21 Kasım 2011

Hiiç güzelleşemediğim gibi..

Mersin ağacı yaprağı ve meyveleri... İshal kesici, öksürük gidericidir...

Yöresel Adı : Bahar ağacı, murt ağacı Latince Adı : Myrtus communis

Yetiştiği Yerler : Akdeniz ve Ege Kullanım Yerleri : Yaprak ve meyveleri
Mersin ağacı, boyu üç metreye kadar yiikselebilen, kışın yapraklarını dökmeyen, beyaz çiçekler açan, defne meyvesi büyüklüğünde meyveleri olan bir ağaçtır. Yeşilimşi kahverengi renkte olan yaprakları tüysüz ve derimsidir, keskin kokuludur. Çok tohumludur. Ağacın kurutulmuş yaprakları şjfa verici olarak kullanılır.  Koku ve baharat olarak da kullanılır.

Yaprak ve meyveleri ishal kesici, öksürük giderici, iştah açıcı, kan dindiricidir. İdrar yolları ve göğüs hastalıklarında antiseptik özelliğinden istifade edilir.
Kullanım Yeri ve Şekli :

* İshal kesici ve öksürük giderici olarak, kaynamakta olan yarım litre suya, yaprak ve meyvelerinden 50 gr. konur, beş dakika kaynatılır. Balla tatlandırılarak, yemeklerden önce birer bardak içilir. Ayrıca bu suyla yaralar dezenfekte edilir, yüzdeki sivilceler günde 3 - 4 defa silinir. Bilhassa yanıklar üzerinde çok etkilidir.

* Yapraklan toz haline getirilerek, yaralar üzerine serpilir.

Ayaklardaki mantarlar için, ayaklar sabah ve akşam, 15-20 dakika mersin yaprağı suyunda bekletilmelidir.

* Ter kokulannı gidermek için, bir miktar patlıcan kaynatılir, mersin yaprağı suyu ile eşit oranda kanştınlır ve koltuk aitlarına sürülür. Bu su ayak kokuları için de kullanılır.

* Egzamaya karşı, mersin yaprakları ve meyvesi toz haline getirilir, vazelinle karıştırılarak merhem yapılır. Yara ve egzamalara sürülür.
* Saçlardaki kepek ve kaşıntılar için, saçlar mersin yaprağı suyu ile friksiyonlanır.

* Rahim akıntısı ve beyaz akıntılarda kaynamakta olan bir litre suya, 100 gr. mersin ağacı yaprağı ve meyvesi konur, akşamları buhan hazneye gelecek şekilde 10 - 15 dakika durulur.

* Kalbi kuvvetlendirmek ve kalp çarpıntısını gidermek için, mersin yaprağı çay gibi demlenir ve sıcak oIarak içilir.

Saçları kuvvetlendirmek için, mersin yaprağı yağı saçlara sürülür.

Not: Kullanmadan önce doktorunuza danışınız...

yenileceğim kavgalara giriyorum durmadan...

 

Geceleri gökkuşağına boyamak mıdır suçum?

herkes bağırırken şiirler okumak mı,

 ... susmak mı sözün bittiği yerde,

 apansız uykum kaçıyor kaç gece,

 sondan saymaya başladım adları-böyle hoşuma gidiyor

beğenmeseler de seviyorum ellerimi,

hep olmayacak düşler görüyorum,

 yenileceğim kavgalara giriyorum durmadan.

İtiraf ediyorum…

Alınganlık insani sınırlar dahilinde, hepimizde bir miktar vardır. Ancak, bu hiçbir şekilde hayatımızı etkilememeli insanlarla ilişkilerimizi zedelememelidir. Bunun için, gereksiz yere olayları üzerimize almaktan vazgeçmeli ve güven eksenli ilişkiler kurmalıyız...

 

Aşırı alıngan kimseler, insanlarla ilişkilerinde, sevilmediklerini ve değer verilen biri olmadıklarını düşünerek, olayları üstlerine alırlar ve ortamdan uzaklaşmaya çalışırlar
Bu yönüyle alınganlığın temelinde güven eksikliği ve zayıf benlik algısı vardır. Kendine güvenmeyen, kendinden emin olmayan kişi, çevresi tarafından değerlendirilmeye tabi tutulduğunu ve olumsuz bir şeyler ima edildiğini düşünmektedir.


Her insanda biraz alınganlık vardır fakat bu, doğal sınırlar dahilinde, kişiye zarar vermez. Ancak, itidal sınırlarını aştığında alınganlık kişiye ve çevresindeki insanlara zarar verecek boyutlara ulaşabilir. Yani, sıradan ilişkilerimizde ottan sudan şeylere alınganlık gösterdiğimizde, topluma katılmamız ve insanlarla bir arada yaşamamız daha güç hale gelebilir ve çevremizdeki insanları rahatsız edebiliriz. Alınganlık temelde zanna dayanan bir duygudur. Kişi, emin olmadığı halde, olumsuz senaryolar üretir ve olayları olumsuz tarafından yorumlayarak üstüne alır, insanlardan uzaklaşır. Bu durum, insanlarla ilişkilerimizi zayıf ve çelimsiz bırakır...


Alınganlığın temelinde, kendimizle ilgili düşüncelerimiz, inancımız ve beklentilerimizin büyük etkisi vardır. Mesela, kendisinin dağınık olduğuna inanan bir bayan, ortamda dağınıklıkla ilgili bir konuşma geçtiğinde hemen üzerine alınır, yüzünü asar ve bulunduğu alanı terk eder. Çünkü gerçekten dağınık olduğuna kendisi de inanmaktadır ve burada konuşulanlar kendisiyle ilgili olmadığı halde üzerine alınmıştır.. Buna karşın birisi aynı kişiye, dilsiz dese bunu hiç umursamaz, çünkü dilsiz olmadığını biliyordur ve bundan emindir. Alınganlık, kişinin güvensizliğiyle ilgili bir durum olsa da, bunda toplumsal ve kültürel yapımızın da bir miktar etkisi vardır. Özellikle bizim toplumumuzda insanlar birbirlerinin olumlu ve olumsuz taraflarıyla çok fazla ilgilidirler.


Aile dinamiklerimizin güçlü olması ve çevremizdeki insanlarla olan duygusal bağımız ise diğer insanların bizim hayatımızda ne kadar önemli olduğunu gösterir. Ancak bu konuda itidal sınırlarını aşarak, çoğu zaman bağlandığımız inandığımız insanların bizim için ne dediğine ne düşündüğüne odaklanır ve olumsuz değerlendirmeler yapılabiliriz.


 Çevreyle ilişkilerde sorunlar ortaya çıkabilir: Gereksiz şeylere alınganlık gösteren kimseler genellikle istenmeyen ve rahatsızlık uyandıran kimseler olarak bilinir. İnsanlar, bu tür kimselerle bir arada olmaktan hoşnut olmazlar. Çünkü bu insanların nereden ne anlam çıkaracakları ve neye alınacakları belli değildir. İlişkilerimizin temelinde güven vardır. Alıngan insan kendine ve çevresine olan güvenini yitirmiştir. Bütün bunlar alıngan insanları yalnızlığa sürüklemektedir.


 Kişinin kendisiyle ilgili sorunlar yaşaması: Çevresindeki insanlarla bir arada bulunmaktan rahatsızlık duyan ve gereksiz şeylere alınan insan iç dünyasında mutsuz ve güvensizdir. Ayrıca, kendisine ve çevresine olan inancını yitirdiğinden derin bir boşluk içindedir. Ona göre, insanlar sürekli kendisiye ilgili olumsuz yorumlar yapmakta ve onu sevmemektedirler.


 Başkalarının düşüncelerini okumak: Alıngan insanlar, yüzyüze geldikleri kimselerin düşüncelerini okurlar ve buradan olumsuz anlamlar çıkararak üstlerine alınırlar. Bu aslında bir yerde kişinin, başkalarının hayatına müdahale etmesine izin vermesidir. Eğer öyle olmasaydı başkalarının ne dediği bu kadar önemli olmazdı.


Alınganlık insani sınırlar dahilinde, hepimizde bir miktar vardır. Ancak, bu hiçbir şekilde hayatımızı etkilememeli insanlarla ilişkilerimizi zedelememelidir. Bunun için, gereksiz yere olayları üzerimize almaktan vazgeçmeli ve güven eksenli ilişkiler kurmalıyız.
" Ayrıca zan yapmaktan kaçınmalı, olaylara olumlu anlamlar vermeyi öğrenmeliyiz. "

Ayakkabı nasıl doğdu...

 

Çok büyük ama aptal bir kral, sert zeminin ayağını acıttığını söyleyip tüm krallığın sığır derisiyle kaplanmasını emretti. Ancak sarayın maskarası bu fikre kahkahalarla güldü; o bilge bir adamdı!


Dedi ki: “Kralın fikri en basitinden komik.” Kral çok kızdı ve maskaraya dedi ki: “Bana daha iyi bir seçenek göster yoksa öldürüleceksin.”

 Maskara, “Efendim küçük bir sığır derisi parçasını kesip ayağınızı kaplayın” dedi.


Ve bu şekilde ayakkabı doğdu.


Bütün dünyayı sığır derisiyle kaplamaya gerek yok; sadece ayağını kaplamak tüm dünyayı kaplar. Bilgeliğin başlangcı da budur

Kendinizi başkalarına kanıtlamak için ne kadar az çaba harcarsanız, içinizde huzur bulmanız o kadar daha kolay olur.



Alçakgönüllülük ve iç huzuru birbirlerinden ayrılmaz bir bütündür . Kendinizi başkalarına kanıtlamak için ne kadar az çaba harcarsanız, içinizde huzur bulmanız o kadar daha kolay olur.

Kendini kanıtlama çabası tehlikeli bir tuzaktır . Sürekli kendi başarılarınızı göstermek, böbürlenmek ve ne kadar değerli bir insan olduğunuza başkalarını inandırmak için muazzam bir enerji harcamak gerekir. Oysa, insan böbürlendiği zaman başarısının veya gurur duyduğu bir şeyin yaratacağı olumlu duyguları sulandırmış olur.

Oysa, ilginçtir; insan takdir görmeye ne kadar az düşkün olursa, o oranda daha çok beğeni toplar.Sessiz bir özgüven sahibi olup,kendilerini her an haklı ve iyi gösterme kaygısı duymayan, kimsenin başarısını çalmaya kalkmayan insanlara da,herkes hayranlık duyar.Övünme gereği duymayan, ortaya egosunu değil,yüreğini koyan bir insanı, herkes çok sever.

Gerçek tevâzu pratik yaparak geliştirilebilir.Bu çok güzel bir şeydir,çünkü karşılığı sakin bir huzur duygusuyla hemen gelir.Bir daha karşınıza böbürlenme fırsatı çıktığında, bu dürtüye karşı direnin

Şubat ayı niye kısadır???



Bugün kullandığımız takvimin kökeni, Roma İmparatoru Julius Caesar’ın, Mısırlı astronomi bilgini Sosigenes’e yaptırdığı “Julyen” takvimi.

  “July” olarak bilinen temmuz ayı, Julius Caesar’ın adını taşır ve 31 gün sürer.


Caesar’dan sonra yaşayan bir başka Roma İmparatoru Augustus da kendi adını bir aya verir. Ne var ki ağustos (Augustus’un adından) ayının 30, Caesar’ın adını taşıyan temmuz ayının 31 çekmesini haşmetine yakıştıramayan İmparator Augustus, kendi adıyla anılan ayın da 31 gün sürmesini emreder.


Bunun üzerine astronomlar, yılın son ayı olan şubattan (Julyen takviminde yılbaşı, mart ayındadır ve buna göre şubat, yılın en son ayıdır.) bir günü alıp, ağustos ayına ekler. Böylece 30-29 gün döngüsü yaşayan şubat ayı 29-28 gün olarak belirlenir.