8 Ocak 2012

İnsanları........... Bekletmeyin…Etrafınızı........... Kirletmeyin… Hayatınızı.......... Mahvetmeyin… Kimseye............ Minnet etmeyin.Suçunuzu.......... İnkâr etmeyin…

Emanete.......... İhanet etmeyin...

   Hâlinizden......... Şikâyet etmeyin

Büyüğünüze...... Emretmeyin…

Boş şeylerde..... Israr etmeyin...

Nefesinizi.......... Boşa tüketmeyin…

İnsanları........... Bekletmeyin…

Etrafınızı........... Kirletmeyin…

Hayatınızı.......... Mahvetmeyin…

Kimseye............ Minnet etmeyin.

 Kimseye............ Küfretmeyin...

  Kötülüğe........... Meyil etmeyin…

 Malınızı............. Boşa sarf etmeyin…

 Sırrınızı............. Açık etmeyin…

Her Şeyi............ Merak etmeyin…

Suçunuzu.......... İnkâr etmeyin…

Şerefinizi........... Kaybetmeyin....!!!!

Soru: Sevgili OSHO;Hayatın sıkıcı olduğunu hissediyorum ne yapmalıyım ?

Soru:  Sevgili OSHO;Hayatın sıkıcı olduğunu hissediyorum ne yapmalıyım ?


 Osho :... Bu haliyle, zaten yaptın! Hayatı sıkıcı hale getirdin - bir başarı ! Hayat öylesine coşkulu bir danstır ki, sen onu sıkıntıya mı dönüştürdün ? Mucize yaratmışsın ! Başka ne yapmak istiyorsun ? Bundan daha büyük bir şey yapamazsın. Yaşam ve sıkıntı mı ?


Olağanüstü bir hayatı görmezden gelme kapasitesine sahip olmalısın. Cehalet görmezden gelme kapasitesi demektir. Kuşları, ağaçları, çiçekleri, insanları görmezden geliyor olmalısın. Yoksa hayat olağanüstü güzeldir, anlamsız bir şekilde güzeldir; öyleki eğer onu olduğu gibi görebilirsen, kahkahan hiçbir zaman kesilmeyecek. Kıkırdayıp duracaksın, en azından içinden. Hayat sıkıcı değildir ama zihin sıkıcıdır.Öyle bir zihin, öyle kuvvetli bir zihin yaratırız ki - etrafımızda Çin Seddi gibi bir duvar - hayatın içimize girmesini engeller. Bizi hayattan koparır.


Yalıtılmış hapsolmuş, penceresiz hale geliriz. Bir hapishane duvarının arkasında yaşarken, sabah güneşini görmezsin. Uçan kuşları görmezsin, gece yıldızlarla dolu gökyüzünü görmezsin. Elbette hayatın sıkıcı olduğunu düşünmeye başlarsın... Bilgini kenara koy! Sonra boş gözlerle bak ...ve yaşam sürekli bir şaşkınlıktır.İlahi bir hayattan bahsetmiyorum; sıradan yaşam olağanüstüdür. Küçük olaylarda ilahinin varlığını bulacaksın: bir çocuk kıkırdarken, bir köpek havlarken, bir tavus kuşu dans ederken.


 Fakat gözlerin bilgiyle örtülüyse, göremezsin. Dünyada ki en zavallı insan, bir bilgi perdesini arkasında yaşayandır. En zavallılar, zihinle yaşayanlardır. En zenginler zihinsizliğin pencerelerini açmış ve hayata zihinsiz yaklaşmış olanlardır...OSHO

“İstese de çok uzağına gidemiyor insan kendisinin… Hangi trene binse içindeki bir adrese varıyor sonunda…


İstese de çok uzağına gidemiyor insan kendisinin…

Hangi trene binse içindeki bir adrese varıyor sonunda…

Hangi rüzgara tutunsa kendine savruluyor…

Hangi denize açılsa yine kendi kıyılarında buluyor kendini…

Hafiza Testi 3D

Dikkat ve Hafiza 3D yazan resimlerin üzerine mous ile tiklayarak ayni olanlari eslemeye çalisin

 

http://www.secmeoyun.com/file.php?f=1030

Kim olduğun, buraya nasıl geldiğin beni ilgilendirmiyor. Çekinmeden benimle ateşin ortasında durup durmayacağını bilmek istiyorum

Kim olduğun, buraya nasıl geldiğin beni ilgilendirmiyor. Çekinmeden benimle ateşin ortasında durup durmayacağını bilmek istiyorum.

Nerede, kiminle, ne okuduğun beni ilgilendirmiyor. Diğer her şey bittiğinde seni ayakta tutan şeyin ne olduğunu bilmek istiyorum.

Kendinle yalnız kalıp kalamadığını ve o boş anlarda sana arkadaşlık eden kendini gerçekten sevip sevmediğini bilmek istiyorum.

Oriah Mountain Dreamer (Kanadalı Bir Kızılderili)

Tabağına yiyebileceğin kadar yemek; Hayatına sevebileceğin kadar insan al. İsrafın lüzumu yok...!

Taşıma su ile değirmen dönmez. Kalburla da su taşınmaz. Herkes kalburlarındaki delikleri tamir edip kapatmasını bilmedikçe, eleklerine hiçbir zaman su dolmayacaktır.

Taşıma su ile değirmen dönmez.

Kalburla da su taşınmaz.

Herkes kalburlarındaki delikleri tamir edip kapatmasını bilmedikçe, eleklerine hiçbir zaman su dolmayacaktır.

Kalbim, herşeyin bir gün en güzel şekilde semere vereceği inancıyla doludur.

Mumlarımızın ışıkları ne kadar zayıf olsa da artık yanmaya başlamıştır.

Bunları her yere yaymak ve arttırmak dileğimle..

Hadi git kendine de bir kahve yap...

Korkularınız varsa yüzleşin ve çıkarın arkadaşlar..

Korkularınız varsa yüzleşin ve çıkarın arkadaşlar..

Korkuları içimizde barındırdığımız sürece bizi bulurlar.

Korkmazsak istemediğimiz titreşimleri kendimize çekmeyiz..

Tutuyor mu? İtiyor mu?

BUGÜN; Küçük mucizelerin günü olsun...

 BUGÜN; Küçük mucizelerin günü olsun...

♥ İkram edilen taze demlenmiş bir bardak çay...

♥ Ya da mis kokulu bir fincan kahve...

♥ Eski bir arkadaştan beklemediğin bir anda bir telefon...

♥ Eve veya işe giderken ya da alışverişte hep yeşil ışıklar... ...

♥ BUGÜN; İçinde küçük sevinçlerin olduğu bir gün olsun....

♥ Bakkalda mis gibi ekmek kokusu ......

♥ Mis kokulu bir yemek..........

♥ Radyoyu açtığında en sevdiğiniz şarkının çalıyor olması...

♥ Anahtarları aradığın yerde bulmak..

♥ Barış,mutluluk ve neşe dolu bir gün olsun...

♥ BUGÜN; Bir şeylerin mükemmelliğinde Yaradanın senin yanında olduğunu, seni kayırdığını ve bir yerlerden sana gülümsediğini hissettiğin, sana özel olduğun hissini yaşatan o garip ama hoş duygu ile dolu güzel bir gün olsun.

Birinci Kadın Mı Olmak Daha Zor İkinci Kadın Mı?

Günümüz dünyasında evliliklerde yaşanan “bir adam - iki kadın” durumu iyice yaygınlaşmış durumda.  Şimdi işin etik tarafını bir kenara bırakalım ve bu iş niye oluyor onu bulmaya çalışalım.

Önce birinci kadının hayatını kurgulayalım… Küçük yaşta evlenmiş, iki çocuk yapmıştır. Evlilik ve çocuğun daha önemli olduğu ona öğretilmiştir. Evdeki koşuşturmaca yetmezmiş gibi bir de çalıştığı işyerindeki sorunlardan artık iyice bunalmıştır. “İşi bıraksa ne güzel olur” diye hayaller kurmaktadır.  Evli oldukları on beşe sene içinde bellerini yeni yeni doğrultmaya başladıklarından bu şimdilik mümkün gözükmemektedir. Güzel bir semtten ev alınmış, güzelce dekore edilmiştir. Ara ara yurt içi ve yurt dışı tatillere gider olunmuş, kendisine istediği gibi alışveriş yapmaya nihayet başlayabilmiştir. İkinci elde bir araba alınmış, pazar günleri ailecek pikniklere gidilmeye başlanmıştır.

Çok kilo aldığı için biraz kendine dikkat etmeye çalışsa da ipin ucu kaçtığı için toparlamak artık çok zordur. Beslenme uzmanına ya da spora gitmek lazım ama “hangi vakitte” diye düşünüp, daha bir hırsla yemek yemeye devam etmektedir. Zaten onu alan almıştır. Saçında çıkan beyazlarını kapatmak için berbere gitmek için vakti ya vardır ya yoktur. “Eşim keşke bana daha çok yardım etse” diye hayıflanmaktadır. Bir de çocukların sosyal etkinliklerinden artık gına gelmiştir. Birini resim kursuna götürmeli diğerini gitar kursundan almalı derken zamansızlıktan aynaya bakacak hali bile kalmamıştır. Annesi ve kayınvalidesinden yardım görmese ne yapacağını iyice şaşırmış bir vaziyettedir.

Yani anlayacağınız görünüşte her şey normal ve huzurludur. Çocuklarla koşturmaktan, işin sıkıntısından eşle pek ilgilenmeye zaman kalmaz ama “olsun artık bunca senenin ardından o kadar da olacak artık dimi” diye düşünmektedir. Yemek masasında oğlan derslere çalıştı mı, iş nasıl geçtinin dışında pek de bir sohbet edilmemektedir. Zaten kimsenin de buna hali yoktur. Günler, aylar hatta yıllar böyle geçip gitmektedir. Ve gidecek gibi de gözükmektedir…

Şimdi ikinci kadının hayatını kurguluyoruz… İyi bir eğitim almış, hayatının önceliğini kariyerini vermiş, bunda da başarılı olmuştur. Arada duygusal ilişkiler olmuşsa da nedense şansı yaver gitmemiş evlenmeyi becerememiştir. Kendi arabası ve evi vardır. Bakımlıdır. Haftada iki defa berbere gider. Kendisine yakışanı almayı artık öğrenmiştir. Bir ortama girdiğinde kendisine baktırmasını bilir. Kendini geliştirme kurslarına gider, yoga yapar. Tatiller de dünyanın en ucra köşelerine gidip harika maceralar yaşar. Yok okuldan, yok kurstan, yok eski işyerinden arkadaşlarla buluşma derken hayli sosyal bir hayatı vardır. Haftada bir ya da iki gece mutlaka dışardadır. Son girdiği işyerindeki pozisyonu da hayli iyidir. Herkese gururla bunu anlatmaktadır. Ama içinde bir yerlerde evlenmemiş olmanın verdiği küçük bir cız yaşamaktadır. Yani anlayacağınız o da kendi küçük dünyasında “mutlu ve huzurlu” yaşamaktadır.

Olaylar yeni bir işe girip, ilk üç beş aydan sonra işe Mehmet’i görmek için gittiğini anlamasıyla başlamıştır. Mehmet’te zaten ona karşı boş değildir. Serap hanım aşağı, Serap hanım yukarı diyerek her projede onu istiyor onu övüyordur. Kaç defa bacaklarına bakarken yakalamıştır Mehmet’i… Bir müddet baktı, bakmadı, gördüm, görmedimle geçtikten sonra bir gün Mehmet Serab’ı yemeğe davet eder. Serap adamın evli olduğunu biliyor. Mehmet de kendisinin evli olduğunu biliyor ama bu heyecana bir türlü karşı koyamıyor. Yıllar sonra unuttuğu eski duygular yeniden ortaya çıkmış, yeniden yaşadığını hatırlamıştır. Evde çamaşırını, bulaşığını yıkayan, canla başla çalışan Türkan’ı artık gözü görmez olmuş. Mantığı yemek yemeyi bırak, derhal bu işten ayrıl dese de kalbi, duyguları, Serap’la çıkacağı yemeği bekler olmuştur. Serap ise Mehmet’ten etkilendiği için kendine kızmakla meşguldür. Bu kadar bekar adam içinde bula bula evli bir adam bulmaktan dolayı çok tedirgindir. Ama yine de “alt tarafı bir yemek, yemeğe çıkarız sonra da bu işi keseriz” diye kendi kendini avutmaktadır…

Aslında ikisi de iradesine hakim olsa, mesela adam ya da kadın işten ayrılsa, bir daha birbirlerini görmeseler sorun çözülecek değil mi? Ama hayır, genelde böyle olmuyor işte. İkisi de soru işaretleriyle, acabalarla meşgul olup tıpış tıpış o yemeğe gidiyorlar.

Devamı haftaya efem… Sevgi… Saygı…

HER ŞEY DE BİR HAYIR VARDIR..!

Bir zamanlar Afrika'daki bir ülkede hüküm süren bir kral vardı. Kral, daha çocukluğundan itibaren arkadaş olduğu, birlikte büyüdüğü bir dostunu hiç yanından ayırmazdı. Nereye gitse onu da beraberinde götürürdü. Kralın bu arkadaşının ise değişik bir huyu vardı. İster kendi başına gelsin ister başkasının, ister iyi olsun ister kötü, her olay karşısında hep aynı şeyi söylerdi: "Bunda da bir hayır var!" Bir gün kralla arkadaşı birlikte ava çıktılar.


Kralın arkadaşı tüfekleri dolduruyor, krala veriyor, kral da ateş ediyordu. Arkadaşı muhtemelen tüfeklerden birini doldururken bir yanlışlık yaptı ve kral ateş ederken tüfeği geriye doğru patladı ve kralın başparmağı koptu. Durumu gören arkadaşı her zamanki sözünü söyledi: "Bunda da bir hayır var!" Kral acı ve öfkeyle bağırdı: "Bunda hayır filan yok! Görmüyor musun, parmağım koptu?" Ve sonra da kızgınlığı geçmediği için arkadaşını zindana attırdı.


Bir yıl kadar sonra, kral insan yiyen kabilelerin yaşadığı ve aslında uzak durması gereken bir bölgede birkaç adamıyla birlikte avlanıyordu. Yamyamlar onları ele geçirdiler ve köylerine götürdüler. Ellerini, ayaklarını bağladılar ve köyün meydanına odun yığdılar. Sonra da odunların ortasına diktikleri direklere bağladılar. Tam odunları tutuşturmaya geliyorlardı ki, kralın başparmağının olmadığını fark ettiler. Bu kabile, batıl inançları nedeniyle uzuvlarından biri eksik olan insanları yemiyordu. Böyle bir insanı yedikleri takdirde başlarına kötü olaylar geleceğine inanıyorlardı.


Bu korkuyla, kralı çözdüler ve salıverdiler. Diğer adamları ise pişirip yediler. Sarayına döndüğünde, kurtuluşunun kopuk parmağı sayesinde gerçekleştiğini anlayan kral, onca yıllık arkadaşına reva gördüğü muameleden dolayı pişman oldu. Hemen zindana koştu ve zindandan çıkardığı arkadaşına başından geçenleri bir bir anlattı. "Haklıymışsın!" dedi.


"Parmağımın kopmasında gerçekten de bir hayır varmış. İşte bu yüzden, seni bu kadar uzun süre zindanda tuttuğum için özür diliyorum.Yaptığım çok haksız ve kötü bir şeydi." "Hayır" diye karşılık verdi arkadaşı. "Bunda da bir hayır var." "Ne diyorsun Allah aşkına?" diye hayretle bağırdı kral.


"Bir arkadaşımı bir yıl boyunca zindanda tutmanın neresinde hayır olabilir." "Düşünsene, ben zindanda olmasaydım, seninle birlikte avda olurdum, değil mi? Ve sonrasını düşünsene!!!..."

marifet hiç düşmemek değil, her düştüğünde kalkabilmektir...

Tutuklu diil tutkulu bi sevgili istiyorum demiştim...

Başarmak, istediğini elde etmektir. Mutluluk, elde ettiğini sevmektir. Bilgelik, neyi istemesi gerektiğini bilmektir.

Başarmak, istediğini elde etmektir.

Mutluluk, elde ettiğini sevmektir.

Bilgelik, neyi istemesi gerektiğini bilmektir.

İyilik, başkalarının da yararına olanı istemektir.

Erdem, istememesi gerekeni reddetmektir.

Zenginlik, imkanıyla orantılı istekler edinmektir

En mutlu kişiler, herseyin en iyisine sahip olanlar değildir, onlar karsılarına çıkan herşeyin değerini en iyi bilenlerdir.



En mutlu kişiler, herseyin en iyisine sahip olanlar değildir, onlar karsılarına çıkan herşeyin değerini en iyi bilenlerdir. Mutluluk, ağlayanlar, incinenler, araştırma yapanlar ve çabalayanlar için vardır, çünkü böyle insanlar hayatlarına giren her insanin önemini takdir edenlerdir


En parlak gelecek, unutulmuş bir geçmişin üstünde yükselir, geçmişinizdeki kalp kırıklıklarını ve hataları silmezseniz hayatin içinde ilerleme şansınız olmaz.


Yaşamın çoşkusu gönlünüzde eksik olmasın !! GÜNAYDIN !!!

Yaşamın çoşkusu gönlünüzde eksik olmasın !!

GÜNAYDIN !!!

Sabır, Ağrıları Dindiren Acı Bir Ot Gibidir.

Sessizliği severim...



 

Sessizliği severim.Hani kendinle kalırsın, yazarsın, çizersin, içini dökersin, haftalardır eline yapışan kitabı bir çırpıda bitirirsin, kararlar alırsın, düşünür taşınırsın, kendine hak verir ya da çok kızarsın ama bir şekilde hesabı kapatırsın.Sessizlik iyidir yani.

Dinginlik... Günün fotosu...08/01/2012

Tom&Jerry - Piano concert

http://youtu.be/gH27CWriC64

Kimse sana senden iyi öğüt veremez...

Demoklasin Kılıcı...

Kolay görünen her işte bir tehlikenin var olduğunu belirtmek yahut sorumluluk hissini unutmamak gerektiğini anlatmak üzere "Demokles'in kılıcı gibi" deriz. Hikâye şöyle: ...


Demokles, M.Ö. 4. yılda Syrakusai kralı olan Dionysios'un nedimlerinden birinin adıdır. Tarihler Dionysios'un basit bir aileden gelmekle birlikte cesareti ve kıvrak zekâsı ile devr­ inde hızla yükselip ülkenin krallığını ele geçirdiğini yazarlar. Kartaca ile yaptığı uzun sav­ aşlar neticesinde Syrakusai'yi devrin en güçlü devleti haline koyan Dionysios, şiddet yanl­ısı bir hükümdar olmakla birlikte, adaletli davrandığını göstermek üzere yanında daima bir kılıç taşır ve gerektiğinde de kelle uçurmaktan geri durmazmış. Demokles, efendisinin sadakatini kazanarak hizmetinde bulunurken ona krallığın nimetl­ erinden bahsetmeye ve kral olmanın ne kadar rahat bir iş olduğunu sık sık tekrarlamaya başlamış.


Demokles'in bu davranışına iyiden iyiye canı sıkılan Dionysios, nedimine bir ders vermek istemiş. Sözün yine krallık nimetlerine geldiği bir gün demiş ki: —Demokles, senin de bir süre krallığın nimetlerini tatmanı istiyorum. Yarın bütün gün benim tahtıma sen otur ve ülkeyi dilediğince yönet. Demokles, hayal bile edemeyeceği bu iltifat karşısında çok sevinmiş. Bir günün beyliği beylik diyerek, ertesi günü iple çekmeye başlamış. Ne var ki Dionysios o gece adamlarına emredip devamlı yanında gezdirdiği kılıcını, at kuyruğundan bir kıla bağlatarak tahtın tam üzerine astırmış.


 Ertesi sabah büyük bir heyecan ve şevkle tahta oturan Demokles bir de bakmış ki başının tam üzerinde bir kılıç sarkmakta. Ha düştü, ha düşecek... Demokles tahta oturmuş oturm­ asına ama gün boyu soğuk ecel terleri dökmüş. Kralın kılıcı olduğu için de onu yerinden indirtmeye cesaret edememiş. Sonunda, anlamış ki can korkusu çekerek tahtta oturmak mutluluk değil, ancak işkence; bu şartlarda krallık da dıştan göründüğü gibi huzur ve mutluluk değil, bilakis korku ve tedirginlik kaynağıdır. Velhâsıl Demokles, bütün gün tahtta oturmasına rağmen hiçbir icraat yapamamış. Akşam olunca Dionysios kendisine: — Nasıl, demiş, Demokles, krallığın tadına vardın mı? Demokles cevap vermiş:

 — Haşmetmeap, krallık tatlı olacaktı ama yazık ki kılıç Demokles'in değildi.