3 Aralık 2011

Nefsin ejderhadır...


Nefsin ejderhadır.

 Öldü sanma, uykuya dalar o.

Dertten eline fırsat düşmediği için uyur.

Derdin bitince çıkar hemen.

Hüner; dertsizken de nefsi uykuda tutmadadır.

|Mevlana

Zalimlerin zulmü karanlık bir kuyudur, bütün alimler böyle der...

ASLAN İLE TAVŞAN

Mevlâna'nın "Mesnevi'de anlattığı hikâyelerden biri, aslan ile tavşanın hikâyesidir. Mevlânâ hikâyeye dersler de yerleştirmiştir...

Ormandaki hayvanlar her gün içlerinden birini yakalayıp yutan aslanın korkusudan inlerinden çıkamaz olmuş. Yine de aslan ne yapıp edip yine her gün birini yakalıyor, karnını doyuruyormuş. Sonunda hayvanların canlarına yetmiş, bir heyet kurup aslanın huzuruna çıkmış ve tekliflerini söylemişler: "Sana gündelik yiyecek verip doyuralım. Sen de bundan sonra av peşine düşüp ormanı hepimize zehir etme..." Uzun uzun tartışmışlar. Aslan teklifin altında hile olup olmadığını anlamaya çalışmış. Heyettekiler her dediğine bir cevap vermiş ve sonunda ikna olmuş: Hiçbir zahmete katlanmayacak, hiçbir av teşebbüsünde bulunmayacak ve o günün kısmeti kendi ayağıyla önüne gelecek...

Bu düzen çalışmaya başlamış, hayvanlar her gün aralarında kura çekiyor, kurada çıkan ayağıyla aslana gidip yem oluyormuş. Bir gün kura tavşana isabet etmiş. Ve ilk kez kaderine haykıran tavşan olmuş, "dostlar bana biraz zaman tanıyın, bir hile bulacağım ve bu zulümden kurtulacağız" demiş... Hayvanlar "hilen nedir, söyle de ikna olalım" diye karşı çıkmış ama tavşan sır vermemiş ve kafasına koyduğunu uygulamaya başlamış.

Aslan, tavşan gecikti diye hiddet içinde pençesini yere vurup vurup kükrüyor, "O alçaklara güven olmayacağını biliyordum, işte saflık ettim ve aç kaldım" deyip duruyormuş... Tavşan aslana gitmekte epeyce gecikmiş, hilesini tam kurmuş, ve yola çıkmış. İyice kızmış olan aslan tavşanın ağır ağır geldiğini görmüş ama bakmış ki korkusuz ve çalımlı bir halde geliyor...

Tavşan önüne gelince aslan kükremiş: "Bre adam evladı olmayan! Ben ki filleri parça parça etmişim; erkek aslanların kulağını burmuşum! Bir tavşan parçası kim oluyor ki emrimi ayaklar altına alırsın!" Tavşan aynı korkusuz ifadeyle cevap vermiş: "Efendimiz affederlerse aman dileyeceğim, mazeretim var". Ve anlatmış: "Bana bir başka tavşanı da yoldaş etmişlerdi, birlikte yola düşmüştük. Yolumuzu bir erkek aslan kesti, biz söyledik, padişahımız bizi bekliyor, diye.

Ama o kim oluyor sizin padişahınız diye kükredi. Arkadaşım şişmanlık ve güzellikte benim üç mislim olduğu için onu aldı ve gitti. Hem dedi ki, o yolu kendisi kapatmıştır ve oraların padişahı artık odur..." Aslan çok kızmış: "Nerede o? Haydi düş önüme! Cezasını vereyim. Fakat sözün yalansa seni cezalandırırım!" Tavşan aslanın önüne düşmüş, önceden tespit ettiği kuyunun başına getirmiş.

Kuyuya yaklaşırken aslan tavşanın geride kalmaya çalıştığını sezmiş, "Niçin ayağını geri çektin, gel buraya" demiş... Tavşan, "Elim ayağım kesildi, korkudan ne haldeyim görmüyor musun?" diyerek yanına gelmiş, "O aslan bunun içinde, beni kucağına al koru" diye üstelemiş. Aslan tavşanı kucağına almış ve eğilip kuyuya bakınca sudaki aksini görmüş... Kucağında kendisinden çaldığı tavşanla düşmanını gördüğüne emin olmuş ve tavşanı bırakıp düşmanına saldırmış...

(Zalimlerin zulmü karanlık bir kuyudur, bütün alimler böyle der.)

Aslanı kuyunun dibine gönderen tavşan hemen diğer hayvanların beklediği çayıra dönmüş, onlar da çok sevinmişler. Tavşan hepsini susturmuş ve nasihat etmiş: "Dışarıdaki düşmanı öldürdük, içimizde ondan beter bir hasım var. Aslan da aslında kendi içindeki hasmına mağlup oldu. Bu öyle bir hasımdır ki bütün bir alemi lokma edip yutar da, daha fazla yok mu diye bağırır..."

Hayvanlar bu öğütleri dinlemiş, yine de aslandan kurtuldukları için çok memnun dağılmışlar...

Güvensizlikle başladık... Depresyonda bitirdik...

Noksanlık da, eksiklik de; senin görüşlerinde…

 

Erkek dişi sorulmaz, muhabbetin dilinde.

Hakk’ın yarattığı her şey, yerli yerinde.

Bizim nazarımızda, kadın erkek farkı yok.

Noksanlık da, eksiklik de; senin görüşlerinde…

Haci BektaŞ-i Veli

Beklemek güzeldir, ama doğru durakta...

 



 

Beklemek güzeldir, ama doğru durakta"... Can yücel

Ürkek Çocuk…

2011 Fotoiz en iyiler albümüne girmeye hak kazanan fotoğrafım… Öyküsü ile birlikte… Buyrun efem…

ÜRKEK ÇOCUK

Şubat ayında (2011)  Tayland’ı gezme şansım oldu. Bu fotoğraf ülkenin kuzeyinde Chang Mai kentine yakın meşhur uzun boyunlular kabilesinde çekildi. Kabilenin tek geçim kaynağı turistler. Kabilenin topraklarına girerken adam başı 10 TL gibi bir para ödüyorsunuz. Kabile kadınlarının yaptığı şallardan, takılardan, şapkalardan, yüzüklerden alırsanız yöre halkını ayrıca sevindirmiş oluyorsunuz.

Her evin önüde bir tezgah kurulmuş. Bu evin önünde de şallar rengarenk asılmış. Evin en küçük kızı biraz çekingen. Kendi güvenli alanından çıkmak istemiyor fakat merağına da yenik düşmüş olmalı ki şalların arasından bakmayı da ihmal etmiyor. O kadar ürkek bakıyor ki içime işliyor. Yanımda getirdiğim çikolata ile yüzünü güldürmek için çok uğraşmam gerekiyor. Bu fotoğrafta o ürkeklik duygusunu yansıtmak istedim

Çok tatlısın,

Her şey kendi zamanında olur.



DOĞANIN MÜZİĞİYLE DANS ETMEK

Doğanın ritmi vardır.

Mevsimler birbirini itmez.

Bulutlar gökyüzünde yarış etmez.

Her şey kendi zamanında olur.

Kişiyi olduğu gibi, her haliyle, eksileriyle de, artılarıyla da seviyor..."Yüreklerin en çok susadığı sevgi budur" diyor














"Sevgi üç türlüdür!..


" 1-) " EĞER... " türü sevgi: Belli beklentileri karşılarsak bize verilecek sevgiye bu adı takmış yazar... Örnekler veriyor: EĞER iyi olursan; baban, annen seni sever. EĞER başarılı ve önemli bir kişi olursan; seni severim. EĞER ek olarak benim beklentilerimi karşılarsan; seni severim.


Toyotome "En çok rastlanan sevgi türü budur" diyor. Bir şarta bağlı sevgi... Karşılık bekleyen sevgi... Sevenin, istediği birşeyin sağlanması karşılığı olarak vaad edilen bir sevgi türüdür bu ve bu gerçekte bir sevgi değildir. Nedeni ve şekli bakımından bencildir. Amacı sevgi karşılığı birşey kazanmaktır. Kişiyi tahakküm altına almak ve ona hükmetmek ister. Bunu sağlayamadığı zaman sözel olarak saldırganlaşmaya başlar. Sözleriyle ve davranışlarıyla karşısındaki kişiye suçlamalar yöneltir ve kişinin kendisini suçlu hissetmesi için elinden geleni yapar. Hep ben, hep ben... diyen bir sevgili, eş vardır.


 Evliliklerin pek çoğu "Eğer" türü sevgi üzerine kurulduğu için çabuk yıkılıyor. İnsanlar birbirlerinin o anki gerçek hallerine değil, hayallerindeki abartılmış romantik görüntüsüne aşık oluyor ve beklentilere giriyorlar. Beklentiler gerçekleşmediğinde, düş kırıklıkları da başlıyor. Sevgi giderek nefrete dönüşüyor. Ve maalesef en saf olmasi gereken anne baba sevgisinde bile "Eğer" türüne rastlanıyor. Fakat aslında insanlar "Eğer" türü sevginin üstünde bir sevgi arayışı içindeler...


 2-) " ÇÜNKÜ... " türü sevgi: "Bu tür sevgide kişi, bir şey olduğu, birşeye sahip olduğu ya da birşey başardığı için sevilir.


Başka birinin onu sevmesi, sahip olduğu bir ekonomik veya maddesel niteliğe ya da koşula bağlıdır: "Seni seviyorum. ÇÜNKÜ zenginsin.." "Seni seviyorum. ÇÜNKÜ bana o kadar güven veriyorsun ki.." "Seni seviyorum. ÇÜNKÜ çok güzelsin/yakışıklısın!" "Seni seviyorum. ÇÜNKÜ o kadar popüler / o kadar ünlüsün ki.."...vs. vs. Daha derin düşünürseniz, bu türün, "Eğer" türünden temelde pek farklı olmadığını görürsünüz. Kaldı ki, bu tür sevgi de, yükler getirir insana... İnsanlar hep daha çok insan tarafından sevilmek isterler. Hayranlarına yenilerini eklemek için çabalarlar. Sevilecek niteliklere onlardan biraz daha fazla sahip biri ortaya çıktığı zaman, sevenlerinin, artık ötekini sevmeye başlayacağından korkarlar. Böylece yaşama, sonsuz sevgi kazanma gayretkeşliği ve rekabet girer.
O halde bu tür sevgide güven duygusu bulunabilir mi? Çünkü türü sevgi de, gerçek ve sağlam sevgi olamaz. Bu tür sevginin güven duygusu vermeyişinin iki ayrı nedeni daha var: BİRİNCİSİ; "Acaba bizi seven kişinin düşündüğü kişi miyiz?" korkusu... İKİNCİSİ de; "Ya günün birinde değişirsem ve beni sevmez olurlarsa..?" endişesidir.  Japon yazar "Toplumlardaki sevgilerin çoğu "ÇÜNKÜ...” türündendir ve bu tür sevgi, kalıcılığı konusunda insani hep kuşkuya düşürür" diyor.
Peki o zaman, gerçek sevgi, güvenilecek sevgi ne? Ve işte sevgilerin en gerçegi!.. Nedir peki, gerçek sevgi... Asıl sevgi... En güzel sevgi...


3-) "...-e RAĞMEN" türü sevgi: Bir koşula bağlı olmadığı için ve karşılığında birşey beklenmez... Sevilen kişinin çekici bir niteliğine dayanıp, böyle bir şeyin varlığını temel olarak almaz... Kişi "birşey olduğu için" değil, "birşey olmasına rağmen" sevilir. Güzelliğe bakar mısınız?.. '...-e RAĞMEN' türü sevgi..!


Burada insanın, iyi, çekici, başarılı ya da zengin...vs. bir niteliğe sahip olması ve sevgiyi kazanması gerekmiyor. Kişi kusurlarına, cahilliğine, kötü huylarına ya da kötü geçmişine... vs. "RAĞMEN", olduğu gibi, o haliyle sevilebiliyor. Burada kişi sevdiğini kendi egosal beklentilerinin içinde boğmuyor. Kişiyi Olduğu gibi, her haliyle, eksileriyle de, artılarıyla da seviyor. O’na hükmetme, O’na sahip olma ve illa ki kendi isteklerini dayatma yoktur. "Yüreklerin en çok susadığı sevgi budur" diyor. Farkında olsanız da, olmasanız da, bu tür sevgi sizin için yiyecek, içecek, giysi, ev, aile, zenginlik, başarı ya da ünden daha önemlidir...


"Bugün yaşamınızı sürdürebilmenizin nedeni '...-e RAĞMEN' türü sevgiyi şu anda yaşıyor olmanız ya da birgün bu sevgiyi bulacağınıza inancınızdır." Son sözlerinde biraz umutsuz,













 













Hayattan zevk alabilir ve bu hayata veda edebilirsiniz. Bu, hayat oyunudur...



Hayattan zevk alabilir ve bu hayata veda edebilirsiniz. Bu, hayat oyunudur. Fakat siz bunu çok ciddiye alıyorsunuz. Her şeyi bir oyun olarak görmelisiniz; her şeyin gelip geçici olduğunu ve hiçbir şey kalıcı olmadığı için her şeyin bir sonunun olduğunu bilmelisiniz. Düzen düzensizliğe dönüşür, düzensizlik düzene dönüşür. Zayıf olan kişi güçlenir, güçlü olan kişi güçsüzleşir.. Aşk nefrete, nefret aşka dönüşür. Bu, Evrenin kuralıdır. Bunu durduramazsınız. Kabul etmelisiniz. Kabul ederseniz hayattan keyif almaya, onunla birlikte oynamaya başlarsınız. Yaşamak işte böyle bir şeydir.” Sri Bhagavan

Sevdikçe dönüşür insan…

Sevdikçe dönüşür insan…

Güneşe dönüşür , yıldıza dönüşür , Ay’a dönüşür , umuda dönüşür..

O’ndan sana dönüşür , dönüştükçe ” yaşam kaynağı ” olur binlerce cana…♥

Ayakta su içmek zararlı mıdır?


Bilimsel olarak açıklaması; İnsan midesinin ayakta ve otururvaziyetteki pozisyonu farklıdır. Ayakta duran bir insan eğer sıvı gıda içerse doğrudan doğruya onikiparmak barsağına geçer. Midenin küçük eğriliğine uyan kısmında Waldeyerin mide caddesi denen bir oluk bulunur. Sıvı gıdalar bu yolu takip ederek zaten devamlı küçük bir açıklığı olan mide çıkışını (pilor) geçerek 12 parmak barsağına (duodenum) geçer.


Eğer insan sıvı gıdayı oturarak içerse bunlar önce midede birikir asitle karışarak mikropları ölür ve sonra 12 parmak barsağına geçer. Bu durumda oturarak su içme usulüne uymakla insan kolera da dâhil birçok insan hastalıklarından korunmuş olur.

Artık yaramazlık yok... Günün fotosu... 03/12/2011