22 Ocak 2012

Birinci Kadın Mı Olmak Daha Zor İkinci Kadın mı? (3.ve son bölüm)

Serap Mehmet’in kendinden yana bir karar vermesini bekleyerek bir üç ay daha geçirdi. Fakat hiçbir ilerleme yoktu. Mehmet’in karar vermeye çalışır bir halini de göremiyordu ama onun artık daha fazla bekleyecek tahammülü kalmamış, sinirleri bozulmuştu.

Akşam evde televizyon seyrederlerken paldır küldür, ağlaya ağlaya duygularını ve beklentilerini paylaşmaya başladı: “Yeter artık Mehmet! Dayanamıyorum artık bu duruma. Bu ilişkiyi ya bitirelim, ya da artık karına söyle ve boşan. Benim bekleyecek, ikinci kadın olarak geçirilecek bir ana daha tahammülüm yok. Seni çok seviyorum, deliler gibi seviyorum ama benim yanımdan ayrılıp, evine çocuklarına gittiğin an kalbime sanki bir bıçak saplanıyor. Senin karınla geçirdiğin bayramlarda ben burada ağlamaktan iki büklüm oluyorum. Ben zaten her gün ölüyorum, karına gitmeye karar verirsen bari bir kere ölürüm” diye konuşmasına devam etti. “Seni geç tanımış olmak benim suçum mu?” diye de ilave etti. “Belki biz önceden tanışsaydık, ben senin karın olacaktım, çocuklarının annesi olacaktım. Benim bu şekilde yaşamaya devam etmem imkansız” diye haykırmaya başladı. Onca zaman bastırdığı bütün acılar bir anda su yüzüne çıkmıştı ve kendine hakim olamıyordu.

Mehmet onca zaman her şeye sakince katlanan Serap’ı bu halde görünce hem şaşırdı hem de iyi ya da kötü artık bir karar vermesi gerektiğini anladı. Hiçbir şey demeden paltosunu alıp çıkıp gitti. Uzun uzun yürüdü, ayakları onu Türkan’la yaşadığı eve getirdi. Anahtarla kapıyı açtı. Türkan genelde bu saatte uyumuş olurdu ama hayır bugün salonda bütün ışıklar açık onu bekliyordu. “Çocuklara bir şey mi oldu?” diye sordu endişeyle. Türkan “hayır, çocuklara değil ama bize çok şeyler oldu” diye cevap verdi. Sesinin kontrollü çıkmasına çalışıyordu ama ne kadar başarılı olduğundan emin değildi. “Herşeyi biliyorum, hiç inkar etmeye çalışma” dedi. “Şimdiye kadar hep sustum, hep göz yumdum biter diye, bana dönersin diye bekledim. Ama sende en ufak bir çaba, en ufak bir ışık bile göremiyorum. Ne yapmak istiyorsun? Bu yuvayı bunca seneden sonra yıkmak mı istiyorsun?” derken gözyaşları yanaklarından sel olup akmaya başlamıştı. “Bunca seneden sonra bunu bana nasıl yaparsın? Biz senle bu hayat yoluna beraber çıktık, beni nasıl yarı yolda bırakırsın” diye konuşmaya devam ederken artık bağırmaya başlamıştı. “Ne yani artık beni beğenmiyor musun, artık seni heyecanlandıramıyor muyum, bütün derdin bu mu?” derken Mehmet yerinde çivilenmiş bir şekilde duruyordu. Mehmet’in bu suskun hali onu daha da çok çileden çıkarıyor, ağzına geleni söylemesine sebep oluyordu. “İşinizi de basıcam iki paralık edicem Serap’ı” sözleri bardağı taşırmıştı.

Mehmet “haddini bil kadın” diye karşı saldırıya geçmişti. O öyle sıradan biri değil, seviyorum onu, seviyorum” diye cevap verdi. Türkan koşa koşa odasına gidip kapıyı sıkıca kapattı. Beklediği cevap bu değildi ki. O Mehmet’in ayaklarına kapanıp özür dilemesini beklemişti. O ise neler diyordu. Az önce kendisine başka bir kadını sevdiğini mi itiraf etmişti. Şaşırmış mıydı bu adam. Bunca seneden sonra hormonları mı azmıştı ne… Öfkeden, kıskançlıktan, kaybetme telaşından ne yapacağını bilemiyordu. Hayatta boşamayacaktı kocasını, aha buraya yazıyordu, o kadına yar etmeyecekti kocasını. “Yok öyle yağma” diye söylendi bir taraftan. “Ohh! Ne güzel. Ben onca sene çekip çevireyim, sen gel kap, yok öyle yağma” deyip odanın içinde dört dönmeye devam etti sabaha kadar.

Sabah çocukların kahvaltısını hazırlamak için odadan çıktığında Mehmet’i elinde bavulla görünce bayılır gibi oldu. “Ben de senin odadan çıkmanı bekliyordum” diyen Mehmet’i inanamaz gözlerle izliyordu. Dolaptan birkaç parça eşyasını kaptığı gibi, evden fırlayıp gitmişti. İnanamıyordu. Gerçekten inanamıyordu. Hemen annesini aradı. “Anne gitti” diyebildi hıçkırıklarının arasında…

Mehmet elinde bavuluyla doğruca Serap’ın evine gitti. Serap’ı yüzü gözü ağlamaktan şiş bir halde buldu. “Terk ettim” dedi yavaşça…”Terk ettim”…

Sonrasında beraber yaşamaya başladılar. Serap aslında bu durumdan mutlu olacağını sanmıştı ama hiç mutlu değildi. Mehmet çocuklarını özlüyordu, evindeki düzenini özlüyordu. Mehmet Türkan’ı özlüyordu… Bunu hissedebiliyordu. Araları da öyle çok aman aman değildi. Ayrıca bavulunu alıp ona gelince, komşulara, arkadaşlarına, ailesine ne söyleyeceğini de iyi organize etmesi gerekiyordu. Fakat o daha ne diyeceğini, nasıl diyeceğini bulamadan annesi durumu öğrenivermişti. “Yuva yıkanın yuvası da olmazmış kızım duymadın mı?” diye bağırıp çağırmaya, ayrıl bu adamdan diye baskı yapmaya başlamıştı.

En kötüsü ise hiç aklına gelmeyen işyerinde yaşanmıştı. Türkan işyerine gelmiş bağırmış, çağırmış, “bu kadını işten atmazsanız sizi dava ederim” diye patrona dayılanmış, patron da onu kapının önünü koy vermişti. İnanamıyordu, gerçekten olanlara inanamıyordu. Mehmet’te aynı şeyi yapmıştı, niye işinden olan o olmuştu ki? Bu hiç iyi olmamıştı. Tekrar böyle güzel maaşlı bir iş bulması vakit alacaktı, üstelik bu ruh haliyle iş aramaya sabrı da isteği de yoktu.

Bu arada aile büyükleri Mehmet’i sürekli arayıp, evliliklerde olur böyle şeyler karına dön, kaç yıllık yuva böyle birden dağıtılır mı şeklinde konuşmalar yapıyorlardı. Mehmet’in ağzını bıçak açmıyordu. Aralarındaki uyumu yitirmişlerdi, herkes her bir yandan ayrılmaları için baskı yapmaya başlamıştı. Komşular evli bir adamla yaşayan birini apartmanda istemediklerini söylemeye başlamışlardı. Ev kendisinin olmasa çoktan kapıya konacaktı. Zaten işimden oldum bir de evimden mi olucam diye söyleniyordu. Yedi sekiz ay durumu böyle sürdürmeye çalıştılar ama Türkan’dan hayatta Mehmet’i boşamam sakın dava falan açmaya kalkmasın mesajları gelip duruyordu. Çocuklar babalarına küsmüşler ve onunla görüşmüyorlardı. Herkes çok mutsuzdu.

Bir sabah kalktığında Mehmet’i salonda elinde bavul onu beklerken buldu.  Mehmet “gidiyorum beni affet, çocuklarımı çok özledim” gibi bir şeyler mırıldanıyordu… Gerçekten söylenecek çok şey varken konuşamamak herhalde böyle bir şeydi. Ne diyecekti ki Mehmet’e? Onun yüzünden işinden olduğunu mu, el aleme rezil olduğunu mu, ruhsal olarak çöküp tedaviye ihtiyacı olduğunu mu, bundan sonra nasıl yoluna devam edip, nasıl hayatta kalacağını bilemediğini mi… Sadece sustu… Mehmet’in asansöre binen sırtını seyretti ve sonra günlerce ağladı…

Türkan Mehmet’i eve abisinin getireceğini biliyordu. Kapı çalınmış içeri girmişlerdi. Abisi durumu yumuşatmaya çalışıyor havanın ne kadar soğuk olduğundan falan bahsediyordu. Kenarda duran bavul hakkında kimse yorum yapmıyordu. İçilen türk kahvelerinden sonra abisi izin isteyip gitmişti. Türkan nasıl bir tavır takınması gerektiğini bilemiyordu. Hala çok kızgındı. Artık kocasına hiç güveni kalmamıştı. Tamam onun eve dönmesi için her türlü rezilliği yapmış, herkesten yardım istemişti ama karşısında duran artık onun Mehmet’i değildi ki… Bir daha da asla olmayacaktı… Asla başını aynı huzurla omuzlarına yaslayamayacaktı… Gözünden akan yaşlar bu acı gerçeğin işaretiydi sadece…

Sağlıcakla,

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder