25 Ağustos 2012

Türkiye'de Yahudiler neden susar?


Türkiye’de Yahudiler neden susar?

M. Serdar Korucu

Nedir bir insanı yaşadığı toprağa bağlayan?
Orada doğmak…
Büyümek, yaşamak…
Ekmeğini kazanmak…
Ve ölmek mi?
Atalarının köklerinin bağlı olması mı?

Peki vatandaş olmak için neye ihtiyaç var?
Damarda akan “çoğunluk” kanına…
İnanılan aynı Tanrı’ya…
Konuşulan ortak dile…
Binlerce yıla uzanan “tek” tarihe mi?

Bunların hepsini birden sağlayamıyorsanız, işte o zaman “yarım
vatandaş” olursunuz bu ülkede. Sivil hayatta vali olamazsınız mesela,
askerde “önemli” mevkilere getirilmezsiniz. Size tam olarak güven
duymaz başkent. Her an bir ihanetinizi bekler içten içe. En zayıf
düştüğü anda sizin “kendiniz gibiler”in desteği ile kuracağınız
kumpası görür kabuslarında. Zaman zaman uyanır,
paranoyasından
sıyrılıp “açılım” yoluyla irtibat kurmaya çalışır. Ancak bu bir kısır
döngüdür sürüp giden. Bundan kurtulmanın yolu yok mudur? Vardır elbet.

Ne zaman silip atarsanız size ait “farklı” olanı, işte o zaman en
“has” adamları oluverirsiniz onların. “Yanlış” yoldan vazgeçmiş,
“doğru” yola girmişsinizdir. “Hoş görülecek”, idare edilecek değil
böbürlenecek birisinizdir artık.

Son dönemdeki “Yahudi açılımı” iddiaları bu gerçeği hatırlattı bir kez
daha. Var mı, yok mu hala bilmiyoruz aslında. Ne Kürt açılımı, ne de
sekteye uğrayan Ermenistan ile normalleşme süreci gibi açık seçikti
olup biten. Belki tesadüftü peş peşe gelen olaylar, belki de işleme
konan bir planın parçası. Ama bu tartışma bile gösterdi ki bu ülkede
azınlık olmak elde her an kullanıma hazır bir koz olmaktır. Hele
de
akrabalarınızın kurmuş olduğu bir ülkeniz varsa…

Mesela şarkı mı söylüyorsunuz, üstelik de başarılı mısınız? Ama
azınlıktan geldiğiniz anda durum değişiverir. Asla başarınız nedeniyle
gönderil(e)mezsiniz yurtdışına. Önce başkaları tarafından bu kararın
arkasında bir neden aranır. Ardından onlar susar, siz başlarsınız
benzer soruları sormaya: Bu ülkede o kadar “has” vatandaş şarkıcı
varken sistem neden sizi seçmiştir? “Acaba kullanılıyor muyum” diye
düşünmeden hemen dağıtıverirsiniz kaygı bulutlarını söyleyiverirsiniz
çoğunluğun duymak istediği sözleri. Sadakatinizi sonuna kadar belli
ederek, üstüne basa basa “Ben Türk’üm” diyerek…

Ya da işadamısınızdır mesela. İşinizde başarılısınızdır. Çok badireler
atlatmışsınızdır doğduğunuz, büyüdüğünüz, ekmek kazandığınız, emek
verdiğiniz topraklar
için. Ama gelin görün ki asla inandıramazsınız
kendinizin buraya ait olduğuna. Azcık geçmiş uygulamaları eleştirmeye
başlasanız hemen uyarırsınız kendinizi, savunmaya geçersiniz,
“Hitler’den kurtardı İnönü, Varlık Vergisi’ni de affettim böylece.
Eğer bizi Hitler’e verseydi sabun olacaktık.” diye. Yani ölümü görüp
sıtmaya razı olursunuz…

Bu da yetmez asla. “Benim gidecek başka ülkem yok” sözünü
tekrarlarsınız bir kez daha. “İsrail filan diyorlar, bırak şimdi.
Benim İsrail’de bir tane akrabam yok. Bizim vatanımız Türkiye’dir,
bitti.” diye yanıtlarsınız size sorulan soruları. Belki sağır kulaklar
bir gün duyar da ikna olur diye…

Ağzınızı açıp yahu “Trakya olaylarını neden aydınlatmıyorsunuz?”
demezsiniz mesela ya da Naziler’in emriyle kurulduğu iddia edilen
“Balat Fırınları” için konuşamazsınız. 2.
Dünya Savaşı döneminde
Boğaz’dan geçirilmedikleri için batan ve batırılan, aç susuz gelinen
ama “misafirperver” Türk limanlarında kötü muamele gören gemiler ise
söz konusu bile olmaz, olamaz.

Peki neden susarsınız bu konularda? Yaşamak için, sadece hayatta
kalmak için. Bunun için de hep bir temenni ile bitirirsiniz
sözlerinizi aslında her şeyi anlatan: İnşallah çocuklarım sulh içinde
yaşarlar

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder