28 Ekim 2010

Biraz da Karadeniz...Bölüm 1

O yaz havalar çok sıcaktı.İstanbul'da geceleri uyunmuyordu. Ne yapmalı ne yapmalı diye evin içinde dolanırken tabi ya Karadenize gitmeli dedim. Bunu dediğimde günlerden çarşambaydı. Cuma günüyse  kendimi Bukla turla Ayder yaylasında  buldum.İstanbul'da tişörtle,elbiseyle terlerken Ayder'de polarla, yağmurlukla gezmeye başladım. Yeşilin her tonuyla ilk defa orada tanıştım. Zirveye çıkmanın mutluluğunu ilk defa orada tattım. Mıhlama'yı, kara lahana yemeğini ilk defa orada yedim. Ve ben neler kaçırmışım dedim...



Ayder yaylası...


etrafa bakış...

etraf...

Her gün o yayla senin bu yayla benim yürüyoruz.Yayla hayatı hakkında bilgiler alıyoruz. Yaylalarda hayat sabah dört gibi başlarmış. Önce hayvanlar otlatılır arkasından sağılırmış.Güneşin doğuşuyla beraber de hayvanlar ağıla dönermiş. Çeşitli yayla görüntüleri...


yaylalar... yaylalar...



başka bir yayla...


yayla evi...


yayladan etrafa bakış...


yaylada bulut gölgesi...

Dereler yanınızdan şırıl şırıl akarken yürümek kolay. Ama bazen rota gereği derenin sağından soluna, sonra solundan sağına geçmek gerekiyor. Hatta bunu defalarca tekrarlamak gerekiyor.Taşların üstünden seke seke bu geçişleri yapıyoruz. Geçişlerde dengeyi korumak çok önemli...Yoksa islandın gitti.

Az sonra dereye varıcaz...


dere şırıl şırıl...

geçiş yaparken aman dikkat..

Tabi buraların sisi başka oluyor...Genelde sabahtan hava açık oluyor üç dört gibi sis bastırıyor. Göz gözü görmüyor. Kopkoyu bir sis yani...Üstün başın, saçın, yüzün ıslanıyor...

Ayder sisler altında...

Sis...


Bazen zirve yürüyüşleri yapılıyor. 3000 metrelere kadar tırmanıldığı oluyor.Bu sefer göller ve kar manzaraları size eşlik ediyor.Haydi buyrun...

mola yeri...

karlı dağlar...

Yürüyüşten döndükten sonra kısa bir dinlencenin ardından,  oberjde yemek ve horon zamanı başlıyor. Bizleri en iyi şekilde ağırlayıp, gezdiren  Mikael'e, Muhammede, Osman'a, Sadığa,Uğur'a ve herkese teşekkür ediyorum.

Sağlıcakla,

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder