29 Ağustos 2012

Yaşayamadığımız Aşkların Anısına…

Şimdiye kadar hep yaşadığımız aşkları konuştuk. Acılarını paylaştık. Tekrar dengeye gelmeye çalıştık. Peki ya yaşayamadığımız aşklara ne demeli… Onları da konuşmanın zamanı gelmedi mi artık. Gerçi yaşansalardı herhalde bir dert yığınından başka bir şeye benzemezdi ama yine de yaşanmamış olarak kalması galiba insanın içine oturuyor…

Yaşayamadığım aşklara gelince kimisi dinimi beğenmedi, kimisi yaşımı, kimisinde de benim aşkımın karşılığı yoktu. Hatırlıyorum da birisiyle de komik bir kovalamaca oynamıştık, ya onun kız arkadaşı vardı ya benim erkek arkadaşım. Hani Türk filmlerinde olur ya bir türlü kavuşamama durumu bizde de öyle olmuştu işte. Sanırım kader olmasını istemeyince böyle oluyor.

Bir tanesiyle de yaşadığımız şehirler bir türlü denk gelmemişti. Ben Brighton’daydım o Londra’da. Sonrasında Ben İstanbul’daydım o Ankara’da. Hep böyle garip bir biçimde ülke ülke birbirimizi kovalamıştık ama hep başka şehirlerde yaşamlarımızı kurmuştuk. Demin de dediğim gibi kader istemeyince ne kadar yırtınsan boş durumu yani…

Benim içimde kalansa sanırım o koca aşkların boşuna gitmesi. Düşünsene içinde, kalbinde, her hücrende bir aşk var ama bir şekilde bir araya gelemiyorsun o aşk böyle sonsuzluğa kayıp gidiyor. Hiç el değmemiş olarak. Hiç yaşanamamış olarak…

Bir de bana aşkını sunan erkekler oldu ama bende karşılığı yoktu. İşte sonsuza akan aşk durumlarından bir demet daha… Nereye gider bu karşılıksız, yaşanmamış aşklar? Sonsuzlukta böyle bir havuz mu var acaba?

Niye sanki senin sevdiğin de seni sevmez ve bir ömür boyu mutlu mesut yaşayıp gidilmez. Hep bir çapraşıklık, hep bir git gel, hep bir sorgulama, hep bir acaba doğru mu içinde buluruz ki kendimizi…

Ya arkadaş bu işlerin bir el kitabı, bir kolayını gösteren yok mu? Varsa elini kaldırsın, bana çaya buyursun lütfen…

Ama çaydan önce yaşanamamış aşkların anısına herkes denize bir demet papatya bıraksın olur mu?

Sağlıcakla,

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder