15 Kasım 2011

Doğanın bana öğrettikleri...

Doğanın Bana Öğrettikleri…

Doğma büyüme şehirli olmanın dezavantajlarından biri doğayı hiç tanımamaktır… Sebze ve meyvelerin halde yetişip, markette satıldığı duygusuna bile kapılabilirsiniz… Neyse ki yolum bir sürü tesadüfi olay sonucu bir çiftlikle kesişti… Doğayla ilgili tecrübelerim orada başladı…

Sabah kahvaltısında domates mi lazım, markete değil de bahçeye gitmem gerektiğini keşfetmem beni çok şaşırtmıştı… Alıyordum sepeti koluma domates ekilen yerdeki kırmızılaşmış domatesleri koparıp, mutfağa getiriyordum… Öğlen yemeğinde patlıcan mı yapılacak… Haydi yine bahçeye gidiyordum… Dikkat edin patlıcanları kesmek için bahçe makası lazım… Yoksa ucundaki dikenlerin battığını öğrendim… Ama en önemlisi her şeyi toplamanın bir zamanı olduğunu öğrendim… Ne geç kalmalı, ne de erken yapmalı… Tam zamanında yapmalı her şeyi… Domatesleri geç mi topladın vıcık vıcık oluyorlar… Erken mi topladın sert oluyor, tatsız oluyorlar…

Bütün sebzelerin gün gün nasıl büyüdüğünü gördüm… Minnacık bir kavunun, koparılmaya hazır hale gelişini izledim… Neymiş dedim kendi kendime, her şey büyüyüp gelişiyor demek ki… Bütün meyve ve sebzelerin sulanması için ark yolları açtım, her gün suladım onları… Ve emek verilmeden hiçbir şeyin olmayacağını anladım…

Sonra bir sene domateslere bir böcek dadandı ilk ürün heba oldu… Bazen ne kadar çabalasan da bir işin olmayabileceğini öğrendim…

Ark sisteminde ek olarak damla sulamaya da geçmek istedik… Boruları döşedik… Muslukları açtık… İlk birkaç gün herşey yolunda gitti… Fakat sular kireçli olduğundan boruların delikleri tıkandı… Önce sorunu çözmeye çalıştık… Her deliğe vurarak kireçlerden arındırmaya çalıştık… Günlerce uğraştık… Ama olmadı… Ve ark sistemine geri döndük… Anladım ki bazen yanlış yaptığını anlayıp diretmemek lazım… Onca emeği sıfırlamasını bilmek lazım…

Üzüm bağlarındaki üzümlerin olgunlaşmasını beklerken, bir sıraya kuşların dadandığını fark ettim… Merak edip oradaki salkımdan bir üzüm kopardım… Üzümün tadı nefisti… Tam kıvamındaydı… Hayvanların ağızlarının tadını bildiklerini anladım… Bir şeyin olgunlaşıp olgunlaşmadığını ilk onlar hissediyorlardı…

Uzun süre açık havada yaşarken günlerin ısısı, rüzgarı birbirine yakınsa o ortama alıştığınızı keşfettim… Sonra en ufak bir ısı düşmesinde, rüzgar artışında havada bir tuhaflık var demeye başlıyorsunuz… Ya acaba yanılıyor muyum diye düşünürken, rüzgarın giderek artması sezgilerinizin doğru olduğunu göstermeye başlıyor… Doğada sezgilerin, duyuların açıldığını anladım… Açılmış sezgilerimle havanın kokusunu, tadını almaya başladım… Değişiklikleri önceden söyleyebilir olmaya başladım…

Bütün gün bahçede çalışıp yorulup, geceleri mışıl mışıl uyumanın nasıl güzel bir şey olduğunu anladım… Bedenin sürekli çalışıp, hareket etmesinin gerilimi ve stresi atmak için çok iyi bir yol olduğunu anladım…

Diyelim ki, o gün bamya pişecek… Ve sizin bahçeye gidip bamya toplamanız gerekiyor… Elinizi kolunuzu sallaya sallaya bamyaların yanına gelince eğer onları koymak için sepet getirmediyseniz onca yolu tekrar gidip dönmeniz gerektiğini anladım… Olaylar arasında bir mantık zinciri kurmanız gerektiğini ve akılsız başın cezasını ayakların çektiğini öğrendim…

Doğa bana o kadar çok şey öğretti ki… Bu yazdıklarımın yetersiz olduğunu ve ikinci bölümün gelmesi gerektiğini düşünüyorum… Ve ona sınırsız şükranlarımı gönderiyorum…

Sağlıcakla,

5 yorum:

  1. Ne kadar güzel ifade etmişsiniz ....
    Duygu düşüncelerinizi dile getirip bizlere yansıtan ellerinize sağlık.
    Sevgiler
    <:))

    YanıtlaSil
  2. beni çok mutlu ettiniz... sağolun...

    YanıtlaSil
  3. Ne güzel bir yazı.
    Su gibi akıp gidiyor.
    Şeker gibi beynimize kazınıyor.
    Teşekkürler.

    Not: Damlama sulama sisteminde ki vanaları tek tek söküp kireç çözücüsü ile yıkamanız yeterli olabilirdi. :)

    YanıtlaSil
  4. hahahahah... tecrübesizlik işte... öğrendiğim iyi oldu...

    YanıtlaSil