlarsınız, onun istediği yerlere gidip, onun istediği gibi giyinirsiniz, istediği bir şeyi hemen alırsınız. Oldu ki istediği şeyi bulamadınız, bulmak için bütün şehri talan edersiniz. Hatta dünyayı bile talan etmeye hazırsınızdır. O mutlu olsun diye uğraşır durursunuz. Arkadaşlarınızın, ailenizin, işinizin önemi hiç kalmamıştır. Varsa yoksa “O,O,O” dersiniz ve bütün bunların sonunda ne olur bilir misiniz? O çeker gider.

Yıkılır kalırsınız, nefes alıp vermeniz bile zordur artık, hatta yolda yürümek bile çok zordur. Günlük yaşama devam etmek, hatta işinize konsantre olmak imkansızdır. İşin bir başka kabus tarafı da annenizin arkadaşlarınızın karşısına çıkıp ‘’bitti’’ demektir. Her şey bitti…

Hani şu “kalbim ağrıyor” derlerdi de siz anlamazdınız ya. Kalbin gerçekten ağrıdığını fark edersiniz. Hatta öyle ağrır ki, ağrıdan başka bir şey hissetmez olursunuz. Yolda ağlaya ağlaya, bağıra çağıra yürümeye başlarsınız, an gelir üzüntüden belki de kusarsınız. Tüm bu acı ve üzüntü kasırgaları bitip de tekrar kendinizi bulmaya başladığınız zaman ağzınızdan şu sözler dökülür ‘”her şey boşunaymış”.  Bütün yaptıklarım, uğraşılarım, kendimden vazgeçişlerim, deli gibi sevmelerim boşunaymış...

İşte sorunumuz da tam burada başlar: Hayatımıza devam etmek için sayfayı çevirebilecek miyiz? Yoksa her şey boşunaymış sayfasında takılıp kalacak mıyız? Eğer sayfada takılıp kalırsak ne fena. Güneş her gün doğup batar ama bizim için değil evrendeki tüm diğer insanlar içindir bu. Bizim içinse güneş batmıştır ve bir daha ne zaman doğacağı belli değildir artık.  Böyle bir durumda “her şey boşunaymış” cümlesinin yanına, eğer uzun zaman sonra hala güneşi doğduramadıysak, “hayatımız boşuna geçti” cümlesini de eklemek zorunda kalabiliriz.

Keşki bu ve benzeri acı tecrübelerden geçmesek. İnsan olmanın gereklerinden midir, öğrenmenin, olgunlaşmanın yollarından biri midir bilmem ama böyle duygu fırtınaları hayatımızın bir döneminde karşımıza çıkar. Bize düşen ise bu sevgiyi de, sonrasında kaybın yarattığı acıyı da yaşadıktan sonra tekrar hayata dönmesini bilmektir. Tekrar ayağa kalkmaktır. Güneşin her gün yeniden ve yenilikler için doğduğunu kavrayabilmektir. Hayatın çok güzel olduğunu yeniden keşfedebilmek ve yaşadığımız için ne kadar şanslı olduğumuzun farkına varabilmektir. Önemli olanın düşmemek değil, her düşüşten sonra yeniden kalkmak olduğunu anlamaktır. Yeniden kalkma gücünü içimizde bulabilmektir. Hayatın aslında bize sonsuz seçenek sunduğunun ayırdına varabilmek, bu seçenekleri görebilmek için kendimizi takılmışlıklardan kurtarmamız gerektiğini anlayabilmektir.

Ve de en önemlisi yeni deneyimlere eskisinin karanlığında başlamamaktır. Eskiyi oldusuyla, bittisiyle, acısıyla, tatlısıyla bir kenara koyup yeniyi gerçekten yeni olarak karşılayabilmektir. Daha fazla söze ne hacet demeden “unutmayın hiçbir şey boşuna değildir, biz bu dünyaya öğrenmeye geldik ve ne olduysa en iyisi oldu deyip eskiyi sevgiyle uğurlamasını ve yeniyi de şefkatle karşılamasını bilmeliyiz”.

Sağlıcakla,