23 Aralık 2011

Hayat, kendisinin amacıdır; bir sona doğru bir araç değildir, kendinin sonudur. Kanatlanan kuş, rüzgârdaki gül, sabah doğan güneş, gecenin yıldızları, bir kadına âşık olan bir adam, sokakta oynayan bir çocuk

 “Sana söyleyeyim, hayatta bir amaç yoktur. Hayat, kendisinin amacıdır; bir sona doğru bir araç değildir, kendinin sonudur. Kanatlanan kuş, rüzgârdaki gül, sabah doğan güneş, gecenin yıldızları, bir kadına âşık olan bir adam, sokakta oynayan bir çocuk…


Bunların maksadı yoktur. Hayat yalnızca kendisinin tadını çıkarmakta, kendini hoşnut etmektedir. Enerji, hiçbir amaç olmadan taşmakta, dans etmektedir. Bu bir performans, bir iş değildir.


Hayat bir aşk ilişkisidir, şiirdir, müziktir. “Bunun maksadı ne?” gibi çirkin sorular sorma çünkü sorduğun anda hayatla bağlantıyı koparırsın. Hayatla köprü kurmak için felsefi sorular işe yaramaz. Felsefenin bir kenara bırakılması gerekir…


Varoluşun, felsefeyle hiçbir ilgisi yok. Eğer felsefi olursan, seninle varoluş arasında bir boşluk oluşur. Varoluş, hiçbir maksat olmadan sadece var olmaktır. Ve gerçekten yaşamak isteyen insan bu maksat fikrinden kurtulmalıdır.


Eğer hiçbir amaç olmaksızın, yoğunlukla, bütünlükle, aşk ve güvenle yaşarsan, ölüm geldiğinde, nasıl ölüneceğini bilirsin―çünkü ölüm hayatın sonu değil sadece bir etabıdır


Bilgelik Kitabı / OSHO  1.Cilt Zihnin Sınırlarını Bilmenin ve Ötesine Geçmenin Yolları ARKA KAPAK: ...

Gönlümde olanı hakkımda hayırlı eyle...

SEKİNE DUA'SI  NİYETİNİZ NE İSE BUYRUN

Ama asıl mesele insan olmaktır… İnsan olmak başka bir şeydir… Onun ne okunacak bir kitabı ne de ezberlenecek bir formülü vardır.

Her şeyin olabilir.. Evlerin, arabaların.. Bilgisayar vs… her türlü teknolojik imkanın,


renk renk elbiselerin, pahalı parfüm ya da kremlerin ve pahalı alışkanlıkların…


Ve sen !.. Her şey olabilirsin…


Güzel ya da çirkin.. Uzun ya da kısa olabilirsin..


Boylu poslu.. Gösterişli ya da gösterişsiz…


Tombul yada zayıf…. Genç ya da yaşlı…


Kadın ya da erkek olabilirsin… Anne, baba olabilirsin.


 Kardeş, ağabey, dost, arkadaş… Huzurlu ve huzursuz…


Güleryüzlü ya da somurtuk.. Sakin ya da hareketli…


Sabırlı, dayanıklı, heyecanlı, atak ve coşkulu olabilirsin.


Hatta her an içinde bulunduğun duruma göre bir şey de olabilirsin.


Sonra iş sahibi olabilirsin ya da işsiz…


Üniversite yada lise yada ilköğretim mezunu olabilirsin. Bir meslek sahibi olabilirsin.


Öğretmen, memur, işçi, doktor, mimar ya da avukat...


Hatta mesleğinde üst seviyelere çıkabilir ve unvanların olabilir…


Bütün bu özelliklerin çevrende pek bir takdir görebilir, övgüler alabilirsin…


Tüm bunlar iyidir hoştur, güzeldir …


 Ama asıl mesele insan olmaktır… İnsan olmak başka bir şeydir… Onun ne okunacak bir kitabı ne de ezberlenecek bir formülü vardır.


Eğer; İnsanları toplumsal alt kimliklerine göre ayırmadan, cinsiyetlerine göre kayırmadan, zengin, fakir yada meslek ya da unvanlarına göre değil önce insan olduğu için sevip sayıyorsan…


Ve çevrendekilere sahip olduklarına göre değil, (seninle paylaşmamış olsa bile çevresindekilerle…) paylaştıklarına göre önem, değer ve anlam verebiliyorsan.


Verdiğin sözü tutuyor ve özün ile sözün birbirini tamamlıyorsa, iyiniyetli, samimi, merhametli, dürüst ve alçak gönüllü isen insan olmaya başladın demektir. Pek havalı sıfatların olabilir ama en havalısı insan olmaktır.


Kadın ya da erkek olmaktan, toplumsal sıfatlarından çok daha anlamlıdır. Ve tüm bunların yanına bir de erdem kattın mı insan oldun demektir. Ve insan olduğunda sen artık insanların yüzlerine değil ruhlarına bakmaya başlarsın

Sınırsız sevgiyle yapılan küçük şeyler değerlidir...

Sınırsız sevgiyle yapılan küçük şeyler değerlidir. Ne yaptığımız değil, yaparken ne kadar sevgiyle yaptığımız önemlidir. Ne verdiğimiz değil, verirken ne kadar sevgiyle verdiğimiz önemlidir ve Tanrı için hiçbir şey küçük değildir…”

-Rahibe Teresa-

Fikret Kızılok-İnişlerim çıkışlarım

http://youtu.be/-cSgxHoCK8c

Hayat bir fırsattır... Onu yakala!

Hayat bir sevdadır... Onu yaşa!

Hayat bir hediyedir... Onu al!

Hayat bir bilmecedir... Onu çöz!

Hayat bir fırsattır... Onu yakala!

Hayat bir şarkıdır... Ona eşlik et!

Hayat bir bahçedir... Onu der!

Hayat bir iyiliktir... Ona karşılık ver! ...

Kendine bir iyilik yap.

Gitme zamanı gelmişse ‘dur’ demenin;

Gitme zamanı gelmişse ‘dur’ demenin;

Zaman geçmişse ‘dön’ demenin;

Ve aşk bitmişse ‘yeniden’ demenin;

Hiçbir anlamı yoktur…"
(Gabriel Garcia Marquez)

Yeni yılı karşılama animasyonları başlamıştır... Buyrun efem...

http://youtu.be/_uR9JAZdAfA

Hayatını boşuna harcama...

Zamanını  seninle birlikte geçirmeye hazır olmayan ve istemeyen biri için harcama...

Yeni kapılar, pencereler aç...

Hayatını boşuna harcama...

Çok şirinim... Günün fotosu... 23/12/2011

Yeni evlendim...

Bir gün herkes yaptıklarının bedelini ödeyecek...

Yalnız mısın?

Sevgi, değer vermesini bilmektir...



 

Sevgi, değer vermesini bilmektir...

Bir kötü taş, bir altın kâseyi kırar...

Bir kötü taş, bir altın kâseyi kırar...

Ama ne taşın kıymeti artar ne de altının değeri eksilir...!

~Sadi Şirazi~

Tartmak, kıyaslamak ve düşünmek için oku...

 

 Yalanlamak ve reddetmek için okuma.

İnanmak ve her şeyi kabullenmek için de okuma.

Konuşmak ve nutuk çekmek için de okuma.

Tartmak, kıyaslamak ve düşünmek için oku

Francis Bacon

Herkesin üç kişiliği vardır: Ortaya çıkardığı, sahip olduğu, sakip olduğunu sandığı...

Denize testiyi daldırsan...

Ceviz Macunu Tarifi- (Ceviz reçeli)

Malzemeler :
*50 adet yeşil ceviz

*50 adet badem

*50 adet karanfil

*250 gr. tarçın

*1250 gr. şeker

*2 adet limon suyu

*1/2 kg. sönmemiş kireç

Hazırlanışı :
*Cevizlerin yeşil kabukları keskin bir bıçakla ince olarak soyulur ve tam baş kısmından bir kesik açılır. *Geniş bir kaba konularak, hergün değiştirilmek şartıyla sui le doldurulup, 7 gün devam eder. *sönmemiş kireci, akşamdan tencereye koyarak, bir gece suda bekletilir ve ertesi gün kirecin üste çıkmış olan sarı suyu alınarak, cevizler bir gece içinde bekletilir. *Ertesi gün cevizler, kireçli sudan çıkarılır ve soğuk sui le bir kaç kez yıkanır. *Cevizler tencereye konularak 5 dak. Kaynatılır ve tekrar soğuk suyla yıkanır. Bu işlem iki kez yapılır, üçüncü kaynatma 45 dak. sürer. *Cevizleri tekrar suya koyup, limon suyu da ilave edilerek 2 saat bekletilir ve renginin parlak olması sağlanır. *Haşlanarak yumuşaması sağlanan cevizlerin, daha önce bıçakla açılan kesik yerine badem ve karanfil konulur. *Suda yıkanıp, süzülen cevizlerin üzerine şeker ilave edilip, bir gece de öyle bekletilir ve ertesi gün 1,5 su bardağı sui lave edilirek, tarçınla birlikte şurup koyulaşıncaya kadar kaynatılır.
Afiyet olsun…

 

 

 

Eğer size bir sıkıntı musallat olmuşsa;



 

Eğer size bir sıkıntı musallat olmuşsa; ya hakettiğinizdir, yada imtihanınızdır.

Her iki durumda da isyan yerine  sabretmek en doğru olanıdır.

Nasılsa her şey gibi bu da geçecektir...

Aaa! Recep bu ne hal?

Lugano’da Trekking…

[slideshow]

(9-13 Kasım 2011 )

Sabah erkenden Lugano gölüne giden trene biniyorum. Tren fazla kalabalık değil. Koltuğuma yerleşip manzarayı seyretmeye başlıyorum. Gördüğüm manzarayı nasıl tarif ederim bilemiyorum. Her karesini dondurmak istediğim bir yolculuk oluyor. Sırasıra dağlar ve bu dağların üzerinde kah kalkan kah yoğunlaşan bir sis bulutu var. Yağmur çiseliyor ve boydan boya bir gökkuşağı çimenlerden başlayıp dağların tepesine kadar uzanıyor. Aralarda küçük köyler, sivri çatılı evleriyle çok şirin gözüküyor. İnekler, atlar yol boyu size arkadaşlık ediyor. Ve dağlardan dökülen şelaleler, yolu süsleyen irili ufaklı göller, size unutulmaz bir güzellik yaşatıyor. Bu manzara şöleni yaklaşık üç saat sürüyor… Bir noktadan sonra fotoğraf ve video çekmeyi bırakıp gözlerimle manzarayı içmeye dalıyorum…

Lugano’ya varmadan önce yolumuzun üstündeki duraklardan biri Luzern. Luzern İsviçre ulusal kahramanı Wilhelm Tell’in öyküsünün geçtiği yer. Efsaneye göre Wilhelm Tell köye gelen kralın temsilcisini selamlamayı kabul etmez, bunun üzerine oğlunun başında duran bir elmayı okla vurmakla cezalandırılır. Elmayı vurmaya yanında iki okla gelir. Çok iyi bir atıcı olan Wilhelm elmayı oğluna zarar vermeden vurmayı başarır. Fakat temsilci neden yanında bir değil de iki ok olduğunu sorduğunda “eğer elmayı vuramasaydım ikinci okla da sizi vuracaktım” cevabını veren Wilhelm’e sinirlenir ve hapse atılmasını emreder. Olaylar zinciri sonucunda Wilhelm kaçar ve nihayetinde kralı öldürür. Ve ismi günümüze kadar gelir.

Kendi durağım olan Lugano’ya gelince trenden iniyorum. Artık İtalya sınırına yaklaştığımız için etraftaki yazılar İtalyanca’ya dönmüş durumda. Şehir İsviçre’nin kuzeyine göre daha kirli ve daha kuralsız. Burada arabaların artık yaya geçidinde durmayabileceği konusunda beni uyarıyorlar.

Önce Lugano gölüne gidiyorum. Gölün bir kısmı İsviçre’ye bir kısmı ise İtalya’ya ait ve dağlardan inen sayısız akarsuyla besleniyor. Kıyı boyu yürüyüp Parco Civicco’yu yani en önemli parklarını buluyorum. Burası rengarenk çiçeklerle süslü, ayrıca nadir bulunan ağaçlar ve bitkiler var. Banka oturup karşı kıyıyı seyrediyorum. Sırada kiliseye gitmek var. Üzerime yavaş yavaş gezinin yorgunluğu çökmeye başladığından yürümek yerine otobüse binmeyi tercih ediyorum. En yakın durağa yönelip günlük bilet alıyorum(5 frank). İsviçre’de otobüslerde ara ara kontrol oluyor ama biletsiz binip yakalandığınız zaman cezaları çok yüksek. Bir de otobüse bindiğinizde makineye biletinizi okutmanız gerekiyor. Yoksa süreyi başlatmamış olduğunuz için ceza yiyorsunuz. ‘’Meleklerin Meryemi’’ adlı kilisenin önündeki durakta iniyorum. Buranın önemi içerdeki “İsa’nın Çilesi” adı verilen muhteşem freskin Leonarda Da Vinci’nin öğrencisi tarafından yapılmış olması. Freski inceleyip dışarı çıkıyorum ve şehrin ana meydanı Piazza Della Riforma’ya gidiyorum. Burası kafeler, lokantalar ve dükkanlarla sarılmış. Fakat yemek için burayı değil de ara sokaklardaki lokantaları tavsiye ederim. Hem daha hesaplı, hem de daha lezzetli. Birbirine paralel küçük taşlı sokaklarda yürümeye başlıyorum. Manavların, şarküterilerin, çikolatacıların arasında keyifle yürüyorum. Bir sürü şık butiğin yanından geçiyorum. Ve artık esas hedefim olan Monte Bre dağına doğru yola çıkıyorum.

Monte Bre dağı 933 metre ve teleferikle çıkılıyor. Teleferiğin fiyatı biraz pahalı (23 frank) ama değeceğini düşündüğüm için ödüyorum. Yavaş yavaş tepeye çıkıyoruz. Burada manzarayı seyredebileceğiniz bir seyir yeri olduğu gibi, lokanta ve kafe de mevcut. Oturup karşıda gözüken sıra sıra dağları, gölleri, köyleri, ağaçların sonbahara özgü rengarenk dokusunu seyre koyuluyorum. Etrafta trekkinge gelmiş sırt çantalı, botlu bir sürü insan var. Buradan civar köylere yürüyüş parkurları mevcut. Hatta trekkinge meraklı bir sürü insan buraya sadece bu parkurlarda yürümeye geliyor.

Ben en yakındaki Bre köyüne yapılan bir yürüyüşe katılmaya karar veriyorum. Yaklaşık bir saatlik kısa bir yürüyüş ama keşke ayağımda lastik ayakkabı değil de bot olsaydı diye biraz hayıflanıyorum. Tempolu yürüyüşümüze başlıyoruz. Çevredeki manzara o kadar güzel ki seyretmek istiyorum ama grubu kaçıracağımdan duramıyorum. Maalesef yürüyüşlerin böyle bir dezavantajı oluyor. Tempoya uymak ve kaymamak için önüme bakmaktan çevreyi kaçırıyorum.

Sonunda Bre köyüne varıyoruz. Buraya gelmek hep yokuş aşağı olduğu için kolay oluyor. Ama geri dönerken onca tepe nasıl çıkılır bilemiyorum. Gözümde biraz büyüyor. Aman neyse ne deyip köyde gezinmeye başlıyorum. Burada çeşitli sanatçıların eserleri sokaklara konmuş ve sergileniyor. Bir şeyler yiyip, burada yerleşik sanatçılarla sohbet edip dönüş yoluna geçiyoruz. Yorucu bir tırmanıştan sonra teleferiğin oraya varıp soluklanıyoruz.

Sırada Lugano gölünde tekne gezisi (16 frank) var. Artık ölü sezon başlamış olduğundan büyük tekne yerine küçük tekne hizmet veriyor. Dışarıda yer kalmadığından içeri yerleşiyorum ve tekne gölün durgun sularında hareket ediyor. İrili ufaklı bir sürü köyün yanından geçiyoruz. Bunlardan Gandria Paese meşhur bir balıkçı köyü. Göl kenarından tepeye doğru devam eden köy daracık sokaklar ve yan yana dizilmiş evlerle örülü. Göle sıfır olan yerlerde balıkçı lokantaları ve oteller var. Ayrıca ara ara serpiştirilmiş villalar çok dingin gözüküyor. Önlerinde kendilerine ait tekneleriyle tamamen kendilerini izole etmişler. Bu köye kafasını dinlemek isteyen yazarlar ve sanatçılar gelirmiş. Ben buraya bayılıyorum. Kafa dinlemek için kalınacak süper bir köy.

Tekne gezisinin ardından karnımın acıkmış olduğunu fark ediyorum. Ara sokaklardan birinde gözüme kestirdiğim şirin bir İtalyan lokantasına giriyorum. Fırın ateşinde pişirilmiş pizzamı yedikten sonra az ilerde bu yöreye özgü Merkür çikolatacısına girip tatlı alışverişimi yapıp otele yorgun ama mutlu bir şekilde dönüyorum.

Birkaç gününüzü bu bölgede geçirmenizi tavsiye ederim.

Sağlıcakla,

 

Senin bakman gereken parmakla güneş arasında uçan kuştur...

uçan kuş resimleri

Eğer biri sana parmağıyla güneşi gösterir ve sen de parmağa bakarsan aptalsın demektir. Eğer güneşe bakarsan daha da aptalsındır, çünkü güneş gözlerini kör eder. Senin bakman gereken parmakla güneş arasında uçan kuştur...

(Subcommander MARCOS...)"

Kendime ödüllerle dolu bir GÜN seçiyorum...

Kendime ödüllerle dolu bir GÜN seçiyorum...

İlk ödülüm mutluluk olsun...

Mutluluğu kendime verdim gitti :))

Veeeeeeeeeee

Mutluluğu çevremedeki insanlarla paylaşmayı ve sevgimle onları desteklemeyi seçiyorum...

Hırsızın böylesi...

Her sabah kalktığımda gülşümserim ve hep yeni bir başlangıç yapmak isterim ...



Her sabah kalktığımda gülümserim ve

Hep yeni bir başlangıç yapmak isterim .

Bazıları için bu gün yılbaşıdır,aybaşıdır veya pazartesidir.

Hep yeni birşeylere başlayacaklardır o günlerde,ama bir türlü bu olmaz.

Çünkü ,bu hayat bizim ama kontrolü kimin.

İşte düğüm bu noktadadır,bir türlü çözülemez o düğüm.

Yitirilen bir dostun ardından cami avlusunda çözmeye çalışılır bu düğüm.

Ama insanın kendisinin kontrol edemediği bir hayatı varsa,

o gerçekten kendisinin hayatımıdır?

Ama hayatımız zannettiğimiz şey;

Bizlere dikte ettirilmiş ödevler,zorunluluklar

ve hepsi sonradan öğretilmiş sorumluluklardan oluşan bir hapisanemidir?

Özgürlüğün bütün anlamı bu hapisaneden dışarı çıkabilmektir.

Mizah yazarı Erma Bombek bu konuda şöyle demiş.

"Hayallerini küçük bir kutuya koyup,

Evet hayallerim var,diyen insanlar vardır.

Sonra kutuyu bir kenara koyup ve arasıra çıkarıp,

hala orada olduklarını görürler,onlar büyük hayallerdir.

Ama bir türlü o kutudan çıkaramazlar.

Hayallerinizi kutudan çıkarıp,hadi bakalım neler yapabilirim,neler yapamam"

diyebilmek sıra dışılık ister,ayrıca bu akıllı insanların yapabileceği bir şeydir.

Kendi yaşamının bir sinek gibi geçip gitmemesi için ne gerekiyorsa yapandır.

Yani cami avlusundaki taşa upuzun yatırılmadan önce,

kendine biçtiği hayatı dolu dolu yaşamayı başarabilenler.

Bunlardan biri olmayı çok arzu ederdim,hayallerimi gerçekleştirmek için.

Ama gelin görün ki o kadar akıllı olamıyor insan,en azından kendi adıma.

Ama yine de umutsuz değilim,

En azından çabalıyorum hayallerimi o kutudan çıkarıp gerçekleştirmeye.

Ne dersiniz,denemeye değmez mi?

Haydi en azından bu gün uzun zamandır düşündüğünüz bir hayalinizi gerçekleştirin.

Sevgilerimle.


İlişkğimiz tıkandı diyorum...

Kadın sorunsalı; Bugün yine giyecek bir şeyim yok...