26 Eylül 2011

Koyun ciğeri nerede daha uzun süre dayanırsa Eskişehir oraya kurulacaktı...

[slideshow]

Koyun ciğeri nerede daha uzun süre dayanırsa Eskişehir oraya kurulacaktı...

Eskişehir’deki ikinci günümde sabah erkenden kalktım ve doğruca Bilim ve Sanat Parkı’na gittim... Burada trenle bütün parkı gezebiliyorsunuz. Yemyeşil kocaman bir alan, suni göl bile yapılmış. Üstünde su kayağı bile yapılabiliyormuş... Bir de meşhur gemisi var bu parkın... Korsan gemisi... İçeriye ziyaretçi alındığını duyunca çok sevindim ve hemen gemiyi gezmeye koştum... Verilen bilgiye göre Amerika böyle bir gemiyle keşfedilmiş.  Orasını bilmem ama gemide koşturmak çok keyifliydi...

Parktan çıkıp Haller Gençlik Merkezi’ne gittim... Burası kafelerin, restoranların olduğu şirin bir merkez. Şansıma “Parçalı Bohça” sergisi varmış. Hemen içeri girdim... Parça parça kumaştan yapılmış, yorganlar, yastık kılıfları, havlular, elbiseler sergilenmişti... Okuduğum bir kitap aklıma geldi... Kadın kendini şöyle tanımlıyordu... Ben parçalı bohça gibiyim içimde herşeyden biraz var ama hiçbir şeyde uzmanlaşamıyorum...Biraz şikayet eder gibiydi kendinden... Parçalı bohça olma fikrini sevdiğimi düşünüp merkezden çıkıyorum... Kapının önünde bembeyaz atlı arabalar var... İsteyen bunlara binip keyifli bir gezi yapabilir ama benim vaktim yok kiii  doğru Kent Park’a gidiyorum...

Kent Park şehrin su sporları merkezi gibi...  İki açık bir kapalı yüzme havuzu var. Ama beni esas şaşırtan yapay plajı... Bildiğimiz basbayağı plaj yapmışlar buraya... Şemsiyeler, şezlonglar yanyana dizilmiş... Üstelik suyu da klorlayıp yüzmeye uygun hale getirmişler... Hava biraz sıcak olsa plajda yürüyüp suya giricem... Plaj da ufak falan değil. Yaklaşık 400 metre uzunluğunda... Bildiğin plaj... Çok etkileniyorum... Ardından biraz daha ileride göletin kenarına yaptıkları restoranda oturup birşeyler atıştırıyorum... Hava rüzgarlı ama yine de dışarda suyun kenarında oturmaktan mutluluk duyuyorum...

Yolcu yolunda gerek diyerek kalkıp Odunpazarı’na geçiyorum... Odunpazarı Eskişehir’in ilk yerleşim yeriymiş. Rivayete göre buraya gelen halk şehri nereye kuracağına karar veremiyor... İki nokta var düşünülen biri Porsuk çayının kenarı , diğeri ise biraz daha tepede olan Odunpazarı bölgesi... Bunun üzerine iki tane koyun ciğerini alıp bu iki yere asıyorlar. Ciğerlerden hangisi daha çok dayanırsa oraya kenti kurmaya karar verecekler... Ve Odunpazarı’ndaki ciğer daha çok dayandığı için Odunpazarı’na yerleşiyorlar.

Odunpazar evleri çok güzel... Daracık sokakların kenarlarında iki katlı ahşap evleri görmek çok keyifli... Sokağa bakan tarafta evin giriş kapıları arka tarfta ise bahçeleri oluyormuş... Bir de evlerin pencere kenarları öyle güzel ki... Tahtadan çerçevelenmiş gibi... Evler ise rengarenk... Yeşili, turuncusu, sarısı beyazı dipdipe yaşayıp gidiyorlar...Bir
de ikinci tip evler var. Onlar bahçe içinde daha büyük... Üç kata kadar olabiliyormuş... Onlarda evin en değerli odası köşe odaymış... İki tip evi de çok beğeniyorum,
aralarında bir seçim yapamıyorum... Ama önemli olanın evin dış güzelliğinin değil de evin içindeki huzurun olduğunu kendime tekrarlıyorum...

Odunpazarı’nda şansıma “Pazar” kurulmuş... Pazar’da gezinmeyi çok sevdiğimden hemen pazara yöneliyorum... Buraların meşhur çöreği olan  haşhaşlı çörek alıyorum... Tadı
muazzam... Pazarda gezindikten sonra, bir de bu daracık yollarda kaybolmak istiyorum... Çıkmaz sokaklara girip çıkıyorum... Odunpazarı’nın model evlerini satan bir
dükkandan küçük bir ev alıyorum... Vakit hızlıca akıp geçiyor... Artık yavaş yavaş İstanbul’a dönmek için yola koyulmalıyım...

Buralara kadar gelip de Frig Vadisi’ni ve Yazılıkaya’yı göremediğime bin pişmanım... Ama kendimi avutuyorum: “Ne güzel Eskişehir’e bir kere daha gelmem için bahane çıktı” diye düşünüyorum... Bu bölgenin doğal termal kaynak suları çok meşhur olduğu için bir de hamama giderim diye kendime not düşüyorum...

Sağlıcakla,

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder