4 Haziran 2011

Esas mesele şehirde derviş olabilmekte...



Eski zamanlarda bir dağın  zirvesinde, buzların arasında bir derviş yaşarmış. Bu derviş günlerini ibadetle  ve tefekkürle geçirirmiş. Dağda yaşayan dervişin şehirde yaşayan bir de derviş  arkadaşı daha varmış. O da kadınlar hamamında, yazın kavurucu sıcağında hamamın  ocağına odun atarak geçimini sağlar, arta kalan zamanlarını da ibadet ve tefekkürle geçirirmiş.


Bir gün şehirdeki derviş,  dağdaki derviş arkadaşını ziyaret etmek istemiş. Ocaktan bir kor parçasını  avuçlarının arasına almış ve kor parçasıyla beraber yola çıkmış. Avucundaki koru  söndürmeden şehrin içinden geçmiş, dağa tırmanmış ve en sonunda dağın en  tepesinde buzların arasında yaşayan derviş arkadaşına ulaşmış. Ateşten  hediyesini takdim etmiş. Oturup biraz hoş beş ettikten sonra da derviş şehre,  kadınlar hamamına geri dönmüş.

Bir süre sonra da dağdaki derviş  iade-i ziyaret yapmak istemiş. Eline aldığı bir buz parçasıyla beraber yola  çıkmış. Buzu eritmeden şehrin içinden geçip hamama kadar ulaşmış. Eski dostunu  ocağın başında ateşe odun atarken görmüş. Tam elindeki buzu derviş arkadaşına  vereceği sırada hamamdan çıkan bir kadının bacağını görmüş. Ve elindeki buz bir  anda eriyip buhar olmuş. Bunun üzerine şehirli derviş,  arkadaşına şöyle demiş:

“Yaa derviş efendi, dağda herkes  derviş olur. Marifet şehirde, kadınlar hamamında derviş  kalabilmekte...”

Zor olan dağdaki çiçeğe ağaçlara  sevgiyle bakmak değil. Zor olan trafikte durmadan kornaya basan adama sevgiyle  bakabilmek... İş yerinde arkamızdan kuyumuzu kazan mesai arkadaşımıza, egosunun  peşinde koşan acımasız müdür-patronumuza ya da her fırsatta işten kaytaran  çalışanımıza, kirasını vaktinde ödemeyen kiracımıza ya da kira iki gün gecikti  diye kapıya dayanan evsahibimize hatta yolda yürürken pazar arabasıyla ayağımızı  ezen cahil Anadolulu Fatma teyzeye sevgiyle bakabilmektir. 

Aslında hepimiz potansiyel birer derviş değil miyiz? Mühim olan o aşk ateşiyle  yanabilmek! Dergâhımız dünya, güzergâhımız köprü trafiği! Haydin ermeye  gidiyoruz. Kimseye kızmak yok bu yolda. Aşkla, şevkle sevmek var herkesi...
Kuşları, fareleri, böcekleri...


Cem Özüak

2 yorum:

  1. Sevgili Anette,
    Bu hikayenin kaynağı nedir,kime aittir bilmiyorum.Anadolu'da buna benzer hikayeler vardır.
    Ahmet Yesevi'nin Anadolu'ya gönderdiği erlerinden (Horasan Erleri) Piri Baba Merzifon'da yaşamakta ve kundura imal etmektedir.Koyun Baba'da Osmancık'ta yaşamakta ve koyun yetiştirmekte ve çobanlık yapmaktadır.Birgün Koyun Baba torbaya doldurduğu sütü (süt sızmadan akmadan torbanın içinde durmaktadır) Piri Baba'nın çalıştığı dükkana getirir ve kapının kenarındaki çiviye asar.Tam o sırada kundurası için ayak ölçüsü vermeğe bir kadın gelir.Kadın çorabını çıkarır ve bacağı görünür.Ve torbadaki süt damlamaya başlar.Piri Baba hemen Koyun Baba'yı uyarır.Niyetini bozma,marifet dağda bayırda dolaşarak değil,şehirde bu şartlarda niyetini bozmamaktır der.Bu sözler üzerine Koyun Baba kendine gelir ve sütün damlaması da durur.Koyun Baba'nın türbesi Osmancık'ta,Piri Baba'nın türbesi de Merzifon'dadır.Sevgiler...

    YanıtlaSil
  2. oooo herzamanki gibi harika bilgiler... bu hikayeyi çok beğendim... bir damla daha birikti derim... sağlıcakla

    YanıtlaSil