31 Aralık 2011

Sorunlarımıza neden sımsıkı sarılıyoruz? Onları bu kadar çok mu seviyoruz?

Sorunlarımıza neden sımsıkı sarılıyoruz? Onları bu kadar çok mu seviyoruz? Mutsuzluktan, üzüntü ve kederden, acıdan kurtulmak istemiyor muyuz? Bunlara dayanarak kendimizi var ettiğimizi mi düşünüyoruz? Olumsuz ya da olumlu sonuca bağlanmak, lunaparktaki heyecan treni (rollercoaster) gibi olmuyor mu? Yaşam yükselirken keyif almaya başlıyoruz, inerken de korku basıyor.

Kendimizi hissetmek için bir heyecan trenine mi ihtiyacımız var? Ne zaman olayların, durumların bizi yönetmesini bırakacağız? Ne zaman gökyüzünün salt bulutlardan olmadığını, arkasında parlak bir güneşle aydınlanan gökyüzünün olduğunu fark edeceğiz?

Lao Tzu, bundan binlerce söne önce bunu görmüş, olgular, eşik değerine kadar yükselir ve eşik değerinden sonra tersine döner. Tüm evrenin temeli bu prensibe bağlı. Sonsuz iyi olma hali ya da sonsuz kötü olma diye bir nokta yok. Herşey, karşıtına dönüşüyor. Gece gündüze, kötü iyiye, cehalet bilgeliğe, mutsuzluk mutluluğa... Ikiliklerden oluşan bir evrende yaşıyoruz ve bu ikilikler, sürekli birbirine dönüşüyor. Bunlara ne kadar sarılırsak, o kadar fırtınalı yaşayacağımız apaçık ortada. Başımıza gelen olaylar, yaşadıklarımız, hepsi bizim seçimlerimiz, doğrudan ya da dolaylı. Ne kadar çok iyilik istersek, o kadar çok kötülüğü var ediyoruz, ne kadar çok zenginlik istesek, o kadar çok yoksulluk yaratıyoruz, ne kadar çok bilgi istesek, o kadar çok cehalete sebep oluyoruz. Bu kadar aç gözlü olmayalım, insanın olabileceği en karanlık hallerden biri bu.

Bir değişiklik yapalım! Bu sene için hiçbirşey istemeyelim, bakalım ne olacak. Aç gözlü olmayalım, ne gelene sevinelim, ne de gidene. Heyecan treninden artık inmenin ve sadece gözlemlemenin vakti gelmedi mi? Bırakalım o tren, inip çıksın, zamanla sıkılanlar olacaktır, inip bize katılacaklardır. İnanıyorum, çünkü biliyorum; çok daha dingin, yaşamın keyfine varan insanlar olacağız.

Cem Gencer

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder