20 Eylül 2011

Eskişehir'de lületaşı var, gondol var, çi börek var...

 

 [slideshow]

Geçen sene mayıs ayında Yunus Emre Kültür ve Sanat Etkinlikleri kapsamında iki günlüğüne Eskişehir’e gittim… Aslında İstanbul’dan trenle Eskişehir’e çok kolay ulaşıldığını duydum ama otobüs yolculuğuna çok alışık olduğum için otobüsle gitmeyi tercih ettim…  

Eskişehir’e varınca ilk olarak Yunus Emre müzesine gittim… Yunus Emre’den bir sürü dörtlükler asılmış müzeyi büyük bir huşu içinde gezdim… 

“Sevelim…

Sevilelim…

Bu dünya kimseye kalmaz…” 

dizelerinin başında uzun süre durdum… Nedense bu dizelere bir zaafım var… Arkasından hayat hikayesini okudum, bol bol fotoğraf çektim ve istemeyerek de olsa oradan ayrıldım… Çünkü yapacak, gezecek çok şey var bu şehirde… 

Hemen şehrin ortasından geçen Porsuk çayının olduğu yere gittim… Burası zaten şehrin can damarı… Sağlı sollu kafeler ve dükkanların olduğu uzunnn bir cadde burası…  Porsuk çayının üzerine sıra sıra köprüler yapılmış ve hepsi ayrı bir renge boyanmış… Önce biraz yürüyerek etrafı keşfetmek istiyorum… Mor, mavi, beyaz köprüler yanımdan bir bir akıp gidiyor… Cadde inanılmaz hareketli, gencecik insanlar şarkılar söyleyerek, neşeli bir şekilde yanımdan geçiyorlar… Bunları bir de dereden görmek lazım diyip tekne turuna katılıyorum… Yaklaşık bir saat sürüyor tekne turu ve sizlere de mutlaka tavsiye ederim… Ne kadar çok köprü yapılmış öyle… Hepsi birbirinden farklı modelde köprüler çok şirin gözüküyor.

 Şehrin yaş ortalaması çok düşük… 20’li yaşlarda insanlar burayı doldurmuş ve onların coşkusu, enerjisi size de geçiyor… Buraya öğrenci şehri demelerinde yerden göğe haklılar… Aynı zamanda çok düzenli ve temiz bir şehir… Operasına, arkasından cam ve lületaşı müzesine ve son olarak da açık hava uçak müzesine rahatlıkla ulaşıyorum… 

Müzeler çok keyifli… Camın ve lületaşının nasıl işlendiğini gösteren atölyeleri görebiliyorsunuz. Lületaşından yapılmış pipoların işçiliği ise muazzam…  Ben lületaşından yapılmış bir tespih almaya karar veriyorum ama aklım pipolarda kalıyor… Sonra uçak müzesinde bin bir çeşit uçağın içine oturup keyif yapıyorum… Pilotlara çok özeniyorum… Başka bir hayatta pilot olmayı denemem lazım diye düşünüyorum 

Artık soluklanmak istediğim için hafif raylı metroya binip Porsuk çayının oralara gidip bir lokantaya çöküyorum… Bu yörede “çi” börek yememi tavsiye etmişlerdi… Tavsiyelerine uyup bir porsiyon “çi” börek söylüyorum…   Tatar kültüründen geliyor bu börek ve sonunda ‘ğ’ harfi olmadan söylediğinize emin olmanız gerekiyor… Yoksa garson size ters ters bakıyor benden söylemesi… Porsiyonda büyükçe altı adet “çi” börek geliyor… Bunu ben nasıl yerim diye düşünürken kendimi hepsini yemiş buluyorum… İnanılmaz lezzetli… Kızgın yağın içine bir batırıp, bir de çevirdiklerinden içi yağda tutmuş… Nefis bir börek bu “çi” börek… Benden söylemesi… 

Oradan Anadolu Üniversitesi’ne geçiyorum… İnanılmaz büyük bahçesi olan bir kompleks… Yürü yürü bitmiyor…  Okul yıllarım aklıma geliyor, çayırda çimende defterleriyle oturmuş çocuklara bakıyorum ve içimi bir özlem duygusu dolduruyor…

Vee akşam saatleri olmaya başladığından Yunus Emre Kültür Merkezine doğru yola koyuluyorum… Burada şiir dinletisi var… Çeşitli ülkelerden gelmiş bir sürü şair Yunus Emre’nin anısına şiir okuyacak… Dans gösterileri yapılacak… Merkeze varıyorum… Çok kalabalık… Kendime zar zor bir yer bulup yerleşiyorum… Üç saatin nasıl geçtiğini anlamıyorum. Çıkışta bize üç kitaptan oluşan bir Yunus Emre seti hediye ediyorlar, çok hoşuma gidiyor…

 Yürüye yürüye otelime giderken sokakta yapılan bir gösteriye daha denk geliyorum… Çok güzel yerel kıyafetlerle halk oyunları yapılıyor… Onu da seyredip yorgun argın otelime varıyorum… Ertesi gün gezilecek bir sürü yerin listesiyle uyuya kalıyorum… Onları da bir sonraki yazımda paylaşmak üzere… 

Sağlıcakla,

 

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder