27 Ekim 2011

Kendi Sınırınızı Kendiniz Çizin...

Ahmet HamamcıoğluBir akşam sevdiğim bir çifti akşam yemeğine evime davet etmiştim. Geldiklerinde hemen o gün öğleden sonra Washington’da Dalai Lama’nın konuşmasını dinlemiş olduklarından söz ettiler.

Dalai Lama’nın görüşlerini kısaca bize de anlattılar; ayrıca hem o görüşlere uygun yaşamak istediklerini hem de maddi dünyanın zevklerinden vazgeçmek istemediklerini, bu durumunda canlarını sıktığını söylediler. Dalai Lama’ nın vermek istediği mesaj, yaşamın önünde saygıyla eğilmek ve onun bize bağışladıklarını geri vermek gerektiğiydi. İnsanlığı maddiyat düşkünlüğüne karşı uyarıyor ve bizim kadar şanslı olmayan insanlar için elimizden gelen yardımı yapmamız gerektiğini belirtiyordu.

Dostlarımızın bir yandan sahip oldukları her şeyi kendileri kadar şanslı olmayanlara vermek ve yaşamlarını “yardım” işine adamak istediklerini; diğer yandan da iyi bir yaşam sürmekten vazgeçmek istemediklerini hissettim. Her ikisi de zamanlarının bir kısmını gönüllü çalışmalara ayıran insanlardı. .

Dalai Lama’ nın bizlerden ne yapmamızı istediğini düşünerek iki hafta geçirdim. Yaşamın günlük konfor ve keyiflerinin tümünden vazgeçmemiz mi gerekiyordu? Maddiyat düşkünlüğü nerede başlardı? Yaşamdan biraz keyif alarak, zevklerinden bir parça tadarak rahat yaşamak maddiyat düşkünlüğü sayılır mıydı? Yaşamımda nelerden vazgeçip nelerden vazgeçemeyeceğimin bir listesini yaptığımda çevrem için daha fazla zaman ayırabileceğimi gördüm. Ancak bu arada günlük yaşamın hazlarını yaşamanın çok mu kötü bir şey olduğu düşüncesi aklımı kurcalamaya devam ediyordu. Ne de olsa bunları elde etmek için çok çalışmıştık; maddiyata aşırı bir düşkünlüğümüz olduğu söylenemezdi ve sahip olduklarımızın değerini de biliyorduk.

Sonra bir akşam sözünü ettiğim arkadaşım beni evlerine davet etti. Yemekten sonra ona, “Ne kadarının çok fazla sayılacağı” sorusunun beni çok düşündürdüğünü ve “Sahip olduklarım izin tümünden mi vazgeçmemiz gerektiği”ni merak ettiğimi söyledim. Bu arada onun da aynı konuda kafa yorduğunu anladım. Uzunca bir süre düşüncelerimizi paylaştıktan sonra bizim için sınırın nerede olduğuna karar verdik. Bence Dalai Lama da bizim için bir sınır çizebilirdi ancak herhalde bizim kendi sınırımızı kendimiz keşfetmemizi istedi. Arkadaşım da, ben de yaşamın küçük zevklerinin tadını çıkarmayı doğrusu severiz. Kendimiz için zaman ayırırız, sinemaya gideriz, manikür yaptırır, haftada bir kaç gün yürüyüş yaparız. Her ikimiz de doğada vakit geçirmeyi sever ve bunu  “kendimize ait bir zaman” olarak görmeyi severiz. Bu bizi zindeleştirir.

Uzun uzun düşünüp konuştuk tan sonra her gün kendimize bir parça zaman ayırmanın ve yaşamın tadını çıkarmanın hiçbir şekilde kötü bir şey olmadığına karar verdik. Aslında herkesin kendine zaman ayırması ve kendini daha iyi, daha zinde hissetmesi sonuçta çevresinin de yararına idi. o gece kendi sınırımızı çizdik. Yalnızca kendimiz için bir parça zaman ayırdığımızda başkalarına çok daha yararlı olacağımızı çünkü başkaları için bir şeyler yapacak enerji ve hevesimiz olacağını keşfettik. Aşırıya kaçmadığımız sürece bir parça mal-mülk sahibi olmanın da bir sakıncası yoktu.

Şimdi yaşamımı birkaç basit kurala göre düzenliyorum:

• Bir eşyayı bir yıl boyunca kullanmamışsam ona gereksinimim yok demektir. İşine yarayacak birine veririm.

• Bir süre okumadığım ya da giymediğim bir şeyin başkalarıyla paylaşılmasının zamanı gelmiş demektir.

• İyi yemekten hoşlanırım, yemek hazırlamaktan keyif alırım ve doyduğum anda yemeyi bırakırım.

• Yalnızca evimi “ısıtacak” eşyayı alırım ve yalnızca içinde rahat edeceğim giysiler giyerim.

• Eğer bir becerim varsa bunu, ondan yararlanacak biriyle paylaşırım.

• Gerek duyduğum şeyi alır, gerek duymadığımı bırakırım.

• Biriktirdiklerimle dünya üzerinde bir fark yaratacağını umduğum küçük şeyler yaparım…

Sizin sınırlarınız nedir???

1 yorum:

  1. Yanlıştır; dünyaya nefsimize acı çektirmek için geldiğimizi düşünmek. Bedenimize ve ruhumuza eziyet etmek yaratılışımızın gayesi değildir. Evet paylaşmak, muhtaçlara yardım etmek hem erdemliliktir ve hem de ruhumuzu olgunlaştıran, mutlu eden şeylerdir. Muhtaçları kollamak güzeldir, ama bunu aşırıya götürmek de tehlikelidir. Çünkü her şeyini dağıtırsa insan bu defa da kendisi muhtaç duruma düşecektir. Ve unutmamalı ki başkalarına muhtaç olmak da hiç güzel bir durum değildir. Şunu da unutmamalıdır ki; bizim olan şeyleri bize ne yaşam, ne de doğa vermiştir... Bizim de yaşamın da ve doğanın da sahibi olan Allah vermiştir. O bizden yardımlaşmayı, paylaşmayı, üretmeyi ve çalışmayı ister... Boşvermişliği, sefilliği, aylaklığı değil. Hem insanların hepsi böyle yaparsa, bir düşünün insanlık ne hale gelir. Uyuz uyuz dolanan bir sürü insan :)
    Ya diğer bir felsefeye ne demeli? Ömür kısa... Sanki bir daha mı geleceğiz dünyaya; ye, iç, eğlen... Bu da çok yanlış bir yaşam şeklidir. Evet elbette yaratılış itibari ile eğlenceden, estetikten haz alır insan... Ve ruhun ve bedenin de ihtiyacı vardır buna. Ama bunu da felsefe edinmek, dünyaya ve diğer insanlara vurdumduymaz olmak insanlığın gayesi olamaz.
    Bak şimdi Hz. Muhammed'in bilinen bir sözü geldi aklıma... Ve bunca laf salatasını gereksiz yaptığımın farkına vardım. Çünkü o kısacık söz ne güzel belirlemişti mutluluk çerçevesini; "Hiç ölmeyecekmiş gibi dünya için, yarın ölecekmiş gibi de ahret için çalışın."
    Özet: Denge :)
    Sevgiler.

    YanıtlaSil